Yazar "Taşkesen, Mustafa" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 20 / 23
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Acute hemorrhagic edema of infancy(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2009) Menteş, Sultan Ecer; Taşkesen, Mustafa; Katar, Selahattin; Günel, M. Emin; Akdeniz, SedatAcute hemorrhagic edema of infancy is a rare form of leukocytoclastic vasculitis. Mostly it appears under three years of age and is characterized by purpuric skin lesions, fever and edema. A three years-old boy, who has cough and coryzea was admitted to our clinic for fever and red spots on legs and arms. In physical examination; ecimotic skin lesions on right ear, face, arms, dorsal of the hands, buttocks, legs and dorsal of the feet were found. In the laboratory tests acute phase reactants were elevated and blood coagulation tests were in normal range. Hepatit A,B,C and TORCH markers were negative. Punch biopsy obtained from gluteal area showed leukositoclastic vasculity. Focal fibrinogen accumulation was detected by immun fluorescent microscopy. Regression on lesions was not observed despite supportive therapy, so prednisolone (1 mg/kg/day) therapy was started. On the third day of the steroid therapy, complete recovery was achived.Öğe Akut romatizmal ateşli çocuklarda klinik ve laboratuvar bulguların geriye dönük olarak incelenmesi: Reaktivasyon ve koruyucu tedaviye uyumunun araştırılması(2012) Mermutoğlu, Nihat; Fidan, Mücahit; Taşkesen, Mustafa; Alyan, Ömer; Taş, Mehmet Ali; Şen, Velat; Gözü, Ayfer PirinçoğluAmaç: Bu çalışmada, akut romatizmal ateşli (ARA) hastaların klinik ve laboratuvar özellikleri, ekokardiyografik bulguları geriye dönük olarak incelendi, reaktivasyon ve penisilin koruyucu tedavi uyumu araştırıldı.Çalışma planı: ARA tanısı alan 255 hastanın (143 erkek, 112 kız; ort. yaş 10.1±2.7 yıl), cinsiyet, yaş, klinik ve laboratuvar özellikleri, ekokardiyografik bulguları yanı sıra reaktivasyonu ve penisilin koruyucu tedavisine uyumları incelendi.Bulgular: Çalışmaya alınan hastaların hastanede kalma süreleri 13.3±4.3 gün idi. ARA öyküsü olan hasta sayısı 94 idi. Majör bulgular, hastaların 233’ünde artrit, 166’sında kardit, 14’ünde Sydenham koresi ve 2’sinde subkütan nodüldü. Artrit ve kardit birlikteliği 151 hastada görüldü, hiçbir hastada eritema marjinatum görülmedi. Minör bulgular ateş (n=246) ve artralji idi (n=15). Hastaların 94’ünde boğaz kültürü pozitifti, antistreptolizin-O 124 hastada yüksek bulundu. İzole mitral kapak tutulumu 205 hastada saptandı, hem mitral hem de aort tutulumu 118 hastada görüldü.Sonuç: ARA ülkemizde önemli bir halk sağlığı sorunu olmaya devam etmektedir. Kötü prognozun önlenmesi için erken tanı ve tedavinin yanı sıra uygun koruyucu tedavinin önemi de vurgulanmalıdır.Öğe Akut viral hepatit a olguların klinik ve laboratuar bulgularının(2008) Özel, A. Kadir; Taşkesen, Mustafa; Ecer, Sultan; Taş, M. Ali; Karabiberoğlu, SertanAkut viral hepatit A enfeksiyonu genellikle asemptomatik ve anikterik seyirli olup, daha çok çocukluk yaş grubunda görülmektedir. Bu çalışmada Ocak 2006 ile Şubat 2007 tarihleri arasında Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Enfeksiyon Hastalıkları Kliniğinde yatırılan 42 akut viral hepatit A enfeksiyonlu hastanın dosyaları retrospektif olarak incelendi. Hastaların yaş ortalaması 6.9±3.5 yıl (18 ay- 14 yaş), erkek kız oranı 1.4 bulundu. En sık başvuru şikayetleri sarılık (%73.8), kusma (%52.3), ateş (%42.8), karın ağrısı (%38.1) iken başvuru mevsimi kış (%47.6), sonbahar (%38.1) ve ilkbahar (%14.3) idi. Laboratuar bulgularında ortalama aspartat aminotransferaz (AST) 1875U/L (82- 6340U/L), alanin aminotransferaz (ALT) 1697U/L (144-4876 U/L), total bilirubin 12.1mg/dl (0.9-47mg/dl) ve direkt bilirubin 8.9mg/dl (0.4-27.3 mg/dl) olarak saptandı. En sık görülen komplikasyonlar anemi, hepatik ensefalopati ve trombositopeni idi. Mortalite oranı %2.4 olarak belirlendi.Öğe Akut viral hepatit A olguların klinik ve laboratuar bulgularının değerlendirilmesi(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2008) Taşkesen, Mustafa; Taş, M.Ali; Ecer, Sultan; Özel, A.Kadir; Karabiberoğlu, SertanAkut viral hepatit A enfeksiyonu genellikle asemptomatik ve anikterik seyirli olup, daha çok çocukluk yaş grubunda görülmektedir. Bu çalışmada Ocak 2006 ile Şubat 2007 tarihleri arasında Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Enfeksiyon Hastalıkları Kliniğinde yatırılan 42 akut viral hepatit A enfeksiyonlu hastanın dosyaları retrospektif olarak incelendi. Hastaların yaş ortalaması 6.9±3.5 yıl (18 ay14 yaş), erkek kız oranı 1.4 bulundu. En sık başvuru şikayetleri sarılık (%73.8), kusma (%52.3), ateş (%42.8), karın ağrısı (%38.1) iken başvuru mevsimi kış (%47.6), sonbahar (%38.1) ve ilkbahar (%14.3) idi. Laboratuar bulgularında ortalama aspartat aminotransferaz (AST) 1875U/L (82- 6340U/L), alanin aminotransferaz (ALT) 1697U/L (144-4876 U/L), total bilirubin 12.1mg/dl (0.9-47mg/dl) ve direkt bilirubin 8.9mg/dl (0.4-27.3 mg/dl) olarak saptandı. En sık görülen komplikasyonlar anemi, hepatik ensefalopati ve trombositopeni idi. Mortalite oranı %2.4 olarak belirlendi.Öğe Çocuklarda merkezi sinir sistemi enfeksiyonları(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2007) Taşkesen, Mustafa; Taş, Mehmet AliMerkezi sinir sistemi enfeksiyonları çocuklarda morbidite ve mortaliteye yol açması nedeni ile önemini korumaktadır. Bu çalışmada Ocak 2006 ile Ocak 2007 tarihleri arasında kayıtlarına ulaşılabilen 73 merkezi sinir sistemi enfeksiyonlu hastanın bulguları retrospektif olarak incelendi. Yaş ortalaması 4.7±3.7 yıl (3 ay-13 yaş) ve erkek kız oranı (E/K) 2.3 idi. Başvurudaki en sık şikayetler ateş, kusma ve baş ağrısı idi. Fizik inceleme bulgularında en sık meninks irritasyon bulguları ve bilinç değişikliği bulundu. Klinik ve laboratuar bulguları açısından hastalar sınıflandırıldığında %53.4 bakteriyel, %36.9 aseptik ve %9.5 tüberküloz menenjit olarak saptandı. Aseptik menenjitli 6 hastada kabakulak enfeksiyonu, bakteriyel menenjitli 8 hastada posttravmatik menenjit ve 4 hastada tekrarlayan enfeksiyonu mevcut idi. En sık komplikasyonlar konvulziyon, hidrosefali ve uygunsuz ADH sendromu idi. Mortalite oranı %4.1 olarak bulundu. Çocuk yaş grubunda merkezi sinir sistemi enfeksiyonlarının erken tanı ve tedavisi gelişebilecek komplikasyonları ve mortaliteleri önleme açısından önemlidir.Öğe Çocukluk Çağı ilaç Zehirlenmelerinde Önemli bir Neden: Amitriptilin(2013) Pirinççioğlu, Ayfer Gözü; Adıgüzel, Salih; Taşkesen, MustafaAmaç: Amitriptilin zehirlenmesi çocukluk çaında ilaç zehirlenmeleri arasında önemli bir yer tutmaktadır. Bu çalımanın amacı ciddi sistemik yan etkileri olabilen amitriptilin zehirlenmesi nedeniyle hastanemize bavuran ve yatırılarak takip edilen olguların klinik, epidemiyolojik ve prognostik özelliklerini deerlendirmektir. Gereç ve yçntem: Çalımaya alınan 64 olgunun dosyası ya, cinsiyet, semptomlar, ilacı alım nedeni, klinik bulgular, hastanede kalı süresi, youn bakım ihtiyacı ve izlem sonuçları retrospektif olarak incelendi. Bulgular: Hastaların 35'i (%54.7) erkek, 29'u (%45.3) kız olup ya ortalaması 5.5 ± 3.19 yıl (2-15 yıl) idi. Zehirlenen olguların 47'si (%73.4) be ya ve altında idi. Elli iki olgu (%81.2) ilacı kaza sonucu, 12 (%18.8) olgunun ise intihar amaçlı aldıı örenildi. Bir hasta sokakta oynarken bulduu, dier olguların hepsi evde ebeveynlerinin kullandıkları ilaç ile zehirlendikleri belirlendi. laç alınımından sonra 55 olguya bavurulan dı salık merkezinde geriye kalan yedi olguya ise hastanemizde mide lavajı yapıldıı saptandı. En sık bavuru semptomları uykuya meyil, bulantı, kusma ve ajitasyon idi. Tüm vakalar en az 24 saat süreyle youn bakım ünitesinde takip edildi. Ortalama yatı süresi 2.5±0.9 gündü. zlemde solunum yetersizlii gelien iki olguya mekanik ventilatör tedavisi uygulandı. Takip edilen tüm olguların hepsi ifa ile taburcu edildi. Sonuç: Amitriptilin zehirlenmelerinin önlenebilmesi için güvenli kapak uygulamasına ek olarak ailelerin bilgilendirilmesi, yazılı ve görsel basının bu konularda eitici programlarla destek olması, bu ilacın sadece uzman hekimler tarafından reçete edilmesi ve yeil reçete kapsamına alınması, bu tip ilaçların uygun bir ekilde imha edilmesi önemlidir.Öğe Çocukluk çağında ender görülen pıhtılaşma faktör eksiklikleri saptanan ondört vakanın değerlendirilmesi(İstanbul Üniversitesi Çocuk Sağlığı Enstitüsü, 2008) Taşkesen, Mustafa; Okur, Nilüfer; Okur, Nurettin; Katar, Selahattin; Menteş, Sultan Ecer; Söker, MuratAmaç: Kanama bozukluğuna yol açan ender pıhtılaşma faktör eksiklikleri toplumda 1/500,000-2,000,000 oranında görülmektedirler. Klinik olarak asemptomatik olabildikleri gibi epistaksis, ekimoz, hematom, mukozal veya intrakraniyal kanama bulgularıyla başvurabilirler. Bu çalışmanın amacı ender görülen pıhtılaşma faktör eksikliği saptanan hastaların klinik ve laboratuvar bulgularını irdelemektir. Yöntem: Bu çalışmada 2002-2008 yılları arasında Dicle Üniversitesi Çocuk Hematoloji Ünitesinde ender görülen faktör eksikliği tanısı ile izlenen 14 vakanın dosyaları retrospektif olarak incelendi. Hastaların demografik bulguları, fizik muayene bulguları, tam kan, kanama zamanı, pıhtılaşma zamanı, protrombin zamanı, aktive parsiyel tromboplastin zamanı, INR değerleri, fibrinojen, faktör düzeyleri ve klinik izlem sonuçları kaydedildi. Bulgular: Pıhtılaşma bozukluğu nedeniyle izlenen vakaların % 4.7’sinde (14/292) ender görülen faktör eksiklikleri bulundu. Hastaların sekizi (% 57) kız, altısı (% 43) erkek, tanı anında yaş ortalaması 40.8 ay idi. Çalışmada 14 vakanın yedisinde (% 50) faktör X, dördünde (% 29) faktör VII, ikisinde (% 14) faktör V, birinde (% 7) faktör XII eksikliği saptandı. Vakaların dokuzunda (% 64) anne baba akrabaydı. Vakaların en sık başvuru yakınmaları ekimoz (% 71) ve burun kanaması (% 43) idi. Faktör X eksikliği olan iki vakada intrakraniyal kanama saptandı. Sonuç: Ender görülen faktör eksiklikleri ciddi kanama bozukluklarına yol açabilirler. Kanama diyatezi olan hastalarda aile anamnezinin önemli olduğu ve özellikle akraba evliliğinin çok olduğu bölgelerde halkın bilgilendirilmesi ve hekimlerin bu durumu göz önünde tutmaları önemlidir.Öğe A different perspective of elevated lactace in pediatric patients with diabetic ketoacidosis(Romanian Academy, 2020) Ünal, Edip; Pirinççioğlu, Ayfer Gözü; Yanmaz, Sercan Yücel; Yılmaz, Kamil; Taşkesen, Mustafa; Haspolat, Yusuf KenanObjective: This study aims to determine the frequency and prognostic significance of lactic acidosis in children with diabetic ketoacidosis (DKA) admitted to the pediatric intensive care unit. Methods: The study was carried out retrospectively by examining the patients admitted to the pediatric intensive care unit for the treatment of DKA. The ages of the patients ranged from 2 to 18 years. The patients with the following parameters were enrolled in the study: serum blood glucose>200 mg/dL, ketonuria presence, venous blood gas pH ≤7.1, bicarbonate <15. Results: A total of 56 patients were included in the study with a mean age of 111.07 ± 51.13 months. The recovery time from DKA was 16.05 ± 6.25 h in the group with low lactate level and it was 13.57 ± 8.34 h in the group with high lactate level with no statistically significant difference. There was a negative correlation between lactate levels and the recovery time from DKA. Conclusion: Lactic acidosis is common in DKA, and unlike other conditions, such as sepsis, it is not always a finding of poor prognosis that predicts the severity of the disease or mortality. We think that high lactate may even protect against possible brain edema-cerebral damage in DKA.Öğe Drowning and near-drowning in children in the Southeast of Turkey(Galenos Yayınevi, 2015) Taşkesen, Mustafa; Pirinççioğlu, Ayfer Gözü; Yaramış, AhmetAim: This study aimed to analyze and describe the epidemiology, risk factors, and prognosis of pediatric drowning and near-drowning incidents.Materials and Methods: Forty-four children were included in to the study. Data on social demographics, the location of drowning, clinical and laboratory results, and progress as well as outcome of patients were retrospectively investigated. Results: The median age of patients was 4.2±2.9 years. Most of drownings (65.9%) occurred during the summer, in swimming pools (47.7%), and mostly on weekends (70.4%). Sixteen patients (47%) were not supervised by their caregivers. None of the children had received resuscitation before arriving at the emergency department. Clinical outcomes included 10 (22.7%) deaths, 7 (15.9%) discharges with neurologic sequelae, and 27 (61.3%) successful discharges. Conclusion: Public education, safety regulations, lifeguards at swimming pools, restrictions on access to swimming in ponds, canals, and rivers, supervision of children, and increased awareness of this problem are necessary to reduce the rate of pediatric drowning.Öğe Evans sendromu: Bir vaka takdimi(2009) Okur, Nilüfer; Taşkesen, Mustafa; Söker, Murat; Okur, NurettinEvans sendromu otoimmün trombositopeni ve hemolitik anemi ile karakterize nadir bir sendromdur. Nedeni tam olarak bilinmemektedir. Hastalar değişik klinik bulgularla başvurabilirler. Yedi yaşında erkek hasta ateş, karın ağrısı ve burun kanaması şikayetleri ile başvurdu. Sistem muayenelerinde solukluk ve hepatosplenomegali saptandı. Laboratuvar incelemesinde anemi, trombositopeni, periferik yaymada trombositler yetersiz ve hemolizle uyumlu bulgular, laktik dehidrogenaz yüksek, haptoglobulin düşük, retikülosit artmış, direkt Coombs testi üç pozitif bulundu. Kemik iliği aspirasyonu incelemesinde hipersellülarite, eritroid seri ve megakaryositlerde belirgin artış belirlendi. Tedavide eritrosit suspansiyonu ve intravenöz immunglobulin verildi. Yaklaşık 12 gün izlenen olgunun hemoglobin düzeyi ve trombosit sayısının düzelmesi üzerine kontrol önerilerek taburcu edildi. İki ay sonra kontrolünde herhangi bir şikayetinin olmadığı ve laboratuvar bulgularının normal olduğu görüldü. Bu olgu sunumunun amacı nadir görülen Evans sendromu tanılı olgunun klinik ve laboratuvar özelliklerini değerlendirmektir.Öğe Gestasyonel Yaşları 32 Haftadan Küçük Doğan Prematürelerde Transportun Mortalite ve Morbiditeye Etkisi The Effect of Transport on Mortality and Morbidity in Preterm(2014) Taşkesen, Mustafa; Katar, Selahattin; Turgut, Abdulkadir; Saka, Günay; Yıldız, DoğanÖzet Giriş: Bu çalışmada amaç, hastanemizde doğan ve gestasyonel yaşları 32 haftadan küçük prematüre bebeklerle dış merkezlerde doğduktan sonra hastanemize transfer edilen gestasyonel yaşları 32 haftadan küçük prematüre bebeklerin mortalite ve morbidite sonuçlarını karşılaştırmaktır. Gereç ve Yöntem: Hastanemizde doğan gestasyonel yaşları 32 haftadan küçük 40 hasta (Grup 1) ile aynı süre içerisinde dış merkezlerde doğup hastanemize transfer edilen ve gestasyonel yaşları 32 haftadan küçük 108 prematüre hasta (Grup 2) araştırmaya alındı. İki grup arasında mortalite ve morbidite (intraventriküler kanama (İVK), prematüre retinopatisi (ROP), respiratuvar distres sendromu (RDS), nekrotizan enterokolit (NEK) ve bronkopulmoner displazi (BPD)) açısından karşılaştırma yapıldı. Bulgular: Her iki grupta demografik özellikler, cinsiyet, vücut ağırlığı ve gestasyonel yaş verileri benzerdi (p>0,05). Grup 2de normal vaginal yol ile doğum daha fazlaydı (p<0,001). Grup 2deki hastaların başvuru anında %90nında hipotermi, %2,7sinde ise hipoglisemi saptandı. Grup 2deki hastaların mortalitesi Grup 1e göre daha yüksek, ancak istatistiksel olarak anlamlı değildi (p>0,05). İVK, ROP, RDS, NEK ve BPD Grup 2de daha yüksek oranda görülmesine rağmen, iki grup arasındaki karşılaştırmada istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı (p>0,05). Sonuç: Sonuç olarak, doğduktan sonra prematürelerin transfer edilmesi mortalite ve morbiditeyi olumsuz yönde etkilemektedir. Bu nedenle acil durumlar dışında en iyi transportun intrauterin transport olduğu, özellikle ileri derecede prematüre doğan hastaların en üst düzeyde imkanları olan merkezlerde tedavi edilmeleri gerektiği unutulmamalıdır. (Güncel Pediatri 2014;1:16-9)Öğe Güney Doğu Anadolu Bölgesi'nde Çok Düşük Doğum Ağırlıklı Prematürelerde Retinopati Sıklığı ve Risk Faktörlerinin Değerlendirilmesi(2014) Taşkesen, Mustafa; Saka, Güray; Katar, Selahattin; Ekmekçiler, BelginGiriş: Prematüre retinopatisi (PR) çocukluk döneminde görülen en önemli körlüknedenidir. İleri derecede düşük doğum ağırlıklı prematürelerin yaşam oranlarınınartmasıyla PR sıklığında da artış görülmektedir. PRnin en önemli risk faktörleri,düşük doğum ağırlığı ve erken gestasyonel dönemdir. Bu çalışmanın amacı, vücutağırlığı 1500 gramın altında doğan prematüre bebeklerde, PR risk faktörlerini veretinopati görülme oranlarını değerlendirmektir. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya Ağustos 2010-Aralık 2102 tarihleri arasındayenidoğan yoğun bakım ünitemizde izlenen doğum haftası 32 haftanın ve doğumağırlığı 1500 gramın altında olan 84 hasta alındı. Retinopati gelişen ve gelişmeyeniki grup arasında risk faktörleri açısından karşılaştırma yapıldı. Bulgular: Grup 1deki hastaların ortalama gestasyonel yaşları ve doğum ağırlıklarısırasıyla 27,86±2, 0 hafta, 1,146,66±278,58 gram idi. Grup 2deki hastaların iseortalama gestasyonel yaşları ve doğum ağırlıkları sırasıyla 29,08±1,96 hafta,1,289,36±74,77 gram idi. Hastaların %44ünde retinopati saptandı ve bunların%7,1inde ise ileri derecede retinopati geliştiği için tedavi uygulandı. Retinopatigelişen hastalarda risk faktörleri; düşük doğum haftası (p=0,007), düşük doğumağırlığı (p=0,007), transfer edilmiş olmak (p=0,01), intraventriküler kanama(p=0,04), ventilasyon süresinin uzaması (p=0,006), oksijenin uzun süre verilmesi(p=0,001) ve kan transfüzyonu (p=0,01) istatistiksel olarak anlamlı bulundu. Sonuç: PR, dünyada çocukluk yaş grubunda en önemli körlük nedenidir. Fakaterken tanı ve uygun tedaviyle körlük önlenebilir. Bu nedenle PR risk faktörlerininsaptanması önemlidir.Öğe Hipoksik iskemik ensefalopatili 80 term yenidoğan hastanın değerlendirilmesi(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2007) Katar, Selahattin; Devecioğlu, Celal; Sucaklı, İclal Ayrancı; Taşkesen, MustafaBu çalışmada 2005 Ocak - 2006 Nisan tarihleri arasında Yenidoğan ünitemizde izlenen ve hipoksik iskemik ensefalopati (HİE) tanısı konulan 80 term hastanın etyoloji, klinik, laboratuvar özellikleri ve mortalite oranları retrospektif olarak incelendi Hastaların 24 (% 30)’ü kız, 56 (% 70’i)’sı erkek idi. Gestasyonel yaş ortalaması 38.6 ± 1,3 hafta ve ortalama doğum ağırlığı 3156±561gram idi. Hastaların 37 (% 46.25)’si sezaryen, 43 (% 53.75)’ü ise normal vaginal yolla, 8 (% 10)’i evde ve 72 (% 90)’si ise hastanede doğmuştu. Hastalarımızın % 31.25’inde zor doğum, mekonyumlu doğum, müdahaleli doğum gibi doğuma ait nedenler, % 66.25’inde preeklampsi veya eklampsi, diabet gibi gebeliğe ait nedenler saptandı. Hipoksik iskemik ensefalopati Sarnat&Sarnat’a göre 33 hasta (41.25) Evre 1, 20 hasta (% 25) Evre 2, 27 hasta ise (% 33.75) Evre 3 olarak değerlendirildi. Hastaların % 33.75’inde konvulziyon gözlendi. Hastanede kalım süresi yaşayanlarda ortalama 10.6±7.7 gün ve ölenlerde ise 4.2±3.4 gün idi. Santral sinir sistemi dışındaki organ tutulumları içinde en çok etkilenen organ karaciğer ve böbrek idi ve mortalite oranı % 30 olarak saptandı. Perinatal asfiksi neonatal mortalitenin halen en önemli nedenlerinden biri olarak devam etmektedir. Özellikle sosyo-kültürel ve eğitim düzeyinin düşük olduğu bölgelerde hipoksik iskemik ensefalopati mortalite ve morbidite açısından önemli bir sağlık sorunu olarak gözlenmektedir.Öğe Hodgkin hastalığı olgularımızın 5 yıllık değerlendirilmesi(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2007) Taşkesen, Mustafa; Özbek, M.Nuri; Söker, MuratHodgkin hastalığı genellikle tek taraflı ve ağrısız olarak bölgesel lenf bezlerinin progresif büyümesi ile karakterize bir hastalıktır. Bu çalışmada 1999 ile 2004 yılları arasında Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Hematoloji-Onkoloji Kliniğinde Hodgkin hastalığı nedeniyle izlenen 20 hastanın kayıtları retrospektif olarak incelendi. Hastaların yaş ortalaması 9.3±2.4 yıl ve erkek kız (E/K) oranı 2.3 bulundu. Başvuru şikayeti olarak 17 hastada (%85) boyunda şişlik, 3’ünde (%15) ateş, gece terlemesi ve kilo kaybı, 2’sinde (%10) öksürük ve 2’sinde (%10) karın ağrısı mevcut idi. Histopatolojik değerlendirmede %60 miks sellüler, %25 lenfositten zengin, %10 nodüler sklerozan ve %5 lenfositten fakir tip saptandı. Hastaların %65’i evre 2 ve 3, %35’i ise evre 1 ve 4’de başvurmuştu. İzlem sonuçlarında 12 (%60) hastada remisyon sağlandı.Öğe İatrojenik subklinik D hipervitaminozu: Olgu sunumu(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2009) Taşkesen, Mustafa; Gümüş, Serhat; Katar, SelahattinÇocukluk çağında fi zik muayene ve laboratuar yöntemleri ile netleştirilmeden yüksek doz D vitamini kullanılması önemli yan etkilere yol açabilmektedir. Bu olgu sunumunda dört ay içinde gelişme geriliği nedeni ile beş kez D vitamini ampul (300.000 U) verilen 13 aylık kız çocuğunun klinik ve laboratuar bulguları değerlendirilmiştir. İatrojenik subklinik D hipervitaminozu tanısı öykü, laboratuar ve radyolojik bulgularla konuldu. Tetkiklerinde hiperkalsemi, parathormon düşüklüğü, 25(OH) D vitamin düzeyinin yüksekliği, hiperkalsiüri ve meduller nefrokalsinozis saptandı. Bu olgu sunumunda yanlış ve gereksiz yüksek doz D vitamini kullanımı ve komplikasyonlarının değerlendirilmesi amaçlanmıştır.Öğe Kene ısırması nedeniyle başvuran 19 olgunun değerlendirilmesi(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2008) Taşkesen, Mustafa; Okur, Nurettin; Taş, M. AliKene ısırığı Kırım Kongo Kanamalı Ateşi hastalığına yol açabilir. Bu nedenle son yıllarda başvuran olgu sayısı artmış ve bu durum önem kazanmıştır. Çalışmada Mart 2006- Nisan 2007 tarihleri arasında kliniğimize kene ısırığı nedeni ile başvuran 19 hastanın dosyaları retrospektif incelendi. Hastaların 13’ü kız (%68), 6’sı (%32) erkek ve yaş ortalaması 5.7±3.8 yıl, en sık bacak ve gövde kısmından ısırıldıkları, daha çok kırsal bölgede (%53) yaşadıkları belirlendi. Kene çıkarılma işleminin 16 (16/19) hastada hastanede yapıldığı tespit edildi. Fizik muayene incelemelerinde beş hastada ateş yüksekliği dışında patoloji bulunmadı. Laboratuar incelemelerinde (tam kan, biyokimya, koagülasyon testleri) anormal bulgu saptanmadı. Ateşi olan beş olgunun takiplerinde ateşinin düştüğü ve tekrar yükselmediği, iki olgunun aynı zamanda üst solunum yolu enfeksiyonu geçirdiği saptandı. Hastaların İl Sağlık Müdürlüğüne gönderilen kan örnekleri etken virüs açısından negatif bulundu. Ortalama 48-72 saat yatırılan hastalar takiplerinde ve laboratuar sonuçlarında anormal bulgu olmaması nedeniyle şifa ile taburcu edildiler. İzlem sonuçlarında herhangi bir komplikasyon gelişmedi.Öğe Kindler syndrome: A focal adhesion genodermatosis(2009) Lai-Cheong, Jelai E.; Tanaka, Akio; Hawche, G.; Emanuel, Patrick O.M.; Maari, Catherine H.; Taşkesen, Mustafa; Akdeniz, SedatKindler syndrome (OMIM 173650) is an autosomal recessive genodermatosis characterized by trauma-induced blistering, poikiloderma, skin atrophy, mucosal inflammation and varying degrees of photosensitivity. Although Kindler syndrome is classified as a subtype of epidermolysis bullosa, it has distinct clinicopathological and molecular abnormalities. The molecular pathology of Kindler syndrome involves loss-of-function mutations in a newly recognized actin cytoskeleton-associated protein, now known as fermitin family homologue 1, encoded by the gene FERMT1. This protein mediates anchorage between the actin cytoskeleton and the extracellular matrix via focal adhesions, and thus the structural pathology differs from other forms of epidermolysis bullosa in which there is a disruption of the keratin intermediate filament-hemidesmosome network and the extracellular matrix. In the skin, fermitin family homologue 1 is mainly expressed in basal keratinocytes and binds to the cytoplasmic tails of ?1 and ?3 integrins as well as to fermitin family homologue 2 and filamin-binding LIM protein 1. It also plays a crucial role in keratinocyte migration, proliferation and adhesion. In this report, we review the clinical, cellular and molecular pathology of Kindler syndrome and discuss the role of fermitin family homologue 1 in keratinocyte biology.Öğe Neurological presentations of nutritional vitamin B12 defi ciency in 42 breastfed infants in Southeast Turkey(2011) Taşkesen, Mustafa; Söker, Murat; Pirinççioğlu, Ayfer Gözü; Yaramış, Ahmet; Katar, SelahattinAmaç: Beslenme yetersizliğine bağlı vitamin B12 eksikliği gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkelerde yaygın olup, çeşitli nörolojik sorunlara neden olmaktadır. Bu çalışmanın amacı vitamin B12 eksikliği tanısı ile izlenen süt çocuklarının nörolojik bulgularını ve laboratuvar sonuçlarını değerlendirmektir. Yöntem ve gereç: Çalışmaya 42 hasta alındı. Tüm hastaların klinik, fiziki ve nörolojik muayene sonuçları ve kısa süreli izlem sonuçları kaydedildi. Bulgular: Hastaların 24’ü (% 57) erkek ve 18’i (% 43) kız ve tanı sırasında ortalama yaşları 13,04 ± 5,68 ay idi. Hastaların çoğunun sadece anne sütü ile beslendiği ve annelerinin hayvansal protein içeren gıdalardan yeterince tüketmedikleri saptandı. En sık başvuru semptomları hipotoni (% 100), iştahsızlık (% 92,8), nörogelişimsel (% 85,7) ve sosyal gerilik (% 80,9) idi. Sonuç: Vitamin B12 eksikliği olan çocuklarda ciddi nörolojik ve hematolojik bulgular görülebilir. Erken tanı ve tedavi, hematolojik komplikasyonlar ve nörolojik etkilenme açısından önemlidir. Tanının gecikmesi (12 ay) durumunda nörolojik etkilenme geri dönüşümsüz olabilmektedir. Gebelik döneminde annelere vitamin B12 desteği ve süt çocuklarına tamamlayıcı besinlerin zamanında verilmesi nörolojik defisitlerin ve nörogelişimsel geriliğin oluşmasını önleyebileceğini düşünmekteyiz.Öğe Nutritional megaloblastic anemia during childhood: Demographical, clinical and laboratory features of 134 patients from southeastern part of Turkey(2009) Taşkesen, Mustafa; Okur, Nilüfer; Katar, Selahattin; Okur, Nurettin; Söker, Murat; 0000-0001-8463-2723Background & aims: Nutritional megaloblastic anemia is a common disease among young children in the developing and underdeveloped countries. The aim of this study was to examine the laboratory and clinical characteristics of megaloblastic anemia patients diagnosed at Pediatric Hematology Unit of Dicle University Hospital. Methods: Between March 2002 and February 2007, a total of 665 patients with anemia were examined and 134 (20%) cases were diagnosed with nutritional megaloblastic anemia. Medical records of 134 patients (74 male, 55.2%; 60 female, 44.8%) were evaluated retrospectively. Results: Of these, 126 (94%) were from low socio-economical backgrounds and 110 (82%) were younger than 2 years of age. The most common reasons for admission were paleness (48%), high fever (29%), diarrhea (23%), weakness (21%), irritability (21%), failure to thrive (18%), vomiting (16%), and neurological findings such as tremor (16%) and inability to walk (2%). The diagnosis was based on physical examination, peripheral blood smear, complete blood count, vitamin B12, and folate levels in all patients. Bone marrow aspiration was made only in 41 patients. This sample population contained a high proportion of young children from lower socio-economical backgrounds (82% <2 y and 94% from lower socio-economical background). Conclusions: The diagnosis of nutritional megaloblastic anemia should always be borne in mind in young children presenting with anemia in the developing and underdeveloped countries.Öğe Tüberküloz menenjitli çocuklarda kranial BT ve MRI bulgularının irdelenmesi(2016) Taşkesen, Mustafa; Taş, M. AliTüberküloz menenjitte nörolojik ve mental defisit bulunmayan bir iyileşme, hastalığın erken teşhis edilmiş ve enerjik bir tedaviye alınmasına bağlıdır. Enfeksiyonun başlangıcından altı ay içinde gelişen primer veya milier tüberkülozun erken bir komplikasyonudur. 6ay - 2 yaş arası çocuklarda daha sıktır. Tüberküloz menenjitin ilk döneminde tedavisi yapılan hastaların hemen hemen tümü sekelsiz olarak iyileşirler. Erken dönemlerde tanı ve tedavisi yapılmadığı taktirde %50-70'lere varan mortalite oranına sahip bir hastalıktır. Çalışma Dicle Üniversitesi Çocuk İnfeksiyon Hastalıkları Kliniğinde yatırılan ve daha sonra kontrol polikliniğinde takip edilen 142 hasta alındı. 91 hasta (%64) erkek, 51 ise (%36) kız ve erkek/kız oranı 1.78 olarak bulundu. Yaşları 5 ay-15 yaş arası değişen hastaların yaş ortalamalarını 4.50 yıl olarak bulduk. En sık başvuru semptomu olarak ateş ve kusma bulundu. BCG aşısı 23 (23/129) hastada (%17.8) yapılmış, 106 hastada (%82.2) ise maalesef aşı yapılmamıştır. 22 (22/107) hastada (%20,5) PPD pozitif bulunmuştur. Hastalar en çok stage 3'te ve 2'de başvurmuşlardır. Kliniğe başvurudan sonraki ilk 2-3 günde kranial BT, 5-10 gün içinde ise kranial MRI çekimleri yapılmıştır. Kranial BT çekilmiş (134/142) hastalarda en sık %91.7olarak hidrosefali daha sonra14 hastada (%10,4) serebral enfarkt ve beyin ödemi, 13 hastada (%9.7) meningeal ve parankimal tutulum, 11 hastada (%8.2) basal sisternada tutulum, sekiz hastada (%5.9) serebral atrofi, yedi hastada (%5.2) tüberkülom ve son olarak da üç (%2.2) hastada sonuç normal bulundu. Kranial MRI çekilmiş (33/142) hastalarımızda yine en sık %75.7 olarak hidrosefali, daha sonra %48.4 meningeal ve parankimal tutulum, %45.4 basal sisternada tutulum, %30.2 serebral enfarkt, %15.1 tüberkülom ve %6.0 hastada ise serebral atrofi olduğu görüldü. Sonuç olarak klinik ve anormal BOS bulguları olarak tüberküloz menenjit düşünülen hastalarda hastalığın erken tanı ve tedavisi için, erken dönemde en az bir kranial görüntülemenin çok yararlı olabileceğini düşünüyoruz. Anahtar kelimeler: Tüberküloz menenjit, çocuk, kranial BT, kranial MRI