Sağlık Bilimleri Enstitüsü Tezler

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 20 / 608
  • Öğe
    Bipolar bozukluk tanılı hastalarda içselleştirilmiş damgalanma ve uyku ilişkisi
    (Dicle Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Taş, Mahmut Can; Gümüş, Funda
    Amaç: Bu çalışmanın amacı bipolar bozukluk tanılı hastalarda içselleştirilmiş damgalanma ve uyku ilişkisini belirlemektir. Yöntem: Bu çalışma kesitsel, tanımlayıcı ve ilişki arayıcı desende 35 ötimik dönemde olan bipolar bozukluk tanılı birey ile yapıldı. Veri toplamada Ruhsal Hastalıklarda İçselleştirilmiş Damgalanma Ölçeği (RHİDÖ), Pittsburgh Uyku Kalitesi İndeksi (PUKİ) kullanıldı. Tanımlayıcı verilerin analizinde ortalama, standart sapma, minumum, maksimum sayı ve yüzde kullanıldı. Ölçek puanlarının ve sayısal değişkenlerin normal dağılım gösterip göstermediği Kurtosis ve Skewness ile incelendi. Örneklemdeki birey sayısının sınırlı olması nedeniyle nonparametrik testler tercih edildi. İki ölçek arasındaki ilişki Pearson korelasyon testi, ölçeklerin sosyodemografik değişkenlere göre karşılaştırılmasında ikili değişkenler için Mann Whitney U testi; üç ve üzeri değişkenler için Kruskal Wallis testi kullanıldı. Bulgular: Katılımcıların yaş ortalamaları 38,60 (9,72)'tır. Katılımcıların koruma tedavi süresi ile PUKİ toplam puan ortalaması arasında pozitif orta derecede anlamlı bir ilişki saptandı. Ayrıca koruma tedaviye yanıt değişkenine göre RHİDÖ ve PUKİ toplam puan ortalamalarının gruplar arasında istatistiksel olarak farklı olduğu belirlendi. Koruma tedaviden kötü yanıt alanların, orta ve iyi yanıt alanlardan RHİDÖ toplam puan ortalamalarının istatistiksel olarak anlamlı şekilde düşük olduğu belirlendi. Benzer şekilde koruma tedaviden kötü yanıt alanların iyi yanıt alanlara göre PUKİ toplam puan ortalamalarının istatistiksel olarak yüksek olduğu saptandı. RHİDÖ'nün belirleyicisi olarak PUKİ ve koruma tedaviye yanıtın istatistiksel olarak anlamlı olduğu bulundu (R2=0,52). Sonuç: Bu çalışmada bipolar bozukluk tanılı bireylerde uyku kalitesinin yetersiz olduğu, orta düzeyde içselleştirilmiş damgalanma yaşadıkları ve uyku ile damgalama arasında pozitif orta dereceli ilişki olduğu söylenebilir. Ruh sağlığı ve psikiyatri hemşirelerinin bipolar bozukluk tanılı bireylerin damgalanma düzeylerini azaltmaya ve uyku kalitelerini geliştirmeye yönelik psikoterapötik müdahaleler geliştirmeleri ve bunları hemşirelik bakım planına entegre etmeleri önerilebilir
  • Öğe
    Preeklampsili gebe hastaların plasentalarında wıpı1 ve wıpı2 protein seviyelerinin araştırılması
    (Dicle Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Ekinci, Zeynep; Aktaş, Ayfer
    Amaç: Bu çalışmanın amacı, preeklampsi patofizyolojisi ile WIPI1 ve WIPI2 proteinlerinin ilişkisini anlamak ve bu proteinlerin preeklampsi gelişimindeki potansiyel rolünü belirlemek. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya doğum yapan 40 sağlıklı normotensif ve 40 preeklampsili gebe hastanın canlılığı olmayan, vücut ile bağlantısı olmayan, patolojiye örnek olarak gönderilmeyecek olan, doğum sonrası elde edilen plasentalarından histolojik takip için küçük parçalar alınacaktır. Fiksasyon (24 saat) işleminden sonra dokular yıkama (1 gece), artan alkol serileri (%50, %70, %80, %90, %96 ve absolü etil alkol serilerinden geçirilecek) ve şeffaflaştırma (ksilende 3x30 dakika) işlemlerinin ardından 58°C' de parafin infiltrasyonuna alınacak. Daha sonra dokular parafin bloklara gömülecek ve mikrotom (katalog no: Leica RM2265, Wetzlar, Germany) yardımıyla bloklardan Hematoksilen-Eozin ve immünohistokimyasal boyamalar için 4-6 ?m kalınlığında kesitler alınacak. Bulgular: Kontrol grubu hematoksilen eozin boyama bulgularında, çok sayıda düzgün görünümlü yüzen koryonik villuslar gözlendi. Villusların içe doğru sinsityotrofoblastlar, sitotrofoblastlar, bağ doku stroması ve koryonik kapillerlerden oluştuğu gözlendi. Kontrol grubuna göre, bu grubun plasenta kesitlerinde yoğun bir WIPI1 ekspresyonu gözlendi. Koryonik villus duvarını oluşturan sitotrofoblast ve sinsityotrofoblast hücrelerinde, sinsityal düğümlerde WIPI1 immün aktivitesi arttı. Kontrol grubuna WIPI2 immun bulgularına göre, bu grubun plasenta kesitlerinde daha fazla WIPI2 immün reaksiyonu izlendi. Koryonik villus duvarını oluşturan sitotrofoblast ve sinsityotrofoblast hücrelerinde, sinsityal düğümlerde WIPI2 ekspresyonu kontrol grubuna göre artış gösterdi. Sonuç: Bu çalışma, preeklampsi ile plasental yapıların patolojik değişiklikler geçirdiğini ve bu değişikliklerin hematoksilen eozin boyama ile açıkça gözlemlenebildiğini göstermiştir.
  • Öğe
    Gestasyonel diabetes mellituslu gebe hastaların plasentalarında hoxa10 ve hoxa11 protein seviyelerinin araştırılması
    (Dicle Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Kahraman, Seyit; Aktaş, Ayfer
    Bu çalışmada gestasyonel diyabeti olan gebe hastalarımızın plasentalarında saptanan iki yeni protein olan Homeobox A10(HOXA10) ve Homeobox A11(HOXA11)'in ekspresyon seviyelerini inceleyip hastalığın histopatolojisinde karşılaştırmak ve ekspresyon yoğunluklarının hastalıkla olan ilişkisini gözlemlemektir. Bu deneysel randomize olmayan vaka kontrol çalışmasında 20 sağlıklı ve 20 GDM'li gebelerin plasentalarından örnek alındı. Elde edilen dokulara rutin doku takibi yapıldı. Plasental örnekler hematoksilen-eozin ile boyanarak histopatolojik olarak ışık mikroskopunda incelendi. İmmunünohistokimyasal olarak HOXA10 ve HOXA11 antikorları çalışıldı. GDM grubu ile kontrol grubu histopatolojik olarak karşılaştırıldığında plasental villusların düzensiz bir biçimde dağılımda olduğu ve trofoblastik hücrelerin bulunduğu yerlerde hücresel yoğunlukta artış ve vasküler dilatasyon ve konjesyon varlığının bunu yanında sinsityal düğümlerde artışın kontol grubuna göre daha belirgin olduğu izlenmiştir. GDM grubunda plesantal HOXA10 expresyonunun kontrol grubuna göre genelde negatif olduğu gözlenmiştir. GDM grubunda plesantal HOXA11 ekspresyon seviyesinin kontrol grubuna göre azaldığı izlenmiştir. GDM'nin plasental yapılar üzerinde belirgin yapısal ve moleküler değişikliklere neden olduğu tespit edilmiştir. GDM'nin plasental fonksiyonları ciddi şekilde bozabileceğini ve perinatal sonuçları olumsuz yönde etkileyebileceğini göstermektedir. HOXA10 ve HOXA11'in ekspresyon seviyelerindeki değişiklikler, GDM'nin patogenezinin daha iyi anlaşılmasına ve erken teşhis için biyomarker olarak kullanılmasına olanak tanıyabileceğini düşünmekteyiz.
  • Öğe
    Covid-19 plasentalarında beclin-1 ve HMGB-1 protein ekspresyonlarının immunohistokimyasal değerlendirilmesi
    (Dicle Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Peker, Nurullah; Akkuş, Murat
    Amaç: Bu tezin amacı COVID-19 gebe hastaların plasentalarında Beclin-1 bağışıklık hücresi ile bağışıklıkta yer alan HMGB-1 antikorlarının, otofaji, inflamasyon ve hücre ölümü açısından ekspresyonlarını mikroskobik olarak incelemektir. Gereç ve Yöntem: Çalışmada materyal olarak kullanılan plasentalar Kadın Hastalıkları/Doğum servisindeki yatan hastalardan elde edilerek, COVID-19 tanısı konmuş, 20 gebe kadın ve 20 normal gebe hastanın plasentaları incelenmiştir. Her iki grupta da 18-49 yaş aralığındaki kadınlar araştırılmış olup, COVID-19 semptomları olan nefes darlığı, öksürük ve boğaz ağrısı semptomlarına ek olarak PCR testi COVID-19 virüsü için (+) hastalardan alınan plasentalar incelenmiştir. Bulgular: Covid-19 grubunun plasental yapılarının histolojik kesitlerinde kök villusların membran yapısının belirgin olarak bozulduğu ve inflamatuar alanlar oluşturduğu izlenirken, bu bulgulara paralel şekilde maternal bölgede koryonik villusların özellikle bağlantı bölgeleri olan sinsityal köprülerde incelmeler meydana geldiği ve koryonik villüslarda sinsityal düğümlerin genişlediği görüldü. Covid-19 grubuna ait plasenta görüntülerinde Beclin-1 ekspresyonlarının sinsityal düğümlerde önemli biçimde pozitif ekspresyon verdiği izlenirken, intervillöz alandaki bazı lökositer yapılarda ve hiyelanize alanlarda yine ekspresyonların pozitif olduğu izlendi. Sonuç: Gebelikte bulaşan COVID-19 enfeksiyonunun gebelerdeki plasenta dokularında histopatolojik değişikliklere sebep olduğu görülmüştür.
  • Öğe
    Çocuk kliniğinde yatan 0-24 ay bebeklerde zeytinyağı ve ayçiçek yağı kullanımının pişik oluşumu ve tedavisi üzerine etkilerinin karşılaştırılması
    (Dicle Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Okuşluk, Behlül; Durmaz, Gülbeyaz Baran
    Amaç: Bu çalışma, çocuk kliniğinde yatan 0-24 aylık bebeklerde zeytinyağı ve ayçiçek yağının pişik oluşumu ve tedavisi üzerindeki etkilerini karşılaştırmak amacıyla yapıldı. Gereç ve yöntem: Araştırma iki deney grubu (zeytinyağı grubu, ayçiçek yağı grubu) ve bir kontrol gruplu yarı deneysel olarak yapılmıştır. Araştırmanın örneklemini Ocak-Temmuz 2024 tarihleri arasında Midyat Devlet Hastanesi'nde yatan 0-24 aylık antibiyotik kullanan 150 bebek oluşturdu. Koruyucu alt bakıma yönelik girişimde bulunulmayan kontrol grubuna 50, koruyucu alt bakımı uygulanan ve ayçiçek yağı kullanılan deney grubuna 50, koruyucu alt bakımı uygulanan ve zeytinyağı kullanılan deney grubuna ise 50 bebek alınmıştır. Deney grubundaki bebeklerin annelerine pişikten koruyucu alt bakım eğitimi verilmiştir. Bebekler 3-7 gün arası izlenerek veriler toplanmış ve bilgisayar ortamında Ki-kare Bağımsızlık Testi, Pearson Ki-kare, Fisher Freeman Halton Kesin testi ve Kruskal Wallis H testi kullanılarak değerlendirilmiştir. Bulgular: Koruyucu alt bakımı uygulanmayan kontrol grubundaki çocuklarda pişik gelişme oranı %62 iken, koruyucu alt bakımı uygulanan ve ayçiçek yağı kullanan deney grubunda %32, koruyucu alt bakımı uygulanan ve zeytinyağı kullanan deney grubunda %30 olarak bulunmuştur. Deney gruplarındaki tüm pişik vakaları birinci derece olarak sınıflandırılmışken, kontrol grubunda ikinci derece pişik vakalarına da rastlanmıştır. İki deney grubunun karşılaştırılmasında ise ayçiçek yağı ve zeytinyağının pişiği önlemede etkilerinin benzer olduğu görülmüştür. Sonuç: Koruyucu alt bakımı uygulanan ayçiçek yağı ve zeytinyağı deney grubundaki bebeklerde pişik görülme oranı, kontrol grubundaki bebeklerden daha düşük tespit edilmiştir. Çocuk hemşiresi tarafından; kliniklere yatış yapılan alt bezi kullanan bebeklerin anne/bakıcılarına pişikten koruyucu eğitim verilmesi ve her bez değişiminden sonra ayçiçek yağı/zeytinyağının topikal kullanımı önerilmektedir.
  • Öğe
    Ovaryum iskemi reperfüzyon hasarında HIF-1α ve Beclin-1 proteinlerinin ekspresyon seviyesinin incelenmesi
    (Dicle Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Atiç, Esranur; Akkuş, Murat
    Amaç: Bu çalışma, ovaryum iskemi-reperfüzyon (İ/R) hasarının histopatolojik etkilerini incelemek ve bu süreçte HIF-1? ve Beclin-1 proteinlerinin ekspresyon seviyelerini analiz ederek, hipoksi ve otofaji mekanizmalarındaki rollerini değerlendirmeyi amaçlamaktadır. Gereç ve Yöntem: Çalışmada, 24 Wistar albino dişi sıçan üç gruba ayrılmıştır: kontrol, iskemi ve iskemi/reperfüzyon grupları. İskemi grubu sıçanlarında ovaryan torsiyon ile 1 saat iskemi, ardından reperfüzyon grubunda detorsiyon ile 2 saat reperfüzyon uygulanmıştır. Ovaryum dokuları histolojik analiz için hematoksilen-eozin (H&E) ve immünohistokimyasal boyama ile değerlendirilmiştir. Total antioksidan (TAS) ve total oksidan (TOS) seviyeleri biyokimyasal yöntemlerle ölçülmüştür. Bulgular: İskemi ve İ/R gruplarında, kontrol grubuna kıyasla anlamlı derecede artan foliküler dejenerasyon, atretik folikül sayısı ve stromal hasar gözlenmiştir. HIF-1? ekspresyonu, İ/R grubunda kontrol ve iskemi gruplarına göre belirgin şekilde artmış, özellikle oosit, zona pellusida ve stromal hücrelerde yoğunlaşmıştır. Beclin-1 ekspresyonu ise stromal alanlarda ve tekal hücrelerde güçlü pozitif reaksiyon gösterirken granüloza hücrelerinde düşük düzeyde kalmıştır. TAS seviyeleri azalmış, TOS seviyeleri ise her iki deney grubunda da kontrol grubuna kıyasla artmıştır. Sonuç: HIF-1? ve Beclin-1'in artan ekspresyonu, ovaryan İ/R hasarında hipoksiye adaptasyon ve otofaji süreçlerinin aktive olduğunu göstermektedir. Bu proteinler, İ/R hasarının tedavi stratejilerinde hedeflenebilir biyobelirteçler olarak potansiyel taşımaktadır.
  • Öğe
    Sigara kullanan normospermili infertil bireylerin sperm hücrelerinin dna fragmantasyonu ve immunohistokimyasal olarak değerlendirilmesi
    (Dicle Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Karabat, Mehmet Uğur; Akkuş, Murat
    Amaç: Sigara kullanımı, erkek infertilitesine katkıda bulunan önemli bir çevresel faktördür. Çalışmamız, sigara içen normospermik infertil erkeklerin sperm hücrelerinde DNA fragmantasyonu düzeylerini ve immünohistokimyasal değişiklikleri değerlendirerek sigaranın üreme sağlığı üzerindeki etkilerini ortaya koymayı amaçlamaktadır. Gereç ve Yöntem: Araştırmaya toplam 40 birey katılmıştır. Çalışma grubu sigara kullanan normospermik infertil bireylerden, kontrol grubu ise sigara kullanmayan normospermik bireylerden oluşturulmuştur. Katılımcılardan alınan semen örnekleri, sperm sayısı, motilite, morfoloji ve vitalite açısından analiz edilmiştir. DNA fragmantasyonu düzeyleri akridin orange boyama tekniği ile ölçülmüş, caspase-3 immünohistokimyasal analizler ile spermdeki fragmantasyon değerlendirilmiştir. Bulgular: Kontrol grubunda ise sperm parametreleri genel olarak normal sınırlarda bulunmuştur. Sigara kullanan grupta DNA fragmantasyon oranları anlamlı derecede yüksek bulunmuş, bu durum sperm hücrelerinin genetik bütünlüğünün bozulduğunu göstermiştir. Ayrıca, sperm motilitesi ve morfolojisi üzerinde de olumsuz etkiler gözlemlenmiştir. Sonuç: Sigara kullanımı, sperm DNA bütünlüğünü bozarak erkek infertilitesine önemli ölçüde katkı sağlamaktadır. Bu bulgular, sigaranın erkek üreme sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerini doğrulamakta ve sigara bırakmanın infertilite tedavisinde kritik bir rol oynayabileceğini göstermektedir. Sağlık politikalarının sigara tüketimini azaltmaya yönelik stratejiler geliştirmesi önerilmektedir.
  • Öğe
    Alkol kullanımına bağlı oluşan nörotoksisitede zonisamidin etkinliğinin incelenmesi
    (Dicle Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Dönmezdil, Nilüfer; Akkuş, Murat
    Amaç: Bu çalışma, alkol bağımlılığına bağlı nörotoksisitede zonisamidin nöroprotektif etkilerini değerlendirmeyi amaçlamaktadır. Özellikle hipokampus bölgesindeki alkol kaynaklı hasar üzerinde odaklanan araştırma, zonisamidin bu kritik bölgede oluşan hücresel ve moleküler düzeydeki değişikliklere etkisini incelemiştir. Gereç ve Yöntem: Toplam 40 Wistar albino erkek rat, Dicle Üniversitesi'nden alınan onay doğrultusunda dört gruba ayrılmıştır: bir sham grubu ve üç deney grubu. Deney gruplarına günlük 100 mg/kg dozunda oral zonisamid uygulanmış, ayrıca Majchrowicz binge alkol protokolüne göre dört gün süresince günde üç kez etanol verilmiştir. Deney sonunda elde edilen beyin dokusu, formalinle fikse edilip parafine gömülerek mikrotom kesitleri hazırlanmıştır. Kesitler Hematoksilen-Eozin boyası ile histopatolojik olarak, IBA-1, pCREB ve DCX antikorları ile de immünohistokimyasal olarak değerlendirilmiştir. Bulgular: İmmünohistokimyasal analizler, zonisamidin alkolle indüklenen nörodejenerasyon üzerine koruyucu etki gösterdiğini ortaya koymuştur. IBA-1 boyamasıyla mikroglia aktivasyonunda azalma, zonisamid verilen gruplarda belirgin hale gelmiştir. Kontrol grubunda alkol nedeniyle düşen pCREB seviyelerinin zonisamid tedavisi sonrası normale dönmesi, ilacın nöronal fonksiyonların korunmasında etkili olduğunu göstermektedir. Ayrıca, DCX ekspresyonunun zonisamid uygulanan ratlarda artış göstermesi, ilacın yalnızca hücresel bütünlüğü korumakla kalmayıp aynı zamanda nörogenez süreçlerini desteklediğine işaret etmektedir. Sonuç: Bu çalışma, zonisamidin alkol indüklü hipokampal nörotoksisiteye karşı nöroprotektif özelliklerini net bir şekilde ortaya koymuştur. Bulgular, zonisamidin alkol bağımlılığı tedavisinde potansiyel bir ajan olabileceğini, hipokampal hasarı önleme ve iyileştirmede etkili rol oynayabileceğini göstermektedir. Bu sonuçlar, zonisamidin daha geniş klinik çalışmalarda değerlendirilmesi ve alkol bağımlılığına bağlı beyin hasarının tedavisinde yeni terapötik yaklaşımların geliştirilmesine temel oluşturmaktadır.
  • Öğe
    Elucidating the biochemical activity and phytochemical content of anthemis tricornis eig species
    (Dicle Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Hasan, Alaa; Yılmaz, Mustafa Abdullah; Çakır, Oğuz
    Amaç: Anthemis cinsi, özellikle de A. tricornis, çeşitli tedavi edici özellikleri nedeniyle geleneksel tıpta, özellikle Türkiye'de önem taşımaktadır. Bu yüksek lisans tezi, A. tricornis ekstraktının biyokimyasal aktivitesine odaklanmakta ve fitokimyasalların, özellikle flavonoidlerin ve fenolik asitlerin tıbbi etkinliğindeki rolünü vurgulamaktadır. Gereç ve Yöntem: Çalışmada antioksidan aktiviteler çeşitli yöntemler kullanılarak değerlendirildi. Serbest radikal temizleme yöntemleri, bitkinin oksidatif stresle mücadele etme yeteneğini değerlendiren DPPH•, ABTS•+ ve DMPD•+'yi içeriyordu. Ayrıca indirgeme kapasitesi CUPRAC, FRAP ve Fe3+ gibi yöntemlerle ölçüldü. Toplam fenolik asitlerin ve flavonoidlerin miktarının belirlenmesi, doğru kimyasal profilleme için LC-MS/MS teknolojisi kullanılarak yapıldı. Bulgular: Bu araştırmada, A. tricornis'ten elde edilen özütün kimyasal bileşimleri ve biyolojik aktiviteleri incelenmiştir. Etanol özütündeki toplam fenolik asit ve flavonoid bileşenlerinin miktarları, sırasıyla gallik asit ve kuersetin eşdeğerleri (57.88 ?g GAE/mg), (41.16 ?g QE/mg) olarak ifade edilerek belirlenmiştir. A. tricornis'ten elde edilen özüt, karbonik anhidraz II (CA II), asetilkolinesteraz (AChE) ve ?-amilaz (?-Alz) gibi enzimleri inhibe etme yeteneğinin yanı sıra güçlü antioksidan aktivite göstermiş ve böylece bu bitkinin terapötik potansiyelini artırmıştır. Sonuç: A. tricornis'in sekonder metabolitler açısından zengin olduğunu, antioksidan kapasite ve enzim inhibisyonu ile ilgili önemli biyolojik aktiviteler sergilediğini ortaya koymaktadır. Bu araştırma, A. tricornis'in psikofarmakolojik özelliklerinin daha fazla araştırılması için bir temel teşkil etmekte ve potansiyel olarak hem geleneksel hem de modern tıpta yeni tedavilerin geliştirilmesine yardımcı olmaktadır.
  • Öğe
    Cerrahi kliniğinde yatan hastaların sağlık okuryazarlığı ile cerrahi korku arasındaki ilişkinin incelenmesi
    (Dicle Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Ay, İshak; Aydın, Leyla Zengin
    Amaç: Bu çalışma, genel cerrahi kliniğinde yatan hastaların sağlık okuryazarlığı düzeyi ile cerrahi korku arasındaki ilişkinin incelenmesi amacıyla yapılmıştır. Gereç ve Yöntem: Bu çalışma, Aralık 2023 – Mayıs 2024 tarihleri arasında Diyarbakır Bismil Devlet Hastanesi genel cerrahi kliniğinde yürütülmüştür. Çalışmanın örneklemini genel cerrahi kliniğinde yatan 125 hasta oluşturmuştur. Çalışma verileri, "Kişisel Bilgi Formu", "Sağlık Okuryazarlığı Ölçeği (SOYÖ)" ve "Cerrahi Korku Ölçeği (CKÖ)" kullanılarak toplanmıştır. Bulgular: SOYÖ toplam puan ortalamasının 100,49±15,1 olduğu ve CKÖ toplam puan ortalaması ise 27,94±15,8 tespit edilmiştir. Çalışmada SOYÖ toplam puan ortalaması ile CKÖ toplam puan ortalaması arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişkili bulunmamıştır (r=0,025; p>0,005). SOYÖ toplam puan ortalaması ile medeni durum (t=2,706; p=0,008) ve yaşanılan yer (KW= 9,030; p=0,011) arasında anlamlı farklılık olduğu belirlenmiştir. SOYÖ toplam puan ortalaması ile refakatçi bulunma durumu (t=-2,119; p=0,036) ve genel olarak sağlığı değerlendirme durumu (t=2,430; p=0,017) arasında anlamlı farklılık olduğu belirlenmiştir. Sonuç: Çalışmada genel cerrahi kliniğinde yatan hastalarda sağlık okuryazarlığı düzeyini medeni durum, yaşanılan yer, refakatçi bulunma durumu ve sağlığı değerlendirme durumu gibi değişkenler etkilemektedir. SOYÖ ile CKÖ arasında anlamlı ilişkili bulunmamıştır. Sağlık okuryazarlığı ve cerrahi korku ile ilgili daha fazla araştırma yapılması önerilebilir.
  • Öğe
    Farklı lokalitelerden toplanan Salvia multicaulis Vahl. ve Mentha longifolia (L.) L.subsp. Typhoides(briq.) harley türlerinin etanol çözücüsü ile hazırlanan ekstrelerinin antidiyabetik özelliklelerinin belirlenmesi
    (Dicle Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Osmanoǧlu, Emir Hasan; Alkan, Mehmet Hüseyin; Ertaş, Abdulselam
    Amaç: Bitkiler insanoğlunun varoluşundan bu yana hastalıklardan korunma ve tedavi dâhil çeşitli amaçlarla kullanılmıştır. Son yıllarda ise içeriğinde standardize edilmiş tıbbi bitki ekstrelerinin bulunduğu fitoterapötikler ile tıbbi amaçla kullanılan uçucu yağların formüle edildiği aromaterapötikler de tüm dünyada ve ülkemizde talep görmekte olduğundan tıbbi ve aromatik bitkilerin önemi giderek artmaktadır. Günümüzde bu triterpenoitler aynı zamanda potansiyel farmasötik bileşikler olarak kabul edilmektedir ve saflaştırılmış bileşiklerin veya bu tritepenoitlerle zenginleştirilmiş bitki ekstrelerinin hem insan hem de hayvan model sistemleri üzerinde antidiyabetik özellik gösterdikleri bilinmektedir. Bu yüzden literatürde ursolik ve olealonik asitler açısından zengin oldukları bilinen Salvia multicaulis Vahl. ve Mentha longifolia (L.) L. subsp. typhoides (Briq.) Harley türlerininfarklı lokalitelerden toplanan örneklerin antidiyabet potansiyellerinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Salvia multicaulis Vahl. ve Mentha longifolia (L.) L. subsp. typhoides (Briq.) Harley türlerinin etanolekstreleri hazırlanmıştır. Hazırlanan etanol ekstrelerinin ?-amilaz ve ?-glukozidaz yöntemleri ile antidiyabetik özellikleri tespit edilmiştir. Bulgular: Salvia türlerinin hazırlanan tüm etanol ekstrelerinin akarboza kıyasla genel olarak ?-glukozidaz enzim aktivitesinin ?-amilaz enzim aktivitesinden yüksekolduğu tespit edilmiştir. Salvia ve Mentha ekstreleri içerisinde ?-glukozidaz için sırasıyla en yüksek % inhibisyon: 98,49±1,10 ve 84,54±1,34 tespit edilirken, ?-amilaz için ise sırasıyla en yüksek % inhibisyon: 26,72±0,45 ve 25,41±0,39 olarak belirlenmiştir. Ayrıca iki türün İTK sonuçlarına göre yaprak etanol ekstrelerinin ursolik ve oleanolik asitler bakımından daha zengin olduğu tespit edilmiştir. Sonuç: Ursolik ve olealonik asitler bakımından zengin oldukları bilinen bu iki türün özellikle ?-glukozidaz enzim aktiviteleri nedeniyle ilaç sanayinde kullanılma potansiyelleri olduğu söylenebilir.
  • Öğe
    Beden eğitimi öğretmenlerinin ve antrenörlerin algılanan stres ile fiziksel aktivite düzeyleri arasındaki ilişkinin incelenmesi
    (Dicle Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Sert, Mehmet; Özaltaş, Hüseyin Nasip
    Amaç: Yapılan bu çalışma, beden eğitimi öğretmenlerinin ve antrenörlerin algılanan stres düzeyleri ile fiziksel aktivite düzeylerini cinsiyet, medeni durum, yaş, hizmet süresi, sigara kullanım durumu, uyku problem durumu, aldıkları maaşla geçinebilme durumu gibi değişkenler açısından inceleyerek, Algılanan Stres Ölçeği (ASÖ) ile Uluslararası Fiziksel Aktivite Anketi-Kısa Formu (UFAA-KF) arasındaki ilişkiyi anlamak amacıyla gerçekleştirilmiştir. Gereç ve Yöntem: İlişkisel tarama yöntemi kullanılan nicel araştırmaya 430 kişi gönüllü olarak katılmıştır. Üç bölümden oluşan formda; kişisel bilgileri içeren sorular, "Algılanan Stres Ölçeği" ve "Uluslararası Fiziksel Aktivite Anketi" bulunmaktadır. Veriler normal dağılım göstermiştir. Ortalamalar arsındaki farkların analizi için t-testi kullanılmıştır. Değişkenler arası ilişki incelenirken Pearson korelasyon testinden yararlanılmış ve sonuçlar incelenirken anlamlılık düzeyi p<0,05 kabul edilmiştir. Bulgular: Araştırmadan elde edilen bulgulara göre, antrenörlerin ve öğretmenlerin cinsiyet, medeni durumu, sigara kullanım durumu, uyku problem durumu ile UFAA KF puanlarında anlamlı farklılık tespit edilmiştir, maaşla geçinebilme durumunda anlamlı farklılık görülmemiştir. Antrenörlerin cinsiyet, maaşla geçinebilme durumu, sigara kullanım durumu, uyku problem durumu; öğretmenlerin maaşla geçinebilme durumu, uyku problem durumu ile ASÖ puanlarında anlamlı farklılık bulunmuş, antrenörlerin medeni durumları; öğretmenlerin cinsiyet, medeni durum, sigara kullanım durumu arasında farklılık görülmemiştir. Antrenörlerin ve öğretmenlerin yaş, hizmet süresi ile UFAA-KF puanları arasında negatif yönde, düşük düzeyde anlamlı ilişki tespit edilmiştir. ASÖ ve UFAA-KF arasındaki ilişki incelendiğinde, ölçekler arasında negatif yönlü ilişki tespit edilmiştir. Algılanan stres düzeyleri artıkça MET skor toplam düzeyleri azalmaktadır. Sonuç: Fiziksel aktivite düzeyleri artıkça algıladıkları stres düzeylerinde azalma olduğu tespit edilmiştir. Bu bağlamda, öğretmenlerin algılanan stres düzeylerini azaltmak için daha fazla fiziksel aktiviteye yönlendirilmeleri önerilmektedir.
  • Öğe
    Asansör bakım ve onarım işlerinde iş sağlığı ve güvenliği
    (Dicle Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Doğan, Caner; Akkoyun, Özgür
    Amaç: Çalışmanın amacı, asansör bakım ve onarım yapan firmalardaki çalışanların iş kazası ve meslek hastalığıyla karşı karşıya kalmadan şantiye alanlarında çalışmalarını güvenli bir şekilde yapabilmeleri için var olan riskleri tespit etmek ve bu risklerin en aza indirilmesi için alınması gereken önlemleri belirlemektir. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada, asansör bakım ve onarımı yapılan şantiye alanlarında tespit edilen risklerin Fine-Kinney ve L matris risk değerlendirme yöntemleri birlikte kullanılarak risk değerlendirmesi yapılmıştır. Bulgular: Bu çalışmada, asansör bakım ve onarımı yapılan şantiye alanlarında, şantiye genel alanı, asansör kuyusu, asansör makine dairesinde belirlenen tehlikeler ve bu tehlikelerden kaynaklı riskler değerlendirilmiştir. Fine-Kinney risk değerlendirme metodu için düzenleyici önleyici faaliyet öncesi çıkan değerler; dikkate değer risk 4, önemli risk 4, yüksek risk 14, çok yüksek risk 27'dir. L matris risk değerlendirme yöntemi için düzenleyici önleyici faaliyet öncesi çıkan değerler; önemli risk 10, yüksek risk 33 kabul edilemez risk 6 olarak bulunmuştur. Risk düzeyleri Fine-Kinney ve L matris yöntemleri için risk içeren maddeler seçilerek bu risklerle alakalı düzenleyici önleyici faaliyetler (DÖF) belirlenmiştir. Sonuç: İşçilerin sağlık ve güvenliğini tehdit eden tehlikeler tespit edilmiş ve belirlenen bu tehlikeler Fine Kinney ve L matris yöntemleriyle karşılaştırılarak risk değerlendirmesi yapılmıştır. Yürütülen düzenleyici ve önleyici çalışmaların ardından Fine-Kinney Risk değerlendirme sonucunun asansör sektörü için daha uygun olduğu görüldü.
  • Öğe
    Varikosel olgularında spermin DNA fragmantasyonu ve immunohistokimyasal incelenmesi
    (Dicle Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Duran, Senem Çetin; Akkuş, Murat
    Özet Amaç: Bu çalışmanın temel amacı, varikosel olgularında spermin DNA fragmentasyon düzeylerini değerlendirmek ve immunhistokimyasal yöntemler kullanarak sperm hücrelerindeki potansiyel değişiklikleri saptamaktır. Araştırma, varikoselin spermatogenezi ve sperm DNA'sı üzerindeki etkilerini mikroskopik düzeyde incelemeyi hedeflemektedir. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada, 25-40 yaş aralığındaki infertil erkeklerin semen örnekleri, varikosel varlığı ve diğer belirlenen faktörler açısından incelenmiş ve normozoospermik kontrol grubu ve varikosel teşhisi almış grup olarak iki gruba ayrılmıştır. Yüksek motiliteye sahip spermatozoaları ayırmak için direkt yüzdürme teknikleri uygulanmış, bu sayede DNA fragmentasyonu ve sperm morfolojisi detaylıca analiz edilmiştir. Sperm vitalitesi Eosin Y boyası ile, DNA fragmentasyonu Akridin Oranj boyama metoduyla ve sperm morfolojisi Spermac boyama kitleri kullanılarak değerlendirilmiştir. İmmünhistokimyasal boyama yöntemleriyle protein ekspresyonu görselleştirilmiş ve sonuçlar mikroskopi ile fotoğraflanarak kaydedilmiştir. Bulgular: Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı'nda yürütülen bu çalışmayla, varikosel tanısı konmuş ve sağlıklı kontrol grubu oluşturan erkeklerden alınan sperm örnekleri üzerinde gerçekleştirilmiştir. Bulgular, dinein ve aquaporin proteinlerinin, sperm hücrelerinde varikosel varlığının düşük ya da negatif ekspresyonu ile ilişkili olduğunu göstermektedir. İmmünohistokimyasal analizler, varikosel hastalarında dinein proteinlerinin ve aquaporin 3 ve 5'in sağlıklı bireylerle karşılaştırıldığında azalmış ya da eksik ifadesini ortaya koymuştur. Bu, sperm motilitesi ve su transfer mekanizmalarında olası bir bozulmaya işaret etmekte ve varikoselin erkek fertilitesi üzerindeki etkilerinin daha derinlemesine anlaşılmasına katkı sağlamaktadır. Sonuç: Bu çalışma, varikosel hastalığının spermatozoanın yapısal ve fonksiyonel integritesi üzerindeki olumsuz etkilerini açıkça ortaya koymuştur. Dinein ve aquaporin protein aileleri, spermatozoanın hareket kabiliyeti ve su dengesi için kritik öneme sahip olduğundan, bu proteinlerin düşük ekspresyonu ya da yokluğu, erkek infertilitesinin moleküler mekanizmalarına ışık tutmaktadır.
  • Öğe
    Azospermi ve oligospermi hastalarda kromozom analizi ve Y-mikrodelesyonu sonuçlarının değerlendirilmesi
    (Dicle Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Durmuş, Cihan; Tekeş, Selahaddin
    Amaç: Bu çalışma Tıbbi Biyoloji ve Genetik Bölümüne azospermi ve oligospermi tanısıyla gelen idiyopatik infertil hastalarda, RT-PCR ile Y-mikrodelesyon ve sitogenetik yöntemlerle karyotip incelemeler yaparak, idiyopatik erkek infertilitesinde genetik faktörlerin etkisini ve sıklığını araştırmayı amaçlamıştır. Gereç ve Yöntem: Tibbi biyoloji ve Genetik Bölümüne 2021 ve 2023 yılları arasında başvuran 410 azospermik birey ve 140 oligospermik bireye karyotip analizi ve Y-mikrodelesyon analizi yapıldı. Hastaların yaş, infertilite süresi, biyokimya sonuçları ve pedigrileri kaydedildi. Bulgular: Çalışmamızda toplam 550 infertil hasta incelendi 27(%4,9)'sinde Y-mikrodelesyonu saptandı. Y-mikrodelesyon saptanan vakaların tamamı azospermikti. Vakalardan 5'inde AZFb+c delesyonu, 1 vakada AZFa+b delesyonu, 1 vakada AZFa+c ve 1 vakada AZFa+b+c delesyonu saptandı. Çalışmamızda 27 Y-mikrodelesyonu pozitif hastalardan en az görülen delesyon 6(%1,09) vakada AZFa(sY86)'ydı. En sık görülen delesyon 14(%2,54) vakada AZFb(sY127)'ydi. Vakalardan 4'ünde sadece AZFc delesyonu, 8'sinde sadece AZFa ve 7'sinde sadece AZFb delesyonu saptandı. Çalışmamızda 421 vakada sitogenetik inceleme yapıldı, 14(%3,33) hastada yapısal kromozomal anomali saptandı, bunlardan 3'ü oligospermi vakasıydı, 58(%13,77) hastada sayısal kromozomal anomali tespit edildi. Klinefelter sendromu 53(12,5) vakada tespit edildi. Oligospermi vakaların hiçbirinde sayısal kromozomal anomali görülmedi. Çalışmamızda 72(%17,1) bireyde karyotip anomalisi saptandı. Çalışmamızda heterokromatin varyantı 421 infertil bireyden 100(%23,75) bireyde saptanmıştır. En sık heterokromatin varyantı 36(%8,55) vakada 46,XY,9qh+ karyotipi olarak görüldü. Sonuç: İnfertil erkeklerdeki bulgular, üreme sağlığı tedavilerinde genetik profilin önemini vurgulamakta ve klinik uygulamalarda genetik testlerin daha yaygın kullanımını ve bu testlerin infertilite değerlendirmeleri için standart bir uygulama haline getirilmesini teşvik etmektedir. Sitogenetiğin ve Y-mikrodelesyonlarının erkek infertilitesindeki rolü, daha iyi bir danışmanlık ve tedavi olanağı sunabilir.
  • Öğe
    Testiste deneysel torsiyon/detorsiyon sonucu oluşturulmuş iskemi/reperfüzyon hasarında menengiç (pistacia terebinthus l.) ekstraktının etkisinin araştırılması
    (Dicle Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Erdemci, Fikri; Deveci, Engin
    Amaç: Bu tezin amacı testiste deneysel torsiyon/detorsiyon sonucu oluşturulmuş iskemi/reperfüzyon hasarında menengiç (Pistacia terebinthus L.) ekstraktının koruyucu ve tedavi edici etkisini araştırmaktır. Gereç ve Yöntem: 48 adet Sprague Dawley türü erkek sıçan 6 gruba ayrıldı. Torsiyon-detorsiyon işlemi için hayvanların sağ ve sol testisleri 720 derece döndürülerek 3 saat torsiyon, ardından 3 saat detorsiyon işlemi uygulandı. Sham grubundaki hayvanların skrotumları cerrahi protokol ile açıldı, başka müdahale yapılmadan kapatıldı. Menengiç grubundaki hayvanlara sham grubundan farklı olarak 15 gün boyunca menengiç ekstresi verildi. Torsiyon-detorsiyon grubundaki hayvanlara 3 saat torsiyon, 3 saat detorsiyon işlemi uygulandı, hayvanlar sakrifiye edildi. Menengiç+torsiyon-detorsiyon grubundaki hayvanlara torsiyon-detorsiyon işleminden önceki 15 gün 2 ml/kg, torsiyon-detorsiyon+menengiç grubundaki hayvanlara torsiyon-detorsiyondan sonraki 15 gün 2 ml/kg, menengiç+torsiyon-detorsiyon+menengiç grubundaki hayvanlaraysa torsiyon-detorsiyondan önce ve sonra 15 gün boyunca 2 ml/kg menengiç ekstresi verildi. Deney sonunda hayvanların testisleri alınarak histopatolojik ve immünohistokimyasal değerlendirmeler yapıldı. Bulgular: Sham ve menengiç gruplarındaki hayvanların testis dokularında düzenli seminifer tübüller, bazal lamina üzerinde 5-6 sıralı germinal epitel izlendi. İntertstisyel alandaki kapillerler ile leydig hücrelerinin görünümlerinin normal olduğu görüldü. Torsiyon-detorsiyon grubundaki hayvanlarda seminifer tübüllerde harabiyet, spermatogenik hücrelerde bozulmalar, İnterstisyel alanda hemoraji, ödem ve damarlarda konjesyon izlendi. Menengiç+Torsiyon-detorsiyon grubundaki hayvanların seminifer tübüllerinde kısmen düzelmeler, damarlarda dilatasyon, konjesyon görüldü. Torsiyon-detorsiyon+menengiç ve menengiç+torsiyon-detorsiyon+menengiç gruplarında bazal laminanın sham grubuna benzer özellikler gösterdiği görüldü, damarlarda konjesyon izlendi. Sonuç: Menengiç ekstraktının testiste torsiyon-detorsiyon sonucu gelişen iskemi-reperfüzyon hasarına karşı testis dokusunun rejenerasyonuna katkıda bulunduğu tespit edildi. Tedavi gruplarında Apaf-1 ekspresyonunu baskılayarak hücrelerin yaşamlarına devam etmelerini desteklediği görüldü. Tedavi gruplarında Sox-9 ekspresyonunu arttırarak spermatogenezis sürecinin devam etmesine katkı sağladığı gözlendi.
  • Öğe
    Tip 1 diyabetli hastalarda damgalanma ile diyabet teknolojileri kullanım memnuniyeti arasındaki ilişkinin incelenmesi
    (Dicle Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2023) Çoban, Gülistan; Sürücü, Hamdiye Arda
    Amaç: Bu çalışma 'Tip 1 Diyabetli Hastalarda Damgalanma ile Diyabet Teknolojileri Kullanım Memnuniyeti Arasındaki İlişkinin İncelenmesi' amacıyla yapılmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışma 4 Temmuz 2022-1 Mart 2023 arasında, Batman ve Diyarbakır illerinde bulunan hastanelerde yürütülmüştür. Çalışmanın örneklemini bu hastanelere başvuran 12-22 yaş arası 150 Tip 1 diyabet hastaları oluşturmuştur. Araştırmada "Hasta Tanıtım Formu", "Diyabet Teknolojisi Ölçeği" ve "Tip 1 Diyabet Damgalama Değerlendirme Ölçeği'' veri toplama araçları olarak kullanılmıştır. Veriler yüz yüze görüşülerek veya online bir şekilde bireylerle görüşülerek toplanmıştır. Çalışmanın verileri SPSS (IBM SPSS Statistics 26) adlı paket program kullanılarak yapılmıştır. Bulgular: Çalışmada hastaların diyabet teknolojileri memnuniyet durumları incelendiğinde; 15-19 yaş grubunda olanların, şehirde yaşayanların, herhangi bir işte çalışanların, egzersiz yapanların, şeker ölçümü yaparken ayrımcılık yapılmayanların, hiperglisemi yaşamayan ve hipoglisemi yaşamayan grupta yer alan hastaların diyabet teknolojilerinden memnuniyet puanları istatiksel olarak anlamlı düzeyde daha yüksek olduğu belirlenmiştir. BKİ (Beden Kitle İndeksi) (kg/m2) arttıkça, bireylerin diyabet teknolojisi ölçeği puanlarının arttığı belirlenmiştir. Şeker ölçüm sayısı (kez/gün) arttıkça, diyabet teknolojisi ölçeği puanlarının azaldığı belirlenmiştir. Diyabet teknolojisi ölçeği puanları arttıkça T1DDDÖ (Tip 1 Diyabet Damgalama Değerlendirme Ölçeği)- toplam puanlarının azaldığı belirlenmiştir. Sonuç: Çalışma sonucunda bireylerde hissedilen damgalanmanın azaltılması için diyabet teknolojileri konusunda bireylerin daha fazla desteklenmesi, teknoloji farkındalığının ve toplum bilincinin artırılması önerilmektedir.
  • Öğe
    İnfertilite tedavisi gören kadınlarda damgalanma ile fertilite uyumu arasındaki ilişkinin incelenmesi
    (Dicle Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Dinçer, Sümbül; Ozan, Yeter Durgun
    İnfertilite tedavisi gören kadınlarda damgalanma ile fertilite uyumu arasındaki ilişkinin incelenmesi Öğrenci Adı ve Soyadı: Sümbül DİNÇER Danışmanı: Doç. Dr. Yeter DURGUN OZAN Anabilim Dalı: Kadın Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Amaç: Bu araştırma infertilite tedavisi gören kadınlarda damgalanma ile fertilite uyumu arasındaki ilişkiyi incelemek amacıyla yapılmıştır. Gereç ve Yöntem: Araştırma tanımlayıcı ve korelasyonel araştırma tipinde tasarlanmıştır. Araştırma, Dicle Üniversitesi Hastanesi Tüp Bebek (IVF) Kliniği ve Jinekoloji Polikliniğinde Haziran-Kasım 2022 tarihleri arasında yapılmıştır. Araştırmanın örneklemini 253 infertilite tedavisi gören infertil kadın oluşturmuştur. Verilerin toplanmasında 'Kişisel Bilgi Formu', 'Fertilite Uyum Ölçeği' ve 'İnfertilite Damgalanma (Stigma) Ölçeği' kullanılmıştır. Verilerin analizi SPSS (Statistical Program for Social Sciences) 24.0 paket programı ile yapılmıştır. Bulgular: Kadınların İnfertilite Damgalanma Ölçeğinden aldıkları toplam puan ortalamasının 54.55 ± 24.32 olduğu bulunmuştur. İnfertilite Damgalanma Ölçeği alt boyutlarından olan Toplumsal Damgalanma boyutunun 18.33 ± 9.26 ile en yüksek puan ortalamasına sahip olduğu saptanmıştır. Kadınların Fertilite Uyum Ölçeğinden aldıkları puan ortalamasının 24.68 ± 4.80 olduğu belirlenmiştir. İnfertilite Damgalanma Ölçeği ve Fertilite Uyum Ölçeği puanları arasında pozitif yönde anlamlı bir ilişki olduğu saptanmıştır. (r=0.29, p<0.01) Sonuç: Damgalanma arttıkça kadınların fertilite uyum düzeyleri azalmıştır. Hemşirelerin infertil kadınların tedavi sürecine uyumlarını sağlamaları için damgalanmaya yönelik farkındalıklarının arttırılması, kadınların tedaviye uyumunu arttıracak girişimlerde bulunulması önerilmiştir.
  • Öğe
    MDF sektöründe Fine Kinney metodu ile risk analizi
    (Dicle Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Gözalıcı, Haydar; Arpa, Orhan
    Amaç: Çalışmanın amacı, ağaç işleri endüstrisinde çalışma yapan işletmelerdeki çalışanların iş kazası ve meslek hastalığıyla karşı karşıya kalmadan işyerlerinde çalışmalarını güvenli bir şekilde yapabilmeleri için mevcutta olan riskleri tespit etmek ve bu risklerin minimuma düşürülmesi için alınması gereken önlemleri belirlemektir. Gereç ve Yöntem: Bu çalışma, Adana ilinde faaliyet gösteren ağaç bazlı panel (ham ve melamin kaplı MDF ve laminat parke) üretimi yapan fabrikada, MDF işletmesindeki belirlenen hatlara Fine Kinney metodu ile risk analizi yapılmıştır. Bulgular: Bu çalışmada, MDF işletmesinde bulunan kurutma hattı, serme siklonları, serme bunkeri ve tırmıkları, serme bandı ve ön pres, serme ve scalper filitresi, sıcak presleme, kızgın yağ odası ve hidrolik odası, sıcak pres egzoz sistemi, ebatlama ve istifleme alanı ile testere silosu ve filtresi bölümlerinde belirlenen tehlikeler ve bu tehlikelerden kaynaklı riskler değerlendirilmiş ve risk değeri 70 puanın üzerinde olan riskler seçilerek bu riskler ile alakalı önleyici tedbirler belirlenmiştir. Sonuç: İşçilerin sağlığını ve güvenliğini tehdit eden tehlikeler belirlenmiş, belirlenen bu tehlikeler ile ilgili Fine Kinney metodu ile risk analizi yapılmıştır. Yapılan bu analiz sonucunda 2 adet esaslı risk, 3 adet önemli risk, 60 adet olası risk ve 4 adet önemsiz risk bulunmuştur. Bu risklerin analizi sonucu risk değerleri hesaplanmış ve bu risklerden puanı 70 üstü olan riskler için önleyici faaliyet yazılmıştır. Yazılan önleyici faaliyetler sonrası her bir risk tekrardan değerlendirilmiş ve yapılan değerlendirme sonrası risk değerleri olası riske düşürülmüştür.
  • Öğe
    Emziren kadınlarda biyolojik ritim ile emzirme başarısı arasındaki ilişkinin incelenmesi
    (Dicle Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Nart, Seda Can; Duman, Mesude
    Amaç: Bu araştırma, emziren kadınlarda biyolojik ritim ile emzirme başarısı arasındaki ilişkiyi incelemek amacıyla yapılmıştır. Gereç ve Yöntem: Araştırma, tanımlayıcı ve kesitsel türde olup, Eylül 2023-Nisan 2024 tarihleri arasında Diyarbakır Çocuk Hastalıkları Hastanesine başvuran 204 emziren kadın ile tamamlanmıştır. Araştırmada veri toplama aracı olarak "Kişisel Bilgi Formu", "Biyolojik Ritim Değerlendirme Görüşmesi Ölçeği (BRDGÖ)" ve "Emzirme Tanılama ve Değerlendirme Ölçeği (LATCH)" kullanılmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde; tanımlayıcı istatistikler, sürekli değişkenler için ortalama ve standart sapma, kategorik değişkenler için sayı ve yüzdelik dağılım ve pearson korelasyon analizi kullanılmıştır. Bulgular: Emziren kadınların LATCH ölçeğinden aldıkları puanlar ile BRDGÖ toplam puanları arasında negatif yo?nde anlamlı ilişki saptanmıştır (p<0.001). BRDGÖ'nün uyku, aktivite, toplumsal ve yeme alışkanlıkları alt boyutlarından aldıkları puanlar ile LATCH ölçeğinden aldıkları puanlar arasında da negatif yo?nde anlamlı ilişki saptanmıştır (p<0.001). Sonuç: Araştırmada emziren kadınların biyolojik ritimlerinde bozulma arttıkça emzirme başarılarının azaldığı saptanmıştır. Bu nedenle emzirme döneminde kadınların biyolojik ritminin değerlendirilmesi oldukça önem arz etmektedir. Emzirme döneminde biyolojik ritimle ilgili daha geniş çaplı araştırmaların yapılması önerilmektedir.