Sağlık Bilimleri Enstitüsü Tezler
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Güncel Gönderiler
Öğe Kemoterapi alan çocuğa bakım veren ebeveynlerin stresle başa çıkma düzeyleri ile bakım yükü arasındaki ilişkinin incelenmesi(Dicle Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2025) Kazan, Ayten; Aydın, Leyla ZenginKemoterapi Alan Çocuğa Bakım Veren Ebeveynlerin Stresle Başa Çıkma Düzeyleri İle Bakım Yükü Arasındaki İlişkinin İncelenmesi Öğrencinin Adı ve Soyadı: Ayten Kazan Danışmanı: Doç Dr. Leyla Zengin Aydın Anabilim Dalı: Hemşirelik Esasları Anabilim Dalı 1.1. Özet Amaç: Bu çalışma, kemoterapi alan çocuğa bakım veren ebeveynlerin stresle başa çıkma düzeyleri ile bakım yükü arasındaki ilişkinin incelenmesi amacıyla yapılmıştır. Gereç Ve Yöntem: Eylül 2023-Nisan 2024 tarihleri arasında Dicle Üniversitesi Hastaneleri Çocuk Hastanesi çocuk hematoloji-onkoloji kliniği ve polikliniğine başvuran hastaların ebeveynleri ile yürütülmüştür. Çalışmanın örneklemini Çocuk Hematoloji-Onkoloji kliniği ve polikliniğine başvuran 141 ebeveyn oluşturmuştur. Çalışma verileri, "Kişisel Bilgi Formu", " Stresle Başa Çıkma Ölçeği (SBÖ)" ve "Kanserli Çocukların Aile Bakım Vericileri İçin Bakım Yükü Ölçeği" kullanılarak toplanmıştır. Bulgular: Ebeveylerin SBÖ toplam puanı ile Kanserli Çocukların Aile Bakım Vericileri İçin Bakım Yükü Ölçeği toplam puanı arasında negatif yönde, zayıf derecede ve istatistiksel olarak anlamlı ilişki tespit edilmiştir (p<0,05). Ebeveylerin yaş gruplarına göre SBÖ toplam puanları açısından istatistiksel olarak anlamlı farklılık tespit edilmiştir (F=5.253; p=0,002). Mesleklere göre SBÖ toplam puanları açısından istatistiksel olarak anlamlı farklılık tespit edilmiştir (χ2=9,862; p=0,046). Sonuç: Çalışmada, kemoterapi alan çocuğa bakım veren ebeveynlerin stresle başa çıkma düzeyini yaş ve meslek durumu gibi değişkenler etkilemektedir. Stresle başa çıkma düzeyi artıkça bakım yükünün azaldığı görülmektedir. Kemoterapi alan çocuğa bakım veren ebeveynlerin stresle başa çıkma düzeyleri ve bakım yükü ile ilgili daha fazla araştırma yapılması önerilebilir.Öğe İnsan sperminde kriyoprezervasyon sonrası oluşan dna hasarı üzerine İn Vitro zencefil (Zingiber officinale) uygulamasının etkisi(Dicle Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2025) Çankırı, Zuhal; Akkuş, MuratAmaç: Kriyoprezervasyon, biyolojik materyallerin (hücreler, dokular, embriyolar, sperm, yumurta hücreleri vb.) çok düşük sıcaklıklarda (genellikle -196°C'de sıvı azot kullanılarak) saklanması işlemidir. İnsan sperminin kriyoprezervasyonu, hem yardımcı üreme teknikleri hem de erkek üreme kapasitesinin korunması açısından büyük bir öneme sahiptir. Ancak, bu işlem sonucunda sperm kalitesinde belirgin bir düşüş meydana gelmektedir. Yapılan çalışmalar, zencefilin farklı hücre türleri üzerinde antioksidan etki gösterdiğini ortaya koymuştur. Bu araştırmanın temel amacı, in vitro uygulanan zencefil ekstraktının insan sperminde özellikle kriyoprezervasyon sonrası oluşan sperm parametrelerindeki bozulmalar ile sperm DNA hasarı üzerine olası faydalarını ortaya koymaktır. Gereç ve yöntem: Çalışmaya, Dicle Üniversitesi Hastanesi Üroloji Kliniği'ne başvuran 25-40 yaş aralığındaki 40 normozoospermik (volümü, total sperm sayısı, konsantrasyonu, motilite, vitalite ve morfoloji değerleri alt referans değerlerine eşit veya üzerinde) erkek hasta dahil edilmiştir. Hastalardan mastürbasyon yoluyla alınan ve rutin semen analizleri yapılıp dondurma işlemi için hazırlanan semen örnekleri; dondurma öncesi grup, dondurma-çözme sonrası grup, dondurma medyumuna zencefil ekstraktı eklenen grup olmak üzere üçe ayrılmıştır. Tüm örneklerin, dondurma öncesi ve çözme sonrası sperm parametrelerine ve DNA fragmantasyon oranlarına bakılmış ve en az 200 sperm sayılarak ortalamaları alınmıştır. Dondurma öncesi ve çözme sonrası değerler istatistiksel olarak karşılaştırılmıştır. Bulgular: Çalışmamız, dondurma-çözme işlemi sonrasında sperm canlılığı, hareketliliği ve DNA bütünlüğünde belirgin kayıpların meydana geldiğini doğrulamıştır. Ancak, dondurma medyumuna zencefil ekstraktı eklenen grupta bu parametrelerde istatistiksel olarak anlamlı iyileşmeler gözlemlenmiştir (p<0,05). Sonuç: Bu çalışma, zencefil ekstraktının kriyoprezervasyon sonrası sperm canlılık, hareketlilik ve DNA fragmantasyonları üzerindeki olumlu etkilerini ortaya koymaktadır. Elde edilen veriler, zencefilin kriyoprezervasyon sürecinde potansiyel bir antioksidan ajan olarak değerlendirilebileceğini düşündürmektedir.Öğe Normospermik erkeklerde farklı santrifüj hızlarının dna fragmantasyonuna olan etkisinin değerlendirilmesi(Dicle Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2025) Yiğit, Mehmet Keya; Akkuş, MuratAmaç: Bu çalışmada, tüp bebek laboratuvarlarında kullanılan santrifüj işleminin normospermik erkeklerde sperm fonksiyon parametreleri üzerindeki etkisini değerlendirmek amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya, Dicle Üniversitesi Hastanesi Üroloji Kliniği'ne başvuran ve normospermik olarak değerlendirilen 50 hasta dahil edilmiştir. Çalışma kapsamında alınan semen örnekleri, 1000 rpm ve 1600 rpm hızlarında santrifüj işlemine tabi tutulmuştur. Santrifüj sonrası motilite, morfoloji, vitalite ve DNA fragmantasyonu parametreleri değerlendirilmiştir. Bulgular: Gradient yöntemine dayalı sperm seçimi uygulamalarında, 1000 rpm ve 1600 rpm hızlarında santrifüj işleminin sperm parametreleri üzerinde anlamlı bir etkisinin olmadığı görülmüştür. Bu sonuç, farklı santrifüj hızlarının sperm seçme etkinliği açısından önemli bir değişiklik yaratmadığını ve her iki hızın da klinik uygulamalarda güvenle kullanılabileceğini göstermektedir. Çalışmamız, santrifüj hızlarının sperm kalitesine etkisi konusundaki literatüre katkı sağlamaktadır. Sonuç: Bu bulgular, tüp bebek laboratuvarlarında kullanılan santrifüj hızlarının standardizasyonunun, sperm kalitesine zarar vermeyecek şekilde esnek olabileceğini ortaya koymaktadır.Öğe Zihinsel engelli kadınların cinselliğine ilişkin toplumun tutumu ölçeğinin Türkçe uyarlaması: Geçerlilik ve güvenilirlik çalışması(Dicle Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2025) Coşkun, Rojin; Duman, MesudeAmaç: Zihinsel Engelli Kadınların Cinselliğine İlişkin Toplumun Tutumu Ölçeğinin (The Scale on Society's Attitudes towards the Sexuality of Women with Intellectual Disabilities) Türkçe'ye uyarlaması ve psikometrik özelliklerinin incelenmesi amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Metodolojik olarak tasarlanan çalışmada veri toplama formları Google Forms kullanılarak, WhatsApp, İnstagram ve Facebook üzerinden araştırmaya katılmaya gönüllü 18 yaş üstü, 258 açıklayıcı faktör analizi, 258 doğrulayıcı faktör analizinde kullanılmak üzere 516 kişiye uygulandı. Veriler Kişisel Tanıtım Formu, Engelli Kadın Tutum Ölçeğinin Engelli Kadın ve Özel Yaşamı alt boyutu ve ''Zihinsel Engelli Kadınların Cinselliğine İlişkin Toplumun Tutumu Ölçeğinin Türkçe versiyonu kullanılarak toplandı. Toplanan veriler Açıklayıcı Faktör Analizi, Doğrulayıcı Faktör Analizi, Test Tekrar Test Yöntemi, Paralel Form Güvenirliği, Cronbach Alfa Güvenlik Katsayısı kullanılarak, SPSS 24 ve AMOS 24 ile geçerlilik ve güvenirlik analizleri yapıldı. Bulgular: Ölçeğin 10 madde, dört alt boyuttan oluştuğu bulundu. Açıklanan toplam varyans %77,37, ortak varyans ise %65,05 olarak belirlendi. Maddelerin faktör yükleri 0,53 ve 0,99 değerleri arasında iyi ve yüksek düzeyde ilişkili bulundu. Doğrulayıcı faktör analizine göre, tüm uyum indeksleri >0,90 ve RMSEA=0,067'dir. Ölçeğin Cronbach's α 0,70 olarak bulundu. Ölçeğin alt boyutlarının cronbach's α değerleri 0,70-0,85 arasında olduğu bulundu. Sonuç: Zihinsel Engelli Kadınların Cinselliğine İlişkin Toplumun Tutumu Ölçeğinin Türkçe formunun geçerli ve güvenilir olduğu sonucuna ulaşılmıştır.Öğe In vitro ceratonia siliqua uygulamasının insan sperm kriyoprezervasyonuna bağlı oluşan dna hasarı üzerine terapotik etkisinin incelenmesi(Dicle Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2025) Akıncı, Dilara; Akkuş, MuratAmaç: Sperm ve testiküler doku kriyoprezervasyonu, 1953 yılından itibaren erkek infertilitesinde fertilitenin korunması amacıyla kullanılmaktadır. Ancak kriyoprotektanlarla dondurulan semen örneklerinin çözme sonrası vitalite, motilite ve DNA fragmantasyonu gibi fonksiyonel parametrelerinin olumsuz etkilendiği gösterilmiştir. Bu durum düşük fertilizasyon oranları, embriyonun gelişiminde yavaşlama, implantasyon potansiyelinde azalma ve artan abortus oranları ile ilişkilidir. Bu çalışmada, in vitro Ceratonia siliqua (keçiboynuzu) uygulamasının kriyoprezervasyon sonrası sperm parametreleri üzerindeki terapötik etkileri görmeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya 25-40 yaş arasında 50 hasta dahil edilmiştir. Hastalar normozoospermik ve astenozoospermik olarak iki gruba ayrılmış ve semen örnekleri 6 grupta incelenmiştir. Örnekler, -196°C'de likit azot ile dondurulmuş ve çözme sonrası motilite, vitalite ve DNA fragmantasyonu değerlendirilmiştir. Ceratonia siliqua %0.01 konsantrasyonda kullanılmıştır. Bulgular: Dondurup çözme işleminin sperm parametrelerini anlamlı (p<0,05) düzeyde olumsuz etkilediği görülmüştür. Ancak Ceratonia siliqua eklenmiş gruplarda motilite, vitalite ve DNA fragmantasyonu parametrelerinde olumlu iyileşmeler gözlenmiştir. Sonuç: Ceratonia siliqua'nın serbest radikal temizleme ve mitokondriyi koruma etkisiyle kriyohasarı azalttığı gösterilmiştir. Bu çalışma, insan sperm kriyoprezervasyonunda Ceratonia siliqua'nın destekleyici bir ajan olarak kullanılabileceğini ortaya koymaktadır.Öğe Down sendromlu ve serebral palsili çocuğu olan ebeveynlerin evlilik uyumu ve psikolojik dayanıklılıklarının değerlendirilmesi(Dicle Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Kormalı, Davut; Durmaz, Gülbeyaz BaranAmaç:Bu çalışma engelli bireyler olan Down sendromlu ve Serebral Palsili çocuğu olan ebeveynlerin evlilik uyumunu ve psikolojik dayanıklılığını değerlendirmek amacıyla yapılmıştır. Gereç ve Yöntem: Tanımlayıcı tipte olan bu çalışma Bingöl özel eğitim ve rehabilitasyon merkezinde eğitim görmekte olan Down sendromlu ve Serebral palsili çocukların ebeveynleri ile yürütülmüştür. Araştırma Şubat-Mayıs tarihleri arasında; kişisel bilgi formu, Yetişkinler İçin Psikolojik Dayanıklılık Ölçeği, Evlilik Uyumu Ölçeği kullanılarak elde edilmiştir. Veriler bilgisayar ortamında SPSS 26 paket programına aktarılarak analiz edilmiştir. Ki Kare, T testi, Mann Whitney U ve Kruskall- Wallis H kullanılmıştır.İlişkilerin incelenmesinde pearson korelasyon analizi kullanılmıştır. İstatistiksel anlamlılık için p<,05 tercih edilmiştir. Bulgular:Down sendromu ve Serebrali çocuğa sahip ebeveynlerin EUÖ ve YPDÖ puan ortalamaları arasında pozitif yönde korelasyon istatistiksel açıdan anlamlı (p<,001) bulunmuştur.Down sendromu ve Serebrali çocuğa sahip ebeveynlerin EUÖ ve YPDÖpuan ortalamasıyapılan bağımsız örneklemler t testi sonucunda iki grup arasında istatistiksel açıdan anlamlı bir farklılık olmadığı (p>,05) bulunmuştur.DS hastası çocuğa sahip ebeveynler içerisinde eğitim düzeyi arasında yapılan Kruskal Wallis H testi sonucunda gruplar arasında istatistiksel açıdan anlamlı bir farklılık olduğu (p<,05) bulunmuştur. Sonuç: Down sendromlu ve Serebral palsili çocuğu olan ebeveynlerin evlilik uyumu ve psikolojik dayanıklılıkları arasında demografik özellikler yönünden fark yoktur. Evlilik uyumu ile psikolojik dayanıklılık orantılıdır.Öğe Şiddetli ve şiddetli olmayan preeklamptik plasentalar da NRF-1 ve NRF-2 ekspresyonlarının araştırılması(Dicle Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Kaplan, Şehmus; Aşır, FıratAmaç: Preeklampsili (PE) gebeliklerde plasenta yapısındaki değişiklikleri değerlendirmek, NRF1 ve NRF2 proteinlerinin ifade düzeylerini analiz ederek mitokondriyal hasar, hücresel dejenerasyon ve apoptoz süreçlerindeki rollerini araştırmak hedeflenmiştir. Gereç ve Yöntem: Bu çalışma Dicle Üniversitesi'nde Ağustos-Ekim 2024 arasında gerçekleştirilmiştir. Çalışmaya, ACOG kriterlerine göre tanı almış 21 hafif PE, 21 şiddetli PE ve 21 sağlıklı gebe dahil edilmiştir. Plasental dokular, histolojik ve immünohistokimyasal yöntemlerle incelenmiştir. NRF1 ve NRF2 ekspresyonları immün boyama teknikleriyle analiz edilmiş, morfolojik ve moleküler bulgular karşılaştırılmıştır. Bulgular: Kontrol grubunda koryonik villusların düzenli, trofoblastik tabakanın sağlam ve fibrin akümülasyonunun minimal olduğu gözlemlenmiştir. PE gruplarında villöz dejenerasyon, sinsityal düğüm artışı, damar konjesyonu, dilatasyon ve inflamatuar hücre infiltrasyonu tespit edilmiştir. NRF1 ekspresyonu PE gruplarında kontrol grubuna göre azalmış, özellikle sinsityal düğüm ve fibrinoid alanlarda negatifleşmiştir. Buna karşın NRF2 ekspresyonu PE gruplarında belirgin şekilde artmış, sinsityotrofoblast, bağ doku ve vasküler yapılarda yoğun pozitiflik göstermiştir. Sonuç: Preeklampside NRF1 ekspresyonunun azalması, mitokondriyal disfonksiyon ve oksidatif stresle ilişkili apoptoz süreçlerini desteklerken, NRF2'nin artışı, hücresel adaptasyon ve antioksidan savunma mekanizmalarını aktive ettiği düşünülmektedir. Bu bulgular, PE'nin patogenezine ışık tutarak, NRF1 ve NRF2'nin klinik biyomarker ve terapötik hedefler olarak potansiyel rollerini vurgulamaktadır.Öğe Depremden etkilenen 10-18 yaş arası çocuklarda uyku kalitesi, psikolojik dayanıklılık ve kontrol odağının değerlendirilmesi(Dicle Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Yıldırım, Gülsüm; Durmaz, Gülbeyaz BaranAmaç: Bu çalışmanın amacı depremden etkilenen 10-18 yaş arasındaki çocukların uyku kalitesini, psikolojik dayanıklılığını ve kontrol odağını değerlendirmektir. Gereç ve Yöntem: Tanımlayıcı tipte olan bu çalışma, 6 Şubat depremini yaşamış Diyarbakır ilinde yaşayan 10-18 yaş aralığındaki 219 çocuk ile yürütülmüştür. Araştırma verileri Mart-Mayıs 2024 tarihlerinde; kişisel bilgi formu, Pittsburgh Uyku Kalitesi Ölçeği, Ergen Psikolojik Dayanıklılık Ölçeği, Rotter İç-Dış Kontrol Odağı Ölçeği kullanılarak elde edilmiştir. Çocukların ebeveynlerinden hem sözlü hem yazılı izin alınmıştır. Veriler bilgisayar ortamında SPSS 26 paket programına aktarılarak analiz edilmiştir. Verilere parametrik değişkenler için bağımsız örneklem t testi ve ANOVA, nonparametrik değişkenler için Mann Whitney U ve Kruskal Wallis H testleri ile analiz edilmiştir. Bulgular: Yaş ortalaması 15,4 olan çocukların yaş, cinsiyet, birlikte yaşanılan aile tipi, anne ve/veya babanın çalışma durumu, 6 Şubat öncesi deprem deneyimi değişkenleri ile uyku kalitesi, psikolojik dayanıklılık ve kontrol odağı arasında anlamlı ilişki yoktur (p>,05). Deprem nedeniyle evinden uzak kalma, depremde bir yakınını kaybetme, apartman dairesinde yaşama gibi faktörlerin uyku kalitesini kötüleştirdiği bulunmuştur (p<,05). Özel okulda okuma, deprem tatbikatı yapmış olma, depremde bir yakınını kaybetme faktörlerinin psikolojik dayanıklılığı artırdığı bulunmuştur (p<,05). Apartman dairesinde yaşama, deprem nedeniyle evinden uzak kalma, depremde bir yakınını kaybetme anne ve babanın beraber olmaması faktörlerinin dış kontrol odağı eğilimini artırdığı bulunmuştur (p<,05). Sonuç: Araştırmada elde edilen bulgulara göre depremden etkilenen çocukların uyku kalitesi kötüdür. Çocuklarda uyku kalitesinin artması psikolojik dayanıklılığı artırmaktadır. Çocukların psikolojik dayanıklılıklarının artması ise dış kontrol eğilimlerini azaltmaktadır.Öğe Bipolar bozukluk tanılı hastalarda içselleştirilmiş damgalanma ve uyku ilişkisi(Dicle Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Taş, Mahmut Can; Gümüş, FundaAmaç: Bu çalışmanın amacı bipolar bozukluk tanılı hastalarda içselleştirilmiş damgalanma ve uyku ilişkisini belirlemektir. Yöntem: Bu çalışma kesitsel, tanımlayıcı ve ilişki arayıcı desende 35 ötimik dönemde olan bipolar bozukluk tanılı birey ile yapıldı. Veri toplamada Ruhsal Hastalıklarda İçselleştirilmiş Damgalanma Ölçeği (RHİDÖ), Pittsburgh Uyku Kalitesi İndeksi (PUKİ) kullanıldı. Tanımlayıcı verilerin analizinde ortalama, standart sapma, minumum, maksimum sayı ve yüzde kullanıldı. Ölçek puanlarının ve sayısal değişkenlerin normal dağılım gösterip göstermediği Kurtosis ve Skewness ile incelendi. Örneklemdeki birey sayısının sınırlı olması nedeniyle nonparametrik testler tercih edildi. İki ölçek arasındaki ilişki Pearson korelasyon testi, ölçeklerin sosyodemografik değişkenlere göre karşılaştırılmasında ikili değişkenler için Mann Whitney U testi; üç ve üzeri değişkenler için Kruskal Wallis testi kullanıldı. Bulgular: Katılımcıların yaş ortalamaları 38,60 (9,72)'tır. Katılımcıların koruma tedavi süresi ile PUKİ toplam puan ortalaması arasında pozitif orta derecede anlamlı bir ilişki saptandı. Ayrıca koruma tedaviye yanıt değişkenine göre RHİDÖ ve PUKİ toplam puan ortalamalarının gruplar arasında istatistiksel olarak farklı olduğu belirlendi. Koruma tedaviden kötü yanıt alanların, orta ve iyi yanıt alanlardan RHİDÖ toplam puan ortalamalarının istatistiksel olarak anlamlı şekilde düşük olduğu belirlendi. Benzer şekilde koruma tedaviden kötü yanıt alanların iyi yanıt alanlara göre PUKİ toplam puan ortalamalarının istatistiksel olarak yüksek olduğu saptandı. RHİDÖ'nün belirleyicisi olarak PUKİ ve koruma tedaviye yanıtın istatistiksel olarak anlamlı olduğu bulundu (R2=0,52). Sonuç: Bu çalışmada bipolar bozukluk tanılı bireylerde uyku kalitesinin yetersiz olduğu, orta düzeyde içselleştirilmiş damgalanma yaşadıkları ve uyku ile damgalama arasında pozitif orta dereceli ilişki olduğu söylenebilir. Ruh sağlığı ve psikiyatri hemşirelerinin bipolar bozukluk tanılı bireylerin damgalanma düzeylerini azaltmaya ve uyku kalitelerini geliştirmeye yönelik psikoterapötik müdahaleler geliştirmeleri ve bunları hemşirelik bakım planına entegre etmeleri önerilebilirÖğe Preeklampsili gebe hastaların plasentalarında wıpı1 ve wıpı2 protein seviyelerinin araştırılması(Dicle Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Ekinci, Zeynep; Aktaş, AyferAmaç: Bu çalışmanın amacı, preeklampsi patofizyolojisi ile WIPI1 ve WIPI2 proteinlerinin ilişkisini anlamak ve bu proteinlerin preeklampsi gelişimindeki potansiyel rolünü belirlemek. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya doğum yapan 40 sağlıklı normotensif ve 40 preeklampsili gebe hastanın canlılığı olmayan, vücut ile bağlantısı olmayan, patolojiye örnek olarak gönderilmeyecek olan, doğum sonrası elde edilen plasentalarından histolojik takip için küçük parçalar alınacaktır. Fiksasyon (24 saat) işleminden sonra dokular yıkama (1 gece), artan alkol serileri (%50, %70, %80, %90, %96 ve absolü etil alkol serilerinden geçirilecek) ve şeffaflaştırma (ksilende 3x30 dakika) işlemlerinin ardından 58°C' de parafin infiltrasyonuna alınacak. Daha sonra dokular parafin bloklara gömülecek ve mikrotom (katalog no: Leica RM2265, Wetzlar, Germany) yardımıyla bloklardan Hematoksilen-Eozin ve immünohistokimyasal boyamalar için 4-6 ?m kalınlığında kesitler alınacak. Bulgular: Kontrol grubu hematoksilen eozin boyama bulgularında, çok sayıda düzgün görünümlü yüzen koryonik villuslar gözlendi. Villusların içe doğru sinsityotrofoblastlar, sitotrofoblastlar, bağ doku stroması ve koryonik kapillerlerden oluştuğu gözlendi. Kontrol grubuna göre, bu grubun plasenta kesitlerinde yoğun bir WIPI1 ekspresyonu gözlendi. Koryonik villus duvarını oluşturan sitotrofoblast ve sinsityotrofoblast hücrelerinde, sinsityal düğümlerde WIPI1 immün aktivitesi arttı. Kontrol grubuna WIPI2 immun bulgularına göre, bu grubun plasenta kesitlerinde daha fazla WIPI2 immün reaksiyonu izlendi. Koryonik villus duvarını oluşturan sitotrofoblast ve sinsityotrofoblast hücrelerinde, sinsityal düğümlerde WIPI2 ekspresyonu kontrol grubuna göre artış gösterdi. Sonuç: Bu çalışma, preeklampsi ile plasental yapıların patolojik değişiklikler geçirdiğini ve bu değişikliklerin hematoksilen eozin boyama ile açıkça gözlemlenebildiğini göstermiştir.Öğe Gestasyonel diabetes mellituslu gebe hastaların plasentalarında hoxa10 ve hoxa11 protein seviyelerinin araştırılması(Dicle Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Kahraman, Seyit; Aktaş, AyferBu çalışmada gestasyonel diyabeti olan gebe hastalarımızın plasentalarında saptanan iki yeni protein olan Homeobox A10(HOXA10) ve Homeobox A11(HOXA11)'in ekspresyon seviyelerini inceleyip hastalığın histopatolojisinde karşılaştırmak ve ekspresyon yoğunluklarının hastalıkla olan ilişkisini gözlemlemektir. Bu deneysel randomize olmayan vaka kontrol çalışmasında 20 sağlıklı ve 20 GDM'li gebelerin plasentalarından örnek alındı. Elde edilen dokulara rutin doku takibi yapıldı. Plasental örnekler hematoksilen-eozin ile boyanarak histopatolojik olarak ışık mikroskopunda incelendi. İmmunünohistokimyasal olarak HOXA10 ve HOXA11 antikorları çalışıldı. GDM grubu ile kontrol grubu histopatolojik olarak karşılaştırıldığında plasental villusların düzensiz bir biçimde dağılımda olduğu ve trofoblastik hücrelerin bulunduğu yerlerde hücresel yoğunlukta artış ve vasküler dilatasyon ve konjesyon varlığının bunu yanında sinsityal düğümlerde artışın kontol grubuna göre daha belirgin olduğu izlenmiştir. GDM grubunda plesantal HOXA10 expresyonunun kontrol grubuna göre genelde negatif olduğu gözlenmiştir. GDM grubunda plesantal HOXA11 ekspresyon seviyesinin kontrol grubuna göre azaldığı izlenmiştir. GDM'nin plasental yapılar üzerinde belirgin yapısal ve moleküler değişikliklere neden olduğu tespit edilmiştir. GDM'nin plasental fonksiyonları ciddi şekilde bozabileceğini ve perinatal sonuçları olumsuz yönde etkileyebileceğini göstermektedir. HOXA10 ve HOXA11'in ekspresyon seviyelerindeki değişiklikler, GDM'nin patogenezinin daha iyi anlaşılmasına ve erken teşhis için biyomarker olarak kullanılmasına olanak tanıyabileceğini düşünmekteyiz.Öğe Covid-19 plasentalarında beclin-1 ve HMGB-1 protein ekspresyonlarının immunohistokimyasal değerlendirilmesi(Dicle Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Peker, Nurullah; Akkuş, MuratAmaç: Bu tezin amacı COVID-19 gebe hastaların plasentalarında Beclin-1 bağışıklık hücresi ile bağışıklıkta yer alan HMGB-1 antikorlarının, otofaji, inflamasyon ve hücre ölümü açısından ekspresyonlarını mikroskobik olarak incelemektir. Gereç ve Yöntem: Çalışmada materyal olarak kullanılan plasentalar Kadın Hastalıkları/Doğum servisindeki yatan hastalardan elde edilerek, COVID-19 tanısı konmuş, 20 gebe kadın ve 20 normal gebe hastanın plasentaları incelenmiştir. Her iki grupta da 18-49 yaş aralığındaki kadınlar araştırılmış olup, COVID-19 semptomları olan nefes darlığı, öksürük ve boğaz ağrısı semptomlarına ek olarak PCR testi COVID-19 virüsü için (+) hastalardan alınan plasentalar incelenmiştir. Bulgular: Covid-19 grubunun plasental yapılarının histolojik kesitlerinde kök villusların membran yapısının belirgin olarak bozulduğu ve inflamatuar alanlar oluşturduğu izlenirken, bu bulgulara paralel şekilde maternal bölgede koryonik villusların özellikle bağlantı bölgeleri olan sinsityal köprülerde incelmeler meydana geldiği ve koryonik villüslarda sinsityal düğümlerin genişlediği görüldü. Covid-19 grubuna ait plasenta görüntülerinde Beclin-1 ekspresyonlarının sinsityal düğümlerde önemli biçimde pozitif ekspresyon verdiği izlenirken, intervillöz alandaki bazı lökositer yapılarda ve hiyelanize alanlarda yine ekspresyonların pozitif olduğu izlendi. Sonuç: Gebelikte bulaşan COVID-19 enfeksiyonunun gebelerdeki plasenta dokularında histopatolojik değişikliklere sebep olduğu görülmüştür.Öğe Çocuk kliniğinde yatan 0-24 ay bebeklerde zeytinyağı ve ayçiçek yağı kullanımının pişik oluşumu ve tedavisi üzerine etkilerinin karşılaştırılması(Dicle Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Okuşluk, Behlül; Durmaz, Gülbeyaz BaranAmaç: Bu çalışma, çocuk kliniğinde yatan 0-24 aylık bebeklerde zeytinyağı ve ayçiçek yağının pişik oluşumu ve tedavisi üzerindeki etkilerini karşılaştırmak amacıyla yapıldı. Gereç ve yöntem: Araştırma iki deney grubu (zeytinyağı grubu, ayçiçek yağı grubu) ve bir kontrol gruplu yarı deneysel olarak yapılmıştır. Araştırmanın örneklemini Ocak-Temmuz 2024 tarihleri arasında Midyat Devlet Hastanesi'nde yatan 0-24 aylık antibiyotik kullanan 150 bebek oluşturdu. Koruyucu alt bakıma yönelik girişimde bulunulmayan kontrol grubuna 50, koruyucu alt bakımı uygulanan ve ayçiçek yağı kullanılan deney grubuna 50, koruyucu alt bakımı uygulanan ve zeytinyağı kullanılan deney grubuna ise 50 bebek alınmıştır. Deney grubundaki bebeklerin annelerine pişikten koruyucu alt bakım eğitimi verilmiştir. Bebekler 3-7 gün arası izlenerek veriler toplanmış ve bilgisayar ortamında Ki-kare Bağımsızlık Testi, Pearson Ki-kare, Fisher Freeman Halton Kesin testi ve Kruskal Wallis H testi kullanılarak değerlendirilmiştir. Bulgular: Koruyucu alt bakımı uygulanmayan kontrol grubundaki çocuklarda pişik gelişme oranı %62 iken, koruyucu alt bakımı uygulanan ve ayçiçek yağı kullanan deney grubunda %32, koruyucu alt bakımı uygulanan ve zeytinyağı kullanan deney grubunda %30 olarak bulunmuştur. Deney gruplarındaki tüm pişik vakaları birinci derece olarak sınıflandırılmışken, kontrol grubunda ikinci derece pişik vakalarına da rastlanmıştır. İki deney grubunun karşılaştırılmasında ise ayçiçek yağı ve zeytinyağının pişiği önlemede etkilerinin benzer olduğu görülmüştür. Sonuç: Koruyucu alt bakımı uygulanan ayçiçek yağı ve zeytinyağı deney grubundaki bebeklerde pişik görülme oranı, kontrol grubundaki bebeklerden daha düşük tespit edilmiştir. Çocuk hemşiresi tarafından; kliniklere yatış yapılan alt bezi kullanan bebeklerin anne/bakıcılarına pişikten koruyucu eğitim verilmesi ve her bez değişiminden sonra ayçiçek yağı/zeytinyağının topikal kullanımı önerilmektedir.Öğe Ovaryum iskemi reperfüzyon hasarında HIF-1α ve Beclin-1 proteinlerinin ekspresyon seviyesinin incelenmesi(Dicle Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Atiç, Esranur; Akkuş, MuratAmaç: Bu çalışma, ovaryum iskemi-reperfüzyon (İ/R) hasarının histopatolojik etkilerini incelemek ve bu süreçte HIF-1? ve Beclin-1 proteinlerinin ekspresyon seviyelerini analiz ederek, hipoksi ve otofaji mekanizmalarındaki rollerini değerlendirmeyi amaçlamaktadır. Gereç ve Yöntem: Çalışmada, 24 Wistar albino dişi sıçan üç gruba ayrılmıştır: kontrol, iskemi ve iskemi/reperfüzyon grupları. İskemi grubu sıçanlarında ovaryan torsiyon ile 1 saat iskemi, ardından reperfüzyon grubunda detorsiyon ile 2 saat reperfüzyon uygulanmıştır. Ovaryum dokuları histolojik analiz için hematoksilen-eozin (H&E) ve immünohistokimyasal boyama ile değerlendirilmiştir. Total antioksidan (TAS) ve total oksidan (TOS) seviyeleri biyokimyasal yöntemlerle ölçülmüştür. Bulgular: İskemi ve İ/R gruplarında, kontrol grubuna kıyasla anlamlı derecede artan foliküler dejenerasyon, atretik folikül sayısı ve stromal hasar gözlenmiştir. HIF-1? ekspresyonu, İ/R grubunda kontrol ve iskemi gruplarına göre belirgin şekilde artmış, özellikle oosit, zona pellusida ve stromal hücrelerde yoğunlaşmıştır. Beclin-1 ekspresyonu ise stromal alanlarda ve tekal hücrelerde güçlü pozitif reaksiyon gösterirken granüloza hücrelerinde düşük düzeyde kalmıştır. TAS seviyeleri azalmış, TOS seviyeleri ise her iki deney grubunda da kontrol grubuna kıyasla artmıştır. Sonuç: HIF-1? ve Beclin-1'in artan ekspresyonu, ovaryan İ/R hasarında hipoksiye adaptasyon ve otofaji süreçlerinin aktive olduğunu göstermektedir. Bu proteinler, İ/R hasarının tedavi stratejilerinde hedeflenebilir biyobelirteçler olarak potansiyel taşımaktadır.Öğe Sigara kullanan normospermili infertil bireylerin sperm hücrelerinin dna fragmantasyonu ve immunohistokimyasal olarak değerlendirilmesi(Dicle Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Karabat, Mehmet Uğur; Akkuş, MuratAmaç: Sigara kullanımı, erkek infertilitesine katkıda bulunan önemli bir çevresel faktördür. Çalışmamız, sigara içen normospermik infertil erkeklerin sperm hücrelerinde DNA fragmantasyonu düzeylerini ve immünohistokimyasal değişiklikleri değerlendirerek sigaranın üreme sağlığı üzerindeki etkilerini ortaya koymayı amaçlamaktadır. Gereç ve Yöntem: Araştırmaya toplam 40 birey katılmıştır. Çalışma grubu sigara kullanan normospermik infertil bireylerden, kontrol grubu ise sigara kullanmayan normospermik bireylerden oluşturulmuştur. Katılımcılardan alınan semen örnekleri, sperm sayısı, motilite, morfoloji ve vitalite açısından analiz edilmiştir. DNA fragmantasyonu düzeyleri akridin orange boyama tekniği ile ölçülmüş, caspase-3 immünohistokimyasal analizler ile spermdeki fragmantasyon değerlendirilmiştir. Bulgular: Kontrol grubunda ise sperm parametreleri genel olarak normal sınırlarda bulunmuştur. Sigara kullanan grupta DNA fragmantasyon oranları anlamlı derecede yüksek bulunmuş, bu durum sperm hücrelerinin genetik bütünlüğünün bozulduğunu göstermiştir. Ayrıca, sperm motilitesi ve morfolojisi üzerinde de olumsuz etkiler gözlemlenmiştir. Sonuç: Sigara kullanımı, sperm DNA bütünlüğünü bozarak erkek infertilitesine önemli ölçüde katkı sağlamaktadır. Bu bulgular, sigaranın erkek üreme sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerini doğrulamakta ve sigara bırakmanın infertilite tedavisinde kritik bir rol oynayabileceğini göstermektedir. Sağlık politikalarının sigara tüketimini azaltmaya yönelik stratejiler geliştirmesi önerilmektedir.Öğe Alkol kullanımına bağlı oluşan nörotoksisitede zonisamidin etkinliğinin incelenmesi(Dicle Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Dönmezdil, Nilüfer; Akkuş, MuratAmaç: Bu çalışma, alkol bağımlılığına bağlı nörotoksisitede zonisamidin nöroprotektif etkilerini değerlendirmeyi amaçlamaktadır. Özellikle hipokampus bölgesindeki alkol kaynaklı hasar üzerinde odaklanan araştırma, zonisamidin bu kritik bölgede oluşan hücresel ve moleküler düzeydeki değişikliklere etkisini incelemiştir. Gereç ve Yöntem: Toplam 40 Wistar albino erkek rat, Dicle Üniversitesi'nden alınan onay doğrultusunda dört gruba ayrılmıştır: bir sham grubu ve üç deney grubu. Deney gruplarına günlük 100 mg/kg dozunda oral zonisamid uygulanmış, ayrıca Majchrowicz binge alkol protokolüne göre dört gün süresince günde üç kez etanol verilmiştir. Deney sonunda elde edilen beyin dokusu, formalinle fikse edilip parafine gömülerek mikrotom kesitleri hazırlanmıştır. Kesitler Hematoksilen-Eozin boyası ile histopatolojik olarak, IBA-1, pCREB ve DCX antikorları ile de immünohistokimyasal olarak değerlendirilmiştir. Bulgular: İmmünohistokimyasal analizler, zonisamidin alkolle indüklenen nörodejenerasyon üzerine koruyucu etki gösterdiğini ortaya koymuştur. IBA-1 boyamasıyla mikroglia aktivasyonunda azalma, zonisamid verilen gruplarda belirgin hale gelmiştir. Kontrol grubunda alkol nedeniyle düşen pCREB seviyelerinin zonisamid tedavisi sonrası normale dönmesi, ilacın nöronal fonksiyonların korunmasında etkili olduğunu göstermektedir. Ayrıca, DCX ekspresyonunun zonisamid uygulanan ratlarda artış göstermesi, ilacın yalnızca hücresel bütünlüğü korumakla kalmayıp aynı zamanda nörogenez süreçlerini desteklediğine işaret etmektedir. Sonuç: Bu çalışma, zonisamidin alkol indüklü hipokampal nörotoksisiteye karşı nöroprotektif özelliklerini net bir şekilde ortaya koymuştur. Bulgular, zonisamidin alkol bağımlılığı tedavisinde potansiyel bir ajan olabileceğini, hipokampal hasarı önleme ve iyileştirmede etkili rol oynayabileceğini göstermektedir. Bu sonuçlar, zonisamidin daha geniş klinik çalışmalarda değerlendirilmesi ve alkol bağımlılığına bağlı beyin hasarının tedavisinde yeni terapötik yaklaşımların geliştirilmesine temel oluşturmaktadır.Öğe Elucidating the biochemical activity and phytochemical content of anthemis tricornis eig species(Dicle Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Hasan, Alaa; Yılmaz, Mustafa Abdullah; Çakır, OğuzAmaç: Anthemis cinsi, özellikle de A. tricornis, çeşitli tedavi edici özellikleri nedeniyle geleneksel tıpta, özellikle Türkiye'de önem taşımaktadır. Bu yüksek lisans tezi, A. tricornis ekstraktının biyokimyasal aktivitesine odaklanmakta ve fitokimyasalların, özellikle flavonoidlerin ve fenolik asitlerin tıbbi etkinliğindeki rolünü vurgulamaktadır. Gereç ve Yöntem: Çalışmada antioksidan aktiviteler çeşitli yöntemler kullanılarak değerlendirildi. Serbest radikal temizleme yöntemleri, bitkinin oksidatif stresle mücadele etme yeteneğini değerlendiren DPPH•, ABTS•+ ve DMPD•+'yi içeriyordu. Ayrıca indirgeme kapasitesi CUPRAC, FRAP ve Fe3+ gibi yöntemlerle ölçüldü. Toplam fenolik asitlerin ve flavonoidlerin miktarının belirlenmesi, doğru kimyasal profilleme için LC-MS/MS teknolojisi kullanılarak yapıldı. Bulgular: Bu araştırmada, A. tricornis'ten elde edilen özütün kimyasal bileşimleri ve biyolojik aktiviteleri incelenmiştir. Etanol özütündeki toplam fenolik asit ve flavonoid bileşenlerinin miktarları, sırasıyla gallik asit ve kuersetin eşdeğerleri (57.88 ?g GAE/mg), (41.16 ?g QE/mg) olarak ifade edilerek belirlenmiştir. A. tricornis'ten elde edilen özüt, karbonik anhidraz II (CA II), asetilkolinesteraz (AChE) ve ?-amilaz (?-Alz) gibi enzimleri inhibe etme yeteneğinin yanı sıra güçlü antioksidan aktivite göstermiş ve böylece bu bitkinin terapötik potansiyelini artırmıştır. Sonuç: A. tricornis'in sekonder metabolitler açısından zengin olduğunu, antioksidan kapasite ve enzim inhibisyonu ile ilgili önemli biyolojik aktiviteler sergilediğini ortaya koymaktadır. Bu araştırma, A. tricornis'in psikofarmakolojik özelliklerinin daha fazla araştırılması için bir temel teşkil etmekte ve potansiyel olarak hem geleneksel hem de modern tıpta yeni tedavilerin geliştirilmesine yardımcı olmaktadır.Öğe Cerrahi kliniğinde yatan hastaların sağlık okuryazarlığı ile cerrahi korku arasındaki ilişkinin incelenmesi(Dicle Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Ay, İshak; Aydın, Leyla ZenginAmaç: Bu çalışma, genel cerrahi kliniğinde yatan hastaların sağlık okuryazarlığı düzeyi ile cerrahi korku arasındaki ilişkinin incelenmesi amacıyla yapılmıştır. Gereç ve Yöntem: Bu çalışma, Aralık 2023 – Mayıs 2024 tarihleri arasında Diyarbakır Bismil Devlet Hastanesi genel cerrahi kliniğinde yürütülmüştür. Çalışmanın örneklemini genel cerrahi kliniğinde yatan 125 hasta oluşturmuştur. Çalışma verileri, "Kişisel Bilgi Formu", "Sağlık Okuryazarlığı Ölçeği (SOYÖ)" ve "Cerrahi Korku Ölçeği (CKÖ)" kullanılarak toplanmıştır. Bulgular: SOYÖ toplam puan ortalamasının 100,49±15,1 olduğu ve CKÖ toplam puan ortalaması ise 27,94±15,8 tespit edilmiştir. Çalışmada SOYÖ toplam puan ortalaması ile CKÖ toplam puan ortalaması arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişkili bulunmamıştır (r=0,025; p>0,005). SOYÖ toplam puan ortalaması ile medeni durum (t=2,706; p=0,008) ve yaşanılan yer (KW= 9,030; p=0,011) arasında anlamlı farklılık olduğu belirlenmiştir. SOYÖ toplam puan ortalaması ile refakatçi bulunma durumu (t=-2,119; p=0,036) ve genel olarak sağlığı değerlendirme durumu (t=2,430; p=0,017) arasında anlamlı farklılık olduğu belirlenmiştir. Sonuç: Çalışmada genel cerrahi kliniğinde yatan hastalarda sağlık okuryazarlığı düzeyini medeni durum, yaşanılan yer, refakatçi bulunma durumu ve sağlığı değerlendirme durumu gibi değişkenler etkilemektedir. SOYÖ ile CKÖ arasında anlamlı ilişkili bulunmamıştır. Sağlık okuryazarlığı ve cerrahi korku ile ilgili daha fazla araştırma yapılması önerilebilir.Öğe Farklı lokalitelerden toplanan Salvia multicaulis Vahl. ve Mentha longifolia (L.) L.subsp. Typhoides(briq.) harley türlerinin etanol çözücüsü ile hazırlanan ekstrelerinin antidiyabetik özelliklelerinin belirlenmesi(Dicle Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Osmanoǧlu, Emir Hasan; Alkan, Mehmet Hüseyin; Ertaş, AbdulselamAmaç: Bitkiler insanoğlunun varoluşundan bu yana hastalıklardan korunma ve tedavi dâhil çeşitli amaçlarla kullanılmıştır. Son yıllarda ise içeriğinde standardize edilmiş tıbbi bitki ekstrelerinin bulunduğu fitoterapötikler ile tıbbi amaçla kullanılan uçucu yağların formüle edildiği aromaterapötikler de tüm dünyada ve ülkemizde talep görmekte olduğundan tıbbi ve aromatik bitkilerin önemi giderek artmaktadır. Günümüzde bu triterpenoitler aynı zamanda potansiyel farmasötik bileşikler olarak kabul edilmektedir ve saflaştırılmış bileşiklerin veya bu tritepenoitlerle zenginleştirilmiş bitki ekstrelerinin hem insan hem de hayvan model sistemleri üzerinde antidiyabetik özellik gösterdikleri bilinmektedir. Bu yüzden literatürde ursolik ve olealonik asitler açısından zengin oldukları bilinen Salvia multicaulis Vahl. ve Mentha longifolia (L.) L. subsp. typhoides (Briq.) Harley türlerininfarklı lokalitelerden toplanan örneklerin antidiyabet potansiyellerinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Salvia multicaulis Vahl. ve Mentha longifolia (L.) L. subsp. typhoides (Briq.) Harley türlerinin etanolekstreleri hazırlanmıştır. Hazırlanan etanol ekstrelerinin ?-amilaz ve ?-glukozidaz yöntemleri ile antidiyabetik özellikleri tespit edilmiştir. Bulgular: Salvia türlerinin hazırlanan tüm etanol ekstrelerinin akarboza kıyasla genel olarak ?-glukozidaz enzim aktivitesinin ?-amilaz enzim aktivitesinden yüksekolduğu tespit edilmiştir. Salvia ve Mentha ekstreleri içerisinde ?-glukozidaz için sırasıyla en yüksek % inhibisyon: 98,49±1,10 ve 84,54±1,34 tespit edilirken, ?-amilaz için ise sırasıyla en yüksek % inhibisyon: 26,72±0,45 ve 25,41±0,39 olarak belirlenmiştir. Ayrıca iki türün İTK sonuçlarına göre yaprak etanol ekstrelerinin ursolik ve oleanolik asitler bakımından daha zengin olduğu tespit edilmiştir. Sonuç: Ursolik ve olealonik asitler bakımından zengin oldukları bilinen bu iki türün özellikle ?-glukozidaz enzim aktiviteleri nedeniyle ilaç sanayinde kullanılma potansiyelleri olduğu söylenebilir.Öğe Beden eğitimi öğretmenlerinin ve antrenörlerin algılanan stres ile fiziksel aktivite düzeyleri arasındaki ilişkinin incelenmesi(Dicle Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Sert, Mehmet; Özaltaş, Hüseyin NasipAmaç: Yapılan bu çalışma, beden eğitimi öğretmenlerinin ve antrenörlerin algılanan stres düzeyleri ile fiziksel aktivite düzeylerini cinsiyet, medeni durum, yaş, hizmet süresi, sigara kullanım durumu, uyku problem durumu, aldıkları maaşla geçinebilme durumu gibi değişkenler açısından inceleyerek, Algılanan Stres Ölçeği (ASÖ) ile Uluslararası Fiziksel Aktivite Anketi-Kısa Formu (UFAA-KF) arasındaki ilişkiyi anlamak amacıyla gerçekleştirilmiştir. Gereç ve Yöntem: İlişkisel tarama yöntemi kullanılan nicel araştırmaya 430 kişi gönüllü olarak katılmıştır. Üç bölümden oluşan formda; kişisel bilgileri içeren sorular, "Algılanan Stres Ölçeği" ve "Uluslararası Fiziksel Aktivite Anketi" bulunmaktadır. Veriler normal dağılım göstermiştir. Ortalamalar arsındaki farkların analizi için t-testi kullanılmıştır. Değişkenler arası ilişki incelenirken Pearson korelasyon testinden yararlanılmış ve sonuçlar incelenirken anlamlılık düzeyi p<0,05 kabul edilmiştir. Bulgular: Araştırmadan elde edilen bulgulara göre, antrenörlerin ve öğretmenlerin cinsiyet, medeni durumu, sigara kullanım durumu, uyku problem durumu ile UFAA KF puanlarında anlamlı farklılık tespit edilmiştir, maaşla geçinebilme durumunda anlamlı farklılık görülmemiştir. Antrenörlerin cinsiyet, maaşla geçinebilme durumu, sigara kullanım durumu, uyku problem durumu; öğretmenlerin maaşla geçinebilme durumu, uyku problem durumu ile ASÖ puanlarında anlamlı farklılık bulunmuş, antrenörlerin medeni durumları; öğretmenlerin cinsiyet, medeni durum, sigara kullanım durumu arasında farklılık görülmemiştir. Antrenörlerin ve öğretmenlerin yaş, hizmet süresi ile UFAA-KF puanları arasında negatif yönde, düşük düzeyde anlamlı ilişki tespit edilmiştir. ASÖ ve UFAA-KF arasındaki ilişki incelendiğinde, ölçekler arasında negatif yönlü ilişki tespit edilmiştir. Algılanan stres düzeyleri artıkça MET skor toplam düzeyleri azalmaktadır. Sonuç: Fiziksel aktivite düzeyleri artıkça algıladıkları stres düzeylerinde azalma olduğu tespit edilmiştir. Bu bağlamda, öğretmenlerin algılanan stres düzeylerini azaltmak için daha fazla fiziksel aktiviteye yönlendirilmeleri önerilmektedir.