Yazar "Oğuz, Abdullah" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 20 / 24
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe 1829 Apendektomi Materyalinin Retrospektif Olarak Değerlendirilmesi(2015) Oğuz, Abdullah; Dursun, Fatma Şule; Alabalık, Ulaş; Büykbayram, Hüseyin; Soylu, Berat; Türkçü, Gül; İbiloğlu, İbrahimAmaç: Akut apandisit en sık acil operasyon gerektiren akut batın nedenidir. Akut apandisit nedeni ile yapılan apendektomilerde nadirde olsa tümörlere rastlanır. Bu çalışmada amacımız akut apandisit ön tanısı ile yapılan apendektomilerde saptanan patolojileri geriye dönük olarak incelemektir.Gereç-yöntem: Ocak 2008- Kasım 2014 tarihleri arasında akut apandisit ön tanısı ile ameliyat edilen ve apendektomi materyalleri incelenen 1829 olgunun patoloji raporu geriye dönük olarak incelendi. Olguların yaş, cinsiyet ve patolojik tanıları kaydedildi.Bulgular: Çalışma kapsamında değerlendirilen olguların erkek/kadın oranı 1,28 olarak saptandı. Yaş dağılımları 2 ay ile 91 yaş arasında değişmekte idi. Akut apandisitin en sık izlendiği yaş aralığı 20-29 yıl olarak bulundu.Olgular histopatolojik olarak incelendiğinde, olguların % 71,3'ü akut apandisit tanısı alırken % 1,2'i apendiks neoplazisi tanısı almıştı. Negatif tanı alan olguların sayısı 497 idi. Yetişkin olgularda bu oran %25,9 iken çocuk olgularda %30,5 olarak gözlendi. Apendektomi materyallerinin %1,6'sında insidental olarak nadir görülen patolojiler izlendi. Nadir görülen patolojiler içerisinde 22 olguda (%1,2) neoplastik lezyon saptandı. Kadın ve erkek olgular hastalıkları açısından karşılaştırıldığında apendiks neoplazisi gelişimi açısından farklılık izlenmedi (p=0,288).Sonuç: Akut apandisit ön tanısı ile apendektomi uygulanan olguların apendiks materyallerinin histopatolojik olarak incelenmesi insidental olarak benign veya malign tümörleri tespit edilebileceğinden dolayı oldukça önemlidir.Öğe Akut nekrotizan pankreatitli hastalarda cerrahi tedavi sonuçları ve mortaliteye etkili faktörler(Modestum Publishing Ltd., 2012) Aliosmanoğlu, İbrahim; Gül, Mesut; Tekeş, Fırat; Türkoğlu, Ahmet; Ülger, Burak Veli; Uslukaya, Ömer; Oğuz, AbdullahAmaç: Akut nekrotizan pankreatit, seyri sırasında parankim nekrozu geliştiği için şiddetli akut pankreatit ile özdeşleşmiş, morbidite ve mortalitesi hala yüksek olan bir durumdur. Bu çalışmadaki amacımız akut nekrotizan pankreatit nedeniyle cerrahi uygulanan hastalarda mortaliteyi etkileyen faktörleri incelemek ve cerrahi tedavi sonuçlarımızı sunmaktır. Gereç ve yöntem: Kliniğimizde 2006-2012 yılları arasında akut nekrotizan pankreatit nedeniyle ameliyat edilen 38 hastanın özellikleri, Ranson ve APACHE II skorları retrospektif olarak kaydedildi. Bulgular: Çalışmaya dahil edilen hastaların 11’i (%28.9) erkek, 27’si (%71.1) kadın ve yaş ortalamaları 55.1±16.0 idi. Yaş, C-reaktif protein, amilaz ve karaciğer enzimleri, pankreatit etiyolojisi, ameliyat sonrası görülen komplikasyonlar ile mortalite arasında ilişki saptanamadı (p>0.05). Beyaz küre değerleri, nekroz alanının genişliği, başvuru anındaki APACHE II ve Ranson değerlerinin mortalite üzerindeki ilişkisi anlamlı idi (p<0.05). Sonuç: Akut nekrotizan pankreatit tedavisi zor ve mortalite oranları hala yüksek seyreden bir hastalıktır. Çalışmamızda hastaların beyaz küre değerleri, Ranson değerleri, APACHE II skorlarının ve nekroz genişliğinin mortalite üzerine negatif etkili olduğunu saptadık. Hasta stabilize edilemiyorsa veya cerrahi için gereken endikasyonlar varsa, hasta ameliyat edilebilecek duruma gelir gelmez cerrahi planlanmalıdır.Öğe Comparison of local rosmarinic acid and topical dexpanthenol applications on wound healing in a rat experimental wound model(Via Medica, 2021) Küba, M. C.; Türkoǧlu, Ahmet; Oğuz, Abdullah; Tuncer, Cudi Mehmet; Kaya, Suheyla; Başol, Ömer; Bilge, Hüseyin; Tatlı, FarukBackground: The aim of the study was to compare the effects of rosmarinic acid and dexpanthenol in a rat experimental wound model. Materials and methods: Twenty-four Wistar albino rats weighing 200-250 g were randomly divided into three groups. After 2-cm full-thickness skin defects were created, the wounds were washed with sterile 0.9% NaCl solution. After washing, the control group was left untreated, the second group received 5% dexpanthenol cream, and the third group received 10% rosmarinic acid cream. Before excision, the skin was evaluated macroscopically by measuring the reduction in wound size; after excision, histological examination (epithelisation, inflammation, fibrosis, granulation) was performed. Results: Macroscopic comparison of the wound sizes showed that group 3 showed a statistically significant difference in wound size reduction compared to the other two groups. Histopathological examination showed that there was no statistically significant difference between the groups. We found that the rosmarinic acid group had greater wound size reduction than the other two groups. However, epithelialisation was detected in fewer cases. Conclusions: We believe that rosmarinic acid can be used as a topical cream for wound healing, as it leads to significant reduction in wound size, resulting in fewer scars.Öğe Diagnosis of Bride Ileus By Multidetector CT andSurgical Correlation(2014) Oğuz, Abdullah; Hamidi, Cihad; Yavuz, Alparslan; Çetinçakmak, Mehmet Güli; Teke, Memik; Göya, Cemil; Hattapoğlu, SalihAmaç: Amacımız brid ileus ön tanılı hastaların cerrahi bilgileri ve patoloji sonuçları ışığında çok kesitli bilgisayarlı tomografi bulgularını retrospektif olarak değerlendirmektir. Yöntem: Çalışmamıza Ocak 2010 ve Ocak 2014 dönemleri arasında genel cerrahi servisine başvurmuş ve operasyon sonrasında brid ileus kesin tanısı alan yaşları 13-87 arasında değişen 35'i kadın, 30'u erkek toplam 65 olgu dâhil edildi. Hastalarımızın tüm abdomen BT çekimleri 64 kesitli çok kesitli BT cihazıyla; ksifoid proçesten başlayarak simfizis pubise kadar inguinal kanal orifislerini de içine alacak şekilde nefes tutturularak yapıldı. Radyolojik bulgular cerrahi ve patoloji verileriyle beraber istatistiksel olarak karşılaştırıldı. Bulgular: Brid ileusu tesbit etmede çok kesitli bilgisayarlı tomografi'nin sensitivitesi %91, spesifitesi 44 olarak saptandı. Vakalarımızın %72'sinde ince barsak tipi, %28'inde ise kalın barsak tipi obstrüksiyon saptandı. İleuslu olgularımıza eşlik eden mezenterik kirlenme, batında serbest mayi, "inci dizisi" bulgusu ve geçiş zonu ile barsak obstrüksiyonu arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki saptandı (p<0.05). Sonuç: Çok kesitli bilgisayarlı tomografi brid ileuslu hastalarda obstrüksiyonun varlığı, seviyesi ve ikincil olarak oluşan bulguların değerlendirilmesinde etkili görüntüleme yöntemidir.Öğe Emergency surgery of obstructed carcinoma of the left colon with perforation of the cecum: Colectomy and anastomosis series(Türk Kolon ve Rektum Cerrahisi Derneği, 2023) Dalbaşı, Erkan; Tüzün, Abidin; Durgun, Cemalettin; Oğuz, AbdullahAim: The operation of choice for obstructed carcinoma of the left-side colon with perforation on the cecum is controversial. This study evaluated the timing of subtotal/total colectomy in acutely obstructed carcinoma of the left-side colon with perforation on the cecum. Method: Twelve patients with cecal perforation due to obstructed left-side colon tumor were included in this study. The patients were evaluated for age, gender, application time, presence of systemic diseases, Acute Physiology and Chronic Health Evaluation II scores, primary tumor localization, tumor stage, type of surgical operation, Mannheim Peritonitis Index, morbidity, and mortality. Results: Seven adenocarcinomas were localized on the left colon, three were localized on the midsigmoid, and two were localized on the rectosigmoid junction. All patients had a massively distended colon with perforation on the cecum. Seven patients underwent subtotal colectomy, while five patients underwent total colectomy. After the resection, anastomosis was performed using a circular stapler. After anastomosis, loop ileostomy was performed on the right side of the abdomen for all patients for anastomosis safety. Conclusion: This study suggests that resection, anastomosis, and protective loop ileostomy are viable surgical alternatives, even in emergency conditions, if they can be performed together with decompression and peritoneal lavage in the surgical treatment of cecum perforation due to obstructed left colon tumors.Öğe Gallstone obstruction in anastomotic stricture: A very rare case(Modestum Ltd., 2014) Ülger, Burak Veli; Uslukaya, Ömer; Oğuz, Abdullah; Gündüz, Ercan; Teke, Memik; Baç, BilselGallstone ileus is a rare but serious complication of cholelithiasis. It is a rare cause of small bowel obstruction but it accounts up to 25% of non-strangulated small bowel obstructions in elderly. Obstruction usually occurs in the terminal ileum. Although the most frequent mechanism of gallstone ileus is migration of the gallstone through a gallbladder-duodenal fistula, there have been cases of bowel obstruction caused by gallstones without any findings of bilio-enteric fistula during the operation. The diagnosis is usually delayed due to nonspecific clinical signs and symptoms. Abdominal computerized tomography (CT) scan is the optimal way to diagnose the gallstone ileus. It can identify the site and nature of the obstruction. The optimal surgical approach is a matter of debate. Enterolithotomy is the most performed operation. One stage operation should be performed in selected low risk patients. In this study, we report a 55 years old male patient who underwent surgical intervention due to gallstone ileus. During the operation, we observed that two individual gallstones lead to obstruction in anastomotic stricture which was due to the patient's prior small bowel resection. Also, no fistula was found during the operation between the gall bladder and the gastrointestinal tract of patient. The gallstones were removed by enterolithotomy. Because there was no gallstone in the gallbladder, we did not perform cholecystectomy. J Clin Exp Invest 2015; 6 (1): 72-74.Öğe Hepatik iskemi reperfüzyon hasarında Curcumin'in karaciğer ve uzak organ üzerine etkilerinin araştırılması(2016) Oğuz, Abdullah; Kapan, MuratGiriş ve Amaç Karaciğer kan akımın kesilmesi sonucu ortaya çıkan iskemi / reperfüzyon( I/R) hasarının karaciğer ve uzak organlar üzerindeki etkilerinin azaltılmasında doğal bir ürün olan curcuminin etkinliğinin histopatolojik ve biyokimyasal olarak araştırılması amaçlanmıştır. Hepatik iskemi reperfüzyon modellerinde ise; son zamanlarda ülkemiz dâhil birçok merkezde başarıyla uygulanan karaciğer transplantasyonları sonrası ortaya çıkan reperfüzyon hasarlarının mekanizmasının ortaya konması ve buna yönelik yeni yaklaşımları getirilmesine odaklandığını, ayrıca karaciğer ve safra yollarına yönelik yapılan cerrahi girişimler esnasında yapılması zorunlu hale gelen pringle manevrası ile ortaya çıkan karaciğer iskemisine bağlı olarak ortaya çıkan reperfüzyon hasarının engellenmesine yönelik yaklaşımların oluşturulmasını amaçlanmaktadır. Ayrıca ortaya çıkan iskemi reperfüzyon hasarının sadece ilgili organı değil, özellikle akciğer ve böbrek başta olmak üzere diğer organlarıda etkilediği ve organizmada sistematik bir yanıtın oluşmasına neden olduğu da bilinmektedir. Bu nedenle aynı ajanın diğer organlar üzerine etkilerinin ortaya konması bu çalışmanın bir diğer hedefidir. Curcumin (diferuloylmethane), hem antiinflamatuvar hemde antioksidan özellikleri bulunan ve Curcuma Longa (zerdeçal) adı verilen bitkinin esas pigmenti olup fenolik bir birleşiktir. Curcumin’in Vitamin C ve E ile karşılaştırılabilir düzeyde antioksidan aktivitesi bulunduğu, endojen antioksidan savunma enzimlerini arttırdığı ve peroksinitrit (OONO-) oluşumunu azalttığı, aynı zamanda reaktif oksijen radikallerinin atımını kolaylaştırdığı ve lipit peroksidasyonunu inhibe etme etkisi olduğu literatür çalışmalarıyla ortaya konmuştur. Materyal ve Metot: Çalışmamızda 10’ar hayvandan 4 grup olmak üzere 40 hayvan kullanıldı. Birinci gruba laparatomi yapılıp hiçbir ajan verilmezken ikinci gruba curcumin verildi. Üçüncü gruba laparatomi yapıp hepatoduedonal ligamanın 30 dakika klemplenip, daha sonra 30 dakika reperfüzyon uygulandı. Dördüncü gruba ise üçüncü gruba ek olarak curcumin verildi. Deneysel çalışma sırasında; curcumin kapsülleri açılarak toz halinde hassas terazide tartılarak hayvanlar için gerekli uygun doz oluşturulduktan sonra serum fizyolojik ile sulandırılarak oral gavaj yoluyla iskemiden 15 dakika önce verildi. 1 ve 2. Gruplarda deney başladıktan 60 dakika sonra, 3 ve 4. Gruplarda reperfüzyon başlangıcından 30 dakika sonra (tüm gruplarda deney süresi 60 dakikadır) biyokimyasal inceleme için kan alınarak hayvanlar sakrifiye edildi. Eş zamanlı olarak karaciğer, akciğer ve böbrek dokularının çıkarılarak biyokimyasal ve histopatolojik olarak incelendi. Bulgular: Plazmanın değerlendirilmesi sonucu; iskemi/reperfüzyon grubu iskemi/reperfüzyon + curcumin grubuyla karşılaştırıldığında Malonildialdehid (MDA) değerleri daha yüksek, Antioksidan aktivite (AOA) değerleri ise daha düşüktü. MDA değerleri arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı (p<0,001) iken, AOA değerleri arasındaki fark (p>0.05) anlamlı değildi. Doku örneklerinin biyokimyasal ve histopatolojik değerlendirilmesi sonucu; iskemi/reperfüzyon grubu iskemi/reperfüzyon + curcumin grubuyla karşılaştırıldığında AOA değerlerinin iskem/reperfüzyon + curcumin grubunda daha yüksek, total oksidan aktivitenin (TOA) daha düşük olduğu, histopatolojik skorların daha iyi olduğu görüldü. Ancak bu farklılıklar istatistiksel olarak anlamlı değildi (p>0.05) Sonuç: Curcumin hepatik iskemi reperfüzyon hasarının karaciğer ve uzak organlar üzerine etkisini kısmen azaltmasına rağmen, bu farklılık istatistiksel olarak anlamlı değildir. Anahtar Kelimeler: Hepatik iskemi-reperfüzyon, curcumin, karaciğer, uzak organÖğe Hipertiroidizm ile tiroid kanseri birlikteliği(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2014) Taşkesen, Fatih; Uslukaya, Ömer; Oğuz, Abdullah; Ay, Enver; Kuzu, Hekim; Gümüş, Metehan; Girgin, Sadullah; Baç, BilselAmaç: Tiroid kanseri hipertiroidizmin nedeni olabilen Graves hastalığı, toksik multinodüler guatr veya toksik nodüler guatr ile ilişkili olabilir. Bu çalışmanın amacı endemik guatır bölgesi olarak kabul edilen bölgemizde hipertiroidi tanısı almış, tiroidektomi yapılmış ve tiroid kanseri tespit edilen hastaları retrospektif olarak değerlendirmektir. Yöntemler: 2006 ve 2012 yılları arasında hipertiroidili 69 hasta retrospektif olarak incelendi. Klinik hipertiroidizm Triiyodotironin/Tiroksin (T3/T4) seviyelerinin yüksekliği ve TSH düzeyinin düşüklüğü, klinik bulgular ve semptomlar ile tanı konuldu. Cerrahi operasyon için kriterler; malignitenin sitolojik olarak kanıtlanması, guatırın özafagusa veya trakeaya bası semptomlarına neden olması, antitiroid ilaç tedavisinin yan etkileri veya antitiroid ilaçlara cevapsızlıktı. Bulgular: Hastaların 20 (%28,9)’de toksik multinodüler guatr, 28 (%40,6)’de Graves hastalığı, 21 (%30,5)’de toksik nodüler guatr tanısı almış 69 hasta vardı. Bu hastalardan 12 (%17,4)’de tiroid kanseri tespit edildi. Sonuç: Hipertiroidili hastalarda malignite ihtimali düşük olsa da şüpheli lezyonlar, nodüller ve boyunda saptanan lenf adenopatiler ayrıntılı olarak incelenmelidir.Öğe Hydatid disease localized in mesorectum: Case report(Modestum Publishing Ltd., 2015) Oğuz, Abdullah; Gümüş, Metehan; Türkoğlu, Ahmet; Göya, Cemil; Alabalık, Ulaş; Böyük, AbdullahHydatid disease is a parasitic disease, which is caused by echinococcus and often located in the liver and lung but occasionally found in other organs. Only one previous study reported localization in the mesorectum. In this case report, we present a 27-year-old male, as a second case in the literature, with a hydatid cyst located in the mesorectum. Abdominopelvic computed tomography revealed cystic masses localized in the mesorectum with no pulmonary or hepatic involvement. Pre-operative cyst hydatid IgG (1/1000) was positive, and the preliminary diagnosis was hydatid disease. The patient underwent partial cystectomy. Macroscopic and microscopic examination of the specimens confirmed the hydatid cyst. This case report demonstrates that hydatid disease should be taken into consideration in the differential diagnosis of a cystic mass in any anatomic localization, especially in endemic areas. J Clin Exp Invest 2015; 6 (1): 75-77.Öğe İleusun nadir bir nedeni: Gezici dalak(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2015) Oğuz, Abdullah; Uslukaya, Ömer; Ülger, Burak Veli; Türkoğlu, Ahmet; Bozdağ, ZübeyirGezici dalak, dalağın uzun bir vasküler pedikül yapısı ile birlikte dalağı normal yerinde tutan peritoneal bağların yokluğu sonucu nadir görülen bir klinik tablodur. Yirmi ile kırk yaşlar arasındaki kadınlarda daha sık görülür. Konjenital ve edinilmiş faktörler etyolojide rol oynamaktadır. Klinik tablo asemptomatik olabileceği gibi bası sonucu gastrointestinal semptomlar ve torsiyon sonucu akut batına neden olan ağrılı abdominal bir kitle şeklinde de ortaya çıkabilir. Tanı tesadüfen veya başka patolojileri araştırırken yapılan ultrasonografi ve bilgisayarlı tomografi gibi radyolojik görüntülemelerle konulur. Şüpheci yaklaşım tanıya yardımcıdır. Tedavisi cerrahi olup splenopeksi ilk seçenek olmalıdır. Detorsiyon sonrası iskeminin devam etmesi durumunda, ya laparoskopik ya da laparotomi ile splenektomi yapılmalıdır. Bu makalede ileusa neden olan gezici dalağa sahip 37 yaşında bayan hasta sunulmaktadır. Laparaskopik splenektomi uygulanmıştır. Gezici dalak ileus ve akut karın sebepleri arasında düşünülmesi gereken nadir bir klinik tablo olduğunu düşünmekteyiz.Öğe Kolesistektomili hastalarda akut biliyer pankreatit(2012) Uçmak, Feyzullah; Ülger, Burak Veli; Uslukaya, Ömer; Aliosmanoğlu, İbrahim; Oğuz, Abdullah; Gül, Mesut; Türkoğlu, AhmetAmaç: Bu çalışmada kolesistektomi sonrası akut biliyer pankreatit geçiren hastaların analiz edilerek tedavilerini irdele- meyi amaçlamışlar. Gereç ve Yöntem: Akut biliyer pankreatit tanısı konan ve daha önce kolesistektomi uygulanan 22 hasta retros- pektif olarak incelendi. Hastaların demografik özellikleri, hastalık şiddeti, kolesistektomiden sonra geçen süre, endoskopik retrograd kolanjiyopankreotografi (ERCP) ve endoskopik sfinkterotomi (ES) yapılıp yapılmadığı, uygulanan ameliyat, hastanede yatış süreleri ve mortalite kaydedildi. Bulgular: Toplam 22 hastanın yaş ortalaması 60.14±16.4 (21-86) yıl ve kadın erkek oranı 14/8 idi. Kolesistek- tomiden sonra geçen süre ortalama 81.7 (6-240) ay bulundu. ERCP ile 18 hastada koledok kanalından taş ve çamur tespit edilirken, 4 hastada ise etken tesbit edilemedi. On sekiz hastanın 14’ü taş ekstraksiyonu ve ES yapılarak başarılı bir şekilde tedavi edilirken, 4 hastada ERCP başarılı olamadı. Taş tespit edilip çıkartılamayan 4 hastanın 3’üne açık cerrahi ile koledok eksplorasyonu yapıldı. Bir hastada mortalite gelişti. Mortalite gelişen hariç diğer hastaların hastanede ortalama kalış süresi 8.5±3.5 gün idi. Sonuç: Kolesistektomi sonrası safra kanalı taşlarının bir kısmı semptom vermeden uzun süre sessiz kalabilir. Ancak bir kısmı ise aylar veya yıllar sonra potansiyel olarak mortal seyreden akut pankreatite neden olurlar. Tedavide ERCP ve ES standart tedavi yöntemidir. ERCP ve ES’de başarısız kalınan hastalar laparoskopik ve açık cerrahi ile koledok eksplorasyonu yapılarak tedavi edilebilirler.Öğe Laparoskopik feokromasitoma cerrahisinde anestezi yönetimi: Olgu sunumu(Modestum Publishing Ltd., 2014) Akelma, Hakan; Yıldırım, Zeynep Baysal; Karaman, Haktan; Oğuz, Abdullah; Kavak, Gönül Ölmez; Güzel, Abdulmenap; Doğan, ErdalFeokromasitoma adrenal medulla kromafin hücreleri kaynaklı nöroendokrin bir tümördür. Hipertansiyon, baş ağrısı, terleme, çarpıntı ve anksiyete gibi semptomlar gösteren değişken bir kliniğe sahiptir. Tanıda idrarda vanilmandelik asit ve metanefrinlerin tayini en duyarlı test olarak kabul edilmektedir. Tümörün lokalizasyonunun belirlenmesinde bilgisayarlı tomografi ve magnetik rezonans görüntüleme kullanılabilir. Anestezi indüksiyonu ve cerrahi manipulasyonlar katekolaminlerin katastrofik salınımına yol açmaktadır. Bu nedenle doğru preoperatif farmakolojik hazırlık bu hastalarda hayati önem taşımaktadır. Tedavi, ?-blokörlerle tehlikeli hemodinamik dalgalanmayı engelledikten sonra primer tümörün ve mümkün ise metastazların tam cerrahi rezeksiyondur. Günümüzde laparoskopik adrenalektomi birçok adrenal kitlede standart tedavi yöntemi olarak açık cerrahinin yerini almaya başlamıştır.Öğe Laparoskopik splenektomi klinik deneyimimiz: 38 hastanın sonuçları(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2015) Bozdağ, Zübeyir; Türkoğlu, Ahmet; Taşdemir, Bekir; Oğuz, Abdullah; Dal, Sinan; Karakuş, Abdullah; Budak, Hıdır; Gümüş, MetehanAmaç: Laparoskopik splenektomi hematolojik hastalıkların tedavisinde son dönemlerde yaygın olarak kabul görmeye başlamıştır. Bu çalışmada laparoskopik splenektomi uyguladığımız hastalarımızın sonuçlarını sunmayı amaçladık. Yöntemler: Kliniğimizde 2012 – 2015 yılları arasında hematolojik hastalıklar nedeniyle laparoskopik splenektomi yapılan 38 hastanın kayıtları retrospektif olarak incelendi. Bulgular: Laparoskopik splenektomi uygulanan hastaların 15’i erkek, 23’ü kadın olup, ortalama yaş 33,9 ± 12,9 idi. Splenektomi endikasyonları; 34 hasta idiyopatik trombositopenik purpura (ITP), 4 hasta herediter sferositoz (HS) idi. Cerrahi eksplorasyonda 7 hastada aksesuar dalak tespit edilerek çıkarıldı. Safra kesesinde taş olan 2 HS’li hastaya aynı seansta laparoskopik kolesistektomi uygulandı. Bir hastada diseksiyon esnasında görüşü engelleyen hemoraji nedeniyle açığa geçildi. Postoperatif dönemde bir hastada atelektazi ve bir hastada yara yerinde yağ nekrozu gelişti. Ayrıca bir hastada trombositoz gözlendi. ITP’li 4 hastada geçici, iki hastada kalıcı refrakter trombositopeni nedeniyle hematolojik tedaviye devam edildi. Bu hastalara operasyon sonrası yapılan dalak sintigrafisinde bir hastada aksesuar dalak tespit edildi. Ortalama hastanede yatış süresi 2,6 ± 0,7 gün olarak bulundu. Sonuç: Hematolojik hastalık nedeniyle uygulanacak splenektomilerde laparoskopik splenektomi; daha az hastanede kalış süresi ve morbidite ile ilk seçenek tedavi modalitesi olarak düşünülebilir.Öğe Median arcuate ligament (Dunbar) syndrome: Laparoscopic management and clinical outcomes of a single centre(Wolters Kluwer Medknow Publications, 2021) Kafadar, Mehmet Tolga; Oğuz, Abdullah; Aday, Ulaş; Bilge, Hüseyin; Başol, ÖmerBackground: Median arcuate ligament syndrome (MALS) is a condition characterised by chronic abdominal symptoms associated with median arcuate ligament (MAL) compression of the coeliac artery. Aim: In this observational study, we aimed to evaluate the outcomes of laparoscopic treatment in patients with MALS. Materials and Methods: The data of ten patients with MALS who were subjected to laparoscopic sectioning of the MAL were retrospectively reviewed. The following data were evaluated: age, gender, clinical and diagnostic test findings, American Society of Anaesthesiologists score, operative findings and complications and mortality, hospital stay duration and hospital readmission. The diagnosis of MALS was established by computed tomography (CT) angiography. Results: Six (60%) of ten patients with MALS were female and four (40%) were male. The mean age was 42.4 +/- 12.3. The main symptoms were epigastric pain (100%) and weight loss (60%). CT angiography showed high-grade stenosis of the anterior wall of the proximal coeliac trunk and post-stenotic dilation caused by extrinsic compression of the MAL. Surgical procedure was uneventful in all patients. Operating time was 155.5 min (120-200) and intra-operative blood loss was 150 ml (100-250). Length of stay was 3.1 day (2-9), with no mortality. The post-operative complications developed in two female patients. One of them developed ileus and the other patient developed pulmonary thromboembolism. At 6-month follow-up, all patients were asymptomatic. Conclusion: Laparoscopic decompression is an effective treatment for MALS and can provide symptomatic relief. This method may be the preferred modality of treatment in view of its lack of morbidity and good results.Öğe Nadir bir akut karın sebebi: Situs inversus totalisli hastada akut apandisit Türkçe(Harran Üniversitesi, 2012) Oğuz, Abdullah; Önder, Akın; Taşkesen, Fatih; Gül, Mesut; Arslan, Muhammet; Kapan, MuratAkut apandisit en sık cerrahi girişim gerektiren karın ağrısı nedenir. Situs inversus totalisli hastalarda apandiks sol alt kadranda yer alır. Yazımızda sol alt kadran ağrısı ile başvuran ve akut apandisit tanısı alan bir situs inversus totalis olgusu sunulduÖğe Patient management and clinical outcomes in non-traumatic small bowel perforations(Modestum Publishing Ltd., 2015) Türkoğlu, Ahmet; Ülger, Burak Veli; Uslukaya, Ömer; Oğuz, Abdullah; Zengin, Yılmaz; Taş, İlhan; Gül, Mesut; Arıkanoğlu, ZülfüObjective: The aim of this study was to report our management and outcomes of patients who underwent surgery with the diagnosis of non-traumatic small bowel perforation. Methods: The records of 30 patients who underwent surgery for non-traumatic small bowel perforation between 2005 and 2013 were examined. Age, gender, complaints, duration of symptoms, comorbid disease(s), perforation location, length of stay in hospital, etiology, surgical treatment, morbidity, and mortality data were recorded. Patients were divided into two groups, survivors and nonsurvivors, and their features were compared. Results: The mean age of the patients was 51.3±19.9 years. Signs of peritoneal irritation were present in 22(73.3%) patients. In surgical exploration, generalized purulent peritonitis was observed in 14(46.6%) patients, while localized peritonitis was observed in the others. Bowel resection was performed in 27(90%) patients, while primary suture was performed in only 3(10%) patients. A diverting ileostomy was performed in 18(60%) patients. Mortality was observed in 9 (30%) patients. Duration of the symptoms and multiple perforations were significantly higher in non-survivors. Conclusion: A delay in diagnosis and presence of multiple perforations are the most important causes of mortality. Every effort should be made to avoid delay in diagnosis; however, once the diagnosis is delayed, especially in patients with multiple perforations, extensive surgery such as bowel resection and ileostomy should not be avoided. J Clin Exp Invest 2015; 6 (2): 130-134.Öğe Perineal and abdominal approaches in the surgical treatment of rectal prolapse: Our 10-year clinical experience(İstanbul Bağcılar Eğitim ve Araştırma Hastanesi, 2021) Başol, Ömer; Bilge, Hüseyin; Akpulat, Faik Veysel; Yaman, Gizem; Oğuz, AbdullahObjective: Rectal prolapse is a rare condition characterized by protrusion of the rectum with all its layers from the anus. It is a disease that causes social and functional problems. In this study, it was aimed to investigate the abdominal and perineal approaches together with postoperative early and late results in our patients who underwent surgical treatment for rectal prolapse. Method: The records of 39 patients who were operated on with the diagnosis of rectal prolapse between 2010 and 2020 in the Department of General Surgery, Dicle University Faculty of Medicine were evaluated retrospectively. Demographic and physical examination findings of the patients, surgical methods applied, early and late postoperative complications, recurrence and mortality rates were recorded. Results: The most common complaints on admission to the hospital were gas control disorder, difficulty in defecating and getting wet with mucus. On physical examination, stage 1 rectal prolapse was found in 12.8% of the patients, and full-thickness prolapse was found in the other patients. The mean age of 39 patients included in the study was 36 (14- 88) years. Of the patients included in the study, 14 (35.9%) were female and 25 (64.1%) were male. Surgery was performed with an abdominal and perineal approach in 53.8% of the patients, while laparoscopy was performed in 46.2%. The most frequently used abdominal surgical technique was Notaras (35.8%). The most common perineal approach technique was Altemeier (5.1%). Patients who underwent the perineal approach were older and had a shorter hospital stay, and it was often performed under regional anesthesia. Complications developed in the early postoperative period in 10.4% of the patients. The median hospital stay was 5 days (2-19) and the follow-up period was 13 months (9-19). Postoperative mortality did not occur in any of the patients. Hospital stay was significantly shorter in patients who underwent laparoscopic surgery. There was no statistical difference in terms of early postoperative complications and recurrence. Conclusion: Although more than a hundred surgical procedures have been described to date for the treatment of rectal prolapse, the ideal treatment method is still unclear. In terms of surgical treatment, the results of abdominal or perineal approaches to be applied are similar, considering the risk factors, patient findings and surgeon’s experience.Öğe The prognostic significance of serum lactate dehydrogenase to albumin ratio in pancreatic ductal adenocarcinoma(Hacettepe University Faculty of Medicine, 2023) Bilge, Hüseyin; Başol, Ömer; Demir, Baran; Oğuz, AbdullahObjective: This study was performed to investigate the prognostic role of lactate dehydrogenase/albumin ratio (LAR) and pancreatic ductal adenocarcinoma (PDAC) with initial curable resection treatment. Materials and Methods: This retrospective study was conducted with the data of patients with resectable PDAC. The (ROC) analysis showed that the optimal sill value for pretreatment LAR was 91.43 and this threshold value was used in other analyses. Univariate and multivariate analyses were performed to determine the prognostic factors for overall survival (OS). Results: Our study consisted of 70 patients with a mean age of 59.5±13.2 years and 37 (52,9%) women. OS was 50 months in LAR <91.43 (n = 32) patients and 27,7 months in LAR≥91.43 (n=38) patients, respectively. Kaplan–Meier curves showed that LAR≥91.43 was significantly associated with worse OS (p=0.029). Multivariate analyses proved that LAR was an independent predictor in resectable PDAC patients (p=0.017). Conclusion: Our results showed that a high pre-treatment LAR level was a unfavorable prognosticator in PDAC patients undergoing curative resection. LAR has the potential to be a prognostic biomarker in clinical practice.Öğe Protective efficacy of rosmarinic acid on acute pancreatitis in rats(2022) Rençber, Mehmet; Oğuz, Abdullah; Yıldızhan, EdaAim: Acute pancreatitis is a serious disease, with an incidence of 5 - 35 in 100,000 individual. New studies are constantly planned for the treatment of pancreatitis. Many studies have shown that Rosmarinic acid has antioxidant properties. In this study, we examined the protective effect of Rosmarinic acid on acute pancreatitis. Material and Methods: A total of 28 animals were used during the experiment, and 4 groups were formed with 7 animals in each group. Group 1 is the control group. The rats in Group 2 were administered 75 μg/kg Cerulein every hour intraperitoneally at one hour intervals, a total of four times. Group 3 experimental animals were given 50 mg/kg Rosmarinic acid by per oral gavage. The rats in group 4 were given 50 mg/kg Rosmarinic acid per oral gavage after 75 μg/kg Cerulein was injected intraperitoneally every hour for a total of four times. Afterwards, all animals were sacrificed by exsanguination, blood samples and pancreatic tissue were taken for examination. Results: Examination of pancreatic tissues revealed necrosis, edema and inflammation in the acute pancreatitis group. Both histopathological and serum values of the rosmarinic acid group were close to the control group. The use of Rosmarinic acid after acute pancreatitis had a positive effect on the pacreatic tissues and blood values, but still did not cause complete recovery. Conclusion: In the case of acute pancreatitis, it was concluded that rosmarinic acid has a partial curative effect, but still does not provide a full recovery.Öğe Serum TNF-alpha, IL-1 beta, and IL-6 levels in chronic HBV-infected patients(Wiley-Hindawi, 2021) Bekçibaşı, Muhammed; Deveci, Özcan; Oğuz, Abdullah; Bozkurt, Fatma; Dayan, Saim; Çelen, Mustafa KemalBackground The objective of the study was to evaluate the serum levels of tumour necrosis factor (TNF)-alpha, interleukin (IL)-1 beta and IL-6 in chronic HBV-infected patients. Methods The present study was a single centre, prospective and randomised controlled trial. Twenty healthy volunteers and thirty HBeAg-negative patients with planned liver biopsy and treatment-naive diagnosed with chronic hepatitis B (CHB) were included in the study. TNF-alpha, IL-1 beta and IL-6 levels were measured in the serum of CHB patient and control groups using an ELISA. Results were compared statistically using a Mann-Whitney U test. Results The mean age of the CHB group (20 men, 10 women) and the control group (10 men, 10 women) was 33.3 +/- 9.7 (17-55) and 26.1 +/- 12.3 (16-57), respectively. When the two groups were compared with the Mann-Whitney U-test, TNF-alpha and IL-6 levels were found to be significantly higher in the CHB group compared to the control group (P = .003, P < .0001, respectively). Although IL-1 beta levels were not statistically significant, they were higher in the CHB group compared to the controls (P = .07). Conclusions The results of our study showed that serum levels of TNF-alpha and IL-6 are increased in CHB patients.