Yazar "Yolbaş, İlyas" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 20 / 42
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Adolesanda beslenme(Cinius, 2016) Haspolat, Yusuf Kenan; Aktar, Fesih; Yolbaş, İlyasOrganizmanın canlılığı için gerekli gıdanın dışarıdan alınması, ilgili yerlere iletilmesi ve belli yerlerde birtakım değişikliklere uğratılması gerekmektedir.Öğe Adolesanda büyüme ve puberte(Cinius, 2015) Haspolat, Yusuf Kenan; Aktar, Fesih; Yolbaş, İlyasÇocukluk çağı döllenmeyle birlikte başlar ve puberte (ergenlik) döneminin sonuna kadar devam eder. Büyüme, hücre sayısı ve hücre büyüklüğünün artmasına paralel olarak vücut hacmi ve kütlesinin artması demektir.Öğe Adolesanda kemik sağlığı ve spor(Cinius, 2015) Haspolat, Yusuf Kenan; Aktar, Fesih; Yolbaş, İlyasİnsan vücudunun büyüklüğü ve formunu temelde; belirli esaslar içinde oluşmuş ve belirli bir sistem ile bir araya gelmiş iskelet sistemi oluşturur.Öğe Adolesanda psikososyal sorunlar(Cinius, 2016) Haspolat, Yusuf Kenan; Yolbaş, İlyas; Yüksel, Tuğbaİnsanlar yaşamları boyunca sürekli olarak gelişir ve değişirler. Erikson'a göre, bu değişimlerin yoğun olarak yaşandığı dönemlerden biri olan adolesan döneminde, kazanılması gereken temel özellik kimlik gelişimidir.Öğe Ailesel Akdeniz ateşli çocuklarda atak sırasındaki ve ataksız dönemdeki akut faz yanıtlarının karşılaştırılması(2013) Kelekçi, Selvi; Ece, Aydın; Çakmak, Erdal; Yolbaş, İlyas; Şen, Velat; Güneş, AliAmaç: Bu çalışmanın amacı Ailesel Akdeniz Ateşi (AAA) bulunan çocuklarda akut faz belirteci (AFB) düzeylerininatak dönemi ve kolşisin tedavisi altında ataksız dönemdeki düzeylerini karşılaştırmaktır.Yöntemler: Klinik kriterlere göre AAA tanısı kondu ve tümhastalar prospektif olarak ortalama 1,2 yıl süreyle izlendi. Hastaların semptom başlama yaşı, tanı yaşı, klinik semptomlar ve AAA atağına ait bilgiler kaydedildi. MEFV genmutasyonları test hibridizasyon (strip Assay) yöntemi ile çalışıldı. Akut faz belirteci olarak periferik kan lökosit sayısı, eritrosit çökme hızı (EÇH), serum C-reaktif protein (CRP) ve fibrinojen düzeyleri hem AAA atağı sırasındahem de ataklar arası dönemde standart yöntemlerle ölçüldü.Bulgular: Çalışmaya 105 (55 kız, 50 erkek) AAA’lı çocukalındı. Hastaların yaş ortalaması 8,9±3,2 yıl, ortalama semptom başlangıç yaşı 5,9 yıl ve ortalama tanı yaşı 8,1yıl idi. MEFV gen mutasyonu olarak azalan sıklık sırasınagöre; E148Q (%29,2), M694V (%24,8), R761H (%15,3) ve V726A (%13,1) oranlarında saptandı. Atak dönemindehastaların ortalama AFB düzeyleri normal değerlerin üstünde olup, %80’inde en az bir AFB yüksek bulundu. Atakdışı dönemde ise tüm AFB ortalama değerleri normal sınırlar içinde olmakla birlikte, %31,4’ünde en az bir AFBdüzeyi normalden yüksek bulundu.Sonuç: Çalışma verilerine göre atakdışı dönemdeki AAA’lı çocukların %30’unda subklinik inflamasyon işareti olabilecek en az bir AFB yüksekliği mevcuttu. İnflamasyonu atak dışı dönemde devam eden hastalarda, kronik inflamasyona sekonder bir komplikasyon gelişmemesi için, AAA’lı hastalarda kolşisine ilave yeni anti-enflamatu- ar ilaçların kullanımı düşünülebilir.Öğe Antibiotic resistance in childhood with pneumococcal infection(2014) Taş, M. Ali; Yolbaş, İlyas; Kelekçi, Selvi; Gürkan, M. Fuat; Şen, Velat; Güneş, Ali; Taş, TaşkınAmaç: Menenjit, pnömoni gibi ciddi hastalıklara neden olan pnömokoklardaantibiyotiklere karşı direnç son yıllarda giderek artmaktadır. Bu direnç oranları coğrafi bölgeler arasında farklılık göstermektedir. Bu çalışmada bölgemizdeki pnömokok enfeksiyonlarında antibiyotik direnç oranlarının belirlenmesi amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Çalışmada Aralık 2004-Nisan 2007 tarihleri arasında Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Kliniğine ve Diyarbakır Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesine menenjit, sepsis ve üriner sistem enfeksiyonu nedeniyle başvuran ve alınan kan, beyin omurilik sıvısı ve idrar kültürü örneklerinden pnömokok üreyen hastalardan izole edilen 31 pnömokoksuşu çalışmaya alındı. Klinik örneklerden üreyen alfa hemoliz yapan, optokine duyarlı, safrada çözünen, gram pozitif diplokok morfolojisindeki bakterilerS. pneumoniae olarak tanımlandı. Pnömokok üreyen kültürlerde suşların antimikrobiklere duyarlılıklarının araştırılmasında E-test yöntemi kullanıldı. Pnömokoklara karşı Penisilin MIC değeri < 0.06 ?g/ml değeri duyarlı, 0.12-1?g/ml orta düzey dirençli, ? 2 ?g/ml değeri yüksek düzey dirençli kabul edildi.Bulgular: E test yöntemi ile penisiline direnç durumu ise orta düzey penisilin direnci % 16, yüksek düzey penisilin direnci ise %3,2 bulundu. Suşlardan %80,7’sı ise penisiline duyarlıydı. Seftriakson direnci ise %3,2 olarak bulundu. Vankomisine direnç tespit edilmedi. Tartışma: Menenjit ve sepsis gibi ciddi durumlar dışında penisilin tedavisinin hala pnömokok enfeksiyonlarındakiyerini koruduğu, fakat çok merkezli çalışmalarla bunun desteklenmesi gerektiğini düşünmekteyiz.Öğe Bir üniversite hastanesi'ndeki pseudomonas aeruginosa suşlarının antibiyotik duyarlılıkları(2014) Şen, Velat; Aktar, Fesih; Yolbaş, İlyas; Tekin, Recep; Kelekçi, Selvi; Tan, İlhan; Bozkurt, Fatma; Balık, HasanÖz: Amaç: Pseudomonas aeruginosa infeksiyonları en sık görülen hastane infeksiyonlarıdır. Bu çalışmada, Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nde izole edilen P.aeruginosa suşlarının direnç oranlarının belirlenmesi amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Çalışmamıza Haziran 2010 ve Haziran 2011 tarihleri arasında Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nde çeşitli materyallerden izole edilen 171 hastaya ait P.aeruginosa kültür sonuçları alındı. P.aeruginosa suşlarının direnç oranları klasik yöntemlerle veya BD Phoenix (BD Diagnostic Systems, Sparks, MD) otomatik sistem kullanılarak belirlendi. Bulgular: Çalışmamız 64 (%37.4) kız ve 107 (%62.6) erkek olgudan oluşuyordu. P. aeruginosa suşlarında direnç oranları; siprofloksosin %50 (104/210), sefepime %43 (66/154), seftazidime %40 (63/158), gentamisin %32 (51/157), imipenem %25 (40/159), meropenem %25 (40/159), piperasillin/tazobaktam %23 (36/157), amikasin %14 (22/161), kolimisin %5 (2/37) olarak bulundu. Sonuç: Kültür materyallerinden izole ettiğimiz P.aeruginosa suşlarında yüksek oranda antimikrobiyal direnç ve çoğul direnç bulundu. Bu sonuçlar direnç gelişimini engelleme amacıyla uygun, dar spektrumlu antibiyoterapi seçimi ve hijyen kurallarına uyumun önemini göstermektedir.Öğe Bir üniversite hastanesindeki Acinetobacter baumannii suşlarının antibiyotik duyarlılıkları(Modestum Publishing Ltd., 2013) Yolbaş, İlyas; Tekin, Recep; Güneş, Ali; Kelekçi, Selvi; Şen, Velat; Tan, İlhan; Uluca, ÜnalAmaç: Acinetobacter baumannii suşları sahip oldukları antibiyotiklere karşı çoklu direnç geliştirme yeteneği sayesinde günümüzde neredeyse tedavi edilemez hastane kaynaklı enfeksiyonlarının patojeni haline gelmiştir. Çalışmamızda Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde çeşitli örneklerden izole edilen A. baumannii suşlarının direnç oranları belirlemesi amaçlandı. Yöntemler: Çalışmamıza Haziran 2010 ve Haziran 2011 tarihleri arasında Dicle Üniversitesi tıp fakültesi hastanesinde takip edilen hastalardan izole edilen 270 hastaya ait A. baumannii kültür sonuçları değerlendirildi. A. baumannii suşlarının direnç oranları klasik yöntemlerle ve BD Phoenix (BD Diagnostic Systems, Sparks, MD) otomatik sistemi kullanılarak belirlendi. Bulgular: Çalışmamız 82 (% 30.4) kadın ve 188 (% 69.6) erkek olgudan oluşuyordu. A. baumannii suşları için amikasin (% 76), ampisillin/sulbaktam (% 94), aztreonam (% 96), sefepim (% 95), sefotaksim (% 98), seftazidim (% 95), siprofloksasin (% 93), kolistin (% 6), gentamisin (% 94), imipenem (% 87), levofloksasin (% 87), meropenem (% 87), piperasillin/tazobaktam (% 92), tetrasiklin (% 84), trimetoprim/sulfametoksazole (% 82) direnç oranları görüldü. Sonuç: Kültürlerimizden izole ettiğimiz A. baumannii suşlarında kolistin hariç diğer antibiyotiklere karşı çok yüksek oranda direnç görüldü. Antibiyotik duyarlılığının bölgeler, hastaneler ve hatta kliniklerde yıldan yıla değişebileceği unutulmamalı ve direnç gelişimi sürekli izlenmelidir. Kültür sonucu çıkıncaya kadar ampirik tedavi seçilirken o yerin A. baumannii direnç oranları göz önünde bulundurulmalıdır. A. baumannii ile oluşan enfeksiyonlarda tedavi sırasında direnç gelişebileceği düşünülerek kültür ve antibiyogramlar tedavi sırasında tekrarlanmalıdır.Öğe Bir Üniversite Hastanesi’ndeki Pseudomonas Aeruginosa Suşlarının Antibiyotik Duyarlılıkları(2014) Yolbaş, İlyas; Balık, Hasan; Bozkurt, Fatma; Şen, Velat; Aktar, Fesih; Tekin, Recep; Kelekçi, SelviAmaç: Pseudomonas aeruginosa infeksiyonları en sık görülen hastane infeksiyonlarıdır. Bu çalışmada, Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nde izole edilen P.aeruginosa suşlarının direnç oranlarının belirlenmesi amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Çalışmamıza Haziran 2010 ve Haziran 2011 tarihleri arasında Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nde çeşitli materyallerden izole edilen 171 hastaya ait P.aeruginosa kültür sonuçları alındı. P.aeruginosa suşlarının direnç oranları klasik yöntemlerle veya BD Phoenix (BD Diagnostic Systems, Sparks, MD) otomatik sistem kullanılarak belirlendi. Bulgular: Çalışmamız 64 (%37.4) kız ve 107 (%62.6) erkek olgudan oluşuyordu. P. aeruginosa suşlarında direnç oranları; siprofloksosin %50 (104/210), sefepime %43 (66/154), seftazidime %40 (63/158), gentamisin %32 (51/157), imipenem %25 (40/159), meropenem %25 (40/159), piperasillin/tazobaktam %23 (36/157), amikasin %14 (22/161), kolimisin %5 (2/37) olarak bulundu. Sonuç: Kültür materyallerinden izole ettiğimiz P.aeruginosa suşlarında yüksek oranda antimikrobiyal direnç ve çoğul direnç bulundu. Bu sonuçlar direnç gelişimini engelleme amacıyla uygun, dar spektrumlu antibiyoterapi seçimi ve hijyen kurallarına uyumun önemini göstermektedirÖğe Bir üniversite yenidoğan yoğun bakım ünitesinde izlenen düşük doğum ağırlıklı bebeklerin geriye dönük değerlendirilmesi(Modestum Publishing Ltd., 2015) Aktar, Fesih; Yolbaş, İlyas; Tan, İlhan; Ertuğrul, Sabahattin; İpek, Mehmet Şah; Yılmaz, Kamil; Sabaz, Muhammed NurullahAmaç: Gelişmiş ülkelerde düşük doğum ağırlıklı yenidoğanların yaklaşık %70'ini preterm yenidoğanlar oluşturmaktadır. Çalışmamızda 2010-2011 yılları arasında hastanemiz yenidoğan servisinde yatan düşük doğum ağırlıklı bebeklerin geriye dönük olarak değerlendirilmesi amaçlandı. Yöntemler: Bu çalışmaya, 2500 gram altı doğan 626 yenidoğan alındı. Retrospektif olarak, aile öyküsü, natal, prenatal, postnatal, anne ve demografik özellikleri ile risk faktörleri kaydedildi.Bulgular: Çalışmamızda anne yaşı en sık 21-35 yaş arası, gebelik haftası 33 hafta üstü, doğum ağırlığı 20012500 gram arası ve mortalite oranı %29,7 olarak bulundu. Düşük doğum ağırlıklı bebeklerin doğum kilolarına göre karşılaştırmalarında; anne yaşı, çoğul gebelik oranı, doğum yeri, doğum prezentasyonu, yatış süresi, erken doğum nedenleri ve mortalite oranları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulundu (p<0.05). Tüm bebeklerde en sık erken doğum nedeni eklampsi -preeklampsi iken, <=1000 gram yenidoğanlarda en sık neden oligohidroaminos idi. Solunum distresi ile konvülziyon doğum kilosu 2001-2500 gram olan bebeklerde, hiperbilirubinemi doğum kilosu 1501-2000 gram olan bebeklerde ve mekanik ventilatör ihtiyacı ise <=1000 gram bebeklerde istatistiksel olarak yüksek idi (p<0.05). Sonuç: Prematüre doğumların önlenmesi için toplumun eğitim düzeyinin arttırılması, yeterli düzeyde prenatal takibin sağlanması, uygun ve yeterli miktarda yenidoğan ünitelerinin kurulması, yenidoğan üniteleri olan merkezlerde prematüre doğumlarının gerçekleştirilmesi, prematürelerin uygun koşullarda transportlarının sağlanması, sepsis ve respiratuvar gibi sık görülen mortalite nedenleri için risklerin belirlenmesi ve bunlara karşı önlem alınmasının ciddi önem taşıdığı kanaatindeyiz.Öğe Bir yenidoğanda Hiperimmunglobulin E sendromu(2013) Sula, Bilal; Yolbaş, İlyas; Şen, Velat; Timurağaoğlu, Lokman; Balık, Hasan HüseyinHiper-immunglobulin E sendromu (Job Sendromu), genellikle çok yüksek IgE (> 2000 IU/ml) seviyesi, şiddetli eozinofili, soğuk stafilokok cilt absesi ve pnömoni gibi tekrarlayan enfeksiyonlar, egzama, skolyoz, eklem hiperekstansibilitesi, patolojik kırıklar, tipik bir yüz görünümü, kraniyosinostoz ve değişken bozulmuş T hücre fonksiyonu ile karakterize nadir görülen primer immün yetmezlik durumudur. Hiper-immunglobulin E sendromu yenidoğan ve diğer yaş grubunda farklı laboratuar bulguları, klinik belirti ve bulguları gösterebilir. Bu çalışmada soğuk Stafilokokal cilt abseleri, hafif yüksek total serum IgE düzeyi (146 IU/ml, normal: 0-8 IU/ml), yüksek periferal eozinofili (% 15) ve normal serum IgA, IgG, IgG subclas, IgM, C3 ve C4 seviyelerine sahip hiper-immunglobulin E sendromu olan onbeş günlük erkek hasta sunuldu.Öğe Can platelet count, platelet mass index and mean platelet volume be parameters in retinopathy of prematurity?(Yuzuncu Yil University Faculty of Medicine, 2022) Değer, İbrahim; Ertuğrul, Sabahattin; Kaya, İrfan Kemal; Yılmaz, Sibel Tanrıverdi; Yolbaş, İlyasPlatelet parameters such as platelet count (PLT), mean platelet volume (MPV) and platelet mass index (PMI) are associated with physiological and pathological functions in various inflammatory diseases. The aim of the present study was to investigate whether platelet parameters were related to retinopath y of prematurity (ROP) in premature newborns. We retrospectively evaluated the platelet count, platelet mass index, and MPV parameters measured on the first day and 28th day, which belonged to patients, who were examined for retinopathy of prematurity at n eonatal intensive care unit. Among 343 patients enrolled by the study, 52.8 % (181) were male and 47.2 %(162) were female. The PLT level studied on the first day was 231.6±84(x1000/mm3) in the ROP group and 207.8±81.6(x1000/mm3) in the non ROP group, and t he PLT level studied on the 28th day was 409.9±179.4(x1000/mm3) in the ROP group and 350.7±140.4(x1000/mm3) in the non ROP group. There was a significant difference between the two groups regarding both PLT levels (p=0.007, p=0.006, respectively). The PMI level studied on the first day was 1854.1±774.7 in the ROP group and 1638.2±753.3 in the non ROP group, and the PMI level studied on the 28th day was 3784.5±1797.4 in the ROP group and 3302.8±1452.9 in the non ROP group. This study showed that platelet count and platelet mass index measured on the first and 28th days are important parameters in patients who undergo ROP examination, and these parameters measured prior to examination will guide clinicians in diagnostic process.Öğe Çocuk yoğun bakım hastalarında kan laktat seviyesinin mortalite ile ilişkisi(2016) Yolbaş, İlyas; Boşnak, MehmetGiriş ve Amaç: Kritik hastalarda mortaliteyi etkileyen bir çok faktör gerçekte iyi anlaşılamamıştır. Amacımız, kolay bir şekilde elde edilen laboratuvar bulgusu olan kan laktat seviyesiyle yoğun bakıma kabul edilmiş çocuklardaki mortalite oranı arasındaki ilişkiyi gözden geçirmektir. Olgular ve Yöntemler: Bu çalışmada Ocak 2007 ve Aralık 2007 tarihleri arasında Dicle Üniversitesi Tıp Fakultesi Çocuk Yoğun Bakım Ünitesinde takip edilmiş 298 olgu seçildi. Olguların dosyaları geriye dönük olarak incelendi. Olgular tanılarına göre ve tanılarından bağımsız olarak hem ilk ölçülmüş kan laktat değerleri hemde tedavi süresi boyunca ölcülmüş tüm kan laktat değerlerinin aritmetik ortalaması ile mortalite oranları karşılaştırıldı. Veriler spss 17 programı ile analiz edildi. Bulgular: Olgular tanılardan bağımsız olarak İlk ölçülmüş laktat değeri ve tüm ölçülmüş laktat değerlerinin aritmetik ortalaması ile mortalite arasında anlamlı ilişki bulundu (p<0.001). Tanılara görede; sepsis, konvülziyon, zehirlenme, pnömoni ve yanık tanısı ile yatan olgularda mortalite ile ilk ölçülmüş kan laktat değeri ve tüm ölçülmüş kan laktat değerlerinin aritmetik ortalaması arasında anlamlı bir ilişki bulundu (p<0.05). Metabolik asidoz tanısıyla yatan olgularda sadece tüm ölçülmüş kan laktat değerlerinin aritmetik ortalaması ile mortalite arasında anlamlı bir ilişki olduğu görüldü(p<0.059. Akrep sokması tanısıyla yatan olgularda ise ilk ölçülmüş laktat değeri ve tüm ölçülmüş laktat değerleri ortalaması ile mortalite arasında anlamlı bir ilişki bulunmadı (p>0,05). Sonuç: Çocuk yoğun bakım hastalarında yüksek kan laktat düzeyi ile mortalite arasında ilşki olduğu bulundu. Anahtar Kelimeler: Çocuk yoğun bakım ünitesi, kan laktat seviyesi, mortaliteÖğe Çocuklarda akut glomerülonefrit: Üçüncü basamak sağlık merkezinde yedi yıllık deneyim(Modestum Publishing Ltd., 2012) Güneş, Ali; Ece, Aydın; Yel, Servet; Yolbaş, İlyas; Uluca, Ünal; Tan, İlhan; Şen, VelatAmaç: Bu çalışmanın amacı üçüncü basamak bir üniversite hastanesinde akut glomerulonefrit (AGN)’li çocukların klinik ve laboratuvar özelliklerini irdelemektir. Gereç ve yöntem: Çocuk Nefroloji Kliniğinde 2004-2011 yılları arasında AGN tanısıyla yatırılarak tedavi edilen çocukların kayıtları geriye dönük olarak incelendi. Hastalar <5 yaş, 5-10 yaş ve >10 yaş üstü olmak üzere üç gruba ayrıldı. Hastaların hastaneye başvuru anındaki özellikleri olarak kan basıncı, diürez durumu, serum üre ve kreatinin değerleri, elektrolit düzeyleri ve kompleman C3 ve C4 faktörleri, tam kan sayımı ve idrar analiz bulguları kaydedildi. Ayrıca başlatan enfeksiyon, uygulanan tedaviler, klinik seyir ve sonuç belirlenerek kaydedildi ve elde edilen veriler analiz edildi. Bulgular: Hastaneye yatırılarak izlenen 63’ü kız (%28,8), 157’si erkek (%71,2), toplam 220 AGN’li çocuk incelendi. Tetikleyen enfeksiyon olarak, tonsillofarenjit 133 (%60,5) hastada, piyoderma 12 hastada (%5,5), ve diğer enfeksiyonlar 27 hastada (%12,2) saptanırken; 48 hastada (%21,8) herhangi bir enfeksiyon bulunmadı. Hastaların %81,4’ünde ödem, %73,6’sında hipertansiyon, %22,6’sinda akciğerde staz bulguları saptandı. Hastaların %89,1’inde C3 düşüklüğü ve %45,9’unda azotemi gözlendi. Hematüri %95,4 hastada, nefritik proteinüri %80,5’unda, lökositüri %37,6’sında görüldü. Diürez 180 (%82) hastada bir haftada normale geldi. Düretik tedavisi ile kan basıncı kontrol altına alınamayan 45 hastaya (%20 ,5) ilave vazodilatör ilaçlar verildi. Üç hastada hemodiyaliz yapıldı. Ancak AGN yaş grupları arasında, C3 düşüklüğü (p=0.018) ve anemi sıklığı (p=0.006) farklı bulunurken, diğer klinik ve laboratuvar bulgular bakımından anlamlı farklılık saptanmadı (p>0.05). Sonuç: Akut glomerülonefrit çocuklarda klinik ve laboratuvar özellikler yaş gruplarına göre C3 düşüklüğü ve anemi sıklığı dışında anlamlı farklılık göstermedi.Öğe Çocuklarda Henoch-Schönlein purpurası: 214 hastanın değerlendirilmesi(Modestum Publishing Ltd., 2012) Ece, Aydın; Yolbaş, İlyas; Balık, Hasan; Kocamaz, Halil; Yel, Servet; Uluca, Ünal; Tan, İlhanAmaç: Henoch-Schönlein purpurası’nın (HSP) çeşitli sistemleri tutması ve klinik seyrinin farklılık göstermesi nedeniyle, bu çalışmada HSP’li çocukların klinik ve laboratuar özelliklerinin incelenmesi amaçlandı. Gereç ve yöntem: Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Kliniğinde 2000-2007 yılları arasında izlenen HSP’li 214 çocuk hastaya ait hasta kayıtları geriye dönüşlü olarak incelendi. Hastalık tanısı American Collage of Rheumatology’ nin HSP kriterlerine dayanılarak kondu. Hastaların yaş, cinsiyet, klinik bulgular, laboratuar değişkenler, uygulanan tedavileri ve sonuçları kaydedildi. Bulgular: Toplam 214 HSP’li çocuk hastanın (121 erkek, 93 kız) yaş ortalaması 9.0 ± 3.2 yıl (2-16 yaş arası) idi. Hastaların 136’sında (%63.6) bir üst solunum yolu enfeksiyonu geçirme öyküsü mevcuttu. Hastaların %62.1’inde karın ağrısı, %22.1’inde kusma, %25.4’ünde dışkıda gizli kan pozitifliği veya melena saptandı, üç hasta intusepsiyon nedeniyle opere edildi. Eklem tutulumu 117 (%54.7) hastada, kranio-fasyal ödem 73 (%34.3) hastada görüldü. Renal tutulum bulgusu olarak 63 hastada (%29.4) hematüri, 57 hastada (%26.6) proteinüri, 21 hastada (%9.8) lökositüri gözlenirken, 5 hastada nefrotik/nefritik sendrom görüldü. IgA yüksekliği 35 (%16) olguda C3 yüksekliği 41 hastada (%19.3), C3 düşüklüğü 23 hastada (%10.7) rastlandı. Tedavi olarak 114 hastaya (%53.3) benzatin penisilin+ penisilin V, 128 hastaya (%59.8) non-steroidal antiinflamatuar, 86 hastaya (%40.2) oral/parenteral steroid verildi. Nefrotik proteinürisi olan 5 hastaya renal biyopsi sonrası immunsupresif verildi. Sonuç: Henoch-Schönlein purpurasında özellikle gastrointestinal sistem ve renal tutulum nadiren önemli komplikasyonlara yol açmaktadır.Öğe Çocukluk çağı pnömokok enfekiyonlarında antibiyotik direnci(2014) Güneş, Ali; Taş, M. Ali; Şen, Velat; Kelekçi, Selvi; Gürkan, M. Fuat; Hekimoğlu, Aşkın; Yolbaş, İlyas; Taş, TaşkınAmaç: Menenjit, pnömoni gibi ciddi hastalıklara neden olan pnömokoklarda antibiyotiklere karşı direnç son yıllarda giderek artmaktadır. Bu direnç oranları coğrafi bölgeler arasında farklılık göstermektedir. Bu çalışmada bölgemizdeki pnömokok enfeksiyonlarında antibiyotik direnç oranlarının belirlenmesi amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Çalışmada Aralık 2004-Nisan 2007 tarihleri arasında Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Kliniğine ve Diyarbakır Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesine menenjit, sepsis ve üriner sistem enfeksiyonu nedeniyle başvuran ve alınan kan, beyin omurilik sıvısı ve idrar kültürü örneklerinden pnömokok üreyen hastalardan izole edilen 31 pnömokok suşu çalışmaya alındı. Klinik örneklerden üreyen alfa hemoliz yapan, optokine duyarlı, safrada çözünen, gram pozitif diplokok morfolojisindeki bakteriler S. pneumoniae olarak tanımlandı. Pnömokok üreyen kültürlerde suşların antimikrobiklere duyarlılıklarının araştırılmasında E-test yöntemi kullanıldı. Pnömokoklara karşı Penisilin MIC değeri < 0.06 μg/ml değeri duyarlı, 0.12-1μg/ ml orta düzey dirençli, ≥ 2 μg/ml değeri yüksek düzey dirençli kabul edildi. Bulgular: E test yöntemi ile penisiline direnç durumu ise orta düzey penisilin direnci % 16, yüksek düzey penisilin direnci ise %3,2 bulundu. Suşlardan %80,7’sı ise penisiline duyarlıydı. Seftriakson direnci ise %3,2 olarak bulundu. Vankomisine direnç tespit edilmedi. Tartışma: Menenjit ve sepsis gibi ciddi durumlar dışında penisilin tedavisinin hala pnömokok enfeksiyonlarındaki yerini koruduğu, fakat çok merkezli çalışmalarla bunun desteklenmesi gerektiğini düşünmekteyiz.Öğe Common pathogens isolated from burn wounds and their antibiotic resistance patterns(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2013) Yolbaş, İlyas; Tekin, Recep; Kelekçi, Selvi; Selçuk, Cafer Tayyar; Okur, M. Hanefi; Tan, İlhan; Uluca, ÜnalObjective: Burn wound infections are the most severe cause of mortality in patients in the burn units. The aim of this study is to determine the bacteriological profile and their antibiotic resistance patterns in burn unit of Dicle University Hospital. Methods: Medical records of 151 burn patients admitted to the burn unit of Dicle University Hospital between June, 2008 and June 2010 were reviewed retrospectively. Results: Our study included 70.2% (n=106) male and 29.8% (n=45) female patients. The mean age of cases was 10.9±14.7 years. The rate of isolated microorganisms were 62.3% (n=94) Acinetobacter baumannii, 25.8% (n=39) Pseudomonas aeruginosa, 7.3% (n=11) Escherichia coli and 4.6% (n=7) Staphylococcus aureus. The most effective antibiotic against A. baumannii was colistin (95%) followed by levofloxacin (84%) and trimethoprimsulfamethoxazole (87%). The most effective antibiotics against P. aeruginosa were amikacin (82%), ciprofloxacin (71%) and levofloxacin (71%). The most effective antibiotics against E. coli were amikacin (91%), meropenem (73%) and imipenem (82%). Conclusion: The prevalence of burn wound infection caused by A. baumannii and multiple drug resistant A. baumannii are increasing worldwide by time. The prevalence of multiple drug resistant P. aeruginosa and E. coli are rising also. So, new strategies of infection prevention should improve as soon as possibleÖğe The contribution of postnatal steroid administration to early brain damage in preterm babies with bronchopulmonary dysplasia(TÜBİTAK, 2021) Ertuğrul, Sabahattin; Darakci, Savaş Mert; Kaplan, İbrahim; Yolbaş, İlyas; Değer, İbrahim; Yılmaz, Sibel Tanrıverdi; Aktaş, ŞerafettinBackground/aim: Postnatal corticosteroids are commonly used to treat bronchopulmonary dysplasia (BPD). We aimed to show whether S100 calcium-binding B (S100B), neuron-specific enolase (NSE), Tau protein or microtubule-associated protein tau (MAPT), and glial fibrillary acid protein (GFAP) levels would provide any evidence of early neurological damage in premature infants receiving postnatal low dose dexamethasone therapy for BPD treatment. Materials and methods: In this cohort study, 136 preterm infants diagnosed with BPD at ≤32 weeks of gestation formed the study group, and 64 preterm infants formed the control group. NSE, S100B, GFAP, and MAPT levels were first measured before the postnatal corticosteroid treatment in both the patient and the control group on the 28th day and, for a second time, after treatment termination in the patient group. Results: There were significant differences between the measured GFAP, MAPT, and NSE values of the BPD and control groups on the 28th day, whereas there was no significant difference between the measured S100B values of the two groups. There were a statistically significant difference between the NSE values measured on the 28th day and after the treatment within the BPD group, whereas no significant difference existed between the GFAP, MAPT, and S100B values. Conclusion: NSE levels, which indicate brain damage in the early period, increased in preterm babies with BPD who had been administered postnatal dexamethasone.Öğe Development and verification of problematic cryptocurrency trading scale(Aves Yayıncılık, 2021) Menteş, Nurettin; Yolbaş, İlyas; Bulut, MahmutAim: Cryptocurrency trading is similar to problematic gambling behavior, with its high-risk factors and its methods of use. In this sense, it can become addictive. The aim of this study is to develop a valid and reliable scale to measure Problematic Cryptocurrency Trading among individuals who trade cryptocurrency. Method: First, the theoretical framework of the study was discussed to lay a basis for the motives of this study. Then, with the help of the DSM-5 diagnostic criteria and internet addiction scales, a 16-item scale was designed. The study was carried out on 2 different sample groups. The results were reported under the titles Study 1 and Study 2. The sample size of Study 1 was 1314. The data were collected through TrueFeedBack BlackStar, a survey platform that provides survey participation by awarding its participants with cryptocurrency. For this data set, item analyses, the t-test, reliability analysis, and the explanatory factor analysis were performed for 27% of the lower and upper groups. The Kaiser–Meyer–Olkin (KMO) test and Bartlett’s test of sphericity to determine the suitability for the factor analysis, the principal component analysis for factorization, and the promax method for factor rotations were used. The SPSS Statistics 22 software package was used for the analyses. The sample size of Study 2 was 353. The data were collected from people known to be trading cryptocurrencies. The confirmatory factor analysis was performed for the model, the factor structure of which was determined in Study 1. For the goodness of fit of the model, root mean square error of approximation (RMSEA), incremental fit index (IFI), goodness of fit index (GFI), and chi-Square Test (χ2 ) goodness of fit criteria were used. The Amos 23 software package was used for the data analysis. Results: As a result of the exploratory factor analysis, a two-factor structure was obtained. For the total scores of the scale, Cronbach’s alpha reliability value was found to be 0.913, and for the subfactors, Cronbach’s alpha values were found to be 0.897 and 0.866. The factor loadings of items varied between 0.786 and 0.597 for the first sub-factor and between 0.869 and 0.683 for the second sub-factor. The confirmatory factor analysis confirmed the two-factor structure of the scale, and the goodness of fit criteria were found to be at acceptable levels. Conclusion: It was determined that the Problematic Cryptocurrency Trading Scale is a valid and reliable scale.Öğe Diyabetik ketoasidoz ve talasemi majorlu bir yenidoğan: Nadir bir olgu(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2012) Yolbaş, İlyas; Şen, Velat; Balık, Hasan; Kelekçi, Selvi; Haspolat, Yusuf Kenan; Uluca, Ünal; Tan, İlhan;Diyabetik ketoasidoz mutlak insülin yetersizliğine bağlı gelişen ve genellikle hiperglisemi, ketonemi, asidemi, glikozüri, ketoüri ile karakterize sistemik bir durumdur. Talasemi Major “beta globulin” zincirinin yapılamaması veya az yapılması nedeniyle eritrosit ömrünün kısa olmasından kaynaklanan, hayatın 3.-4. ayında anemi bulguları görülmeye başlayan ve zamanla sürekli kan nakli gerektiren çok ciddi kalıtsal bir kan hastalığıdır. Olgu sunumumuzda 24 yaşındaki talasemi taşıyıcısı bir baba ve 23 yaşındaki talasemi taşıyıcısı ve gestasyonel diyabetli bir anneden doğan, anemi, hiperglisemi, kusma ve asidoz tablosuyla servisimize yatırılan ketonüri olmadığı halde diyabetik ketoasidoz ve erken dönemde eritrosit transfüzyonu gerektiren talasemi majorlu 20 günlük nadir görülen bir olguyu sunduk. Yenidoğanlarda diyabetik ketoasidoz tablosunun ketonüri olmadan da görülebileceği ve talasemi major olgularında hiperglisemi ve asidozla birlikte erken dönemde aneminin de ortaya çıkabileceğine vurgu yapmak için olgu sunuldu
- «
- 1 (current)
- 2
- 3
- »