Yazar "Abakay, Özlem" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 20 / 32
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe ASBEST KULLANIMININ YAYGIN OLDUĞU BİR BÖLGEDE KADINLARDA MEZOTELYOMANIN KLİNİK VE DEMOGRAFİK ÖZELLİKLERİ(İzmir Göğüs Hastalıkları Hastanesi, 2012) Tanrıkulu, Abdullah Çetin; Abakay, Abdurrahman; Abakay, Özlem; Sezgi, Cengizhan; Şen, Hatice Selimoğlu; Kaya, Halide; Şenyiğit, AbdurrahmanMalign Mezotelyoma (MM) etiyolojisinde genellikle çevresel ve mesleksel asbest maruziyeti rol alır. Ayrıca yine bir fibröz zeolit olan erionit de suçlanmaktadır. Ülkemizde çevresel asbest ve erionit teması nedeniyle MM yaygın bir kanser türüdür. Çalışmamızda 2005-2011 yılları arasında hastanemizde MM tanısı konan 77 kadın hasta retrospektif olarak değerlendirildi. MM hastalarının dosyaları ayrıntılı olarak incelendi. Çalışmaya alınan hastaların demografik verileri, yaş, şikayet, radyolojik bulgular, tanı yöntemleri, hastalık evreleri daha önceden hazırlanan standart formlara kaydedildi. MM hastalarının yaş ortalaması 57 ± 14.1 yıl idi. Elli yedi hastada (%74) olguda çevresel asbest maruziyeti mevcuttu ve ortalama temas süresi 30.6 yıldı. Hastalardan 21'i (%27.3) asbest kullanımının yaygın olduğu Ergani ilçesinden başvurmuştu. Toplam 63 hastada (%81.8) nefes darlığı, 44 hastada (%57.1) göğüs ağrısı ve 16 hastada (%20.8) kilo kaybı vardı. Ortalama semptom süresi 5.7 ± 4.6 aydı. Ayrıca 47 hastada (%61) histopatolojik tip olarak epitelyal tip olarak saptandı. Hastalarda ortalama sağ kalım 9.54 ± 6.9 ay olarak bulundu. Malign mezotelyoma çevresel asbest maruziyetinin fazla olduğu bölgelerde yaşayan kadınlarda uyumlu semptom ve bulguları olanlarda akla getirilmelidir. Bu kişilerde özellikle plevral tutuluma dikkat edilmelidir. Ülkemizde bu hastalığın önlenmesi için çevresel asbest kullanımının tamamen terk edilmesi için çalışmalar yapmak faydalı olabilecektir.Öğe Bir üniversite hastanesinde tanı konulan sarkoidoz hastalarının klinik özellikleri(Modestum Publishing Ltd., 2012) Abakay, Özlem; Abakay, Abdurrahman; Tanrıkulu, Abdullah Çetin; Meteroğlu, Fatih; Sezgi, Cengizhan; Şen, Hadice Selimoğlu; Dallı, Ayşe; Kabak, MehmetAmaç: Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde sarkoidoz tanısı konulan hastaların klinik özelliklerinin ve takip sonuçlarının araştırılması amaçlandı. Gereç ve yöntem: Çalışmaya 01 Ocak 2008 - 31 Aralık 2011 tarihleri arasında sarkoidoz tanısı konulmuş toplam 39 hasta alındı. Hastaların demografik verileri, laboratuar verileri, spirometrik test sonuçları, tanı yöntemleri, verilen tedavi rejimleri çalışma formuna kaydedildi. Bulgular: Çalışmaya alınan 39 hastanın %15.4 erkek, %84.6 kadın idi. Yaş ortalaması erkeklerde 39.5 ± 13.1 yıl, kadınlarda 44.8 ± 14.0 yıl idi. Hastaların %17.9u evre 1, %66.7si evre 2, %10.3ü evre 3 ve %5.1i evre 4 idi. Tanı konulduğunda hastaların %61.5i semptomatik, %38.5i asemptomatikti. Hastaların solunum fonksiyon test sonuçlarına göre %61.5 normal patern, %30.8 restriktif patern ve %7.7 obstrüktif patern saptandı. Hastaların tanı yöntemleri incelendiğinde hastaların %25.6sına bronkoskopik biyopsi prosedürleri ile %74.4üne cerrahi biyopsi prosedürleriyle tanı konulmuştu. Hastalara uygulanan tedaviler incelendiğinde hastaların %56.4üne kortikosteroid tedavisi, %5.1ine kortikosteroid + metotreksat tedavisi verilmişti, %38.5i ise farmakolojik tedavi verilmeden takip edilmişti. Çalışmanın bittiği tarihte hastaların %20.5inin tedavisi devam etmekteydi. Farmakolojik tedavi verilen hastalarda ortalama 8.4 ay tedavi verilmişti. Sonuç: İnterstisyel akciğer hastalıkları arasında sık görülen sarkoidoz hastalarımızın klinik özellikleri incelenerek tanı, ayırıcı tanı ve tedavide yaşanabilecek muhtemel sorunların tespiti mümkün olabilecektir.Öğe Carvacrol and pomegranate extract in treating methotrexate-induced lung oxidative injury in rats(International Scientific Literature Inc., 2014) Şen, Hadice Selimoǧlu; Şen, Velat; Bozkurt, Mehtap; Türkçü, Gül; Güzel, Abdulmenap; Sezgi, Cengizhan; Abakay, Özlem; Kaplan, İbrahimBackground: This study was designed to evaluate the effects of carvacrol (CRV) and pomegranate extract (PE) on methotrexate (MTX)-induced lung injury in rats.Material/Methods: A total of 32 male rats were subdivided into 4 groups: control (group I), MTX treated (group II), MTX+CRV treated (group III), and MTX+PE treated (group IV). A single dose of 73 mg/kg CRV was administered intraperitoneally to rats in group III on Day 1 of the investigation. To group IV, a dose of 225 mg/kg of PE was administered via orogastric gavage once daily over 7 days. A single dose of 20 mg/kg of MTX was given intraperitoneally to groups II, III, and IV on Day2. The total duration of experiment was 8 days. Malondialdehyde (MDA), total oxidant status (TOS), total antioxidant capacity (TAC), and oxidative stress index (OSI) were measured from rat lung tissues and cardiac blood samples.Results: Serum and lung specimen analyses demonstrated that MDA, TOS, and OSI levels were significantly greater in group II relative to controls. Conversely, the TAC level was significantly reduced in group II when compared to the control group. Pre-administering either CRV or PE was associated with decreased MDA, TOS, and OSI levels and increased TAC levels compared to rats treated with MTX alone. Histopathological examination revealed that lung injury was less severe in group III and IV relative to group II.Conclusions: MTX treatment results in rat lung oxidative damage that is partially counteracted by pretreatment with either CRV or PE.Öğe Cizre’de ilkokul çocuklarında tüberküloz taramasının sonuçları(2006) Abakay, Özlem; Abakay, Abdurrahman; Tanrıkulu, Çetin; Alp?, AdilTüberküloz (Tbc) son yıllarda ciddiyetini artıran bir halk sağlığı sorunu olmuştur. Çocuk yaş grubunda hastalık daha ciddi seyretmekte ve daha ağır formlar görülmektedir. Verem Savaş Dairesi 11. Grup Başkanlığı tarafından Şırnak ili Cizre ilçesinde merkez ve köylerdeki sekiz ilköğretim okulunda 2005 yılı Kasım ayında ilkokul birinci sınıf öğrencilerine Tbc taraması yapıldı. Çalışmaya 1130 (%50.4)’u erkek, 1112 (%49.6)’si kız olmak üzere toplam 2242 çocuk alındı. Yaş ortalaması 6.9 ± 0.8 (4-14) yıl olarak saptandı. Bacillus Calmette-Guerin (BCG) aşı skarı olmayan 1676 (%74.7) çocuk, tek skarı olan 536 (%23.9) çocuk ve iki skarı olan 32 (%1.4) çocuk saptandı. Tüm çocukların ortalama tüberkülin deri testi (TDT) çapı 2.1 ± 2.7 mm olarak saptandı. Cinsiyetle ortalama TDT çapı arasında anlamlı ilişki saptanmadı (p= 0.3). BCG yapılmayan grubun TDT ortalama çapı 1.5 ± 1.4 mm, tek skarlı grupta ortalama çap 3.5 ± 4.0 mm ve iki skarlı grupta ortalama çap 11.2 ± 3.3 mm olarak saptandı. Tüm çocukların TDT sonuçları 2065 (%92.1)’inde negatif, 101 (%4.5)’inde BCG’ye atfedilme ve 76 (%3.4)’sında pozitif olarak kaydedildi. BCG skarı olmayanlarda TDT pozitifliği %1.2, tek skarlılarda TDT pozitifliği %8.9, çift skarlılarda TDT pozitifiği %50 olarak saptanmıştır. BCG skar sayısı arttıkça TDT reaksiyonun çapının anlamlı oranda arttığı saptandı (p< 0.05). Tarama ekibi tarafından 139 (%6.2) çocuğa hastalık şüphesi nedeniyle aileleriyle birlikte dispansere başvurmaları önerilmişti. Çocuklarda ilk BCG aşılamanın çok yetersiz olduğu saptandı. Doğum sonrası tek aşılama oranının artırılması için ailelerin eğitilmesi ve okul taramalarının daha dikkatli yapılması gerektiği düşünüldü.Öğe Çok ilaca dirençli tüberkülozla temasta bulaşma riskini etkileyen faktörler(2010) Abakay, Abdurrahman; Tanrıkulu, Abdullah Çetin; Şenyiğit, Abdurrahman; Işık, Recep; Abakay, ÖzlemAmaç: Bu çalışmada tüberküloz (TB) kontrol programında önemli bir klinik problem olan Çok ilaca dirençli tüberküloz (ÇİD-TB) hastalarının temaslı muayene sonuçları ve temas sonrası gelişen TB hastalarının klinik özellikleri incelenerek bulaşma riskini etkileyen faktörlerin araştırılması amaçlanmıştır.Yöntemler: Çalışmada Ocak 2000- Aralık 2008 tarihleri arasında Diyarbakır’daki toplam dört verem savaşı dispanserinde kayıtlı 34 ÇİD-TB hastasının kayıtları retrospektif olarak incelendi.Bulgular: ÇİD-TB hastalarının yaş ortalaması 32.3±14.2 yıl idi. ÇİD-TB hastalarıyla temaslı olanların 7’sinde (%20.6) ve toplam 9 temaslıda TB saptandı. Kaynak ÇİD-TB vakaları temaslılarında TB gelişmeyen (n=27) ve gelişen (n=7) olarak iki gruba ayrılarak yapılan değerlendirmelerde cinsiyet, eğitim durumu, sosyal güvenceye sahip olma, aylık gelir düzeyi, oturduğu yer, özgeçmişinde TB öyküsü olması açısından anlamlı fark saptanmadı (p>0.05). Kaynak ÇİD-TB vakalarının 17’sinde (% 50) tedavi uygunsuzluğu, 14’ünde (%41.1) tedavi uyumsuzluğu saptandı. Temaslılarında TB gelişen ÇİD-TB grubunda tedavi uygunsuzluğu daha sık olarak saptandı (p<0.05). Tanı gecikmesi, temaslılarında TB gelişen vakalarda ortalama 18.7 ay, temaslılarında TB gelişmeyenlerde ise ortalama 9.3 ay olarak saptandı ve aradaki fark anlamlıydı (p<0.05). ÇİD-TB vakalarında hasta başına ortalama 4.4 temaslı kaydedilmişti ve hasta başına ortalama 1.8 kişi muayene edilmişti. Temaslılarında TB gelişmeyen ÇİD-TB grubunda temaslı muayene oranı %15.6 iken, TB gelişmeyenlerde % 50 olarak saptandı ve bu fark anlamlıydı (p<0.05).Sonuç: ÇİD-TB temasında TB enfeksiyonu bulaşması açısından, takiplerdeki uygunsuzluklar ve tanı gecikmesi önemli risk faktörleri olarak gözükmektedir. ÇİD-TB temaslılarında tarama ve takiplerinin artırılması ve hasta ve temaslıların bulaşma riski hakkında eğitilmesi bulaşmayı önlemede etkili olabilir.Öğe Dispanser ve göğüs hastalıkları klinikleri arasında tüberküloz tanısına yaklaşımlarının karşılaştırılması ve uygulamadaki hatalar(2006) Coşkunsel, Mehmet; Tanrıkulu, Çetin; Abakay, Özlem; Abakay, AbdurrahmanTüberküloz (TB) günümüzde hala ülkemiz için önemli bir halk sağlığı problemi olmaya devam etmektedir. Bu önemli soruna karşı yürütülmekte olan ulusal kontrol programımızın uygulanmasında Verem Savaş Dispanserlerine (VSD) önemli görevler verilmiştir. Bu çalışmada, Diyarbakır 1 no.lu VSD ve göğüs hastalıkları klinikleri arasında TB'a tanı koyma yöntemlerinin karşılaştırılmasını amaçladık.Diyarbakır 1 no.lu VSD'de son 3 yıl içinde (Ocak 2002-Aralık 2004) TB tanısı alan 916 hasta arasından -popülasyonu temsil etmek üzere- istatistiksel yöntem olarak "Sistematik Örnekleme Yöntemi" ile 360 dosya retrospektif olarak incelendi.Hastaların 270'i (% 75) akciğer TB, 90'ı (% 25) akciğer dışı organ TB idi. Akciğer TB tanısı alan olguların 172'sinin (% 63.7) yayma pozitif, 98'inin (% 36.3) yayma negatif olduğu saptandı. Ayırıcı tanı olanağı olan göğüs hastalıkları kliniklerinde (2. basamak ve 3. basamak sağlık kurumlarında) tanı alan 162 akciğer TB hastasından 117'sine (% 72.2) bakteriyolojik yöntemlerle (balgamda asido-resiztan bakteri (ARB) pozitifliği, balgamda kültür pozitifliği, bronşial lavajda ve mide açlık suyunda ARB pozitifliği) tanı konduğu, 45 (% 27.8) hastaya bakteriyolojik olmayan yöntemlerle (klinik, radyolojik, tüberkülin cilt testi,…) tanı konulduğu saptandı. VSD tarafından tanı konulan 90 akciğer TB hastasının 58'ine (% 64.4) bakteriyolojik yöntemlerle, 32'sine (% 35.6) bakteriyolojik olmayan yöntemlerle tanı konduğu saptandı.VSD'de bakteriyolojik olmayan yöntemlerle tanı alan 32 hastanın 15'inde (% 46.8) tedaviye yanıt alınamadığı ve sonrasında ayırıcı tanı olanağı olan merkezlerce TB tanısının hatalı olduğu saptandı. Hastalara uygulanan tedavi süresi açısından değerlendirildiğinde ortalama tedavi süresi 7.51±2.90 ay olarak tespit edildi. Hastalara verilen tedavi rejimleri veya sürelerinin tespitinde 56 (%15.6) olguda bazı yanlışlar (uygun olmayan rejim, tedavinin gereğinden kısa veya uzun tutulması) yapıldığı saptandı.VSD'de bakteriyolojik olmayan yöntemlerle TB tanısı konulduğunda hata oranının yüksek olduğu saptandı. Ayırıcı tanıya yönelik çalışmalar sonucu çoğu hastada TB dışı nedenler saptandığından bu hastalara hemen TB tedavi vermek yerine ulusal TB klavuzunda belirtildiği gibi ayırıcı tanı olanakları olan merkezlere yönlendirilmesi daha doğru bir yaklaşım olacaktır.Öğe DİYARBAKIR YÖRESİNDE ALLERJİK SOLUNUM YOLU ŞİKAYETLERİYLE BAŞVURAN HASTALARDA UYGULANAN DERİ PRİCK TESTİ SONUÇLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ(2015) Kaya, Halide; Selimoğlu, Hadice Şen; Taylan, Mahşuk; Demir, Melike; Yılmaz, Süreyya; Dallı, Ayşe; Abakay, ÖzlemAmaç: Atopik hastalıklarda deri prick testi (DPT), allerjenlerin saptanmasında oldukça hızlı, kolay ve ucuz bir yöntem olarak kullanılmaktadır. Bu çalışmada DPT ile tespit edilen allerjenler ile total serum IgE (T.IgE) düzeyleri arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi ve bölgemizdeki allerjenlerin sıklığının incelenmesi planlandı. Gereç ve Yöntem: Ocak 2009 ile Aralık 2013 arasında Dicle Üniversitesi Göğüs Hastalıkları Polikliniğine allerjik astım ve/veya rinit tanısı ile başvurup DPT yapılan 1791 hastanın klinik özellikleri, deri prick testi sonuçları ve T.IgE düzeyleri geriye dönük olarak değerlendirildi. Bulgular: Çalışmaya dahil edilen 1791 hastanın 1077si (%60.1) kadın, 714ü (%39.9) erkekti. Bu hastalardan 722ünde (%40.3) en az bir ya da daha fazla allerjene karşı pozitif yanıt saptandı. Erkeklerde (% 44.5) allerji testi pozitifliği kadınlara (%37.5) kıyasla daha yüksekti (p=0,002). DPTnde en sık saptanan allerjenler sırasıyla çayır polenleri (%70.3), buğday poleni (%46.5) ve ağaç polenleri (%46.1) idi. Kadınlarda erkeklere göre kedi ve köpek epiteline duyarlılık daha fazla idi (p=0.023, p=0.036). Total serum IgE seviyesi yüksek olan hastalarda DPT pozitifliği, T.IgE seviyesi normal olanlardan istatistiksel olarak anlamlı derecede daha fazlaydı (p < 0.001). Tartışma: Diyarbakır ilinde çayır ve buğday polenlerinin en sık karşılaşılan allerjenler olduğu saptandı.Öğe Diyarbakır 1 no.lu Verem Savaş Dispanseri’nde temaslı muayene ve kemoprofilaksi hizmetlerinin düzeyi(2006) Abakay, Özlem; Tanrıkulu, A. Çetin; Cokunsel, Mehmet; Abakay, AbdurrahmanYakın temaslılarda tüberküloz (TB) hastalığının gelişiminin önlenmesinde ilaçla koruma tedavisi önemlidir. TB hastalarının yakın temaslıları bu açıdan dikkatli şekilde taranmalıdır. Bu çalışmamızda Diyarbakır 1 nolu Verem Savaş Dispanseri’nde kayıtlı 360 TB hastası ve 1986 yakın temaslısının kayıtlarını retrospektif olarak inceledik.Kaynak olguların 218 (% 60.6)’i erkek, 142 (% 39.4)’si kadın ve ortalama yaş 31.5±16.1 yıl idi. Kaynak olguların tanı esnasında yaptıkları ilk başvuru muayenesinin nedenleri olarak; en sık 280 (% 77.8) kişi ferdi muayene talebiyle, ikinci sırada temaslı muayenesi amacıyla 74 (% 20.6) başvurduğu saptandı. Kaynak olguların 270 (% 75)’inin akciğer tüberküloz, 90 (% 25)’ının akciğer dışı organ tüberkülozu olduğu saptandı Akciğer tüberkülozlu olguların 172 (% 63.7)’sinin yayma pozitif, 98 (% 36.3)’sinin yayma negatif olduğu saptandı. Yayma pozitif akciğer tüberküloz olgularında kür oranı % 40.7 olarak saptandı.Yakın temaslı olguların 948 (% 47.8)’i erkek, 1038 (% 52.2)’i kadın ve ortalama yaş 20.2±16.9 yıldı. Kaynak olgu başına ortalama 5.51±2.96 adet yakın temaslı kaydedildiği saptandı. Kaydedilen yakın temaslıların 596 (% 30)’sında tarama muayenesi yapılmadığı saptandı. Taraması yapılan 1390 temaslının; 264 (% 18.9)’üne ilaçlı koruma verildiği, 32 (% 2.3)’sine tüberküloz tanısı konulduğu, 92 (% 6.7)’sine BCG yapıldığı, 14 (% 1.1)’üne ikinci bir kontrol muayenesi önerildiği saptandı. Ulusal tüberküloz kılavuzunda geçen endikasyonlara göre ilaçlı koruma tedavisi verilmesi gerekirken verilmeyen 631 (% 45.4) yakın temaslı saptandı. Kaynak olgunun eğitimsiz oluşu ve gelir getirici bir işte çalışmamasının muayeneye gelme oranını anlamlı şekilde düşürdüğü, kaynak olgunun herhangi bir sosyal güvencesinin olmamasının ise bu oranı düşürmede etkili olmadığını saptadık.Sonuç olarak; VSD hizmetlerinin bir kısmında (özellikle de ilaçlı koruma konusunda) önemli eksiklikler saptandı. Bunların giderilmesinde ulusal programın tam uygulanması ve eğitim çabalarının artırılmasının gerektiği düşünüldü.Öğe Diyarbakır ilinde tüberküloz insidansını etkileyen faktörler(2007) Tanrıkulu, Çetin Abdullah; Abakay, Özlem; Alp?, Adil; Abakay, AbdurrahmanSon 10 yılda dünyada tüberküloz (Tbc) konusunda önemli gelişmeler olmuştur. Bugün dünya nüfusunun %32’si Tbc basili ile infektedir, her yıl yaklaşık 9 milyon kişi Tbc hastalığına yakalanmaktadır. Bu çalışmada, Diyarbakır’da Tbc insidansını ve buna etki eden faktörleri incelemek, tanıda bakteriyolojinin kullanılma oranını saptamak, tedavi tamamlama oranlarını tespit etmek ve yapılacak iyileştirmeler için fikir oluşturmak amaçlanmıştır. Bu çalışmada verem savaş dispanserlerinin Tbc bildiriminde kullandıkları standart aylık formlar 1996-2004 yılları arasında retrospektif olarak incelendi. Ortalama yıllık Tbc insidansı 100.000’de 37.77, ortalama yıllık akciğer Tbc insidansı 100.000’de 30.11 idi. Bu dönemde 3724 yeni Tbc hastası saptanmıştı. Hastaların 2969 (%79.7)’u akciğer, 755 (%20.3)’i akciğer dışı idi. Akciğer Tbc’lilerin 842 (%22.6)’si yayma pozitifti. Akciğer dışı Tbc olarak en sık Tbc plörezi saptandı. Tüm hastaların 3354 (%90.1)’ü, akciğer Tbc hastalarının ise 2624 (%88.4)’ü tedaviyi tamamlamıştı. Kür oranına ait bir veriye rastlanmadı. Bu, Tbc kontrol sistemimizin en büyük problemlerinden biridir. 2005 yılıyla birlikte yeni oluşturulan formlarda kür oranları da öğrenilebilecektir. Toplam 162 (%4.4) hasta tedaviyi terk etmişti. Tbc insidansımız ülke rakamlarında yüksekti. Bunda, başta hızlı artan nüfus ve aynı evi paylaşan kalabalık aile yapısı olmak üzere, şehrin kötü sosyoekonomik faktörlerinin de rol oynadığı düşünüldü. Ayrıca, bakteriyolojik tanı oranı düşük saptandı. Bu oranın artırılması için gerekli çalışmalar yapılmalı, her hastada bakteriyolojik yöntemle tanı koymak için çalışılmalıdır. Tedavi bitiminde mutlaka balgam yayması yapılarak kür ispatlanmaya çalışılmalıdır. Tedavi süreci de mutlaka doğrudan gözetim altında tedavi stratejisi ile takip edilmelidir.Öğe Diyarbakır ilinin 2005-2010 yılları arasındaki tüberküloz kontrol durumu(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2015) Taylan, Mahşuk; Yılmaz, Süreyya; Kaya, Halide; Demir, Melike; Şen, Hatice Selimoğlu; Sezgi, Cengizhan; Abakay, Özlem; Tanrıkulu, Abdullah Çetin; Abakay, AbdurrahmanGiriş: Tüberküloz (TB) kontrol programları, uluslararası ve ulusal düzeyde kabul gören standardize edilmiş tanı, tedavi ve korunma uygulamalarını içerir. Bir bölgenin TB verilerinin ülke verileriyle kıyaslanarak analizi, o bölgenin TB kontrol programlarına uyum düzeyini belirleyecek ve ileriye dönük doğru stratejileri belirlemeye yarayacaktır. Bu çalışmada Diyarbakır ilinin beş yıllık TB verileri ülke verileriyle kıyaslanarak irdelenmiştir. Yöntemler: Sağlık bakanlığı Verem Savaş Daire Başkanlığının yıllık TB raporları esas alınarak 2006–2010 yıllarına ait Diyarbakır ili TB verileri ve Ülke verileri iki grup olarak kaydedildi. TB olgularına ait, demografik, tanısal ve tedavi sonuçlarını içeren veriler, iki grup arasında karşılaştırmalı olarak analiz edildi. Bulgular: Diyarbakır TB verilerinden beş yıllık ortalama olgu hızı (22,8/100.000) ve akciğer TB için yayma yapılma oranı (%80,1) ülke ortalama olgu hızı (25,6/100.000) ve yayma yapılma oranının (%88,3) altında bulundu. Aynı olgularda kültür yapılma oranı (40,1), kültür pozitifliği (%45,5) ve kür oranı (%43,9), ülke ortalaması olan kültür yapılma oranı (%62,6), kültür pozitifliği oranı(%80,4) ve kür oranından (%58,5) daha düşük bulundu. Tedavi başarısı (86,5), tedavi terk (%5,7) ve ölüm oranı (%2,7) ile ülke verilerine benzer görüldü. Sonuç: Diyarbakır ilinde TB’un tanısal bakteriyolojik inceleme ve kür oranında ülke ortalamasının altında elde edilen sonuçlar, TB kontrolünü zorlaştıran sebepler olduğunu düşündürmektedir. Muhtemel sorunların aydınlatılmasında, sosyodemografik etmenlerin, sağlık hizmetlerinin ve donanım alt yapısının değerlendirildiği daha kapsamlı çalışmalara ihtiyaç olduğu düşünülmektedir.Öğe Göğüs hastalıkları hekimlerinin pulmoner rehabilitasyonla ilgili bilgi düzeyleri(Modestum Publishing Ltd., 2014) Şen, Hadice Selimoğlu; Hocanlı, İclal; Abakay, Özlem; Sezgi, Cengizhan; Yılmaz, Süreyya; Taylan, Mahşuk; Abakay, Abdurrahman; Tanrıkulu, Abdullah ÇetinAmaç: Pulmoner rehabilitasyon (PR) semptomatik kronik solunum hastalığı olan ve günlük yaşam aktiviteleri azalmış hastalar için multidisipliner, kanıta dayalı ve kişiye özel tedavi yaklaşımıdır. Bu çalışmada ilimizde göğüs hastalıkları hekimlerinin PR konusunda bilgi düzeylerinin ölçülmesini amaçladık.Yöntemler: Diyarbakır ili ve çevresinde üniversite hastanesi, eğitim araştırma hastanesi ve devlet hastanelerinde çalışan toplam 40 göğüs hastalıkları uzmanı ve asistanın doktoruna PR'la ilgili toplam 10 sorudan oluşan standart bir anket uygulandı. Ankette PR tanımı, hedefleri, değerlendirme ölçütleri, rehabilitasyona aday hasta ve rehabilitasyon ekibi ile ilgili sorular soruldu. Şıklı sorulara verilen her bir doğru yanıta 10 puan verildi. Bilgi seviyesi, puan 50'nin altında olunca düşük, 50-70 arası orta, 80-100 arası yüksek olarak tanımlandı.Bulgular:?Katılımcıların yaş ortalaması 36,1±7,79 ve göğüs hastalıkları alanında çalışma süreleri 5,57±7,71 yıl idi. Üniversite hastanesi doktorlarının %78,9'u, Eğitim araştırma hastanesi doktorlarının %57,1'i, devlet hastanesi doktorlarının %50'i soruların yarısından fazlasına doğru cevap verdi. Sonuç: İlimizdeki göğüs hastalıkları hekimlerinin PR konusundaki bilgi seviyesi büyük oranda düşük ve orta düzeydedir. Pulmoner rehabilitasyonla ilgili tıp fakültelerinde eğitim müfredatı oluşturulmasının ve mezuniyet sonrası eğitimler ile sahadaki hekimlerin bilgilendirilmesinin bu konuyla ilgili farkındalığı artıracağı ve hekim ve hastaların PR'a ilgisini arttıracağı düşüncesindeyiz.Öğe Kliniğimizde 2000-2005 yılları arasında yatırılan pulmoner tromboemboli tanılı hastaların retrospektif değerlendirilmesi(2007) Abakay, Abdurrahman; Yıldız, Tekin; Abakay, Özlem; Akyıldız, Levent; Topçu, FüsunGiriş: Pulmoner tromboemboli (PTE) sık oluşan, ancak tanısında çeşitli güçlükler yaşanılan ve tedaviyle mortalitesi azaltılabilen bir hastalıktır. PTE tanısında ilk adım klinik olasılığın saptanmasıdır. Amaç: Bu çalışmada kliniğimizde PTE tansı konan hastaların klinik ve laboratuvar özelliklerine ait verilerle, kullanılan tanısal algoritmaların tanı değerini retrospektif olarak araştırmayı amaçladık. Yöntem: Ocak 2000-Aralık 2005 arasında kliniğimize yatırılan 108 PTE olgusunun dosyaları incelendi. Bulgular: Olguların 54'ü (% 50) erkek, 54'ü (% 50) kadındı. Yaş ortalamaları erkeklerde 47.9±17.2, kadınlarda 50.5±18.4 yıldı. D-Dimer düzeyi ortalamaları, yaygın embolisi olan massif emboli kliniği ile gelen hastalarda anlamlı derecede yüksekti (p<0.05). Herediter trombofili yapan nedenler olarak Faktör 5 Leiden gen mutasyonu, Protrombin G20210A mutasyonu ve Metiltetrahidrofolat Redüktaz eksikliği değerlendirildiğinde pozitiflik oranı sırasıyla %1.1, % 12.5, %33.3 şeklindeydi. Klinik skorlama sistemlerinin uyumları karşılaştırıldığında Wicki-Wells (rwicki-wells= 0.231 p<0.01) ile Wells-Hyers (rwells-hyers= 0.285 p<0.01) arasındaki uyum anlamlı bulunurken, Wicki-Hyers arasındaki uyum yüzdesi anlamsız bulundu (rwicki-hyers= 0.127 p>0.05). En yüksek uyum katsayısı Wells-Hyers arasında saptandı ( rwells-hyers= 0.285). Sonuç: Bulgularımız Wells klinik skorlama sisteminin kliniğimizde kullanılan Hyers sistemine alternatif olabileceğini; belirgin yüksek D-Dimer düzeyinin öncelikle massif emboli hatırlatması gerektiğini düşündürmüştür. (Akciğer Arşivi 2007; 8: 127-33)Öğe Kliniğimizde 2000-2005 yılları arasında yatırılan pulmoner tromboemboli tanılı hastaların retrospektif değerlendirilmesi(2017) Abakay, Özlem; Topçu, FüsunGiriş: Pulmoner tromboemboli (PTE) sık oluşan, ancak tanısında halen güçlükler yaşanmaktadır. Tedaviyle yüksek mortalitesi azaltılabilen bir hastalıktır. PTE tanısında ilk adım klinik olasılığın saptanmasıdır. Amaç: Çalışmamızda kliniğimizde kullanılan tanı algoritmasını değerlendirmek, tanı metodlarının duyarlılığını araştırmak, uygulamalardaki yanlışlıkları tespit etmek ve buna göre yeni bir tanı algoritması oluşturmayı tasarladık. Materyal ve Metod: Çalışmaya kliniğimizde Ocak 2000 ile Aralık 2005 arasında yatırılarak takip edilen 108 PTE olgusu alındı. Olguların tedavi öncesi klinik ve laboratuvar verileri incelendi. Hastaların klinik olasılıkları Hyers klinik skorlama sistemiyle belirlenmişti. Dosya verilerine dayanılarak ayrıca Wicki ve Wells klinik olasılık skorlama sistemleriyle de klinik olasılıkları belirlendi ve 3 sistem arasında karşılaştırma yapıldı. Bulgular: Vakaların 54(% 50)'ü erkek, 54(% 50)'ü kadın ve ortalama yaş erkeklerde 47.9±17.2, kadınlarda 50.5±18.4 yıldı. Klinikte ortalama yatış süresi 14.7 gün, semptom süresi ortalama 3.5 gün, tanıya kadar geçen süre ortalama 5.59 gün olarak saptandı ve her üç parametre açısından da orta ve yüksek klinik olasılıklı gruplar arasındaki fark anlamlıydı(p<0.05). Bizim D-Dimer metodumuzun sadece düşük klinik olasılığı ekarte ettirdiğini, çünkü orta klinik olasılığın saptandığı 5 olguda D-Dimer'in normal çıktığını gözledik. Wells ile düşük klinik olasılık saptanan olgular, D-Dimer ile birlikte değerlendirildiği zaman, hiçbir PTE vakasının ekarte edilmediği görüldü. D-Dimer düzeyi ortalamaları, yaygın embolisi olan masif emboli kliniği ile gelen hastalarda anlamlı derecede yüksekti(p<0.05). Herediter trombofili yapan nedenler arasında Faktör 5 Leiden gen mutasyonu, Protrombin G20210A mutasyonu ve Metiltetrahidrofolat Redüktaz eksikliği değerlendirmeye alındı ve bunların test yapılanlarda pozitiflik oranı sırasıyla %1.1, %12.5 ve %33.3 olarak saptandı. Klinik skorlama sistemlerin uyumları karşılaştırıldığında Wicki-Wells (rwicki- wells=0.231 p<0.01) ile Wells-Hyers ( rwells-hyers= 0.285 p<0.01) arasındaki uyum anlamlı bulunurken, Wicki -Hyers arasındaki uyum yüzdesi anlamsız bulundu (rwicki-hyers= 0.127 p>0.05). En yüksek uyum katsayısı Wells-Hyers arasında saptandı( rwells-hyers =0.285). Sonuç: Wells klinik skorlama sisteminin kliniğimizde kullanılan Hyers sistemine alternatif olabileceği düşünüldü. Yüksek D-Dimer düzeyleri ile massif PTE arasında bir ilişki olduğu görüldü ve massif emboliyi vurgulayan markırlar arasında yer alabileceği düşünüldü .Öğe Malign plevral mezotelyoma hastalarında destek tedavisi ve plöredezin karşılaştırılması(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2012) Tanrıkulu, A. Çetin; Abakay, Özlem; Sezgi, Cengizhan; Şen, Hadice Selimoğlu; Abakay, AbdurrahmanAmaç: Malign Plevral Mezotelyoma (MPM) plevrayı tutan ve kötü prognozlu bir kanser türüdür. Bu çalışma, sadece destek tedavisi alan ve destek tedavisi ile birlikte plöredez uygulanan MPM hastaları arasındaki farkları inceleme amaçlı planlandı. Gereç ve yöntem: Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde takip edilen 96 MPM hastasının dosyası retrospektif olarak incelendi. Yaş, cinsiyet, asbest teması, tanı yöntemleri, histopatolojik tip ve tedavi rejimleri verileri kaydedildi. Bulgular: Toplam 96 MPM hastasının yaş ortalaması 60,4 ± 12,6 yıldı. Altmış üç hasta erkek (% 65,6) ve 33 hasta kadındı (% 34,4). Toplam 75 (% 78,1) hastada çevresel asbest teması vardı ve ortalama çevresel asbest teması süresi 33 yıldı. Toplam 63 (% 65,6) hastada epitelyal tip MPM saptandı. Plevral sıvı sitolojisi 30 hastada pozitif saptandı. En sık saptanan semptom 91 hastada olan nefes darlığıydı. Bu hastalardan otuzu sadece destek tedavisi almışken 66 hastaya destek tedavisi ile birlikte plöredez uygulanmıştı. Her iki grubun toplamında ortalama sağkalım süresi yaklaşık 10 aydı. Plöredez uygulanan grupta ortalama sağkalım 10,7 ay iken uygulanmayan grupta ise 9,1 ay idi. Fakat bu fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmadı (p= 0,35). Sonuç: Malign Plevral Mezotelyoma, bir çok tedavi seçeneğine dirençli olan ve agresif seyreden bir kanser türüdür. İlerleyici nefes darlığı, bu hastalarda öncelikli yakınmadır ve çoğunlukla plevral sıvıya bağlıdır. Plöredez sıvıyı kontrol altına almada bir seçenektir. Fakat tek başına sağkalıma katkısı görülmemektedir. Bu konuyla ilgili geniş serili çalışmalara ihtiyaç vardır.Öğe Malign Plevral Mezotelyoma prognozunda yeni bir inflamatuar parametrenin değeri(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2013) Abakay, Özlem; Tanrıkulu, Abdullah Çetin; Sezgi, Cengizhan; Abakay, Abdurrahman; Şen, Hadice; Kaya, Halide; Taylan, MahşukAmaç: Malign Plevral Mezotelyoma (MPM) genel olarak asbest teması ile ilişkili ve kötü prognozlu bir tümördür. MPM hastalarında prognostik bir parametre olabilecek olan Modifiye Glasgow Prognoz Skoru (GPS), artmış C-Reaktif Protein (CRP) ve azalmış albümin düzeyleri temel alınarak hazırlanmış bir skordur. Bu çalışmada GPS skorunun MPM prognozu üzerindeki etkilerini incelemek ve diğer potansiyel etkenlerin rollerini araştırmak amaçlanmıştır. Yöntemler: Retrospektif planlanan bu çalışmaya histopatolojik olarak MPM tanısı konan 140 hasta alındı. Bulgular: Toplam 140 MPM hastasının ortalama yaşı 52,92 yıl idi (83 erkek ve 57 kadın) idi. Toplam 91 hastada çevresel asbest teması saptandı ve temas süresi ise 31 yıldı. Hastaların semptomları başvurudan yaklaşık olarak 4,8 ay önce başlamıştı. En sık saptanan semptomlar ise 125 hastada nefes darlığı, 94 hastada göğüs ağrısı ve 22 hastada kilo kaybıydı. GPS skor değeri olarak 64 hasta 2, 22 hasta 1 ve 14 hasta ise sıfır değerini almışlardır. Çalışmaya alınan hastaların 112’si vefat etmiş ve 28’i hayattaydı. Tüm hastaların ortalama yaşam süresi 14 ay idi. GPS skoru 2 olan hastalar 10 ay, 1 olanlar 15 ve sıfır olanlar ise yaklaşık 18 ay yaşamışlardır. Bu fark istatistikî olarak önemli bulunmuştur. Ayrıca erkek cinsiyet ve 65 yaş üstü olmada yaşam süresini kötü etkileyen parametreler olarak bulunmuştur. Sonuç: MPM hastalarının prognozunu tahminde kullanılabilecek basit ve ucuz bir parametre geliştirilememiştir. GPS skoru inflamatuar durumlarda artmaktadır. GPS skoru MPM hastalarının ciddiyetini tespitte kullanılabilecek basit ve ucuz bir parametre olarak görülmektedir.Öğe Mermer fabrikası işçilerinde solunum fonksiyonları ve radyolojik bulgular(Modestum Publishing Ltd., 2012) Sezgi, Cengizhan; Abakay, Özlem; Önder, Hakan; Şen, Hadice Selimoğlu; Abakay, Abdurrahman; Kaya, Halide; Ayhan, Mustafa; Tanrıkulu, Abdullah ÇetinAmaç: Çalışmanın amacı mermer tozuna maruz kalma ile oluşan solunum sistemi semptomları, solunum fonksiyon testi ve akciğer grafi bulgularını araştırmaktır. Gereç ve yöntem: Mermer fabrikasında çalışan toplam 110 kişi çalışma grubu olarak alındı ve işçiler fabrikada çalıştıkları yerlere göre 4 gruba ayrıldı: blok kesim hattı (Grup A, 25 kişi), cilalama (Grup B, 33 kişi), fayans kesim (Grup C, 31 kişi) ve büro elemanı grubu (Grup D, 21 kişi). Kontrol grubu (Grup E) olarak mermer tozu maruziyet öyküsü olmayan benzer demografik özelliklere sahip 30 kişi alındı. Tüm grupların çalıştığı ortamlardaki toz konsantrasyonları ölçüldü. Olgulara anket uygulandı, fizik muayene ve spirometrik ölçümleri yapıldı. Akciğer grafileri çekildi. Bulgular: Fabrikada çalışan olguların tümü erkek olup yaş ortalaması 33,4±6,3 yıl idi. Gruplar arasında ortalama yaş ve sigara tüketimi açısından farklılık saptanmadı. Toz konsantrasyonlarının ilk üç grup için benzer, büroda ise daha düşük olduğu görüldü. İlk üç çalışma grubunda ofis grubuna göre öksürük ve balgam şikayetleri daha sık bulundu (p<0.05). İlk üç çalışma grubu ile ofis grubunda ölçülen zorlu vital kapasite (FVC), 1. saniyedeki zorlu ekspirasyonun hacmi (FEV1) veFEV1/FVC farklı değildi. İlk üç grupta ölçülen FEV1, FEV1/FVC ve zorlu ekspirasyonun %25 ile %75’i arasındaki akım (FEF25-75) kontrol grubundan belirgin düşük bulundu. İlk üç grupta ofis grubuna göre akciğer grafisinde daha yüksek oranda patolojik bulgu saptanmakla birlikte fark istatistiksel olarak anlamlı değildi. Akciğer grafisi patolojileri mermer fabrikasında on yıldan fazla çalışan grupta daha sık saptandı (p<0,001). Sonuç: Mermer fabrikası işçilerinde toza maruziyetin yoğunluğu ve süresi solunum semptomları ve akciğer grafi bulguları ile ilişkilidir.Öğe Obstrüktif uyku apne sendromlu hastalarda enürezis ile uyku parametreleri arasındaki ilişki(Modestum Publishing Ltd., 2013) Abakay, Özlem; Şen, Hadice Selimoğlu; Taylan, Mahşuk; Kaya, Halide; Tanrıverdi, Mehmet Halis; Tanrıkulu, Abdullah Çetin; Abakay, Abdurrahman; Kırbaş, GökhanAmaç: Bu çalışmada enürezis gelişen obstrüktif uyku apne sendromlu (OUAS) hastalarda polisomnografik parametreler ile enürezis gelişimi arasındaki ilişkinin araştırılması amaçlandı.Yöntemler: Çalışmaya 67 OUAS hastası alındı. Hastaların tüm gece polisomnografik kayıtları ile elde edilen parametreler ve enürezis varlığı standart forma kaydedildi. Bulgular: Hastaların yaş ortalaması 45,0 ± 11,7 yıldı. Hastaların %54'ü erkek, %46'sı kadındı. Hastaların apne hipopne indeksi ortalaması 13,07 adet/saat idi. Hastalarda enürezis sıklığı %19, noktüri sıklığı %55 olarak saptandı. Enürezis saptanan hastalarda saptanmayanlara göre anlamlı olarak farklı bulunan parametreler; yaş, arousal indeksi, periyodik bacak hareketi indeksi, oksijen desatürasyon indeksi ve vücut kitle indeksi olarak bulundu (p<0,05).Sonuç: Çalışmamızın verilerine göre OUAS'lı hastalarda enürezis sıklığının oksijen desatürasyonunun ağırlığıyla ilişkili olduğunu göstermiştir.Öğe Obstrüktif uyku apne sendromlu hastalarda uyku parametreleri ile oksidatif stres arasındaki ilişki(Modestum Publishing Ltd., 2014) Abakay, Özlem; Şen, Hadice Selimoğlu; Yüksel, Hatice; Palancı, Yılmaz; Yılmaz, Süreyya; Tanrıkulu, Abdullah Çetin; Abakay, AbdurrahmanAmaç: Oksidatif stress reaktif oksijen türevlerinin üretimi ve yıkılması arasındaki dengesizlik ile karakterizedir. Çalışmamızda Obstrüktif uyku apne sendromu (OUAS) hastalarında oksidan-antioksidan dengeyi gösteren bazı biyokimyasal faktörlerle hastalığın şiddetini yansıtan uyku parametreleri arasındaki ilişkiyi belirlemeyi amaçladık. Yöntemler: Çalışmaya Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Uyku merkezinde Polisomnografi kaydı yapılan toplam 93 hasta alındı. Her olgu tüm gece polisomnografi işlemine tabi tutuldu. Serum total oksidan seviyesi (TOS) ve total antioksidan seviyesi (TAS) düzeyleri ölçüldü. Bulgular: Hastaların yaş ortalaması 47,4 ± 7,2 yıldı. Hasta ve kontrol grupları arasında yaş, cins, vücut kitle indeksi ve semptom sıklığı açısından anlamlı fark saptanmadı (p>0,05).Hastaların apne hipopne indeksi (AHİ) ortalaması 25,1 adet/saat idi. Hasta grubunda kontrol grubuna göre anlamlı olarak farklı bulunan parametreler; apne-hipopne indeksi, arrousal indeksi, oksijen desatürasyon indeksi, serum TOS ve serum TAS idi (p<0,05). Hasta grubunda TOS ve TAS ortalaması sırasıyla 34,2 mmol /L ve 1,18mmol /L olarak saptandı. Kontrol grubunda ise TOS ve TAS ortalaması sırasıyla 21,7 mmol /L ve 1,54 mmol /L olarak saptandı. Aralarındaki farklar anlamlı idi (p<0,05). Sonuç: OUAS hastalarında oksidatif stres düzeyi artarken antioksidan düzeyinin azaldığını saptadık.Öğe Postoperatif tanı alan kitleyi taklit eden tüberküloz olguları(Modestum Ltd., 2014) Meteroğlu, Fatih; Abakay, Özlem; Monis, Serdar; Birak, AliTüberküloz farklı radyolojik görünümlerle ortaya çıkabilen bir hastalıktır. Sık olmamakla birlikte kitle görünümünde akciğer tüberkülozu olguları literatürde mevcuttur. Akciğerde kitle görünümü ile başvuran hastalarda tüberküloz tanısından emin olmak ve eşlik eden tümör tanısını kesin dışlamak bazen zor olmaktadır. Bu yazıda, kliniğimize akciğer grafiğinde kitle görünümü ile başvuran 42 ve 65 yaşındaki iki hastanın tanısında yaşanan güçlükler tartışıldı. Her iki olgunun bilgisayarlı tomografileri sonrası, Pozitron Emisyon Tomografileri çekildi. Üç kez bakılan balgamda Aside rezistans bakteri negatif idi. Fiberoptik bronkoskopik lavaj ve bronş biyopsileri negatif geldi. Bu nedenle her iki olguya cerrahi ile tanıya gidildi. İlk olguya mini torakotomi ile wedge rezeksiyonu yapıldı. Alınan parankim dokudan frozen (donmuş kesit) çalışıldı ve tüberkülozla uyumlu geldi. İkinci olgununda cerrahi sırasında frozen malign gelmesi nedeniyle sol üst lobektomi yapıldı. Ancak kesin patoloji raporu tüberküloz olarak geldi. Her iki olguya anti-tüberküloz tedavisi başlandı ve rutin kontrollerinde genel durumları iyi idi. Ülkemiz gibi tüberkülozun yaygın görüldüğü yerlerde akciğerde kitle görüntüsünde olan lezyonların değerlendirilmesinde tüberkülozun akılda tutulması gerekir.Öğe Prognostic value of the lymphocyte-to-monocyte ratio and other inflammatory markers in malignant pleural mesothelioma(Springer Tokyo, 2016) Tanrıkulu, Abdullah Çetin; Abakay, Abdurrahman; Kömek, Halil; Abakay, ÖzlemObjectives: Inflammation plays a role in malignant pleural mesothelioma (MPM) prognosis and symptoms. We investigated the roles of the new and old inflammatory indexes and markers in MPM prognosis. Methods: Two hundred and ninety-two MPM patients (167 male and 125 female) were included in this retrospective study. Demographic parameters were collected from the patients’ files. Kaplan–Meier curves and multivariate Cox regression analyses were used for the analysis of prognosis. Results: The mean age of the patients was 58.4 years. The mean survival time was 14.6 ± 13.0 months. Twenty-four potential prognostic factors associated with a poor outcome were calculated in the univariate analysis, and 16 potential prognostic factors were associated with a poor prognosis. These 16 potential prognostic factors were also analyzed in multivariate analysis. Multivariate analysis showed that increased age, stage 3–4 disease, the non-epithelial type, a low Karnofsky performance score, a high white blood cell count, and a low lymphocyte-to-monocyte ratio (LMR) were associated with a poor prognosis. The results of the multivariate analysis showed that a decreased LMR was associated with poor survival. Patients with LMR ≤2.6 had poor survival compared with those with LMR >2.6 (mean 9.6 vs. 17.0 months, respectively; p = 0.004). Conclusions: LMR is an independent marker of prognosis in patients with MPM and is superior to the other inflammation-based markers. The inexpensive nature and easy reproducibility of the hemogram should encourage the use of the LMR in clinical practice.