Yazar "Karahan, Oğuz" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 18 / 18
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Analysis of peripheral vascular injuries: A social catastrophe(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2014) Yazıcı, Süleyman; Karahan, Oğuz; Güçlü, Orkut; Yavuz, Celal; Demirtaş, Sinan; Çalışkan, Ahmet; Tezcan, Orhan; Mavitaş, BinaliObjective: In the current study, peripheral vascular injuries caused from weapons and the associated clinical outcomes were retrospectively investigated. Methods: Two hundred patients who received a surgical procedure for a vascular injury between January 2009 and December 2011 were included in the study. The patients were evaluated retrospectively; type of injury, localization, characteristics, and type of surgical application were classified. Results: Weapon-related penetrating injuries were classified as gunshot injuries (n=55, 28%), stab wounds (n = 143, 71%), and mine injuries (n= 2, 1%). There were 77 interposition applications (71 arterial and 6 venous) with saphene vein grafts, 16 arterial interposition applications with polytetrafluoroethylene grafts, and 11 venous ligations. A total of 170 direct repairs (134 arterial and 36 venous) were performed. Postoperative amputation was required in none of the cases, advanced intensive care unit follow-up was required for four patients (2%; two cases were referred with hypovolemic shock and two case were referred with asystole), and a postoperative follow-up period for any mortality was not observed. Conclusion: Some regions contain higher levels of war injuries. Therefore, these regions require specialized intervention centres. A large amount of these injuries are vascular, and surgery and rapid interventions are essential for reducing mortality and morbidity rates. Successful results can be obtained in these cases through the collaboration of various medical disciplines.Öğe Cerrahi bir yapıştırıcı olarak kullanılan n- butil 2 siyanoakrilatın cilt altı, kas içi ve damar içi uygulamalarında irritasyon, sensitizasyon ve sitotoksik etkilerinin araştırılması(Deneysel çalışma)(Dicle Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2019) Karahan, Oğuz; Balkan, MahmutAmaç: Cerrahi yapıştırıcı olarak bir çok doku üzerine N- Butil 2 Siyanoakrilat yaygın olarak kullanılmaktadır. Biyouyumluluk üzerine bu ajanın çeşitli raporları olmakla birlikte, multisistemik etkileri ve dokulara histopatolojik etkisini ortaya koyarak karşılaştıran sınırlı sayıda veri yayınlanmıştır. Bu çalışmada N-Butil 2 siyanoakrilatın cilt altı, kas içi ve damar içi uygulamalarında irritasyon, sensitizasyon ve sitotoksik etkilerinin araştırılmayı amaçladık. Gereç Yöntem: Wistar Albino cinsi, sağlıklı 16 erkek (250 ± 5 gram) yetişkin rat kontrol ve çalışma gruplarına bölündü. Kontrol grubundan normal histolojik yapının belirlenmesi ve rutin fizyolojik izlem amaçlandı. Çalışma gruplarında 0.3 ml N-Butil 2 siyanoakrilat enjeksiyonu, bel ve sırt traş edilen grupta irritasyon ve sensitizasyon değerlendirmesi için subkutan yoldan, sağ femur bölgesi traş edilen grubunda sitotoksisite değerlendirmesi için intramüsküler yoldan ve vasküler uygulama grubunda sistemik toksisite değerlendirmesi için kuyruk ven enjeksiyonu yoluyla uygulandı. Yetmiş iki saatlik gözlem süresinden sonra ratlar sakrifiye edilerek, venöz endotel, kas, dermal ve epidermal dokular histopatolojik olarak incelendi. Bulgular: Sadece intravenöz uygulamada belirgin endotel harabiyeti izlendi. Sensitizasyon, irritasyon, sitotoksisite gibi testlerde aşırı reaksiyon ve belirgin histopatolojik değişiklik izlenmedi. Sonuç: Cerrahi bir yapıştırıcı olarak sadece N-Butil 2 siyanoakrilatın intravasküler olarak uygulanması, lokal ve sistemik etkiler açısından ileri düzeyde doku hasarına yol açtı. Ancak, bu deneysel model klinik kapsamlı çalışmalarla desteklenmelidir.Öğe Derin ven trombozunda tam kan sayımı parametrelerinin araştırılması(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2014) Çalışkan, Ahmet; Yazıcı, Süleyman; Karahan, Oğuz; Demirtaş, Sinan; Yavuz, Celal; Güçlü, Orkut; Tezcan, Orhan; Mavitaş, BinaliAmaç: Derin ven trombozunun (DVT) seyrinde inflamasyonun rolü çeşitli çalışmalarda açıklanmıştır. Bu nedenle literatürde inflamatuar belirteçlerin bu hastalıkta rolü araştırılmıştır. Son dönemde, tam kan sayımı parametreleri (Hemogram) arasında inflamatuar belirteçlerin kısa ifadesi olarak nötrofil lenfosit oranı (NLR), platelet lenfosit oranı (PLR) gibi belirteçler sıkça kullanılmaya başlanmıştır. Bu çalışma da hemogram parametrelerinin DVT ile ilişkisi incelenmiştir. Yöntemler: Kliniğimize akut DVT tanısı ile başvuran 50 hasta (28 kadın, 22 erkek) çalışmaya dahil edildi. Hastaların tanıları klinik semptomlar ve Doppler ultrasonografi ile konuldu. Hastalardan ek inflamatuar cevap oluşturacak hastalığı olanlar değerlendirme dışı bırakıldı. Kontrol grubu olarak da 30 sağlıklı gönüllü seçildi. Bu hastaların retrospektif olarak rutin hemogram sonuçları değerlendirildi. Rutin hemogram parametreleri ve nonselektif inflamatuar belirteçler olan kırmızı hücre dağılım hacmi (RDW), beyaz küre (WBC), NLR, PLR nin ölçümleri istatistiksel olarak incelendi. Bulgular: Çalışmaya alınan hastaların yaş ortalaması 46.2±14.2 yıl olup %53’ü kadın cinsiyette idi. Gruplar hematolojik parametreler açısından incelendiğinde DVT grubunda lenfosit (2.6±0.8 ve 2.1±0.7, p=0.003) ve platelet miktarları (322±144 ve 264±66, p=0.042) daha yüksek, hemoglobin (13.2±2.0 ve 14.6±1.5, p=0.002) ve hematokrit değerleri (38.7±5.1 ve 42.8±6.9, p<0.001) daha düşük saptanırken, WBC, nötrofil, NLR, RDW ve PLR istatistiksel olarak benzer saptandı. DVT grubu antikoagülan alan ve almayan olarak iki gruba ayrıldığında yaş, cinsiyet ve hematolojik parametreler açısından gruplar arasında anlamlı farklılık izlenmedi Sonuç: Bu çalışmada değerlendirmeye alınan pür DVT’li olgular ile sağlıklı gönüllülerin hemogram belirteçleri arasında anlamlı değişiklik göstermemiştir.Öğe Does the direction of tumescent solution delivery matter in endovenous laser ablation of the great saphenous vein?(2015) Kutaş, Barış; Özdemir, Ferit; Güneş, Tevfik; Erkoç, Kamuran; Tezcan, Orhan; Altın, Fırat; Karahan, OğuzBackground: The aim of this study was to compare the two different directions of tumescent solution delivery (from distal to proximal knee to the saphenofemoral junction [SFJ] or proximal to distal SFJ to the knee) in terms of differences in tumescent volume, number of punctures, and pain and comfort scores of patients. Methods: A total of 100 patients were treated with endovenous laser ablation (EVLA) under local anesthesia between August 2013 and October 2013. These 100 patients were divided into two groups. In group 1, tumescent solution was delivered in a proximal to distal direction. In group 2, the tumescent solution was delivered in a distal to proximal direction. In each group, the great saphenous vein (GSV) diameter, delivered total energy, treated GSV length, delivered tumescent volume, number of punctures, and pain and comfort scores were recorded for each patient. Results: All patients were treated unilaterally. EVLA was performed with 100% technical success in all patients. There was no difference statistically between group 1 and group 2 according to GSV diameter, delivered total energy, and treated GSV length. Average tumescent volume, number of punctures, and pain scores in group 2 were lower than in group 1 (p = 0.0001; p < 0.05). Also, the average comfort score was higher in group 2 than in group 1 (p = 0.0001; p < 0.05). We believe that delivering the tumescent solution in a distal to proximal direction increases the comfort of both patient and surgeon with lower tumescent volume during the EVLA of the GSV.Öğe Düşük ejeksiyon fraksiyonlu hastalarda koroner bypass uygulamaları: preoperatif, intraoperatif ve postoperatif verilerin incelenmesi(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2014) Karahan, Oğuz; Demirtaş, Sinan; Sanrı, Umut Serhat; Atlı, Fahri Hayri; Çalışkan, Ahmet; Yavuz, Celal; Manduz, ŞinasiAmaç: Sol ventrikül disfonsiyonu hastane mortalitesini etkileyen önemli bir faktördür. Aynı zamanda bu hastaların cerrahisi de yüksek risklidir. Bu çalışmada kliniğimizde düşük ejeksiyon fraksiyonuna sahip hastalara uygulanan pompalı veya pompasız miyokartiyal revaskularizasyonların klinik sonuçları değerlendirmeyi amaçladık. Yöntemler: Ejeksiyon fraksiyonu (EF) %40 ve altında olan 129 hasta retrospektif olarak incelendi. Çeşitli değişkenler (preoperatif, intraoperatif ve postoperatif) karşılaştırıldı. Hastaların preoperatif, peroperatif ve postoperatif inotropik destek alıp almadıkları da değerlendirildi. Bulgular: Hastaların 84’ü (% 65,1) erkek,’ u bayan, yaş ortalaması 65,37 ± 8,49 olarak tespit edildi. Ortalama bazal metabolizma indeksi 26,33 ± 4,21 olarak bulundu. Hastaların EF’ lerinin dağılımı; 74 hastada (%57,4) EF si %40-36 arasında, 38 hastada (%29,5) EF si %35-31 arasında ve 17 hastada (%13,2) EF si ≤%30 şeklindeydi. NYHA Class ortalama 2,16 ± 1,03 olarak bulundu. Ortalama hasta başına düşen bypass sayısı 3,46 şeklinde belirlendi ve %92,2 hastada sol internal mammarian arter kullanıldı. Hastane mortalitesi 5 (%3,9) olarak tespit edildi. En önemli sebepler kardiyak faktörler ya da eşlik eden multiorgan yetmezliğiydi. Postoperatif aritmiler en sık izlenen komplikasyondu. Sonuç: Düşük sol ventrikül fonksiyonuna sahip hastalar pompalı ya da pompasız miyokartiyal revaskülarizasyondan fayda görmekle birlikte mortalite riski normal ventrikül fonksiyonuna sahip hastaların riskinden daha fazladır. Ancak, tüm risklere rağmen deneyimli deneyimli ellerde bu hastalar da başarıyla ameliyat edilebilmektedir.Öğe Endovasküler aortik onarımda tek merkez deneyimi: Teknik ve klinik yönlerin incelenmesi(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2014) Demirtaş, Sinan; Tiryakioğlu, Osman; Çalışkan, Ahmet; Güçlü, Orkut; Yümün, Gündüz; Yavuz, Celal; Tezcan, Orhan; Karahan, OğuzAmaç: Bu çalışmanın amacı; cerrahisi yüksek riskli aortik patolojiye sahip hastalarda uyguladığımız Endovasküler Aortik Onarım tecrübelerimizin paylaşılması ve önceki raporlarla; gelişen mortalite, komplikasyonlar, ek girişimler açısından kıyaslanarak literatüre katkı sağlanmasıdır. Yöntemler: Retrospektif olarak endovasküler aortik onarım uygulanan hastalar değerlendirildi. Perioperatif 1 aylık mortalite, prosedür esnasındaki ek girişimler, gelişen komplikasyonlar, endoleak tipleri, uygulanan anestezi yöntemi, hastalığın tanısı, komorbid faktörleri ve demografik veriler kaydedildi. Sonuçlar literatürdeki veriler ile karşılaştırıldı. Bulgular: Abdominal endovasküler aortik onarım (EVAR) 19 hastaya uygulandı. Torasik endovasküler aortik onarım (TEVAR) 11 hastaya uygulandı. EVAR hastaları abdominal aort anevrizma tanısı ile işleme alındı. Bu hastaların 9 ‘u rüptür nedeniyle acil olarak opere edildi. TEVAR uygulanan 8 hasta Tip 3 aort diseksiyonu, 1 hasta ise transeksiyon nedeniyle işleme alındı. Tüm vakaların 1 aylık mortalitesi % 10 ( 3 hasta) olarak bulundu. Endoleak gelişen 6 hastadan, 3 tanesi Tip1a, 2 tanesi Tip1 b ve 1 tanesi de Tip 2 idi. İki hastaya Tip1a ve 1 hastaya daTip1b endoleak nedeniyle balon anjioplasti yapıldı. Bir hastada postoperatif kontrast nefropatisine bağlı kronik böbrek yetmezliği(% 3,3) gelişti. Postoperatif dönemde hematom nedeniyle 2 (%6,7) hastada reeksplorasyon uygulandı. Sonuç: Endovasküler yöntemler aort patolojilerinde teknolojinin de ilerlemesiyle sıkça tercih edilen bir tedavi yöntemi haline gelmiştir. Bizim serimizde olduğu gibi cerrahi açıdan ciddi risk taşıyan hasta grubunda endovasküler yöntemlerin güvenle tercih edilebilecek bir alternatif olduğu kanaatindeyiz.Öğe An evaluation of factors affecting clinical outcomes in penetrating cardiac injuries: A single center experience(Ulusal Travma ve Acil Cerrahi Derneği, 2017) Tezcan, Orhan; Karahan, Oğuz; Yavuz, Celal; Demirtaş, Sinan; Çalışkan, Ahmet; Mavitaş, BinaliBACKGROUND: Penetrating cardiac injury (PCI) has highly mortal outcome. Therefore, management of this emergency situation is extremely important. The present study is an investigation of main factors that can affect mortality and morbidity in PCI. METHODS: Records of 112 patients who were admitted to emergency department with PCI in the last decade were evaluated retrospectively. Demographic data, initial approach, transfer duration and conditions, vital status and findings, type of injury, localization, characteristics, and type of surgical application were recorded. RESULTS: Demographic findings (age, sex, cause of injury) were not found to be significant factors affecting mortality. Early mortality (1-week observation period) occurred in 14 (12.5%) patients. Method of transfer to hospital (under medical team supervision by ambulance, or without supervision), transfer duration, initial vital findings upon arrival (blood pressure, rhythm, breathing, consciousness), operation timing (elective or emergency), and injuries to additional organs were determined to be important predictors of survival. CONCLUSION: Cardiac injury is highly mortal emergency situation. Expert medical management is important for survival. However, basic first aid measures and immediate hospital transfer are as important as expert clinical management.Öğe Fasudil umblikal ven endotelinde hücre proliferasyonunu artırıyor(2014) Polat, Zübeyde Akın; Karahan, Oğuz; Karabacak, Mustafa; Güven, Fatma Mutlu Kukul; Türkdoğan, Kenan Ahmet; Orhan, Hikmet; Tunalı, Figen TürkdoğanAmaç: Bu çalışma ile rho kinaz inhibitörünün vasküler endotel hücreleri üzerine olan etkileri araştırılmıştır.Materyal metod: İnsan umbilikal ven endotel hücrelerinin (HUVEC) Amerikan Tip Kültür Koleksiyonu'ndanelde edildi. Hücreler kuyu başına toplam hacmi 100 ul olan jelatin kaplı mikrotitre plaklar içinde mililitrede104 hücre olacak şekilde 96 kuyuya ekildi. Bazal grup ile 5mMol ve 6mMol konsantrasyonlarda rho kinazinhibitörü uygulanan iki grup olmak üzere üç grup oluşturuldu. İlaç uygulanmış kültürler ve ilaç uygulanmayanbazal kültürler 72 saat takip edildi. Bulgular: Kontrol hücreleri ile rho kinaz inhibitörü (fasudil) verilenhücreler arasında doğrusal artan, kuvvetli bir ilişki saptanmıştır. Fasudil konsantrasyonu mMol olanlarınortalaması 1.063 iken, mMol olanların ortalaması 1.147 olmuştur. Bu ortalamalar arasında istatistiki olarakanlamlı fark bulunmuştur (p:0,044). Zamana göre hücre sayılarında 24 saat ile 48 saat süreleri arasındaönemli ölçüde fark oluşurken, 48 saat ile 72 saat arasında istatistiksel olarak fark oluşmamıştır.Sonuç: Fasudil endotel hücre üzerine sitotoksisite göstermeyip aksine proliferasyonu arttırıyor. Bu da endotelhücre proliferasyonunun artarak neointimal hiperplazi ile vasküler stenoza neden olan stent stenozu gibi hastalıklar için kötü bir durum oluşturmaktadır.Öğe Geç klinik prezentasyonlu Takayasu arteriti olgusu(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2014) Gümüşçü, Feyzullah; Benli, Emre Demir; Demirtaş, Sinan; Karahan, OğuzAyrıca nabızsızlık hastalığı olarak bilinen Takayasu Arteriti hastalığı, masif intimal fibrozis ile karakterize büyük boy damarları tutan granülomatöz bir vaskülit türüdür. Genellikle orta yaş bayanlarda görülür. Bu çalışmada, farklı klinik tabloya sahip nadir bir Takayasu arteriti olgusu bildirilmiştir. Kırk iki yaşında erkek hasta sağ el birinci parmakta ani başlangıçlı siyanoz ile kardiyovasküler cerrahi kliniğine başvurdu. Tıbbi geçmişinde herhangi bir bulgu veya şikayet yoktu. Fizik muayenede, sağ brakiyal, radiyal ve unlar nabızlar palpe edilemiyordu ve bu ekstremiteden nabız alınamıyordu. Bilateral üst ekstremite arteriyel doppler ultrasonda sağ tarafta minimal akım görüldü ve solda ise bozulmuş bifazik akım paterni saptandı. Periferik anjiyografide, sağ subklavyan arterde osteal segment sonrasında tam tıkalı olduğu, sol subklavyan arterin proksimal kısmında tıkayıcı darlık bulunduğu, abdominal aortada ilyak bifürkasyonun hemen öncesinde ise tam tıkalı olduğu saptandı. Kan parametrelerinde hiçbir serolojik veya biyokimyasal pozitiflik ve ek görüntüleme bulgusu yoktu. Parmaktaki siyanoz için hastaya, antiagregan, antikoagülan ve intravenöz periferik vazodilatör tedavi uygulandı. Parmaktaki renk tamamen normale dönünce hasta taburcu edilerek, ileri araştırma için romatoloji kliniğine sevk edildi.Öğe İndüklenebilir periferik iskeminin saptanmasında C-tip natriüretik peptidin gösterge olarak kullanımı(2014) Yavuz, Celal; Demirtaş, Sinan; Tezcan, Orhan; Karahan, Oğuz; Güçlü, Orkut; Yıldız, Bekir; Çalışkan, AhmetAmaç: Bu deneysel çalışmada, periferik iskeminin başında kritik saatlerdeki plazma C-tip natriüretik peptid (CNP) düzeylerindeki değişiklikler değerlendirildi.Çalışma planı: Çalışmaya 40 adet Sprague-Dawley cinsi erkek sıçan (8-12 haftalık ve ortalama ağırlıkları 230±30 g) alındı. Her grupta 10 sıçan olacak şekilde dört grup oluşturuldu: kontrol grubu, grup 1, grup 2 ve grup 3. Kontrol grubunda herhangi bir işlem yapılmadan başlangıç plazma CNP değeri tespit edilirken, grup 1'de periferik iskeminin ikinci saatinde plazma CNP düzeyine bakıldı. Grup 2'de periferik iskeminin beşinci saatindeki plazma CNP düzeyi tespit edilirken, plazma CNP düzeyleri grup 3'te periferik iskeminin sekizinci saatinde belirlendi.Bul gu lar: Başlangıç plazma CNP düzeyi kontrol grubunda 0.285±0.011 pmol/L olarak tespit edildi. Periferik iskemi oluşturulan sıçanlarda, plazma CNP düzeyinin zamana bağlı olarak anlamlı olarak arttığı tespit edildi (p<0.05). Plazma CNP düzeyleri grup 1, 2 ve 3'de sırasıyla 0.350±0.015, 0.486±0.084 ve 0.534±0.048 pmol/L olarak tespit edildi. So nuç: Endotel kaynaklı vazodilatatör olan plazma CNP zamana bağlı olarak iskemik dokularda hücresel yanıt ile ilişkilidir.Öğe Kalp damar kliniğimizdeki 14 yıllık konjenital kalp hastalığı deneyimlerimiz(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2014) Tezcan, Orhan; Güçlü, Orkut; Yazıcı, Süleyman; Benli, Emre Demir; Demirtaş, Sinan; Yavuz, Celal; Çalışkan, Ahmet; Karahan, Oğuz; Mavitaş, BinaliAmaç: Kliniğimizde konjenital kalp hastalığı tanısı ile tedavi edilen hastaların tanı ve tedavi sonuçlarını tartışmayı amaçladık. Yöntemler: Dicle Üniversitesi Kalp Damar Cerrahisi Anabilim Dalında, 2000-2014 tarihleri arasında konjenital kalp hastalığı tanıları ile tedavi edilen 78 hastaya ait kayıtlar retrospektif olarak incelendi. Hastalar 16 yaş ve altı (Grup I) ve 16 yaş üstü (Grup II) olmak üzere gruplandırıldı. Her iki grubun demografik özellikleri, sıklık sırasına göre görülen patalojileri ve tedavi sonuçları karşılaştırıldı. Bulgular: Grup I’de 35 hasta, grup II’de 43 hasta vardı. Grup I’deki olguların 17’si (%49) erkek, 18’i (%51) kadın, yaş ortalaması 6,2 idi. Grup I’deki hastaların 17’si atrial septal defekt (ASD) mevcuttu. Bu ASD’ lerin birine pulmoner darlık (PD), birine kleft mitrale, birine patent duktus arteriozus (PDA), birine de total pulmoner venöz dönüş anomalisi (TPVDA) eşlik ediyordu. Grup I’deki diğer hastaların 11’i de PDA 7’si ventriküler septal defekt (VSD) , 1’i fallot tetralojisi (TOF), idi. Grup II’deki olguların 9’u (%21) erkek, 34’ü (%79) kadın, yaş ortalaması 22,5 idi. Grup II’deki hastaların ise 36’inde ASD mevcuttu.Bu ASD’lerin 2’sinde PD, birinde kleft mitrale, birinde de PDA eşlik ediyordu. Grup II’deki diğer hastaların 3’ünde VSD, 2’sinde TOF, 2’sinde de PDA saptandı. Postoperatif erken dönemde 1 hasta kaybedildi. Sonuç: Birinci grupta en sık görülen patoloji ASD, ikinci grupta ise PDA idi. Birinci grupta çeşitli kompleks anomaliler görülürken ikinci grupta daha çok izole ASD gibi basit patolojiler tespit edildi.Öğe Karotis arter stentlemesi: İnvaziv bir üçüncü basamak merkez deneyiminin retrospektif değerlendirilmesi(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2016) Ertaş, Faruk; Çevik, Mehmet Uğur; Aluçlu, Mehmet Ufuk; Acet, Halit; Özdemir, Hasan Hüseyin; Karahan, Oğuz; Polat, Nihat; Aktaş, GülsenemAmaç: Karotis arter stentleme (KAS), karotis endarterektomi (KEA) tedavisine alternatif tedavi şekli olarak günümüzde giderek daha sık uygulanmaktadır. Bu çalışmada kliniğimize başvuran, karotis arter hastalığı tanısı konulan ve KAS ile revaskülarize edilen hastaların kısa vadeli klinik sonuçlarını sunmayı amaçladık. Yöntemler: Tek merkezli, geriye dönük Haziran 2013- Ocak 2016 tarihleri arasında karotis artere müdahale gerekliliği olan ve KAS işlemini kabul eden hastalar çalışmaya dahil edildi. Hastanın klinik özellikleri ve işlem ile ilgili verileri hasta dosyaları taranarak elde edildi. Daha sonra taburculuk sonrası hastanın yaşayıp yaşamadığı ve işlem sonrası yeni inme geçirip geçirmediği hastane kayıtlarından ve/veya telefon ile öğrenildi. Bulgular: Dahil edilme kriterlerini sağlayan 82 hasta çalışmaya alındı. Hastaların %59’i erkek olup, yaş ortalaması 68±9 yıl olarak saptandı. Hastaların %56’sı semptomatik idi. Bütün hastalara stent takıldı, %85 hastaya distal emboli koruyucu cihaz, %15’inde de MOMA yöntemi kullanıldı. İşlem ile ilişkili olarak 64 hastaya sağ, 18 hastaya sol ve 2 hastaya iki taraflı olmak üzere 82 hastaya toplamda 84 başarılı KAS işlemi yapıldı. Sadece 1 hastaya rezidü darlık nedeniyle ikinci stent yerleştirme ihtiyacı oldu. İşlemle ilişkili sadece 1 hastada 24 saate tamamen düzelen hava embolisine bağlı 2 hastada fazla opak alımına bağlı 24 saat sonra tamamen düzelen kontrast nörotoksisitesi oldu. Sonuç: Deneyimli merkezlerde KAS başarılı bir şekilde uygulanmakta olup komplikasyon riski oldukça düşüktür. KAS’ın orta vadeli klinik sonuçları oldukça yüz güldürücüdür.Öğe N- Butil 2 Siyanoakrilatın Biyolojik Etkilerinin Araştırılması(Uşak Cerrahi Derneği, 2020) Karahan, Oğuz; Balkan, Mahmut; Hafız, Erhan; Khalil, EmcedAmaç: N- Butil 2 Siyanoakrilat kullanılan bir cerrahi yapıştırıcıdır. Bu çalışmada N-Butil 2 siyanoakrilatın biyouyumluluk analizleri deneysel olarak değerlendirilmiştir. Gereç Yöntem: Wistar Albino cinsi, sağlıklı 16 erkek (250 ± 5 gram) yetişkin rat kontrol ve çalışma gruplarına bölündü. Kontrol grubundan normal histolojik yapının belirlenmesi ve rutin fizyolojik izlem amaçlandı. Çalışma gruplarında 0.3 ml N-Butil 2 siyanoakrilat enjeksiyonu, bel ve sırt traş edilen grupta irritasyon ve sensitizasyon değerlendirmesi için subkutan yoldan, sağ femur bölgesi traş edilen grubunda sitotoksisite değerlendirmesi için intramüsküler yoldan ve vasküler uygulama grubunda sistemik toksisite değerlendirmesi için kuyruk ven enjeksiyonu yoluyla uygulandı. Yetmiş iki saatlik gözlem süresinden sonra ratlar sakrifiye edilerek, venöz endotel, kas, dermal ve epidermal dokular histopatolojik olarak incelendi. Bulgular: Sadece intravenöz uygulamada belirgin endotel harabiyeti izlendi. Sensitizasyon, irritasyon, sitotoksisite gibi testlerde aşırı reaksiyon ve belirgin histopatolojik değişiklik izlenmedi. Sonuç: Cerrahi bir yapıştırıcı olarak sadece N-Butil 2 siyanoakrilatın intravasküler olarak uygulanması, lokal ve sistemik etkiler açısından ileri düzeyde doku hasarına yol açtı. Ancak, bu deneysel model klinik kapsamlı çalışmalarla desteklenmelidir.Öğe Reasons, procedures, and outcomes in ventriculoatrial shunts: A single-center experience(2013) Yavuz, Celal; Demirtaş, Sinan; Çalışkan, Ahmet; Kamaşak, Kaǧan; Karahan, Oğuz; Güçlü, Orkut; Yazıcı, SüleymanBackground: Ventricular shunts are used to drain cerebrospinal fluid into extra-cranial spaces. Ventriculoatrial (VA) shunts are provided to transfer cerebrospinal fluid from the cerebral ventricle into the right atrium of the heart. A single center experience of indications, procedure, and clinical outcomes in VA shunt was presented in current study. Methods: VA shunts were applied in 10 patients who had repeated previous shunt dysfunction or infection. The reasons, clinical findings, replacement methods, and postoperative clinical follow-ups and outcomes were recorded retrospectively. Results: There were seven female (70%) and three (30%) male patients; their ages ranged from 5 to 13 years (mean ± SD; 8.5 ± 2.6 years). Shunt re-placement reasons were as follows: Shunt occlusion in five patients, intraperitoneal infection in four patients and a distal catheter was kinked and knotted in one patient. Postoperative early complications were seen in one patient as early catheter thrombosis and catheter revision were applied. Late complications were seen in two patients as follows: Catheter infection and infective endocarditis occurred in one patient and pulmonary thrombus occurred in one other patient. There was not any catheter-related mortality observed at the one year follow-up period. Conclusion: VA shunts may be an option for cerebrospinal fluid drainage at necessary conditions. However, sterilization and general training on asepsy and antisepsy are the most important determinants affecting the clinical outcome due to the cardio systemic relationship.Öğe Relationship Between Blood and Pericardial Signal Peptide-CUB (complement C1r / C1s, Vegf and Bmp 1) -EGF (epidermal growth factor)-like Protein-1 (SCUBE-1) Levels and Ventricular Functions in Coronary Artery Bypass Patients(2021) Kaplan, İbrahim; Güçlü, Orkut; Demirtas, Sinan; Yavuz, Celal; Çalışkan, Ahmet; Kankılıç, Nazım; Karahan, OğuzBackground: Signal peptide-CUB (complement C1r/C1s, Uegf, and Bmp1)-EGF (epidermal growth factor)- like do- main- containing protein 1(SCUBE-1) is a cell surface protein studied as a biomarker in thrombosis and ischemia conditions and secreted at currently studied early embryogenesis. The aim of this study is to investigate the rela- tionship between left ventricular functions and pericardial / serum SCUBE-1 values of patients who underwent cor- onary artery bypass surgery. Materials and Methods: Forty patients who underwent cardiopulmonary bypass graft surgery were included in the study. Detailed echocardiographic findings of the patients were made before the operation. Left ventricular dys- function markers were determined according to left ventricular fracshortening. SCUBE-1 levels were studied with ELISA kits in blood plasma and pericardial fluid samples. SCUBE-1 levels were statistically compared between the determined groups. Results: Statistical differences were observed in LVDs, IVSd, neutrophil, RBC, CK-MB, troponin-I and WBC values in low and high FS groups (p <0.05). SCUBE-1 plasma levels did not differ statistically between the FS groups (p> 0.05). The same situation was similar for pericardial fluid levels (p> 0.05). Correlation was seen between SCUBE-1 plasma levels and SCUBE-1 pericardial levels (p <0.05). There was no significant correlation between echocardiographic findings and SCUBE-1 levels (p> 0.05). Conclusions: These results showed us that SCUBE-1 plasma and the pericardial fluid levels had no effect on the left ventricular dysfunction. SCUBE-1 is not one of the currently identified markers of cardiac dysfunction. Future studies will further increase our knowledge on this subject.Öğe Serum SCUBE-1 levels can predict endothelial dysfunction in healthy young adults(2019) Karahan, Oğuz; Etli, MustafaObjectives: This study aims to investigate the predictive role of the signal peptide-CUB-EGF domain-containing protein-1 (SCUBE-1)in the presence of endothelial dysfunction.Patients and methods: Between December 2014 and August 2015, 120 healthy young adults (68 males, 52 females; mean age 29.7±4.1 years;range, 20 to 35 years) without a previous history of cardiovascular disease were included. The participants were divided into two groupsaccording to normal (n=73) and abnormal flow-mediated dilatation (FMD) response (n=47). Simultaneously, the standard biochemicalmarkers, blood urea-nitrogen, creatinine, liver enzymes, glucose, lipids and SCUBE-1 levels were determined from the blood samples.Results: Multivariable logistic regression revealed a strong association between SCUBE-1 and FMD (p<0.001). We found that for a cut-offpoint of >136.37 ng/mL, SCUBE-1 had 85.0% sensitivity and 81.2% specificity to identify abnormal FMD.Conclusion: Our study findings indicate that there is a favorable inverse correlation between the SCUBE-1 and FMD.Öğe Use of C-type natriuretic peptide as an indicator in detection of inducible peripheral ischemia(Turkish Society of Cardivascular Surgery, 2014) Çalışkan, Ahmet; Yazıcı, Süleyman; Karahan, Oğuz; Güçlü, Orkut; Tezcan, Orhan; Demirtaş, Sinan; Yıldız, Bekir; Yavuz, CelalAmaç: Bu deneysel çalışmada, periferik iskeminin başında kritik saatlerdeki plazma C-tip natriüretik peptid (CNP) düzeylerindeki değişiklikler değerlendirildi.Çalışma planı: Çalışmaya 40 adet Sprague-Dawley cinsi erkek sıçan (8-12 haftalık ve ortalama ağırlıkları 230±30 g) alındı. Her grupta 10 sıçan olacak şekilde dört grup oluşturuldu: kontrol grubu, grup 1, grup 2 ve grup 3. Kontrol grubunda herhangi bir işlem yapılmadan başlangıç plazma CNP değeri tespit edilirken, grup 1'de periferik iskeminin ikinci saatinde plazma CNP düzeyine bakıldı. Grup 2'de periferik iskeminin beşinci saatindeki plazma CNP düzeyi tespit edilirken, plazma CNP düzeyleri grup 3'te periferik iskeminin sekizinci saatinde belirlendi.Bul gu lar: Başlangıç plazma CNP düzeyi kontrol grubunda 0.285±0.011 pmol/L olarak tespit edildi. Periferik iskemi oluşturulan sıçanlarda, plazma CNP düzeyinin zamana bağlı olarak anlamlı olarak arttığı tespit edildi (p<0.05). Plazma CNP düzeyleri grup 1, 2 ve 3'de sırasıyla 0.350±0.015, 0.486±0.084 ve 0.534±0.048 pmol/L olarak tespit edildi. So nuç: Endotel kaynaklı vazodilatatör olan plazma CNP zamana bağlı olarak iskemik dokularda hücresel yanıt ile ilişkilidir.Öğe Vascular effects of continuous hyperbaric oxygen exposure: experimental outlook(Wolters Kluwer Medknow Publications, 2023) Yavuz, Celal; Karahan, Oğuz; Akkaya, ÖzgürHyperbaric oxygen (HBO) treatment aims to restore tissue oxygenation by inhaling 100% oxygen in pressure rooms. Although beneficial effects have been reported with regard to re-oxygenated ischemic tissues, conflicting findings have been presented concerning the paradoxical tissue response following reperfusion and/or the different responses of non-ischemic normal tissues to increased oxygen exposure. The present study sought to experimentally investigate the impact of continuous HBO treatments on normal aortic tissue. New Zealand rabbits were placed in pressure rooms for 90 minutes per day under 2.5 atmospheric pressure and exposed to HBO for 28 days. Normal structural histology was obtained in the control group. Foam cells were detected in the aortic intimae, thickening and undulation were visualized in the endothelium, and localized separations were observed in the tunica media in the study group compared with the control group. Moreover, salient vasa vasorum was detected in the study group via histopathology. These findings suggest that continuous HBO exposures disrupt the normal vascular structure of a healthy aorta.