Diş Hekimliği Fakültesi Tezler

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 20 / 146
  • Öğe
    Dicle Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi'ne başvuran maksiller molar dişlerden en az biri eksik olan hastalarda lateral yaklaşımlı sinüs taban ogmentasyonu endikasyonunun prevelansının konik ışınlı bilgisayarlı tomografi ile retrospektif olarak değerlendirilmesi
    (Dicle Üniversitesi, Diş Hekimliği Fakültesi, 2024) Doğan, Zülfiye; Doğru, Arzum Güler
    Amaç: Bu çalışmanın amacı en az bir maksiller molar diş eksikliği bulunan hastalarda rezidüel kemiğin ve maksiller sinüsün Konik Işınlı Bilgisayarlı Tomografi (KIBT) ile değerlendirilerek lateral yaklaşımlı sinüs taban ogmentasyonu (LYSTO) endikasyonunun görülme sıklığının retrospektif olarak değerlendirilmesidir. Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda, fakültemize başvuran ve çeşitli endikasyonlarla elde edilen, alınma kriterlerine uygun 402 KIBT raporu retrospektif olarak incelenmiştir. 458 maxsiller sinüste ölçüm yapılmıştır. Çalışmamıza kadın ve erkek sayısı eşit olacak şekilde hastalar dahil edilmiştir. Dişsiz sahada rezidüel vertikal kemik yüksekliği (RVKY); maksiller sinüs bölgesinin altında kalan alanda, mesio-distal olarak eşit aralıklı on kesitte ayrı ayrı yapılmıştır. Daha sonra bu on değerin sayısal ortalaması alınarak ilgili bölgenin RVKY mesafesi kaydedilmiştir. Hastalar 18-28, 29-39, 40-50 ve >50 yaş olmak üzere 4 gruba ayrılmıştır. RVKY≤ 5 mm olan hastalar LYSTO gereken hastalar grubuna, RVKY> 5 mm olan hastalar LYSTO gerekmeyen hastalar grubuna dahil edilmiştir. Bulgular: LYSTO gereken hasta oranı %28,20 iken LYSTO gerekmeyen hasta oranı ise %71,80 olarak bulunmuştur. RVKY ölçümüne göre incelendiğinde ise hastaların ortalama RVKY 7,68±3,69 mm (minimum:1,31-maksimum:19,73) olarak bulunmuştur. Yaş dağılımına göre gruplar arasında anlamlı farklılık olmadığı bulunmuştur (p=0,714). Cinsiyet dağılımına bakıldığında gruplar arasında farklılık olduğu görülmektedir. Kadın hastaların oranı LYSTO gereken grupta %41,10 LYSTO gerekmeyen grupta %53,50 olarak bulunmuş olup LYSTO gerekmeyen grupta daha yüksek olduğu bulunmuştur. Erkek hastaların oranı LYSTO gereken grupta %58,90 ve LYSTO gerekmeyen grupta %46,50 olarak bulunmuş olup LYSTO gereken grupta daha yüksek olduğu bulunmuştur (p=0,017). Sonuç: Tüm bu sanuçlara bakıldığında lateral yaklaşımlı sinüs taban ogmentasyonu endikasyonu prevelansı yaşlara göre farklılık göstermezken, cinsiyetler arasında farklılık göstermiştir ve erkeklerde kadınlara oranla daha fazla rastlanmaktadır.
  • Öğe
    Lokal anestezi altında gömülü üçüncü molar diş ekstraksiyonu yapılan hastalarda post operatif hasta konforu üzerine sirkadiyen ritim etkilerinin araştırılması
    (Dicle Üniversitesi, Diş Hekimliği Fakültesi, 2024) Sezgin, Can; Yılmaz, Utku Nezih
    Gömülü üçüncü molar dişlerin ekstraksiyonu neticesinde hastalarda post operatif komplikasyonlar kaçınılmaz olarak ortaya çıkmaktadır. Hastaların şikayetleri ağırlıklı olarak ilk 2 günde meydana gelmektedir. İlk gün ağrı maksimum düzeydeyken, 2. gün inflamasyon maksimuma çıkmaktadır. Uygulanan cerrahi işlemden sonra ödem, ağrı ve trismusun miktarının, şiddetinin ve sıklığının kontrol edilebilmesi için birçok çalışma yapılmıştır. Fizyolojik fonksiyonların dünyanın kendi ekseni etrafında bir turu süresince (24 saat) gerçekleşip tekrar etmesi durumuna sirkadiyen ritim denilmektedir. Sirkadiyen ritim endojen biyolojik saatler aracılığıyla oluşturulan, yaklaşık 24 saatlik bir döngüden oluşur. Canlıda biyokimyasal, fizyolojik ve davranışsal olayların uyum içinde gerçekleşmesini ve organizmanın dış çevreye adaptasyonunu sağlamaktadır. Yara iyileşmesi ve post operatif komplikasyonların önlenmesi, günümüzde de cerrahi branşların en çok önemsediği ve araştırmalar gerçekleştirdiği konuların başında gelmektedir. İyileşme ve postoperatif komplikasyonlar üzerinde birçok multisistemik faktörün etkisi bulunmaktadır. Bu faktörler; bağışıklık sistem hücreleri ve fonksiyonları, serbest oksijen radikalleri, hemostaz, fibrin ve kollajen sentezi ve yıkımı, beslenme durumu, enerji metabolizması, enfeksiyon gibi faktörlerin birbiriyle etkileşmesi ile fonksiyonlarını göstermektedirler. Bu sistemler üzerinde vücut sirkadiyen ritminin ana mesajcıları olan melatonin (ML), kortizol ve adrenokortikotropik hormonun (ACTH) çok büyük etkileri bulunmaktadır. Yapılan çalışmalarda vücudumuzda etkili bu mesajcıların farmakolojik dozlarda yara iyileşmesi mekanizması üzerinde, birçok olumlu veya olumsuz etkilerinin olduğu rapor edilmiştir. Bu araştırmanın amacı Dicle Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Ağız, Diş ve Çene Cerrahisi kliniğine başvuran hastaların, günün belirli saatlerinde yapılmış, alt çene gömülü üçüncü molar diş ameliyatlarından sonra oluşan; ağrı, trismus ve ödem miktarı üzerine sirkandiyen ritim etkilerinin değerlendirilmesidir. Çalışmamızda 3 farklı hasta grubu oluşturulmuştur. Grup 1 hastalar sabah 08:30'da, Grup 2 hastalar öğlen 11:30'da, Grup 3 hastalar ise öğleden sonra 15:30'da opere edilmiştir. Hastaların pre operatif ve post operatif ağrı, ödem ve trismus verileri kaydedilip gruplar arası değerlendirmeler istatistiksel olarak yapılmıştır. Ağrı değerlendirmesi için milimetrik olarak (0-100) VAS skalası kullanılmıştır. Ödem değerlendirmesi için bilgisayarlı tomografi ve esnek cetvel yöntemi kullanılmıştır. Tragus-lateral kantus, tragus-ala nasi, tragus-comissura labiorum ve lateral kantus-gonion noktaları arası mesafeler pre op ve post op değerlendirilerek oluşan ödem yüzdesi hesaplanmıştır. Trismus değerlendirmesi için ise; pre op ve post op olarak maksiller ve mandibular 1. keser dişler arası (inter insizal) mesafe ölçümleri esnek cetvel ve kumpas ile yapılarak, ağız açıklığında meydana gelen kısıtlılık değerleri hesaplanmıştır. Yaptığımız çalışma sonucu gruplardan bağımsız olarak gömülü yirmi yaş dişi ekstraksiyonu gerçekleştirilen tüm hastalarda post operatif ağrı, ödem ve trismus gözlenmiştir. Gruplar arası değerlendirme de ise Grup 3'te Grup 1 ve Grup 2'ye göre daha fazla ağrı, ödem ve trismus değerleri kaydedilmiştir. Grup 1 ve Grup 2 arasında küçük farklar olsa da istatistiksel olarak anlam değeri taşımamaktadır.
  • Öğe
    Özel bakım gereksinimi olan çocuklarda ağız ve diş sağlığı parametrelerinin değerlendirilmesi
    (Dicle Üniversitesi, Diş Hekimliği Fakültesi, 2024) Tekin, Büşra; Toptancı, İsmet Rezani
    Amaç: Tez çalışmasının amacı Diyarbakır ili merkez ilçelerinde yer alan özel eğitim kurumlarında eğitim gören 6-16 yaş arası özel bakım gereksinimi olan çocukların çürük durumunu, plak varlığını, maloklüzyonları ve büyükazı-keser hipomineralizasyon durumunu inceleyip oral sağlıkları konusunda tespit çalışması yapmak ve farkındalık sağlamaktır. Gereç ve Yöntem: Çalışma merkez ilçelerde yer alan rastgele seçilmiş olan 10 özel eğitim kurumunda yapılmıştır. Toplamda 368 çocuğun katılımı olup, katılımcıların yaşları 6-16 arasında ve genel yaş ortalaması 9,61'dir. Katılımcıların 196'sı mental retarde, 51'i down sendromu, 121'i otizm spektrum bozukluğuna sahiptir. Araştırmamızda ağız içi bulgularının işlendiği muayene formu bulunmaktadır. Çalışmamızın klinik inceleme bölümünde; DMFT/dmft, plak indeksi, kapanış ilişkileri, büyük azı-keser hipomineralizasyon varlığı bulguları bulunmaktadır. Elde edilen veriler SPSS v21 paket programı ile analiz edilmiştir. Bulgular: Araştırmamızın sonuçlarına göre ortalama DMFT/dmft değeri 5,64'tür, ortalama plak indeksi değeri 1,37'dir. Çalışmaya katılanların %78,26'sı Sınıf I, %11,14'ü Sınıf II ve %10,6'sı ise Sınıf III'tür. Çalışmaya katılanların %98,64'ünde BAKH yok ve %1,36'sında BAKH vardır. Otizm ve mental retarde olanların DMFT değeri Down sendromu olanlara göre anlamlı derecede düşüktür. Otizm ve mental retarde olanların plak indeksi Down sendromu olanlara göre anlamlı derecede düşüktür. Down sendromlu olanların %56,86'sı, mental retarde olanların %80,61'i ve otizm olanların %83,47'sinin oklüzyonu Sınıf I iken; Down sendromlu olanların %33,33'ü, mental retarde olanların %7,14'ü ve otizm olanların %6,61'inin oklüzyonu Sınıf III'tür. Sonuç: Çalışmamızda özel bakım gereksinimi olan çocukların genel olarak oral hijyenlerinin kötü olduğu ve ebeveynlerinin/bakıcılarının yeterli farkındalığa sahip olmadığı tespit edilmiştir. Mevcut çalışma popülasyonunda çürük indeksi, plak indeksi yüksek bulunmuştur.
  • Öğe
    Farklı fiberle güçlendirilmiş kompozit rezinlerin bulk fill kompozit rezinin eğme direncine etkisinin değerlendirilmesi
    (Dicle Üniversitesi, Diş Hekimliği Fakültesi, 2024) Demir, Ruşen; Ayna, Buket
    Amaç: Bu çalışmanın amacı, bir bulk fill kompozit rezin materyalinin farklı fiberle güçlendirilmiş kompozit rezinler (FGKR) ile güçlendirilmesinin eğme direncine olan etkisinin değerlendirilmesidir. Gereç ve Yöntem: Eğme direnci testi için standartlara uygun olarak 4x4x8 mm boyutunda polimetil metakrilat (PMMA) bloklar kullanılarak 60 örnek hazırlandı ve örnekler dört çalışma grubuna [Bulk Fill Kompozit Rezin (Grup 1), Bulk Fill Kompozit Rezin + Örgü Yapıda Cam Fiber (Grup 2), Bulk Fill Kompozit Rezin + Leno Dokuma Yapıda Polietilen Fiber (Grup 3), Bulk Fill Kompozit Rezin + Kısa Cam Fiber Takviyeli Kompozit Rezin (Grup 4) ] ayrıldı. Örnekler 24 saat 37 °C de distile suda bekletilerek, Universal Test cihazı ile üç nokta eğme testine tabi tutuldu. Veriler istatistiksel olarak Mann-Whitney U ve Kruskal Wallis-H testleri kullanılarak analiz edildi. Bulgular: Ortalama eğme direnç değerleri Grup 1, 2, 3 ve 4'te sırasıyla 654,72 Newton (N), 682,33 N, 643,87 N ve 1003,91 N bulundu. Kısa cam fiber takviyeli kompozit rezin + bulk fill kompozit rezin grubunun eğme direnci üzerine etkisi diğer tüm gruplara göre istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek bulunmuştur (p>0,05). Diğer gruplar arasında eğme direnci bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamıştır. Sonuç: Bu in vitro çalışmanın sınırları içerisinde, kısa cam fiber takviyeli kompozit rezinin kaide materyali olarak bulk fill kompozit rezinin eğme direncini arttırdığı sonucuna varıldı.
  • Öğe
    Farklı irrigasyon ajanlarının cam fiber postların dentin yapısına bağlanma dayanımı üzerine etkileri
    (Dicle Üniversitesi, Diş Hekimliği Fakültesi, 2024) Özkılıç, Gamze Durak; Kaya, Sadullah
    Bu çalışma, post boşluğunun EDTA, MTAD, DualRinse ve SmearOFF son yıkama solüsyonları ile pasif ultrasonik aktivasyonunu takiben, cam fiber post simantasyonu sonrası push-out bağlanma dayanımlarını incelemeyi ve oluşan bağlantı başarısızlıklarının tipinin belirlenmesini amaçlamaktadır. Gereç ve Yöntem: Çalışmada periodontal sebeplerle çekilmiş 60 adet alt premolar insan dişi kullanıldı. Kök boylarını standardize etmek için apeksten 14 mm uzaklıkta olacak şekilde dişlerin koronal kısımları elmas fissür frezle su soğutması altında uzaklaştırıldı. Dişlerin çalışma uzunluğu #15 K tipi eğe kullanılarak, major apikal foramenden 1mm kısa olacak şekilde ayarlandı. Kök kanalları M25 ve M40 T-Endo MUST NiTi kanal eğeleri ve Ai Motor kullanılarak genişletildi. Kemomekanik şekillendirme tamamlandıktan sonra kök kanalları EDTA ve NaOCl ile yıkandı ve biyoseramik esaslı kanal patı kullanılarak tek kon tekniğiyle dolduruldu. Dişlerin apikallerinde 5 mm kanal dolgusu kalacak şekilde, fiber post frez seti kullanılarak 9 mm uzunluğunda post boşlukları hazırlandı ve 60 örnek rastgele 4 gruba (EDTA; MTAD; Dual Rinse; SmearOFF) ayrıldı (n=15). Son yıkama solüsyonlarına aralıklı pasif ultrasonik aktivasyon protokolü uygulandı. 1.3 mm çapa sahip cam fiber postlar self adeziv rezin yapıştırma simanı Panavia SA Cement Universal ile post boşluklarına simante edildi. Örnekler kesit elde etmek için silindirik plastik kalıplar kullanılarak soğuk akril içerisine gömüldü. Hassas kesme cihazı ile birbirini takip eden 2.0 ± 0.1 mm kalınlığında enine 3 kesit alındı.Örneklere push-out testi ve başarısızlık analizi yapıldı. Veriler IBM SPSS V23 ve JAMOVI 2.3.28 ile analiz edildi. Verilerin normal dağılıma uygunluğu Shapiro Wilk testi ile incelendi. İrrigasyon solüsyonu ve bölgeye göre bağlanma dayanımının karşılaştırılmasında Walrus paketindeki İki Yönlü Robust ANOVA testi kullanıldı ve çoklu karşılaştırmalarda Bonferroni Düzeltmesi kullanıldı. Bulgular: Uygulanan son yıkama solüsyonuna göre istatiksel olarak anlamlı bir fark bulunmadı (p>0,050). Solüsyon ana etkisi açısından istatiksel açıdan fark olmamasına rağmen bağlanma dayanımı EDTA grubunda en yüksek, Dual Rinse grubunda en düşüktü. Kesitlere göre bağlanma dayanımı değerleri koronal>orta >apikal şeklindeydi. EDTA, MTAD ve SmearOFF'da bölgeler arası fark görülmezken (p>0,050) Dual Rinse'de koronaldeki bağlanma apikalden anlamlı derecede yüksekti (p<0,050). Bağlantı başarısızlığı, en belirgin şekilde adeziv tipte gözlemlenirken, koheziv tipte en az düzeyde tespit edildi. Sonuç: EDTA, Dual Rinse, MTAD ve SmearOFF solüsyonları post boşluğu irrigasyonu amacıyla kullanıldıklarında benzer etkiler göstermişlerdir.
  • Öğe
    Lezyonlu ve sağlıklı alt daimi 1. büyük azı dişlerine ait trabeküler kemik bölgesinin yaş ve cinsiyete göre fraktal analizlerinin panoramik radyografi görüntüleri üzerinde değerlendirilmesi
    (Dicle Üniversitesi, Diş Hekimliği Fakültesi, 2024) Bilgin, Elif; Tümen, Emin Caner
    Amaç: Diş hekimliğinde radyografilerin değerlendirilmesi tanı, tedavi planı ve dental işlemlerin başarısı için önemli bir prosedürdür. Son yıllarda patolojilerin ve hastalıkların, çene kemiklerinin trabeküler yapısında meydana getirdiği değişiklikleri incelemek için fraktal analiz yöntemi sıklıkla kullanılmaktadır. Fraktal analiz sonucu elde edilen verilerin, kemik yoğunluğundaki değişimler ile ilişkilendirildiği ve kemikteki mineral kaybını yansıttığı belirtilmektedir. Bu çalışmanın amacı, panoramik radyografileri kullanarak periapikal lezyonlu ve sağlıklı alt daimi 1. büyük azı dişlerinin trabeküler kemik fraktal boyut değerlerini yaş ve cinsiyete göre değerlendirmek ve karşılaştırmaktır. Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda Dicle Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Çocuk Diş Hekimliği Anabilim Dalı'na 2022 yılında başvuran 6-16 yaş arasındaki toplam 216 hastanın panoramik radyografileri retrospektif olarak incelendi. Her bir dijital panoramik radyografi üzerinde iki ayrı bölgeden (periapikal lezyonlu ve sağlıklı 1. büyük azı dişinin apeksindeki trabeküler kemik bölgesinden), 25x25 piksel boyutunda belirlenen ROI'lere, ImageJ programı kullanılarak fraktal analiz uygulandı ve fraktal boyut hesaplamaları yapıldı. Gerekli istatistiksel analizler yapıldı. Önem düzeyi p<0,05 olarak alındı. Bulgular: Çalışma sonuçlarına göre lezyonlu bölgenin fraktal boyut değeri ortalaması 1,106 iken, sağlıklı bölgenin fraktal boyut değeri ortalaması 1,116'dır. Lezyonlu ve sağlıklı grubun fraktal boyut değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmadı (p>0,05). Fraktal boyut değerleri ile yaş ve cinsiyet arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki tespit edilmedi (p>0,05). Sonuç: Fraktal analiz güvenilir bir yöntem olmasına rağmen, araştırmacılar arasında fikir birliği sağlanabilmesi için histolojik ve klinik parametrelerin yürütülen çalışmalara entegre edilmesi büyük bir öneme sahiptir.
  • Öğe
    Ardışık ve devamlı şelasyonun biyoseramik bir patın dentin tübül penetrasyonu üzerindeki etkileri: Bir konfokal lazer taramalı mikroskop çalışması
    (Dicle Üniversitesi, Diş Hekimliği Fakültesi, 2024) Batur, Muharrem; Özata, Merve Yeniçeri
    Amaç: Bu tez çalışması, iki farklı ardışık şelasyon ajanı ile [Etilen Diamin Tetraasetik Asit (EDTA) ve Glikolik Asit (GA)], devamlı şelasyon ajanı olan Dual Rinse HEDP'nin, üç farklı irrigasyon aktivasyon tekniği [Geleneksel Şırınga İrrigasyonu (GŞİ), Pasif Ultrasonik İrrigasyon (PUİ), ve XP-endo Finisher (XPF)] ile aktive edildiğinde bir biyoseramik patın dentin tübüllerine olan penetrasyonunu değerlendirmeyi amaçlar. Gereç ve Yöntemler: Bu çalışmaya 99 adet çekilmiş sağlam insan mandibular premolar dişi dahil edildi. İrrigasyon rejimine göre üç ana gruba ve aktivasyon tipine göre üç alt gruba ayrıldı. Ana gruplar şöyle sıralandı: Grup 1: Sodyum hipoklorit (NaOCl) + EDTA (%17) (n=33), Grup 2: NaOCl + GA (%17) (n=33) ve Grup 3: NaOCl ve Dual Rinse HEDP karışımı (n=33). Alt gruplar ise şu şekilde sıralanmıştır: Grup a: GŞİ (n=33), Grup b: PUİ (n=33) ve Grup c: XPF (n=33). Grup 1 ve Grup 2 de irrigasyon rejimi 15 ml %5'lik NaOCl ardından 5 ml şelatör kullanılmasıyla gerçekleştirilirken, Grup 3'te solüsyon hacmini eşitlemek için Dual Rinse HEDP, 20 ml %5'lik NaOCl ile kombine edilerek kullanıldı. Örnekler 5 ml distile su ile yıkanarak, kağıt konlar ile kurutuldu. Dişler plastik kalıplar yardımıyla akriliğe gömüldü. Ardından tek kon tekniği ile AH Plus® Biyoseramik kanal patı kullanılarak dolduruldu. Apikal ve orta bölgeden 1 mm kalınlığında yatay kesitler alınarak konfokal mikroskop altında penetrasyon derinliği, yüzdesi ve alanı açısından incelendi. Veriler Shapiro-Wilk testi ve üç yönlü Robust ANOVA testi ile analiz edildi. Bulgular: Aktivasyon tipi ve solüsyon ana etkisine göre, gruplar arasında penetrasyon derinliği, yüzdesi ve alanı açısından anlamlı bir farklılık yoktur (p>0,05). Kesitin ana etkisine bakıldığında ise; apikal kesitte penetrasyon parametreleri, orta kesitten anlamlı derecede daha azdır (p=0,001). Aktivasyon tipi ve solüsyon etkileşimine bakıldığında; EDTA-GŞİ ve Dual Rinse HEDP-XPF grupları, XPF-EDTA grubundan daha az penetrasyon derinliği göstermiştir (p=0,024). Yine bu etkileşimde en yüksek penetrasyon alanı ortalaması GA-PUİ grubunda iken en düşüğü EDTA-GŞİ grubunda elde edilmiştir (p=0,005). Aktivasyon tipi-kesit ve solüsyon-kesit etkileşimlerine ölçülen üç parametrede de gruplar arasında istatistiksel açıdan anlamlı bir farklılık yoktur (p>0,05). Aktivasyon tipi, solüsyon ve kesit etkileşimine bakıldığında; penetrasyon derinliği Dual Rinse HEDP-GŞİ-Orta kesit grubunda en yüksekken, EDTA-PUİ-Apikal kesit grubunda en düşüktü (p=0,029). En yüksek penetrasyon yüzdesi Dual Rinse HEDP-XPF-Orta kesit grubunda iken, Dual Rinse HEDP-GŞİ-Apikal kesit grubunda en düşüktü (p=0,041) Yine bu üçlü etkileşime göre; en yüksek penetrasyon alanı GA-PUİ-Orta kesit grubunda elde edilmişken, en düşük değerler GA-GŞİ-Apikal kesit ve Dual Rinse HEDP-PUİ-Apikal kesit gruplarında elde edilmiştir (p=0,042). Sonuç: Farklı irrigasyon aktivasyon sistemleri altında uygulanan devamlı şelasyon ile geleneksel ardışık şelasyon protokolleri, biyoseramik pat penetrasyonu açısından birbirine üstünlük göstermemiştir. Kullanılacak olan aktivasyon sistemi, uygulanacak şelasyon protokolünün seçiminde önemli bir değişkendir. Apikalde şelatör ve aktivasyon kombinasyonları yetersiz kalmıştır.
  • Öğe
    Tam dişsizlikte uygulanan tedavi seçeneklerinin retrospektif olarak değerlendirilmesi
    (Dicle Üniversitesi, Diş Hekimliği Fakültesi, 2024) Turan, Semih; Değer, Yalçın
    Amaç: Tam dişsiz hastaların protetik tedavileri diş hekimleri için sorun oluşturmaktadır. Geleneksel tam protezler ve günümüzde kullanımı giderek artan implant destekli sabit ve hareketli protezler bu hastaların rehabilitasyonunda uygulanabilmektedir. Hastanın sistemik durumu, mevcut kemik yapısı, yumuşak doku desteği ihtiyacı, ekonomik durumu ve tedaviden beklentisine göre tedavi seçeneğine karar verilmektedir. Bu çalışmanın amacı hastaların demografik verileri kullanılarak protetik tedavilerin dağılımının retrospektif olarak değerlendirilmesidir. Yöntem: Bu çalışmada 2018-2023 yılları arasında Dicle Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Protetik Diş Tedavisi Anabilim Dalı'nda tedavisi tamamlanmış 1984 tam dişsiz hastanın kayıtları değerlendirilerek elde edilen veriler incelenmiştir. Tam dişsiz hastalara uygulanan tedavi seçenekleri geleneksel tam protez, implant üstü hareketli protez ve implant üstü sabit protez olacak şekilde üç ana başlıkla sınıflandırılmıştır. Hastaların demografik verileri ve tedavi seçeneklerinin dağılım oranları incelenmiştir. Bulgular: 1984 tam dişsiz hastanın 1009'u erkek, 975'i kadın olarak tespit edilmiştir. Hastalara uygulanan protetik tedavi seçeneklerinin dağılımı %88,8 tam protez, %6,6 implant üstü hareketli protez, %4,6 implant üstü sabit protez şeklinde bulunmuştur. Hastaların yaşlarının dağılımı %53,5'i 18-64 yaş, %33,3'ü 65-74 yaş, %11,6'sı 75-84 yaş ve yüzde 1,6'sı 85 yaş ve üstü şeklinde tespit edilmiştir. Çalışmamızda implant destekli protetik tedavi uygulanan hastaların yaşlara göre dağılımı %62,1'i 18-64 yaş, %30,4'ü 65-74 yaş, %7,1'i 75-84 yaş ve yüzde 0,4'ü 85 yaş ve üstü şeklinde bulunmuştur. İmplant destekli protetik tedavi uygulanan hastaların %58,9'una implant üstü hareketli protez %41.1'ine implant üstü sabit protez uygulanmıştır. Tam dişsiz hastalarda implant destekli protetik tedavi uygulama oranı incelenen 6 yıl sonunda %80,95 oranında artış göstermiştir. İmplant üstü protezler %53,1 oranında kadın hastalara uygulanmıştır.
  • Öğe
    Diyabetli yetişkin hastaların periodontal durumunun değerlendirilmesi ve periodontal sağlık hakkında bilinç düzeylerinin ölçülmesi
    (Dicle Üniversitesi, Diş Hekimliği Fakültesi, 2024) İbiş, Bedriye; Kadiroğlu, Ela Tules
    Amaç: Çalışmamızın amacı; diyabet hastalarının periodontal durumunun değerlendirilmesi, diyabetli yetişkin hastaların diyabet ve periodontal hastalık hakkındaki bilinç düzeyinin ölçülmesi, farkındalıklarının artırılmasıdır. Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Endokrinoloji Anabilim Dalı'nda diyabet tanısı konulmuş, takip ve tedavisi yapılan 242 yetişkin hasta katıldı. Hastaların demografik bilgileri, diyabet hikayesi ve ağız diş sağlığı alışkanlıkları, periodontal indeks değerleri, çürük ve eksik dişleri kaydedildi. Periodontal hastalık ile diyabet arasındaki ilişki konusundaki bilinç düzeyi değerlendirme anketi uygulandı. Elde edilen verilerin birbiriyle ilişkisi istatistiksel olarak değerlendirildi. Bulgular: Çalışmamızda katılımcıların %67,6'sının kontrolsüz diyabet hastası olduğu, %96,5'inin evre 3 (%35,8) ve derece C (%68,9) periodontitis hastası olduğu tespit edildi. Ara sıra (%36,50) ve yatay fırçalayanların (%48,60) oranı en fazladır. Diş hekimine şikayeti olmadıkça başvurmadıkları (%76,1), diş hekimine gidince diyabeti hakkında bilgi verenlerin oranının fazla olduğu (%69,5) tespit edilmiştir. 'Kanama diş eti hastalığının en önemli belirtisidir' (%60), 'Diş eti sağlığının korunması için düzenli diş fırçalama gereklidir' (%91,5), bilgilerine çoğunluk katılıyorum yanıtını vermiştir. 'Diyabet hastaları diş eti hastalığı için 2-3 kat daha fazla risk altındadır' (%74,5), 'Diyabet ağız kuruluğu gibi oral komplikasyonlara neden olabilir' (%58), bilgilerine çoğunluk kararsızım/bilmiyorum yanıtını vermiştir. Sonuç: Diyabet hastalarının ağız diş sağlığı alışkanlıklarıyla, periodontal hastalık ve diyabet arasındaki ilişki konusundaki bilgi düzeylerinin yetersiz olduğu tespit edildi. Bu nedenle diyabet bakım eğitimlerinde diş hekimleri tarafından ağız diş sağlığı hakkında bilinçlendirici eğitimler verilmesi ve gerekli durumlarda periodontologlarla multidipliner bir tedavi stratejisi sağlanmalıdır.
  • Öğe
    Böbrek transplantasyonu yapılan hastaların periodontal durumunun değerlendirilmesi ve ağız diş sağlığı hakkında bilgi seviyelerinin ölçülmesi
    (Dicle Üniversitesi, Diş Hekimliği Fakültesi, 2024) Yaprak, Umut; Kadiroğlu, Ela Tules
    Amaç: Bu çalışmanın amacı böbrek transplantasyonu yapılan hastaların kullandıkları immünsüpresan ilaçların periodontal duruma etkilerinin araştırılması, hastaların ağız bakımı alışkanlıklarının ve ağız diş sağlığı hakkında bilgi seviyelerinin değerlendirilmesidir. Gereç ve Yöntem: Çalışmamıza böbrek transplantasyonu yapılmış 120 katılımcı dahil edilmiştir. Katılımcıların demografik verileri, sistemik durumları, dental alışkanlıkları, bilgi seviyeleri ve klinik parametreleri (periodontal sağlık durumu, plak indeksi, gingival indeks, sondlama derinliği, klinik ataşman seviyesi, diş eti büyümesi indeksi) incelenmiştir. Elde edilen veriler kaydedilip istatistiksel olarak değerlendirilmiştir. Bulgular: Nakil öncesinde diş hekimine muayene olan katılımcıların periodontal parametrelerinin ortalamalarının daha düşük olduğu saptandı (p<0,05). İmmünsüpresif rejime ek olarak kalsiyum kanal blokörü kullanan katılımcıların ortalama gingival indeks skoru, sondlama derinliği, klinik ataşman seviyesi ve "klinik olarak anlamlı" diş eti büyümesi prevalansı ve ortalama diş eti büyüme yüzdesi skoru anlamlı olarak daha yüksek bulundu (p<0,05). Siklosporin kullanan katılımcıların ortalama diş eti büyümesi yüzdesi skorunun Takrolimus kullananlara göre daha fazla olduğu tespit edildi (p<0,05). Diş eti büyümesi anlamlı olan hasta grubunda ortalama gingival indeks ve plak indeksi değerinin daha yüksek olduğu belirlendi (p<0,05). Sonuç: İmmünsüpresif rejime ek olarak kalsiyum kanal blokörü kullanımın diş eti büyümesini şiddetini arttırdığı tespit edilmiştir. İlaveten kötü ağız hijyeninin de diş eti büyümesi üzerine olumsuz etkisi olduğundan transplant alıcılarında nakil öncesi ve sonrasında düzenli dental muayene yapılmalıdır.
  • Öğe
    Radyasyon uygulaması ve immediyat dentin kaplama prosedürünün farklı CAD/CAM blokların bağlanma dayanımına etkisinin değerlendirilmesi
    (Dicle Üniversitesi, Diş Hekimliği Fakültesi, 2024) Akyüz, Faris; Başaran, Emine Göncü
    Amaç: Bu çalışmada radyasyon uygulaması ve immediyat dentin kaplama prosedürlerinin farklı CAD/CAM materyalerinin bağlanma dayanımına etkisinin karşılaştırılmış ve başarısızlık türleri değerlendirilmiştir. Gereç ve Yöntemler: Çalışmamızda 120 adet diş örneği radyasyon uygulamasına göre radyasyon(+), radyasyon(-) immediyat dentin kaplama (IDS) prosedürünü göre; IDS-1 (Prepare dentin yüzeyine hemen adeziv bonding uygulanıp aynı seansta daimi simantasyon) IDS-2 (prepare dentin yüzeyine hemen adeziv bondin uygulanıp bir süre sonra daimi simantasyon), DDS (prepare dentin yüzeyine adeziv bonding uygulanmayıp bir süre sonra daimi simantasyon) ve materyale göre ise Celtra Duo (Sirona Dentsply, Milford, DE, USA), IPS e-max CAD (İvoclar Vivadent, Schaan, Liechtenstein), gruplarına ayrılıp, 12 farklı kombinasyon oluşturularak bağlanma dayanımı üzerine etkileri araştırılmıştır. Radyasyon uygulamaları, radyasyon onkolojisi bölümünde bulunan lineer hızlandırıcı Elekta Synergy Platform Linac cihazı ile uygulanmıştır. Dişlere uygulanan doz, baş boyun radyoterapisi hastalarına uygulanan tedavi dozu göz önüne alınarak günde 2 Gy, haftada 5 gün, 6 hafta boyunca toplam minimum 60 Gy (2 Gy x 30 fraksiyonel doz) olarak belirlenmiştir. IDS yöntemlerinde, G2 üniversal bond (GC, Corporation, Tokyo, Japonya), simantasyonda G-Cem veener light cure rezin GC, Corporation, Tokyo, Japonya) siman kullanılmıştır. Blok materyalleri Microcut 201 (seri no:2015/ Bursa) mikrokesim cihazında 1,2 mm' lik kesitlerde bölünmüştür. Örneklere termal siklüs cihazında 10.000 siklus (Thermocycler 1100, SD Mechatronik, Germany) yaşlandırılmıştır. Bağlanma dayanımı Lloyd Irx ınsttruments üniversal test cihazında ölçülmüş, başarısızlık türlerini incelemesi ışık mikroskobunda (Leica M27.5) yapılmıştır. Yüzey morfolojisi için taramalı elektron mikroskobu (SEM) (Leo-1430 VP) kullanılarak analiz edilmiştir. Veriler IBM SPSS V23 ve Minitab V14 ile analiz edilmiştir. Verilerin normal dağılıma uygunluğu Shapiro Wilk testi ile incelenmiştir. Bulgular: Çalışmamızda Radyasyon, materyal ve dentin kaplama prosedürü etkileşimine göre bağlanma dayanımları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık elde edilmemiştir (p=0,755). Radyasyon uygulamasına göre bağlanma dayanımının ortalama değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık görülmüştür (p=0,278). Materyale göre bağlanma dayanımının ortalama değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık elde edilmiş olup (p<0,001) IPS e-max CAD materyalinde bağlanım dayanımı ortalaması (7,31), celtra duo materyalinin (6,27) bağlanım dayanım ortalamasından anlamlı derecede daha yüksek değerler göstermiştir. Dentin kaplama prosedürüne göre de bağlanma dayanımının ortalama değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık görülmüştür (p<0,001). IDS-1 prosedürü diğer prosedürlerden anlamlı farklılık göstermiş olup (7,83) IDS-2 prosedüründen (6,28) ve DDS prosedüründen (6,26) daha yüksek ortalama bağlanma değeri göstermiştir. Sonuç: Radyasyon uygulamasının bağlanım değerini etkilemediği görülürken IDS uygulamasının bağlanım dayanımını artırdığı görülmüştür. IPS e-max CAD materyalinde bağlanma dayanımı Celtra Duo materyalinden anlamlı derecede daha yüksek olduğu bulunmuştur.
  • Öğe
    Çift taraflı atrofik maksilla rehabilitasyonunda farklı planlamalarla uygulanan zigomatik, dental ve pterygoid implantların çevre dokularda oluşturduğu streslerin sonlu elemanlar analizi ile incelenmesi
    (Dicle Üniversitesi, Diş Hekimliği Fakültesi, 2024) Bakay, Ufuk; Gülsün, Belgin
    İleri derecede rezorbe olan posterior maksillanın implant destekli tedavilerinde, zigomatik kemiğin ankraj olarak kullanılması, sinüs lifting, kemik greftleri, kısa ve eğimli implantlar ile pterygoid implantların kullanılması alternatif yöntemlerdendir. Zigomatik implantların ve pterygoid implantların amacı aşırı atrofik posterior maksillanın tedavisini daha basit hale getirmek, cerrahi işlem sonuçlarının başarısını artırmak, morbidite ile işlem zamanını azaltmak ve ek cerrahilerden kaçınmaktır. Ancak sınırlı erişilebilirlik nedeniyle bu implantların yerleştirilmesi, implantların maksilla anterior bölgeye yerleştirilmesinden teknik olarak daha zordur. Bu çalışmanın amacı, bilgisayar yardımıyla modellenmiş aşırı atrofik maksillada zigomatik, dental ve pterygoid implantların çiğneme kuvvetleri altında, çevre dokularda ve implantlarda oluşan stresleri, sonlu elemanlar analiz yöntemi ile incelemek ve elde edilen verileri değerlendirerek en doğru tedavi planlamasını seçmektir. Çalışmamızda toplam 4 farklı model hazırlanmıştır. Grup 1'de sağlı sollu birer zigomatik implantlara ilave premolar diş bölgesine birer dental implant, grup 2'de sağlı sollu zigomatik implantlara ilave birer lateral ve premolar diş bölgesine dental implant, grup 3'te sağlı sollu birer pterygoid implantlara ilave premolar diş bölgesine birer dental implant, grup 4'te sağlı sollu pterygoid implantlara ilave lateral ve premolar diş bölgesine dental implant yerleştirilmiştir. Çalışmamızda uygulanan zigomatik implantlar (Nobel Biocare Zigoma implant) 4 mm çapında ve 35 mm uzunluğunda, dental implantlar (Nobel Biocare Aktif implant) 3.5 mm çapında 10 mm uzunluğunda ve pterygoid implantlar (Nobel Branemark Mk 3 Groovy Pterygoid implant) 4 mm çapında ve 15 mm uzunluğunda uygulanmıştır. Yapılan modellerde zigomatik implantlar, ekstrasinüs tekniği kullanılarak yerleştirilmiş, 2-4-6-7 numaralı diş bölgelerine 150 N'lik vertikal bir kuvvet ile 30 derece açıyla 100 N'lik oblik bir kuvvet uygulanmıştır. Çalışmada kullanılan kuvvetlerin etkileri üzerine yapılan analizde, implantlar ve metal alt yapılarındaki Von Mises stres değerleri ile alveolar kemikte oluşan maksimum ve minimum stres değerleri, sonlu elemanlar stres analizi ile incelenmiştir. Yaptığımız çalışmada grup 2 ve grup 4' te oluşan stres değerleri, grup 1 ve grup 3'te oluşan stres değerlerinden düşük olduğu, en fazla stres birikiminin grup 3'te en az ise grup 2'de oluştuğu gözlenmiştir. Bu çalışma sonucunda yerleştirilen implant sayısının arttırılması ile, meydana gelen stresin azaldığı sonucuna ulaşılmıştır.
  • Öğe
    Sistemik ssrı kullanımının dental implant osseoentegrasyonuna etkisinin rezonans frekans analizi, histolojik ve immünohistokimyasal incelenmesi: Tavşan tibiasında deneysel çalışma
    (Dicle Üniversitesi, Diş Hekimliği Fakültesi, 2024) Ergen, Ozan; Kaya, Beyza
    SSRI kullanımının implant osseoentegrasyonuna olumsuz etkisi olduğu düşünülmektedir. SSRI lar dünya çapında en sık kullanılan antidepresanlardır. Bu çalışmanın amacı dental implant uygulanmış tavşan modellerinde sekiz haftalık sistemik SSRI uygulamasının titanyum dental implantlar çevresindeki kemik iyileşmesi üzerindeki etkilerinin incelenmesidir. Çalışmada 8 adet, 6-12 aylık, ERKEK, Yeni Zelanda tavşanı kullanılmıştır. Tavşanlar Kontrol ve SSRI grubu olmak üzere iki gruba ayrıldı. Her bir tavşanda bilateral tibia kemiklerine titanyum implantlar yerleştirildi. Sekiz haftalık osseoentegrasyon sürecinde SSRI grubuna gönde bir doz 5 mg/kg LUSTRAL oral gavaj yoluyla verildi. Tüm hayvanlar implantasyondan sekiz hafta sonra sakrifiye edildi ve tibia kemikleri rezeke edildi. Çıkarılan tibia ve implant örnekleri üzerinde histomorfometrik analiz, immünohistokimyasal analiz ve rezonans frekans analizi, analizleri yapıldı. Histomorfolojik, rezonans frekans ve histolojik analizler Kontrol grubu ve Deney grubu arasındaki osseentegrasyonun anlamlı şekilde farklı olmadığını göstermiştir. Bu çalışmada elde edilen sonuçlar sistemik SSRI kullanımının kemiğe yerleştirilen titanyum implantların osseoentegrasyonu açısından farklılık oluşturmadığını göstermektedir.
  • Öğe
    İki farklı materyal ile hazırlanan anterior endokronların kırılma dayanımları üzerine preparasyon dizaynlarının etkisi
    (Dicle Üniversitesi, Diş Hekimliği Fakültesi, 2023) Sasa, Serap; Beydemir, Köksal
    Amaç: Çalışmamızın amacı, iki farklı materyallerden CAD/CAM tekniği ile hazırlanan farklı preparasyon dizaynlarına sahip santral dişlere uygulan endokron restorasyonların kırılma dayanımı dirençlerinin karşılaştırılmasıdır. Gereç ve Yöntem: İn vitro çalışmamızda 40 tane çekilmiş insan üst çene santral dişler kullanıldı. Örnekler mine sement seviyesinin 3 mm yukarısından separey yardımıyla kesildi. Dişlere standart kök kanal tedavisi uygulandı. Dişler rastgele ferrule olan (2 mm çevresel) ve ferrule olmayan 2 gruba ayrıldı. Ferrule içeren dişlerde ferrule oluşturulacak şekilde, ferrule bulunmayan grupta butt joint şeklinde preparasyonu tamamlandıktan sonra, örneklerin kanal içi uzantıları 3 mm olacak şekilde preparasyon tamamlanmıştır. Daha sonra bu iki grup (n=20), zirkonya takviyeli lityum silikat ve lityum disilikat içerikli CAD/CAM blokları olan iki farklı materyal ile restorasyon üretebilmek için rastgele 2 alt gruba (n=10) ayrılmıştır. Restorasyonlar dual cure total etch sistem olan G-CEM Link Force ile simante edildikten sonra 37°C'de 24 saat süreyle bekletildi. Daha sonra tüm örnekler 5°C ve 55°C arasında 5000 döngülük termal siklus işlemine tabi tutuldu. . Üniversal test makinesi ile dişin palatinal yüzünden uzun eksenine 45° açıyla 1 mm/dk hızla, kırık oluşana kadar yükleme yapıldı. Restorasyonların maksimum kırılma dayanıklılığı (Newton) değerleri kaydedildi. Örneklerin kırılma tipleri incelenip, fotoğraflanmıştır. Elde edilen veriler IBM SPSS Statistics Version 21 paket programı ile analiz edildi. Gruplar arasındaki farklılıklar incelenirken Mann Whitney U ve Kruskal Wallis H Testinden yararlanıldı. Bulgular: Ferrule olan ve ferrule olmayan gruplarda ortalama kırılma değerleri sırasıyla 561,23 N ve 395,63 N olarak kaydedilmiştir. Ferrule varlığı ve yokluğuna göre kırılma değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmaktadır. (p<0,05). 2 mm çevresel ferruleye sahip lityum disilikat ile üretilen endokronların ortalama kırılma değerleri (534,1 N) , ferrule içermeyen lityum disilikat ile üretilen endokronların ortalama kırılma değerleri (365,38 N) arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmuştur (p<0,05). Ferrule içeren zirkonyum takviyeli lityum disilikat ile üretilen endokronların ortalama kırılma değerleri (588,35 N) ve ferrule içermeyen örneklerin ortalama kırılma değerlerinden (425,87 N) yüksek olmasına rağmen istatistiksel anlamda anlamlı fark bulunmamıştır. Kırılma değerleri bakımından materyaller arasında istatistiksel anlamda fark bulunmamıştır. Sonuç: Ferrule varlığında örneklerin kırılma değerleri daha yüksek bulunmuştur. Lityum disilikat ve zirkonyum takviyeli lityum silikat endokronların kırılma değerleri arasında anlamlı fark olmazken, karşılaştırılan tüm gruplar yeterli ortalama kırılma dayanımı göstermiştir.
  • Öğe
    Vida tutuculu ve siman tutuculu implant üstü protezlerin implant çevresi doku sağlığına etkilerinin değerlendirilmesi
    (Dicle Üniversitesi, Diş Hekimliği Fakültesi, 2023) Gül, Deniz; Doğru, Arzum Güler
    Amaç: Çalışmamızın amacı kliniğimize başvuran hastalar üzerinde sabit implant üstü protezlerde retansiyon yöntemi (vidalı-simante) ve periimplant dokuların sağlığı arasındaki ilişkiyi incelemektir. Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda Dicle Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Periodontoloji Kliniğine başvuran, ağız içinde en az 1 yıl süredir vidalı ve simante protezleri bulunan, en fazla 3 ay içerisinde çekilmiş panoramik röntgeni mevcut olan, yaşları 21 ile 65 arasında değişen 90 hasta üzerinden, 73 simante 69 vidalı olmak üzere 142 implant değerlendirilmiştir. Her bir hasta için biri anamnez, biri klinik değerlendirme formu olmak üzere iki bölümden oluşan değerlendirme formu doldurulmuştur. Klinik değerlendirme formunda; restorasyon tutuculuğunun tipi(vida-siman), protetik restorasyonun tipi (tek kuron/çoklu kuron), dental implant sayısı ve periodontal parametreler (plak indeksi, gingival indeks, sondalama derinliği, sondalamada kanama, dişeti çekilmesi, süpürasyon varlığı) kaydedilmiştir. Ayrıca her implant için panoramik radyografi üzerinden mezial ve distal bölgelerdeki kemik seviyesi ölçülmüş, kemik kayıpları milimetrik olarak kaydedilmiştir. Bulgular: Çalışmamıza dahil edilen vidalı ve simante restorasyona sahip implantlar arasında plak indeksi, gingival indeks, sondalamada kanama, süpürasyon ve dişeti çekilmesi parametrelerinde anlamlı fark bulunamazken, cep derinliği (p=0,029) ve radyografik marjinal kemik kaybı (p=0,017) değişkenlerinde simante implant üstü restorasyonlar anlamlı derecede yüksek bulundu. Sonuçlar: Çalışmamız kapsamında incelenen implantlar arasında simante protezlerde daha fazla kemik kaybına ve daha yüksek cep derinliğine rastlanmıştır. Konu ile ilgili prospektif daha çok çalışma yapılması gerekmektedir.
  • Öğe
    Dudak damak yarıklı hastalarda nazoalveoler şekı̇llendı̇rmenı̇n nazolabı̇al, alveoler ve palatal bölgeye etkı̇lerı̇nı̇n değerlendı̇rı̇lmesı̇
    (Dicle Üniversitesi, Diş Hekimliği Fakültesi, 2023) Celep, Eren Kübra; Arslan, Seher Gündüz; Oruç, Kamile
    Amaç: Bu çalışmanın amacı, unilateral tek taraflı dudak damak yarıklı (UTDDY) yenidoğanlarda nazoalveoler şekillendirme (NAŞ) tedavisi sonrası oluşan nazolabial, alveoler ve palatal bölgede değişikliklerin değerlendirilmesidir. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmanın materyali, Dicle Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Ortodonti Anabilimdalı kliniğine başvuran UTDDY'li yenioğanların NAŞ tedavisi öncesi ve sonrası alçı model ve fotoğraf kayıtlarından oluşturulmuştur. Çalışmaya dahil edilen, 7'si erkek, 8'i kız toplamda 15, yenidoğanın tedavi öncesi ortalama yaşı 12,27 ± 7,29 gündür. Bireylerin ağız dışı-içi fotoğraf ve ağız içi alçı model kayıtları NAŞ öncesi (T0) ve NAŞ sonrası (T1) olarak değerlendirilmiştir. Bireylerin kayıtları Fiji ImageJ (2022, ABD) programı kullanılarak ölçülmüştür. Sayısal değişkenlerin normal dağılıma uygunluğu Shaphiro Wilk testi ile test edilmiştir. Normal dağılan sayısal değişkenlerin iki bağımlı ölçümünün karşılaştırılmasında Eşleştirilmiş t testi, normal dağılmayan sayısal değişkenlerin iki bağımlı ölçümünün karşılaştırılmasında Wilcoxon testi kullanılmıştır. Bulgular: NAŞ tedavisi sonrası nazal bölgede, bialar genişlik, Yarık Taraf (YT) nostril genişlik, kolumella uzunluğu, YT nostril yüksekliği, Sağlam taraf (ST) nostril yüksekliği, YT kolumella inklinasyon açısı, ST kolumella inklinasyon açısı, nazal projeksiyon açısı dudak bölgesinde, yarık dudak genişliği, YT dudak yüksekliği, YT dudak uzunluğu, alveoler bölgede, yarık miktarı, C-C arası genişlik ve palatal bölgede, palatal yarık miktarı ve yarık alanı parametreleri p<0,001 düzeyinde anlamlı olarak değişmiştir. Sagittal uzaklık ve küçük segment uzunluğu parametreleri ise p<0,01 düzeyinde anlamlı olarak değişmiştir. ST nostril genişlik, ST dudak yüksekliği, ST dudak uzunluğu, midpalatal genişlik, posterior ark genişliği ve büyük segment uzunluğu parametrelerinde ise istatistiksel anlamlı bir değişim bulunamamıştır. Sonuç: UTDDY'li yenidoğanların NAŞ tedavisi sonrası tedavi başı kayıtlarına göre nazolabial deformiteler ve ağız içi parametrelerinde istenilen iyileşmeler elde edilmiştir. NAŞ tedavisinin dudak damak yarık anomalisine sahip yenidoğanlarda etkin bir tedavi yöntemi olduğu görülmüştür.
  • Öğe
    Epidermolizis bülloza vakalarından elde edilen klinik bulguların değerlendirilmesi, oral hijyen rehberliği ve dental yaklaşımın belirlenmesi
    (Dicle Üniversitesi, Diş Hekimliği Fakültesi, 2021) Gülşen, Emine; Yavuz, İzzet
    Amaç: Bu çalışmamızda epidermolizis bülloza vakalarından elde edilen klinik bulguların değerlendirilerek vakalarda görülen insidanslarının ortaya çıkarılması, bulguların literatürler ile karşılaştırılması, bu vakalara diş hekimi yaklaşımının belirlenmesi, vakalar ile iş birliği yapılarak yaşam kalitelerinin arttırılmasına yönelik dental rehberliğin sağlanması ve diş hekimleri arasında farkındalık oluşturulması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Bu çalışma 2018- 2020 yılları arasında Diyarbakır, Batman ve Şanlıurfa'da yaşayan 15'i kadın, 15'i erkek toplam 30 epidermolizis bülloza vakasının klinik bulguları, anamnezleri ve aile geçmişleri değerlendirilerek yapıldı. Elde edilen veriler istatistiksel olarak değerlendirildi. Bulgular: Çalışmamızda incelediğimiz toplam 30 vakamızın %66,7'sinde malnütrisyon-sık enfeksiyon hikayesi, %73,3'ünde anemi-gastrointestinal sistem komplikasyonları-ellerde kontraktür, %30'unda kalp problemi ve covid-19 hikayesi, %86,7'sinde büyüme geriliği, %60'ında gözlerde komplikasyon, %96,7'sinde tırnaklarda deformite, %76,7'sinde ayaklarda kontraktür, %96,7'sinde anne-baba arasında akrabalık ilişkisi olduğu ve %33,3'ünde etkilenmiş 3.dereceden akrabası olduğu öğrenildi. Çalışmamızdaki vakalarımızın intraoral bulgularına bakıldığında %80'inde intraoral bül ve lezyonlar, %73,3'ünde ankiloglossi ve yaygın çürük, %70'inde mikrostomi ve maxiller atrofi, %66,7'sinde vestibül sulkus obliterasyonu, %6,7'sinde mine hipoplazisi, %60'ında dişlerde çapraşıklık görüldü. Ayrıca vakalarımızın sadece %13,3'ünde oral hijyen alışkanlığının olduğu belirlendi. Sonuç: Epidermolizis bülloza vakalarına tıp ve diş hekimlerinin dahil olduğu multidisipliner bir yaklaşımın gerekliliği düşünüldü. Dental tedavi yaklaşımları ise estetik, fonksiyon ve fonasyonun iadesi ile birlikte normal büyüme ve gelişmeyi de desteklemektedir. Diş hekimleri ve epidermolizis bülloza vakaları ile ebeveynleri oral hijyenin ve dental stabilitenin sağlanmasının öneminin farkında olmalıdır. Ayrıca diş hekimleri EB'li vakalarda, mikrostomi bulunduğu için gerekli dental tedavileri uygun anestezi şeklini belirleyerek, atravmatik olarak genel veya lokal anestezi altında gereken çalışma yöntemlerine hakim olmalıdır. Epidermolizis büllozanın diş hekimleri tarafından daha iyi anlaşılması için çalışmaların devam etmesi gerektiği düşünüldü.
  • Öğe
    Konik ışınlı bilgisayarlı tomografi görüntülerinden elde edilen pulpa hacmine dayalı tahmini yaş ile panoramik radyografi verilerine dayalı tahmini yaşın kronolojik yaşla doğruluğunun karşılaştırılması
    (Dicle Üniversitesi, Diş Hekimliği Fakültesi, 2023) Polat, Yelda; Çelenk, Sema
    Amaç: Çocuklarda Konik Işınlı Bilgisayarlı Tomografi (KIBT) görüntüleri üzerinden MIMICS yazılımıyla elde edilen pulpa hacmi ve pulpa/diş hacim oranı verisiyle oluşturulan tahmini yaş ile panoramik radyografiler üzerinden Demirjian ve Willems yöntemleriyle oluşturulan tahmini yaşın kronolojik yaşla doğruluğunun karşılaştırılması ve yaş tayininde KIBT verilerinin kullanılabilirliğinin araştırılması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışmamıza 9-16 yaş arasındaki çocukların dental muayeneleri için alınan 100 adet KIBT ve panoramik radyografi görüntüsü dahil edildi. Hastaların radyografik verileri yaş ve cinsiyete göre analiz edildi. KIBT verilerinden mandibular sol 1. molar dişlerin pulpa ve diş hacim ölçümleri MIMICS yazılımıyla hesaplandı. Panoramik radyografiler ise Demirjian ve Willems yöntemlerinin mineralizasyon evrelerine göre oluşturulan skor tablolarıyla değerlendirildi. Hastaların radyografilerinin alındığı tarihten kişinin doğum tarihi çıkarılarak kronolojik yaş hesaplandı. Gerekli istatistiksel analizler ve lineer regresyon analizi yapıldı. Önem düzeyi p<0.05 olarak alındı. Bulgular: Demirjian yöntemi ve kronolojik yaş ortalama fark değerleri ile Willems yöntemi ve kronolojik yaş ortalama fark değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark vardır (p<0,001). Pulpa hacim (R2=0,098) ve Pulpa/Diş hacim oranı (R2=0,395) verisinden oluşturulan tahmini dental yaş analizi için kurulan regresyon modelinde istatistiksel olarak anlamlılık elde edilmiştir (p<0,001). Pulpa hacmi ve Pulpa/Diş hacim oranı verisi ile yaş arasında negatif bir korelasyon tespit edilmiştir. Sonuç: Willems yöntemiyle elde edilen sonuçlar kronolojik yaşa en yakın ve doğru tahmini yaş bilgisini vermiştir. Çocuklarda Pulpa/Diş hacim oranı verisi üzerinden oluşturulan yaş tahmini pulpa hacmi verisi kullanılarak oluşturulan yaş tahminine göre kronolojik yaşa daha yakın değerler sunarak KIBT'ın yaş tespitinde kullanılabilir bir yöntem olduğu görülmüştür.
  • Öğe
    Travma sonrası mine dentin kırığı bulunan maksiller santral kesici dişin iki farklı teknikle yapılan restorasyonunun mikro bilgisayarlı tomografi verilerine dayalı sonlu elemanlar analizi metodu kullanılarak stres dağılımının değerlendirilmesi
    (Dicle Üniversitesi, Diş Hekimliği Fakültesi, 2022) Akgönül, Şeyma Olğaç; Çelenk, Sema
    Amaç: Çocuk hastalarda maksiller santral kesici dişler tüm diş dizisi içinde en sık travmaya uğrayan dişlerdir. Bu dişler fonksiyon, fonasyon ve estetik açısından büyük öneme sahiptir. Travma sebebiyle kliniğimize başvuran hastalarımızın küçük yaşta oldukları göz önüne alındığında yapılacak olan restorasyonların uzun ömürlü olması gerekir. Bu çalışmada mine dentin kırığı bulunan maksiller santral kesici dişin mikro-bilgisayarlı tomografi verilerine dayanarak hazırlanan 3 boyutlu modeli üzerinde, sonlu elemanlar stres analizi metodu kullanılacaktır. Bu metotla, iki farklı yönden uygulanan kuvvet altında, kırık parçanın yapıştırılması (reataçman) ve direk kompozit restorasyon uygulaması şeklindeki iki restoratif tekniğin, kırık dişler üzerine uygulanacak farklı retantif prosedürler sonrasında oluşturdukları stres dağılımı incelenecektir. Gereç ve Yöntem: Avülse sol maksiller santral kesici diş mikro bilgisayarlı tomografi cihazında tarandı. Elde edilen veriler, bilgisayara aktarılarak üç boyutlu modelleme yapıldı. Modellerde, dişin distoinsizal köşesinden mesial arayüze doğru 3 mm uzakta, 45 derece açıyla, oblik yönde kırık hattı oluşturuldu. Reataçman yönteminde kullanılan retantif prosedürler; 1) İç dentin oyuğu, 2) Palatinal kompozit laminate veneer, 3) Çift palatinal retantif oluk. Kompozit restorasyon tekniğinde kullanılan retantif prosedürler; 1) Kompozit laminate veneer, 2) Mine bizotajı sonrası direk kompozit retorasyon, 3) Çift palatinal oluk sonrası kompozit uygulama, olacak şekilde toplamda altı model oluşturuldu. Restorasyonu tamamlanan modellere, sonlu elemanlar stres analizi metodu kullanılarak insizal ve palatinal yönden olmak üzere iki kuvvet 100 N büyüklüğünde uygulanarak, bulunan sonuçlar restorasyon ve diş üzerinde oluşan stresler açısından incelendi. Bulgular: Tüm modellerde mine ve dentinde palatinal kuvvetler, insizal kuvvetlerden daha yüksek stres oluşturmuşlardır. Tüm kuvvetler altında tüm modellerde kökün bukkal yüzeyinde palatinal yüzeyine göre daha fazla stres yoğunlaştığı gözlenmiştir. Mine dokusunda en az stresi oluşturan model reataçman sonrası palatinal laminate veneerin uygulandığı Model-1'de gözlenmiştir. Kompozit restorasyonlarda en yüksek stres değeri Model-1'de, en düşük stres değeri Model-3'te gözlenmiştir. Direk kompozit restorasyon uygulanan modellerde; kompozit, mine ve dentin yüzeyinde biriken maksimum stres miktarları arasında belirgin bir fark bulunamamıştır. Sonuç: Yapılan modellemelerden elde edilen verilere göre diş üzerinde uygulanan restorasyonun şekli, kullanılan teknik, restorasyonun yeri ve uygulanan kuvvetin yönü, diş ve restorasyonda biriken stres miktarını ve dağılımını etkilemektedir. Fakat elde edilen stres analizi sonuçları restorasyonların klinik başarını değerlendirmek için yeterli değildir. Kullanılan modellerin başka tekniklerle yapılacak çalışmalarla desteklenmesine ihtiyaç vardır.
  • Öğe
    Farklı dental anomalilerde servikal vertebra, el-bilek ve dental maturasyon ilişkisinin değerlendirilmesi
    (Dicle Üniversitesi, Diş Hekimliği Fakültesi, 2023) Bozkurt, Merve; Başaran, Güvenç
    Amaç: Bu çalışmanın amacı sınıf 1, sınıf 2 ve sınıf 3 dental anomalilere sahip genç kız ve erkek bireylerin maturasyon indikatörlerinin el-bilek kemiklerinden yapılacak yaş tayinine göre servikal vertebra, Demirjian ve cinsiyete göre farklılıklarının karşılaştırmalı olarak değerlendirilmesidir. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmanın materyali Dicle Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Ortodonti kliniğine başvuran hastaların panoramik, sefalometrik ve el-bilek radyografilerinden seçilerek oluşturulmuştur. Araştırmamıza dahil edilen görüntüler aşağıdaki kriterlere göre *Ortodontik tedavi geçmişi olmayan, * Aynı tarihte çekilmiş el-bilek, lateral sefalometrik ve panoramik filmi olan, * Kraniyofasiyal deformitesi ve fasiyal dismorfolojisi olmayan, * Dudak-damak yarığı bulunmayan, * Konjenital diş eksikliği olmayan, * Büyüme hormonu takviyesi kullanmayan, * Dicle Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Ortodonti Anabilim Dalına tedavi amacıyla başvurmuş 9-14 yaş aralığındaki hasta kayıtları arasından seçilmiştir. Bireylerin el-bilek röntgenlerinden Greulich-Pyle (GPA) atlasına göre yaş tayini yapılmıştır. Panoramik röntgenler üzerinde Demirjian metodu kullanılarak dental gelişim evreleri belirlenmiştir. Lateral sefalometrik filmlerden Lamparski metodu ile servikal vertebraların gelişim evreleri belirlenmiştir. Farklı dental malokluzyona sahip kız ve erkek bireylerde bu maturasyon indikatörlerinin ilişkisi değerlendirilirken Pearson Chi-Square analizi ve Spearman's Korelasyon Katsayısından ve/veya Pearson Korelasyon Katsayısından yararlanılmıştır. Bulgular: Sınıf I, sınıf II ve sınıf III dental maloklüzyon gruplarında, el-bilek ile cinsiyet, servikal vertebral maturasyon ve dental maturasyon arasında istatiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmuştur (p<0,001). Kız bireylerde büyüme gelişim dönemleri, erkek bireylere göre daha ileride seyretmektedir. Tüm gruplarda, el- bilek gelişimi pubertal atılım döneminde iken servikal vertebral gelişim CVS4 safhasındadır. Diş ve el-bilek gelişim safhaları arasındaki korelasyon ilişkisinde; en yüksek korelasyon katsayısı, sınıf III grubu kadınlardaki birinci premolar dişlerdedir. Servikal vertebral gelişim ile diş gelişim safhaları arasındaki korelasyon ilişkisinde; en yüksek korelasyon katsayısı, sınıf III grubu kadınlardaki ikinci premolar dişlerdedir. İkinci molar haricindeki tüm dişlerde kök gelişimleri, pubertal atılım sonrası dönemde çoğunlukla tamamlanmışken; ikinci molar dişlerin tüm el-bilek gelişim safhalarında kök gelişiminin çoğunlukla devam ettiği görülmüştür. Sonuç: Büyüme gelişim dönemi belirlenirken; tüm dental maloklüzyonlarda, el- bilek ve servikal vertebral maturasyon indikatörleri birbirlerine alternatif olarak kullanılabilir; ancak sadece dişlerin gelişim safhalarına bakılarak değerlendirme önerilmemektedir.