Yazar "Tunç, Senem Yaman" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 20 / 30
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Adölesan gebelerin maternal ve fetal sonuçlarının değerlendirilmesi(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2016) Ağaçayak, Elif; Alan, Bircan; Turgut, Abdülkadir; Karabel, Müsemma; Tunç, Senem Yaman; Çeter, Yasemin; Arslan, Necmi; Yalınkaya, AhmetObjective: In this study, our aim is to compare discussing maternal and fetal problems non-adolescent pregnancy with maternal and fetal problems in adolescent pregnancy that seen in hospital. Methods: 15-19 years of age (50 patients) and 20-23 years (96 patients) who gave birth at the Gynaecological and Obstetric Clinic under the Faculty of Medicine of Dicle University between January 2015-October 2015 were retrospectively evaluated. Age at birth, parity, blood pressure, pulse, gestational age, complications at birth, cesarean section indications, maternal biochemical parameters, patients with preeclampsia and preterm birth, maternal and fetal complications were recorded. Results: Total number of births between January 2015- October 2015 were 1715 patients in our clinic. 62 of them (3.6%) were observed in the adolescent group. Maternal blood transfusion needs were found to be significantly higher in the adolescent group (p=0.004). Fetal abnormalities and fetal intensive care needs were found to be significantly higher in the adolescent group (p=0.014, p=0.018). Conclusion: Adolescent pregnancies were high-risk pregnancies in terms of maternal anemia and blood transfusion requirements and because of adverse perinatal outcomes. Therefore, to reduce the adolescent pregnancy and to minimize perinatal complications should be done more extensive studies.Öğe Are serum Netrin-4 levels predictive of preeclampsia?(Via Medica, 2020) İçen, Mehmet Sait; Agaçayak, Elif; Fındık, Fatih Mehmet; Tunç, Senem Yaman; Kaplan, İbrahim; Tan, İlhan; Evsen, Mehmet Sıddık; Gül, TalipObjective: To investigate the levels of anti-angiogenic factors, namely sFlt-1 and Netrin-4, in patients with preeclampsia (PE). Material and methods: Cord-blood (UC) sFlt-1 and Netrin-4 concentrations were measured in 30 patients with severe PE, 30 patients with PE and 30 control infants and their mothers (MS). Results: Maternal sFlt-1 levels were significantly higher in the severe PE and PE groups than in the control group. There were no statistical differences among the three groups in maternal and fetal Netrin-4 levels. But Netrin-4 levels were found to be the lowest in the control group and higher in the PE and severe PE groups. The correlation analysis revealed a positive correlation between maternal sFlt-1 levels and maternal Netrin-4 levels (p = 0.012, and r = 0.263), maternal sFlt-1 levels and fetal sFlt-1 levels (p = 0.012, and r = 0.263). Conclusions: There was a positive correlation found between maternal sFlt-1 levels and maternal Netrin-4 levels. We are of the opinion that elevation in levels of Netrin-4 might be secondary to placental hypoxia occurring in PE. The present study led to the consideration of anti-angiogenic biomarkers (sFlt-1 and Netrin-4) on automated platforms for clinical use as an aid in establishing the diagnosis and prognosis of PE.Öğe Bilateral Congenital Diaphragmatic Hernia: A Rare Case Report(2014) Özer, Mehmet; Turgut, Abdulkadir; Ağaçayak, Elif; Özler, Ali; Tunç, Senem YamanKonjenital diyafragma hernisi nedeni bilinmeyen, oldukça nadir görülen bir doğumsal anomalidir. Diğer anomaliler ile ilişkisi ve farklı klinik desenleri ile çeşitli nedenleri olabileceğini düşündürmektedir. Konjenital diyafragma hernisi 2.500 canlı doğumda 1 görülür. Olguların% 85'inde defekt [1] sol taraflıdır. Konjenital diyafragma hernisi vakalarının çoğu sporadiktir. Ailesel konjenital diyafragma hernisi, tüm vakaların sadece % 2' sini [2] oluşturur, oldukça nadirdir. Bu konjenital anomali hemen hemen her zaman doğum öncesi ultrasonografik muayene ile tanınabilir. Tedavisi ile sonuçlar herninin derecesine göre değişkenlik gösterir. Bilateral konjenital diyafragma hernisi kötü prognozile, nadir bir doğumsal anomalidir. Biz sağ taraflı konjenital diyafragma hernisi operasyon sırasında keşfedilen bilateral konjenital diyafragma hernisi olgusu sunulmuştur. Diyafragmatik defekt onarıldı ve bir prolen örgü abdominal kompartman sendromu önlemek için karın yara yerleştirildi. Hasta yine de ameliyat sonrası ciddi pulmoner hipertansiyon nedeniyle öldü. Öncelikle olgu sınırlı sayıda olup bilateral konjenital diyafragma hernisi, son derece nadirdir. CDH hasta bakımı yenidoğan ve cerrahlar için çok zordur. Olgumuzu sunmamızın amacı özellikle bilateral konjenital diyafragma hernisi olan hastaların tedavi ve sonuçlarını değerlendirmektirÖğe Comparison of IMA, YKL-40, EN-RAGE, and AIM levels in maternal blood and cord blood in patients with preeclampsia(2023) Fındık, Fatih Mehmet; İçen, Mehmet Sait; Tunç, Senem Yaman; Gündüz, Reyhan; Ağaçayak, Elif; Evsen, Mehmet Sıddık; Satıcı, ÖmerAim: Preeclampsia and severe preeclampsia are among the most significant causes of maternal mortality. Preeclampsia’s pathogenesis is not fully understood, and it is a disease with early diagnosis and treatment possibilities. In this study, we aimed to investigate the levels of IMA, YKL-40, EN-RAGE, and AIM in maternal and cord blood. The results will ideally shed light on preeclampsia’s pathogenesis and early diagnosis. Methods: The study was conducted with the following three groups: a severe preeclampsia group (group 1), a preeclampsia group (group 2), and a control group (group 3). IMA, YKL-40, EN-RAGE, and AIM levels were measured in all patients across the groups using blood taken from the mothers before delivery and from the cords during delivery. Statistically descriptive analyses were performed. Specifically, a one-way analysis of variance was performed on group variables, and a Tukey test was used to determine the differences between the groups. Results: The mean age was similar across all groups. The gestational week at delivery was low for the severe preeclampsia group (p=0.001). The IMA and YKL-40 levels in the maternal and cord blood were the same between the groups. The EN-RAGE levels in the maternal blood were found to be significantly higher in the control group (p=0.000). While the AIM levels in the maternal blood were high in the control group (p=0.001), they were significantly lower in the cord blood in the control group (p=0.029). Conclusion: EN-RAGE and AIM levels are parameters that can be used in the early diagnosis of preeclampsia and severe preeclampsia.Öğe COVID-19: Gebelik, prenatal bakım ve doğum yönetimi(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2021) Tunç, Senem Yaman; Fındık, Fatih Mehmet; Gül, TalipCOVID-19, 2019’un sonlarında Çin’de ortaya çıkarak tüm dünyaya yayılmıştır. Etken olan virüs "Severe Acute Respiratory Syndrome Coronavirus 2 (SARS-CoV-2)"olarak tanımlanmıştır. Hastalık esas olarak damlacık yoluyla bulaşmaktadır. Genel olarak inkubasyon süresi 2-14 gün arasında değişmektedir. Gebeliğin SARS-CoV-2 enfeksiyonuna duyarlılığı artırmadığı, ancak aynı yaştaki gebe olmayan kadınlara kıyasla COVID-19'un klinik seyrini kötüleştirdiği bildirilmiştir. Gebelikte ciddi hastalık ve ölüm için risk faktörleri arasında ileri yaş (özellikle ≥35 yaş), obezite ve diğer komorbiditeler ( hipertansiyon, diyabet vb.) yer alır. Vertikal geçişin sıklığı henüz tam olarak bilinmemektedir. Gebelikte geçirilen COVID-19'un düşük, ölü doğum, neonatal ölüm ve konjenital anomali riskini arttırmadığı düşünülmektedir. Erken doğum ve sezaryen doğum oranlarının COVID-19'lu gebelerde arttığı bildirilmiştir. Gebelik sırasında COVID-19 aşılarının güvenliği ve etkinliği ile ilgili giderek daha fazla veriye ulaşılmaktadır. Bu verilere dayanarak gebelerin COVID-19 aşısı olmaları önerilmektedir. Gebelerde komplike olmayan COVID-19 enfeksiyonu için tedavisiz izlem seçeneği öncelikle düşünülmelidir. Olası tanı almış olan gebelerde risk faktörü varsa veya ağır seyir söz konusu ise tedavi verilmesi düşünülmelidir. COVID-19 pozitifliği doğum için bir endikasyon değildir. Doğum şekline rutin endikasyonlara göre karar verilmelidir. Doğumda multidisipliner bir bakım ekibi mevcut olmalıdır. COVID-19 enfeksiyonu olan anneler doğum odasında cerrahi maske takarak ve uygun el hijyeni ile cilt cilde temasta bulunabilir ve emzirme yapabilirler. Tüm yetişkinlerde olduğu gibi doğum sonrası kadınlara da COVID-19 aşısı önerilmektedir.Öğe Ektopik Gebelik Olgularinda Gebelik Haftasina Göre Tedavi Yaklaşimlarinin Retrospektif Değerlendirilmesi(2017) Tunç, Senem Yaman; Sak, Sibel; Peker, Nurullah; Gül, Talip; Başaranoğlu, Serdar; Karaçor, TalipÇalışmamızda tersiyer bir merkezde ektopik gebelik (EG) tanılı hastalarda tanıya giden adımlar ve tedavi yöntemleri irdelendi. Son adet tarihine (SAT) göre gebelik haftasının tedavi yöntemleriyle ilişkisi değerlendirildi.Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda 2011-2014 tarihleri arasında, üçüncü basamak olan kliniğimizde EG tanısı ile tedavi edilen 192 olgu tanısal yöntemlerine ve tedavi seçeneklerine göre değerlendirildi.Bulgular: EG insidansı 30.8/1000 olarak bulundu. Tek doz metotreksat (MTX) tedavisinin başarı oranı % 69.8, iki doz MTX ile birlikte medikal tedavinin başarı oranı ise % 87.5 olarak bulundu. Cerrahi uygulanan hastalarda en sık cerrahi prosedürün (% 54) salpenjektomi olduğu tespit edildi. 37 hastada (% 19.2) ise izlem tedavisi yeterli oldu. Tedavi şekilleri ile belirli parametreler karşılaştırıldığında; geliş ?-hCG seviyesinin yüksek olması, fetal kardiyak atımın (FKA) pozitif olması, batında serbest mayi olması, kitle boyutunun büyük olması ve SAT' a göre gebelik haftasının büyük olması ile cerrahi tedaviye gidiş arasında istatistiksel olarak anlamlı fark olduğu saptandı (p<0,05).Sonuç: Erken dönemde tanı alan EG' de, SAT' a göre gebelik haftası küçük olan hastaların daha çok izlem ve medikal tedavi ile, daha geç dönemde tespit edilen hastalarda ise cerrahi tedaviye gidişin yüksek olduğu izlendi.Öğe Evaluation of factors affecting perinatal mortality in patients with HELLP syndrome(Mebas Medikal Basın Yayın, 2021) Gündüz, Reyhan; Tunç, Senem Yaman; İçen, Mehmet Sait; Gül, Talip; Ertuğrul, SabahattinOBJECTIVE: To determine the perinatal mortality rate in patients with HELLP syndrome in our clinic and to investigate the factors affecting perinatal mortality. It also makes recommendations to reduce perinatal mortality and contributes to the literature. STUDY DESIGN: Three-hundred-and-eighty-three patients were retrospectively evaluated in this cohort study. The patients' demographic, clinical data, laboratory results, gestational week at delivery, method of delivery, neonatal birth weight, fetal gender, 1- and 5-minute APGAR scores, place of delivery, maternal morbidity, mortality rates, and perinatal mortality rates were recorded. The relationship of these factors with perinatal mortality was investigated. RESULTS: The rate of perinatal mortality was determined as 6%. Patients with HELLP syndrome who experienced perinatal mortality showed significantly lower birth weight, gestational age at delivery, and 1- and 5-minute APGAR score values (p<0.05). With respect to methods of delivery, we determined that vaginal delivery was linked to a significantly higher rate of perinatal mortality (p<0.001). Gestational age at delivery, birth weight, 1- and 5-minute APGAR scores were negatively correlated with perinatal mortality. Logistic regression revealed the APGAR score at 5 minutes as the most reliable independent predictive finding for perinatal mortality. CONCLUSION: We think that to decrease perinatal mortality rates, maternal and fetal well-being in patients with HELLP syndrome should be closely monitored and delivery and follow-up should take place at tertiary health institutions after maternal and neonatal intensive care arrangements are made. Particularly, neonates with low 5-minute APGAR scores in the postpartum evaluation of neonatal condition are recommended to be followed-up at the neonatal intensive care unit.Öğe Evaluation of Maternal Hemorrhage in Placenta Accreta(2016) Tunç, Senem Yaman; Gül, Talip; Alan, Bircan; Başaranoğlu, Serdar; Yalınkaya, Ahmet; Evsen, Mehmet Sıddık; Ağaçayak, ElifOBJECTIVE: The aim of the present study is to provide a retrospective evaluation of placenta accretacases to identify the factors affecting the blood transfusion requirement, which stands as one of the mostimportant causes of maternal mortality and morbidity.STUDY DESIGN: A total of 110 patients who presented to the outpatient clinic of gynaecology and obstetrics of the Faculty of Medicine of Dicle University and were diagnosed with placental attachment before or during a caesarean section (C-section) between January 2006 and June 2015 were included inthis study. The patients' data were collected from the hospital's records.RESULTS: During the study period, 21674 births were realised and 110 (1/200) of these patients exhibited placenta accreta. 86 of these 110 patients (78,2%) received at least one unit of blood. The groupof patients that had received blood transfusion exhibited significantly higher values in age, parity, number of C-sections, length of stay (p = 0.003, 0.004, 0.024, 0.000, respectively). Multiple logistical regression analysis led to the identification of a significant association between the length of stay and theblood transfusion requirements (OR 95% Cl 2.005(1.213-3.314) p= 0.007).CONCLUSION: Patients of advanced age as well as grand multiparous patients and patients with a history of multiple repeat caesarean deliveries should be evaluated more carefully during pregnancy. Thesepatients should be referred to hospitals that provide multidisciplinary care and management before thedelivery or even at the early stages of pregnancy in an effort to decrease maternal mortality and morbidity rates..Öğe Gebeliğin akut yağlı karaciğer hastalığı ile karışan akut viral Hepatit A olgusu(Modestum Ltd., 2013) Turgut, Abdulkadir; Özler, Ali; Görük, Neval Yaman; Tunç, Senem Yaman; Peker, Nurullah; Tekin, RecepGebelikte akut hepatit A enfeksiyonu oldukça nadir görülmektedir. Klinik ve laboratuar bulgularıyla gebelikte oldukça mortal seyredebilen gebeliğin akut yağlı karaciğer hastalığı ile karışabilmektedir. Karaciğer fonksiyon testlerinde yükseklik izlenen her iki durumun ayırıcı tanısı yapılmalı ve bu tabloyla gelen bir hastada hepatit A enfeksiyonu da akla gelmelidir. Kliniğimize başvurusunda, gebeliğin akut yağlı karaciğer hastalığı tanısı sonrasında akut hepatit A tanısı alan, 30 yaşında 35 haftalık gebeliği olan bir olgu sunulmuştur.Öğe İkinci trimester amniyosentez olgularının değerlendirilmesi: Tersiyer bir merkezin 10 yıllık deneyimi(Perinatal Tıp Vakfı, 2021) Gündüz, Reyhan; Tunç, Senem Yaman; Buğday, Rezan; Oral, Diclehan; Tekeş, Selahaddin; Yalınkaya, AhmetAmaç: Kliniğimizdeki amniyosentez uygulanan olguların retrospektif analizini yapmak ve bu konudaki deneyimimizi paylaşarak literatüre katkı sunmaktır.Yöntem: Çalışmamıza ikinci trimesterde amniyosentez uygulanan 632 olgu dahil edildi. Olguların demografik özellikleri, gebelik haftaları, amniyosentez endikasyonları, işleme bağlı komplikasyonları, kültür başarısı, sitogenetik sonuçları, kromozom anomalisi saptanan olguların sonuçları ve endikasyonları değerlendirildi. Kromozom anomalisi, komlikasyonları, kültür başarısızlığı oranları ve en sık amniyosentez endikasyonları belirtildi. Kromozom anomalisi olan olguların sonuçları sayısal ve yapısal anomi olarak belirtildi.Bulgular: Çalışmamıza dahil edilen tüm olguların yaş ortalamaları 33.7±6.8 yıl, gebelik haftaları 17.5±1.0 hafta olarak tespit edildi. Amniyosentez sonucu kromozom anomalisi tespit edilen olgu oranı%22.4, kültür başarısızlığı oranı %2.1 ve komplikasyon oranı %0.5bulundu. En sık amniyosentez endikasyonları ve kromozom anomalisi tespit edilen olgularda amniyosentez endikasyonları aynı olupbunlar sırasıyla; kombine testin yüksek riskli olması, üçlü tarama testinin yüksek riskli olması ve ultrasonografide (USG) anomali olmasıdır. Kromozom anomalisi tespit etme oranı birden fazla endikasyonun birlikte görülüp amniyosentez uygulanan olgularda dahayüksek bulundu.Sonuç: Prenatal tanı için USG ve serum tarama testleri yaygınolarak kullanılmakla birlikte yüksek riskli hastalara kesin tanı içinamniyosentez gibi invazif testlere ihtiyaç vardır. Tarama testlerinde birden fazla kromozom anomalisi riski taşıyan olgularda, prenatal tanı için amniyosentezin daha önemli olduğu sonucuna varıldı.Öğe The impact of the stage and tumor size on rare brain metastasis of cervical cancer(Turkish Neurosurgical Soc, 2016) Teke, Fatma; Tunç, Senem Yaman; Teke, Memik; Turan, Yahya; Urakçı, Zuhat; Eren, Bekir; Altın, SüleymanAIM: To investigate the clinical features, prognostic factors and survival times of cervical cancer patients with brain metastasis. MATERIAL and METHODS: We retrospectively reviewed the medical records of 820 patients with cervical cancer. Data were analyzed using SPSS version 12.0 statistical software (SPSS, Chicago, IL, USA). Overall survival, time interval from diagnosis of cervical cancer to identification of brain metastasis, and median survival time after diagnosis of brain metastasis were calculated using Kaplan-Meier curve analysis. The log-rank test was used to compare differences in survival. Differences were assumed statistically significant when p-values were <0.05. RESULTS: The incidence of brain metastases from cervical cancer in our institution was 1.82% (15/820) over a ten-year period. The median time interval from diagnosis of cervical cancer to detection of brain metastasis was 12.5 months (range: 2.9-91.9 months). Stage and tumor diameter were found to be significant relating to the interval from diagnosis of cervical cancer to detection of brain metastasis (p=0.001 for both). CONCLUSION: This study provides much information about the prognosis of patients with brain metastases from cervical cancer and highlights the importance of initial stage and tumor diameter when determining the time interval until development of brain metastasis.Öğe Is placental localization in the third trimester of pregnancy related to the intrauterine ultrasound and postpartum parameters?(Harran Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2022) Gündüz, Reyhan; Turhan, Begümhan; Sizer, Mulaim; Tunç, Senem Yaman; Ağaçayak, ElifBackground: The relationship between placental localization and fetus is unclear. This study was aimed to determine the relationships between placental localization, ultrasound findings and pregnancy outcomes of the third trimester of pregnancies.Materials and Methods: Three-hundred and two women were included in the study. Maternal age, gravidi-ty, parity, abortion and live birth numbers, types of previous births, gestational age, femur length (FL), bipa-rietal diameter (BPD), head circumference (HC), abdominal circumference (AC), placental localization (ante-rior/posterior/lateral/fundus), umbilical artery systolic/diastolic ratio (S/D), fetal presentation, type of deliv-ery, post-partum parameters of infant were obtained from archive records.Results: The placentas were located in the anterior, posterior, fundal and lateral uterine wall in 38.1%, 30.1%, 19.9%, and 11.9% of individuals, respectively. Measurements of the HC in the third trimester were differed according to the localization of the placenta, and the HC measurements were significantly higher if the placental localization was anteriorly (p=0.045). There were no differences in other ultrasonographic measurements (S/D, BPD, AC ve FL), in the height, weight, and gender of the baby, gestational week at delivery, APGAR scores and type of delivery according to the placental localization (p>0.05).Conclusions: In this study, we found that placental localization did not affect pregnancy outcomes, type of delivery and gender of the baby in risk-free, spontaneous and single pregnancies in the third trimester. Also, we stated that the previous birth type did not give an idea about placental localization. We think that placenta implantations, except placental location anomaly and invasion anomaly,do not provide precise information about pregnancy outcomes and type of delivery.Öğe Kadın doğum poliklinik hastalarının kontraseptif yöntem tercihi ve eğitim düzeyleri ile ilişkisi(2012) Tunç, Senem Yaman; Görük, Neval YamanAmaç: Çalışmamızda kadın doğum polikliniğine başvuran hastaların tercih ettikleri kontraseptif yöntemler ve bu kontraseptif tercihlerinin eğitim düzeyleriyle olan ilişkisinin araştırılması amaçlandı.Gereç ve yöntem: Çalışmamıza Kadın Hastalıkları veDoğum Polikliniğine başvuran, herhangi bir kontraseptifyöntem kullanan 61 kadın dahil edildi. Hastaların yaş,gebelik sayıları, yaşayan çocuk sayıları, evlilik süreleri, spontan abortus sayıları, yasal tahliye sayıları, kullan- dıkları kontraseptif yöntemler, yöntem konusunda bilgi aldıkları kaynak, eğitim durumları kaydedildi. Kullanılankontraseptif yöntemler geleneksel ve modern yöntemler olmak üzere iki grupta incelendi.Bulgular: Çalışmamızda 61 hastanın yaş ortalaması 31 yıl (en düşük - en yüksek:18-53) idi. Geleneksel kontraseptif yöntemleri tercih eden kadınların sayısı 21 (%34,4) modern yöntemleri tercih eden kadınların sayısı 40 (%65,6) idi. Kullanılan yöntemlerin sıklığı; geri çekme %27,9 ile en sık kullanılan yöntemdi, takip eden sıklık sırasına göre, prezervatif %26.2, rahim içi araç (RİA) %14.7, tüp ligasyon (T/L) %13.1, oral kontraseptif (OKS) %9.8, takvim yöntemi %6.5, aylık iğne kullanımı %1.6 olarak saptandı. Eğitim düzeyleri; okumamış olanlar 8 (%13,2) , ilköğrenim mezunu 35 (%57,3) , lise ve üzeri olanlar 18 (%29,5) olarak tespit edildi. Geleneksel yöntemleri tercih eden kadınların %37,5’i okumamış idi. Modern yöntemler eğitim düzeyi nispeten daha yüksek olan kesimde daha sıktı. Eğitim düzeyi lise ve üzeri olan kadınların %94,4’ü modern yöntemleri tercih etmekte idi. Geleneksel yöntem kullanan kadınların %42’sinde bilgi edinme kaynağı eş veya arkadaş çevresi iken, doktor tavsiyesiyle korunan kadınların %100’ü modern yöntemleri tercih etmekte idi. Sonuç: Kadınlar eğitim düzeylerine bakılmaksızın aile planlaması ve kontraseptif yöntemler konusunda mutlakaeşleriyle birlikte eğitilmeli ve kendilerine uygun kontrasepsiyon yöntemleri konusunda desteklenmelidirler.Öğe KLİNİĞİMİZDE TANI ALAN PARSİYEL VE KOMPLET MOL HİDATİFORM OLGULARININ RETROSPEKTİF ANALİZİ(2016) Kanat, Mine Pektaş; Budak, Mehmet Şükrü; Kaya, Cihan; Şentürk, Mehmet Baki; Tunç, Senem Yaman; Akgöl, Sedat; Göklü, Mehmet RıfatAmaç: Hastanemizde son iki yılda tanı konulan mol hidatiform olgularını epidemiyolojik ve klinik bakımdan değerlendirmeyi amaçlamaktadır. Yöntemler: Bu çalışmada, 1 Ocak 2012 ve 1 Ocak 2014 tarihleri arasında hastanemizde gerçekleştirilen histopatolojik inceleme sonucu tanı konulan 87 mol hidatiform olgusu geriye dönük olarak incelenmiştir.Bulgular: Değerlendirilen 87 mol hidatiform olgusunun 52'sine (% 59.8) parsiyel mol ve 35'ine (% 40.2) komplet mol tanısı konuldu. Komplet mol olgularının ortalama serum beta-human koryonik gonadotropin (?-HCG) seviyeleri anlamlı olarak yüksekti (p=0.017). Mol hidatiform olgularına ait klinik ve patolojik tanıların birbiriyle ilişkili olmadığı belirlenmiştir (?2=4.490, p=0.213). Benzer biçimde, ultrasonografik ve patolojik tanılar da birbiriyle ilişkili değildi (?2 = 4.663, p=0.198). İncelenen olguların serum ?-HCG düzeyleriyle yaşı, graviditesi, paritesi ve abortus sayısı arasında anlamlı bir korelasyon bulunamadı. Sonuç: Ülkemizde mol hidatiform görülme sıklığı ile ilgili literatürdeki farklı çalışmalarda farklı veriler bulunmaktadır. Özellikle ileri yaş kadınlarda molar gebelik sıklığının azaltılmaÖğe Levels of neopterin and other inflammatory markers in obese and non-obese patients with polycystic ovary syndrome(International Scientific Literature Inc., 2015) Ağaçayak, Elif; Tunç, Senem Yaman; Sak, Sibel; Başaranoğlu, Serdar; Yüksel, Hatice; Turgut, Abdulkadir; Gül, TalipBackground: We aimed to measure the levels of inflammatory markers and neopterin in obese and non-obese patients with PCOS by using 2 separate control groups with matching body mass index (BMI). Material/Methods: A total of 60 women of reproductive age with (n=30) and without (n=30) PCOS were included in this study. Based on their BMI, patients with PCOS were divided into 2 groups as obese (n=15) and non-obese (n=15) PCOS groups. In addition, 2 BMI-matched control groups were formed. Neopterin, tumor necrosis factor-? (TNF-?), interleukin-6 (IL-6), C-reactive protein (CRP), neutrophil-to-lymphocyte ratio (N/L ratio), and vitamin B12 were assessed by complete blood count. Results: No significant difference was found between patients with PCOS and control subjects in neopterin, IL-6, TNF-?, and CRP levels. However, N/L ratio levels were significantly higher (p 0.045) and vitamin B12 levels were significantly lower (p 0.033) in patients with PCOS compared to control subjects. No statistically significant difference was found between obese and non-obese patients with PCOS and control subjects in neopterin, IL-6, TNF-?, and N/L ratio levels. However, CRP levels were significantly higher in obese patients with PCOS compared to obese control subjects (p 0.007). Conclusions: It can be concluded that inflammatory activity is increased in patients with PCOS, can lead to an increased risk for atherosclerosis, and this increase is not caused by obesity but rather by the polycystic ovary syndrome itself. However, studies with larger sample sizes are needed in this area.Öğe MATERNAL AND NEONATAL OUTCOMES OF CESAREAN SECTION IN OBESE AND MORBID OBESE TERM PREGNANT WOMEN(Rojan GÜMÜŞ, 2022) Altın, Abdulbari; Gündüz, Reyhan; Fındık, Fatih Mehmet; Buğday, Rezan; Tunç, Senem Yaman; Gül, TalipObjectives: To compare preoperatively, intraoperatively and postoperatively the maternal and ne-onatal outcomes of normal-weight, obese and morbid obese pregnant women who delivered by cesarean section in our clinic. Methods: This study retrospectively included 151 singleton pregnancies delivered at ?37 weeks of gestation by cesarean section. Demographic, clinical and neonatal results of the patients were not-ed and compared between the groups. Results: Among the pregnant women included in this study, length of postoperative hospital stay and presence of chronic diseases were determined to be significantly higher in the morbid obese group compared with other groups (p<0.05). In the morbid obese group, the average infant birth weight and the number of infants monitored due to respiratory distress as a neonatal complication were determined to be significantly higher (p<0.05). The presence of pregnancy complications, particularly the presence of gestational diabetes mellitus and preeclampsia were found to be signif-icantly higher in the morbid obese group (p<0.05). Conclusions: We determined that the incidence of maternal and neonatal complications increases as the body mass index (BMI) increases. Therefore, it is evident that monitoring the BMI and pre-venting obesity would be effective in avoiding complications.Öğe Meckel-Gruber Sendromu: Dokuz olgu sunumu ve literatürün incelenmesi(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2013) Ağaçayak, Elif; Turgut, Abdulkadir; Tunç, Senem Yaman; Özler, AliAmaç: Meckel-Gruber Sendromu sistemik malformasyonlar ile karakterize otozomal resesif, ölümcül bir sendromdur. Akraba evliliklerinin sık olduğu bölgemizde 6 aylık bir sürede 9 olguda tanı konulmuştur. Mevcut veriler ışığında bu nadir sendromu, literatür eşliğinde sunmayı amaçladık. Yöntemler: Ocak 2013-Haziran 2013 tarihleri arasında Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum polikliniğinde in utero tanısı konan ve diğer hastanelerden tanısı konulup ünitemize sevk edilen dokuz Meckel-Gruber Sendromlu olgu literatür eşliğinde sunuldu. Bulgular: Meckel-Gruber Sendromunun sıklığının; bölgemiz yıllık doğum oranına oranlayacak olursak yaklaşık 1/3500 oranında olduğu görüldü. Sonuç: Bölgemizde sık olduğu bilinen akraba evliliğinin ciddi sakatlığa yol açan bu sendromun artış göstermesinde önemli bir faktör olabilir. Tekrar etme olasılığı olan bu sendrom için etkilenen ailede genetik tarama önerilmelidir.Öğe Nadir bir olgu: Raine Sendromu(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2014) Ağaçayak, Elif; Tunç, Senem Yaman; Ağaçayak, Kamil Serkan; Başaranoğlu, Serdar; Can, FıratUltrasonografi tekniğindeki gelişmeler fetal anomalilere intrauterin dönemde erken tanı konmasına yardımcı olmuştur. Ancak çok nadir görülen anomaliler intrauterin dönemde atlanabilmekte veya geç tanı konabilmektedir. Bu durumda aileleri travmatize edici bir şekilde etkilemektedir. Akraba evliliği olan ailelerde genetik anomaliler daha yüksek olduğu için bu hastalar ultrasonografik olarak daha detaylı değerlendirilmektedir. Ancak detaylı ultrasonografik inceleme bile bazen yeterli olmamaktadır. Biz hariçte takip edilen ancak doğum eylemine kadar hiçbir fetal anomali tanısı olmayan; doğum eyleminde kliniğimize refere edilen yaşamla bağdaşmayan çok nadir bir fetal anomali olan raine sendromlu olguyu sunmayı amaçladık. Etyolojisi halen bilinmeyen Raine sendromunu literatür eşliğinde tartışmayı planladık.Öğe Nadir görülen letal iskelet displazisi: Roberts-SC fokomeli sendromu(Kanuni Sultan Süleyman Eğitim Araştırma Hastanesi, 2014) Başaranoğlu, Serdar; Özler, Ali; Görük, Neval Yaman; Tunç, Senem Yaman; Ağaçayak, ElifAmaç: Postpartum dönemde yapılan fizik muayene bulguları ve görüntüleme yöntemleriyle Roberts-SC sendromu düşünülen bir olgunun sunumunu amaçladık. Olgu Sunumu: Yirmi sekiz yaşında, G5P2 olan gebe hasta dış merkezden polikliniğimize iskelet displazisi ön tanısıyla refere edildi. Yapılan ileri düzey ultrasonografik (USG) değerlendirmede fetusun ortalama 19 hafta ile uyumlu olduğu, her iki üst ve alt ekstremitelerin proksimal ve distalinde ileri derecede kısalık (şiddetli mikromeli), vertebral kemik yapılarda demiyelinizasyon, bilateral koroit pleksus kistleri ve toraks ön-arka çapının azaldığı izlendi. Mevcut bulgularla fetal letal iskelet displazisi düşünüldü. Anormal USG bulguları nedeniyle aileye fetal kromozom analizi önerildi, fakat kabul edilmedi ve gebeliğin devamı yönünde karar alındı. Mükerrer sezaryen endikasyonuyla 2700 g, 42 cm boyunda, 3-4 APGAR skorlu bir kız bebek sezaryenle doğurtuldu. Yenidoğan postpartum 24 saat içinde kaybedildi. Sonuç: Roberts-SC fokomeli sendromu değişik klinik bulguların bir arada bulunduğu nadir görülen otozomal resesif (OR) kalıtım gösteren bir hastalıktır. Prenatal ultrasonografik değerlendirme ve sitogenetik incelemelerde erken sentromer ayrılmasının bulunması diğer iskelet displazilerden ayrımını sağlayabilir. Hastalara sonraki gebeliklerinde fetal anomalinin erken tespiti ile genetik danışmanlık hizmetinin verilmesi önem göstermektedir.Öğe Obstetrik ve jinekolojik cerrahilerden sonra relaparotomi yapılan hastaların değerlendirilmesi: Tersiyer bir merkezin 5 yıllık deneyimi(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2021) Gündüz, Reyhan; Ağaçayak, Elif; Tunç, Senem Yaman; Sizer, Mulaim; Yalınkaya, Ahmet; Gül, TalipAmaç: Kliniğimizde relaparotomi yapılan hastaların verilerini retrospektif olarak incelemek, relaparotomi insidansını, endikasyonlarını ve mortalite oranını belirtmektir. Yöntemler: Çalışmamıza çalışma tarihleri arasında kliniğimizde relaparotomi yapılan 47 hasta dahil edildi. Hastaların demografik özellikleri, ilk operasyon endikasyonları ve ilk operasyon sırasında yapılan cerrahi işlem, ilk operasyonun hangi merkezde yapıldığı, relaparotomi endikasyonları ve relaparotomi sırasında yapılan cerrahi işlem, iki operasyon arasındaki süre, verilen kan transfüzyon ürünlerinin sayısı ve relaparotomi sonrası mortalite olup olmadığı not edildi. Kliniğimizin obstetrik ve jinekolojik relaparotomi insidansı ve relaparotomi sonrası mortalite oranı hesaplandı. Bulgular: Çalışmamıza dahil edilen hastaların %89,4’ü obstetrik relaparotomi, %10,6’sı jinekolojik relaparotomi yapılan hastalardan oluşmaktadır. Kliniğimizin obstetrik relaparotomi insidansı %0,1, jinekolojik relaparotomi insidansı %0,06 olarak tespit edildi. Kliniğimizin relaparotomi sonrası mortalite oranını %2,1 (1/47) olarak tespit ettik. Obstetrik relapatomi yapılan hastaların ilk operasyonlarının en sık %81 (34) oranında sezaryen olduğu, endikasyon olarak en sık %23,8 (10) geçirilmiş sezaryen olduğunu tespit ettik. Jinekolojik relaparotomi yapılan hastaların ilk operasyonlarının en sık %80 (4) oranında total abdominal histerektomi olduğu, endikasyon olarak en sık %60 (3) anormal uterin kanama olduğu tespit edildi. Relaparotomi yapılan hastaların hem obstetrik hem de jinekolojik relaparotomilerde en sık endikasyonunun hematom-hemoraji olduğunu belirledik (sırasıyla %64,3 ve %40 oranında). Relaparotomi operasyonunda yapılan işlem olarak hem obstetrik hem de jinekolojik relaparotomilerde en sık olarak hematom boşaltımı- kanama kontrolü yapıldığını tespit ettik (sırasıyla %52.4 ve %40 oranında). Sonuç: Relaparotomi kararı gerekli hazırlıklar yapıldıktan sonra gecikmeden verilmelidir. Risk faktörü olan hastalar önceden bilgilendirilip ilk operasyonlarının mümkün olduğunca üçüncü basamak hastanelerde olmasını önermeliyiz. İlk operasyon sırasında gerekli kanama kontrolünü yaparak relaparotomi ihtiyacını azaltabileceğimizi düşünmekteyiz.