Yazar "Yel, Servet" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 20 / 34
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Ailesel akdeniz ateşi bulunan çocuklarda idrarla kalsiyum atılımı(2009) Yel, Servet; Tutanç, Murat; Kelekçi, Selvi; Bozkurt, Yaşar; Evliyaoğlu, OsmanGiriş ve amaç: Genetik geçişli multisistemik bir hastalık olan Ailevi Akdeniz Ateşi (Familial Mediterranean fever, FMF) Türkiye’de seyrek değildir. FMF hastalarında hiperkalsiüri sıklığını belirleyerek bu grup hastalarda böbrek taşı riskini değerlendirmeyi amaçladık.Gereç ve yöntemler: Klinik bulgular ve moleküler genetik çalışmalarla FMF tanısı konup mutasyonları belirlenen 23 atak dönemi FMF’li, 58 remisyonda FMF’li hasta ve 25 adet yaş, cins ve antropometrik ölçümler bakımından benzer sağlıklı kontrol grubu çalışmaya alındı. Öykü, klinik muayene ve akut faz reaktanları (kan sedimantasyon hızı, C-reaktif protein ve fibrinojen düzeyleri) ile atak dönemleri tespit edildi. Olgulara diyet kısıtlanması yapılmadan 24 saatlik idrar kalsiyum düzeyleri ölçüldü.Bulgular: Atak dönemi FMF’li çocuklarda akut faz reaktanları (AFR) düzeyleri, hem ataksız dönem (P<0.001) hem de kontrol grubundan (P<0.001) anlamlı yüksek bulunurken; ataksız dönem ile sağlıklı kontroller arasında AFR düzeyleri bakımından anlamlı fark saptanmadı (P>0.05). Atak dönemlerinde FMF’li hastaların idrar kalsiyum düzeyleri (4.63±1.75 mg/kg/gün), hem ataksız dönemden (3.88±0.97 mg/kg/gün) hem de kontrollerden (3.30±0.82 mg/kg/gün) daha yüksek bulundu. Ancak, sadece atak dönemi FMF’liler ile kontrol grubu arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı düzeye ulaştı (P=0.013). Hiperkalsiüri sıklığı atak sırasında %30, ataklar arasında %26 ve kontrol grubunda %4.5 olarak bulundu.Sonuçlar: Pediatrik FMF hastalarında idrarla kalsiyum atılım fazlalığı dikkate alınıp, kalsiyum fazlalığının metabolik olduğu düşünülerek böbrek taşı riskine karşı dikkatli olunması uygun olacaktır.Öğe Cardiac Tamponade may be the First Symptom of Leukemia(Informa Healthcare, 2014) Karabel, Musemma; Soker, Murat; Kelekci, Selvi; Karabel, Duran; Yel, Servet; Bilici, Meki[Abstract Not Available]Öğe Clinical and Demographic Features of Children Diagnosed with Cystic Fibrosis after Sweat Test Screening for Failure to Thrive, Chronic Diarrhea or Recurrent Pulmonary Infections(Galenos Yayincilik, 2013) Konca, Capan; Gunes, Ali; Sen, Velat; Yel, Servet; Yolbas, Ilyas; Ece, Aydin; Gurkan, Mehmet FuatIntroduction: The aim of this study was to investigate the incidence of cystic fibrosis (CF) in patients with recurrent pulmonary infection, chronic diarrhea and failure to thrive having no specific diagnosis and also to investigate the demographic features, and clinic and laboratory findings of such patients. Materials and Methods: The diagnosis of CF has been established through measuring the sweat conductivity in children presenting with one or more characteristic phenotypic features of CF. A chloride concentration lower than 59 mmol/l was interpreted as negative; 60-79 as borderline and over 80 as positive. A borderline sweat test result supported with genetic mutation, nasal potential difference or elastase activity was diagnosed as atypical CF. Results: A total of 356 patients fulfilled the study criteria. Twenty (5.6%) patients were diagnosed as CF. The mean age of the patients was 19.3 +/- 18.1 months and 234 (65.7%) of them were boys. Of the patients suffered from recurrent pulmonary infection, chronic diarrhea and failure to thrive; 15.5%, 10.1%, and 7% were diagnosed as CF, respectively. Major presenting complaints were fever, respiratory tract diseases, failure to thrive, and chronic diarrhea in patients with CF. A total of 430 sweat tests were applied to 356 patients and 20 of the 33 patients with a test resulting over 60 mmol/L were diagnosed as CF. Conclusions: CF should be considered for the differential diagnosis of the patients presented with chronic diarrhea, recurrent pulmonary infection, and failure to thrive. While the incidence of CF in white people is approximately 1 in 3000 individuals, we found a higher rate of 5.6% in our study group.Öğe Clinical and laboratory characteristics and follow up results of 121 children with juvenile idiopathic arthritis(Sağlık Bilimleri Araştırmaları Derneği, 2013) Ece, Aydın; Şen, Velat; Yel, Servet; Güneş, Ali; Uluca, Ünal; Tan, İlhan; Karabel, Duran; Yıldırım, Buğra; Şahin, CahitThis study aimed to investigate the clinical and laboratory features of children with juvenile idiopathic arthritis (JIA) that followed up at Dicle University Hospital Department of Pediatrics. Totally, 121 (64 male, 57 female) children with the mean age of 10.0±4.1 (range, 1.5-1.8) years were included. The mean disease onset age was 7.9±3.8 (range, 0.8-15.4) years and the mean follow up period was 2.1±1.9 years. The percentages of JIA subtypes were as follows: Oligoarticular JIA 67 (55.4%), polyarticular 45 (37.2%), enthesitis related arthritis 5 (4.1%) and systemic JIA 4 (3.3%). The most common complaints were arthralgia (91.7%), fever (57.0%), fatigue (38.8%) and malaise (34.7%) and the most frequently involved joints were knee (74.4%), ankle (57.9) and wrist (48.8%). Complete remission were achieved in 28 (23.1%) and partial remission in 56 (46.3%), however 27 (21.3%) cases not responded to treatment satisfactorily. Significant risk factors for poor response to treatment with logistic regression were found as delay in treatment ≥6 months (Odds ratio, OR:11.1; p=0.006), existence of thrombocytosis (OR: 7.5; p=0.009) and early disease onset (age<5 years) (OR:18.1; p=0.004). In conclusion, JIA is a heterogeneous childhood disease with varied clinical manifestations. Early onset disease, delay in treatment and existence of thrombocytosis were the risk factors for an unfavorable outcome.Öğe Clinical and Laboratory Characteristics and Follow Up Results of 121 Children with Juvenile Idiopathic Arthritis(Modestum Ltd, 2013) Ece, Aydin; Sen, Velat; Yel, Servet; Gunes, Ali; Uluca, Unal; Tan, Ilhan; Karabel, DuranThis study aimed to investigate the clinical and laboratory features of children with juvenile idiopathic arthritis (JIA) that followed up at Dicle University Hospital Department of Pediatrics. Totally, 121 (64 male, 57 female) children with the mean age of 10.0 +/- 4.1 (range, 1.5-1.8) years were included. The mean disease onset age was 7.9 +/- 3.8 (range, 0.8-15.4) years and the mean follow up period was 2.1 +/- 1.9 years. The percentages of JIA subtypes were as follows: Oligoarticular JIA 67 (55.4%), polyarticular 45 (37.2%), enthesitis related arthritis 5 (4.1%) and systemic JIA 4 (3.3%). The most common complaints were arthralgia (91.7%), fever (57.0%), fatigue (38.8%) and malaise (34.7%) and the most frequently involved joints were knee (74.4%), ankle (57.9) and wrist (48.8%). Complete remission were achieved in 28 (23.1%) and partial remission in 56 (46.3%), however 27 (21.3%) cases not responded to treatment satisfactorily. Significant risk factors for poor response to treatment with logistic regression were found as delay in treatment >= 6 months (Odds ratio, OR: 11.1; p=0.006), existence of thrombocytosis (OR: 7.5; p=0.009) and early disease onset (age<5 years) (OR: 18.1; p=0.004). In conclusion, JIA is a heterogeneous childhood disease with varied clinical manifestations. Early onset disease, delay in treatment and existence of thrombocytosis were the risk factors for an unfavorable outcome.Öğe Çocuk yoğun bakım ünitesine yatan hastaların değerlendirilmesi(Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2011) Tutanç, Murat; Arıca, Vefik; Başarslan, Fatmagül; Karcıoğlu, Murat; Yel, Servet; Kaplan, Metin; Arıca, Seçil; Karakuş, Ali; Haspolat, Yusuf Kenan; Boşnak, MehmetAmaç: Çocuk yoğun bakım ünitesine (ÇYBÜ) yatırılan hastaların tanısı, cinsiyeti, yatış süresi, hangi aylarda yattığı ve sonlanımı incelendi. Yöntem: Bu çalışmada Kasım 2002 - Şubat 2005 tarihleri arasında Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Çocuk Yoğun Bakım Ünitesine yatırılarak takip edilen 698 hasta değerlendirildi. Bulgular: Hastaların 95’i(%13.6) akciğer enfeksiyonu, 84’ü(%12) sepsis, 70’i(%10) zehirlenme, 49’u(%7) merkezi sinir sistemi enfeksiyonu, 44’ü(%6.3) status epileptikus, 28’i(%4) hepatik koma, 27’si(%3.9) yılan ısırması, 24’ü(%3.4) akrep sokması, 18’i(%2.6) travma, 17’si(%2.4) intrakranyal kanama, 15’i(%2.1) meningokoksemi, 12’si(%1.7) suda boğulma, 8’i(%1.14) elektrik çarpması, 7’si(%1) malignensi tanıları ile yatmıştı. Ocak (%10.7) ve Haziran (%10.4) aylarında daha fazla yatış görülürken, en az yatış Ekim (%5.7) ayında gözlendi. Kız hasta sayısı 300(%42.8), erkek hasta sayısı 398(%57.2) idi. Yatış süreleri ortalama 5.3±6.1 gün idi. Hastaların 363’ü(%51.8) durumu stabil edildikten sonra diğer servislere transfer edildi, 86’sı(%12.3) yoğun bakım ünitesinden taburcu edildi, 8’i(%1.14) ileri merkeze sevk edildi, 238’i(%34.4) ise öldü. Sonuç: Bu çalışmada akciğer enfeksiyonu ve bu nedenle solunum desteğinin yoğun bakım ünitesinde en sık karşılaşılan durum olduğu, çocukluk çağı zehirlenmeleri, travma, suda boğulma, elektrik çarpması gibi önlem alınabilecek hastalıkların yatışlarda önemli bir yer tuttuğu vurgulanmak istendi.Öğe Çocuklarda akut glomerülonefrit: Üçüncü basamak sağlık merkezinde yedi yıllık deneyim(Modestum Publishing Ltd., 2012) Güneş, Ali; Ece, Aydın; Yel, Servet; Yolbaş, İlyas; Uluca, Ünal; Tan, İlhan; Şen, VelatAmaç: Bu çalışmanın amacı üçüncü basamak bir üniversite hastanesinde akut glomerulonefrit (AGN)’li çocukların klinik ve laboratuvar özelliklerini irdelemektir. Gereç ve yöntem: Çocuk Nefroloji Kliniğinde 2004-2011 yılları arasında AGN tanısıyla yatırılarak tedavi edilen çocukların kayıtları geriye dönük olarak incelendi. Hastalar <5 yaş, 5-10 yaş ve >10 yaş üstü olmak üzere üç gruba ayrıldı. Hastaların hastaneye başvuru anındaki özellikleri olarak kan basıncı, diürez durumu, serum üre ve kreatinin değerleri, elektrolit düzeyleri ve kompleman C3 ve C4 faktörleri, tam kan sayımı ve idrar analiz bulguları kaydedildi. Ayrıca başlatan enfeksiyon, uygulanan tedaviler, klinik seyir ve sonuç belirlenerek kaydedildi ve elde edilen veriler analiz edildi. Bulgular: Hastaneye yatırılarak izlenen 63’ü kız (%28,8), 157’si erkek (%71,2), toplam 220 AGN’li çocuk incelendi. Tetikleyen enfeksiyon olarak, tonsillofarenjit 133 (%60,5) hastada, piyoderma 12 hastada (%5,5), ve diğer enfeksiyonlar 27 hastada (%12,2) saptanırken; 48 hastada (%21,8) herhangi bir enfeksiyon bulunmadı. Hastaların %81,4’ünde ödem, %73,6’sında hipertansiyon, %22,6’sinda akciğerde staz bulguları saptandı. Hastaların %89,1’inde C3 düşüklüğü ve %45,9’unda azotemi gözlendi. Hematüri %95,4 hastada, nefritik proteinüri %80,5’unda, lökositüri %37,6’sında görüldü. Diürez 180 (%82) hastada bir haftada normale geldi. Düretik tedavisi ile kan basıncı kontrol altına alınamayan 45 hastaya (%20 ,5) ilave vazodilatör ilaçlar verildi. Üç hastada hemodiyaliz yapıldı. Ancak AGN yaş grupları arasında, C3 düşüklüğü (p=0.018) ve anemi sıklığı (p=0.006) farklı bulunurken, diğer klinik ve laboratuvar bulgular bakımından anlamlı farklılık saptanmadı (p>0.05). Sonuç: Akut glomerülonefrit çocuklarda klinik ve laboratuvar özellikler yaş gruplarına göre C3 düşüklüğü ve anemi sıklığı dışında anlamlı farklılık göstermedi.Öğe Çocuklarda Henoch-Schönlein purpurası: 214 hastanın değerlendirilmesi(Modestum Publishing Ltd., 2012) Ece, Aydın; Yolbaş, İlyas; Balık, Hasan; Kocamaz, Halil; Yel, Servet; Uluca, Ünal; Tan, İlhanAmaç: Henoch-Schönlein purpurası’nın (HSP) çeşitli sistemleri tutması ve klinik seyrinin farklılık göstermesi nedeniyle, bu çalışmada HSP’li çocukların klinik ve laboratuar özelliklerinin incelenmesi amaçlandı. Gereç ve yöntem: Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Kliniğinde 2000-2007 yılları arasında izlenen HSP’li 214 çocuk hastaya ait hasta kayıtları geriye dönüşlü olarak incelendi. Hastalık tanısı American Collage of Rheumatology’ nin HSP kriterlerine dayanılarak kondu. Hastaların yaş, cinsiyet, klinik bulgular, laboratuar değişkenler, uygulanan tedavileri ve sonuçları kaydedildi. Bulgular: Toplam 214 HSP’li çocuk hastanın (121 erkek, 93 kız) yaş ortalaması 9.0 ± 3.2 yıl (2-16 yaş arası) idi. Hastaların 136’sında (%63.6) bir üst solunum yolu enfeksiyonu geçirme öyküsü mevcuttu. Hastaların %62.1’inde karın ağrısı, %22.1’inde kusma, %25.4’ünde dışkıda gizli kan pozitifliği veya melena saptandı, üç hasta intusepsiyon nedeniyle opere edildi. Eklem tutulumu 117 (%54.7) hastada, kranio-fasyal ödem 73 (%34.3) hastada görüldü. Renal tutulum bulgusu olarak 63 hastada (%29.4) hematüri, 57 hastada (%26.6) proteinüri, 21 hastada (%9.8) lökositüri gözlenirken, 5 hastada nefrotik/nefritik sendrom görüldü. IgA yüksekliği 35 (%16) olguda C3 yüksekliği 41 hastada (%19.3), C3 düşüklüğü 23 hastada (%10.7) rastlandı. Tedavi olarak 114 hastaya (%53.3) benzatin penisilin+ penisilin V, 128 hastaya (%59.8) non-steroidal antiinflamatuar, 86 hastaya (%40.2) oral/parenteral steroid verildi. Nefrotik proteinürisi olan 5 hastaya renal biyopsi sonrası immunsupresif verildi. Sonuç: Henoch-Schönlein purpurasında özellikle gastrointestinal sistem ve renal tutulum nadiren önemli komplikasyonlara yol açmaktadır.Öğe Correlation of mean platelet volume, neutrophil-to-lymphocyte ratio, and disease activity in children with juvenile idiopathic arthritis(E-Century Publishing Corp, 2015) Gunes, Ali; Ece, Aydin; Sen, Velat; Uluca, Unal; Aktar, Fesih; Tan, Ilhan; Yel, ServetJuvenile idiopathic arthritis (JIA) is a chronic inflammatory arthritis characterized by periods of remission and relapse. Mean platelet volume (MPV) is an indicator of systemic inflammation. In the present study, we aimed to determine the association between mean platelet volume (MPV), neutrophil/lymphocyte ratio (NLR), platelet distribution width (PDW) and clinical measures of diseases activity in children with JIA. The study included 115 patients with JIA (64 with active disease and 51 with inactive disease) and 64 age-gender matched healthy control subjects. Routine laboratory methods were used to measure white blood cell count (WBC), platelet count (PLT), neutrophil count, lymphocyte count, hemoglobin (Hb), MPV, PDW, NLR, C-reactive protein (CRP), and erythrocyte sedimentation rate (ESR) in all subjects of both the patient and control groups. Active disease was associated with significantly increased MPV (8.23 +/- 1.16 fl) compared with inactive disease (7.00 +/- 1. 08 fl) and control subjects (6.77 +/- 1.08 fl) P<0.001, P<0.001, P=NS, respectively). NLR was significantly higher in patients with active (2.11 +/- 1.19) and inactive (2.03 +/- 1.51) disease relative to the control subjects (1.33 +/- 0.66) (P<0.001, P=0.017, respectively). Mean PDW was significantly higher in patients with active disease (17.84 +/- 1.06) compared with the control group (17.19 +/- 0.93) (P=0.01). Our results suggest that MPV may be a useful marker of disease activity in patients with JIA. Regular treatment may decrease platelet activation in JIA patients. However, NLR was not a predictive marker of disease activity in patients with JIA.Öğe Evaluation of cases with diabetic ketoacidosis monitorized in intensive care units(Dr Behcet Uz Cocuk Hastaliklari Ve Cerrahisi, 2011) Tutanc, Murat; Celik, Tanju; Basarslan, Fatmagul; Gunes, Ali; Konca, Capan; Yel, Servet; Boşnak, MehmetObjective: In this study, we have investigated the demographic and clinical characteristics of pediatric cases with diabetic - ketoacidosis (DKA) followed-up in intensive care units. Methods: This is a retrospective analysis of all patients' files with respect to their demographic factors as gender, complaints, age and clinical features. Mann Whitney U and chi-square statistical tests were performed. Results: The study group consists 16 female and 9 male children with a mean age of 9.9 +/- 3.7 years. The most frequent complaints of the cases were dyspnea, polydipsia, weight loss and polyuria in decreasing order of frequency. They admitted to the hospital because of respiratory distress, tachypnea tachycardia and acidosis. They treated by DKA protocol in the intensive care unit. We normalized Glasgow Coma Scores (GKS) in 12 +/- 5, blood sugar levels in 14 +/- 7, and blood gas levels in 14 +/- 7 hours. Any complication had not developed and the patients under glycemic control were discharged from the hospital with recommendations for outpatient follow-up. Conclusion: DKA cases could be treated rapidly and successfully thanks to accurate and rapid diagnosis followed by strict monitorization protocol. In conclusion we wanted to emphasize that monitorization of patients with DKA should be performed in pediatric intensive care units.Öğe High frequency of E148Q sequence variation in children with familial Mediterranean fever in southeast Turkey(Soc Argentina Pediatria, 2015) Uluca, Unal; Ece, Aydin; Sen, Velat; Coskun, Salih; Gunes, Ali; Yel, Servet; Tan, IlhanObjective: The aim of this study was to investigate the spectrum of Mediterranean fever (MEFV) gene mutations and genotype-phenotype correlation in children with familial Mediterranean fever (FMF) in southeast Turkey. Methods: A total of 507 children (274 females) with FMF and MEFV gene mutation(s) were included. A 15-year retrospective evaluation was conducted; parameters analyzed were: age, sex, age at symptoms onset, age at FMF diagnosis, delay between symptoms onset and diagnosis, FMF attack symptoms, and response to colchicine. Disease severity scores were calculated and MEFV mutation analysis was performed via real-time PCR for the 6 most frequent mutations. Children with comorbid diseases or tested negative for MEFV gene mutations were excluded to provide homogeneity. Results: A family history of FMF was found in 60.2% (n=305) of patients. The most common symptoms reported for FMF attacks were abdominal pain (98.0%), fever (93.9%) and arthralgia (47.3%); 75.0% of patients (n= 380) were heterozygous, 14.2% were homozygous (n= 72) and 10.8% were compound heterozygous (n= 55). The following MEFV gene mutation alleles were identified: E148Q (40.1%), M694V (25.9%), V726A (15.8%), R761H (7.4%), M680I (6.8%), and P369S (4.1%). The M694V subgroup had the lowest mean age of disease onset and the highest mean disease severity score, whereas the E148Q group had later mean disease onset and the lowest mean disease severity score (p<0.05). Conclusion: The highest E148Q mutation frequency and milder disease in the course of FMF in our study population may be due to geographic and ethnic background dissimilarities of southeast Turkey.Öğe Hyponatremia in a child with tuberculous meningitis in PICU: Cerebral salt wasting syndrome(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2009) Boşnak, Mehmet; Özdoğan, Hakkı; Yel, Servet; Boşnak, Vuslat; Haspolat, Yusuf KenanCerebral salt wasting syndrome (CSW) has been reported in cases with subarachnoid haemorrhage, infections, head injury, brain tumours, transsphenoidal pituitary surgery, and neurosurgery. It is characterized by extracellular fluid depletion and hyponatraemia caused by progressive natriuresis with concomitant diuresis. The relationship between tuberculous menengitis and CSW in children has been desciribed rarely. We describe a case of CSW in an eight years old child with tuberculous meningitis in Pediatric Intensive Care Unit (PICU) whose main biochemical findings were low serum sodium, excessive urine sodium loss and clinical evidence of a contracted extracellular fluid volume. It is essential that in any child with hyponatremia and meningitis in PICU, an evaluation to be undertaken to differentiate between syndrome of inappropriate antidiuretic hormone secretion (SIADH) and CSW. A wrong diagnosis might lead to inappropriate fluid restriction and worsen the hypovolemia in children with CSW. Supplements of sodium chloride and mineralocorticoids may be useful in managing children with CSW. PICU professionals must be aware of the clinical and laboratory features that distinguish CSW from SIADH.Öğe İndirekt hiperbilirübinemili yenidoğanlarda kan değişimi süresinin tedavideki etkinliği(2017) Yel, Servet; Katar, SelahattinHiperbilirubinemi, yenidoğan döneminde sık karşılaşılan, morbidite ve mortalitesi yüksek olan bir sorundur. Hastalar erken tanı konulup ve tedavisi yapılmadığında, bilirubinin nörotoksik etkisi nedeniyle nörolojik sekeller ve hatta ölüm gelişebilir. Tedavide genellikle fototerapi uygulanır ancak fototerapiye yanıt alınamayan, indirekt bilirubin seviyeleri çok yüksek seyreden ve nörotoksisite riski yüksek olan hastalarda uygulanacak en etkili ve acil tedavi girişimi kan değişimidir. Etkili ve erken kan değişimi hastaların nörolojik etkilenmelerini azaltabilir. Kan değişim süresi genellikle 90 ile 120 dakika olduğu bilinmektedir. Ancak uzun sürede veya çok hızlı yapıldığında oluşabilecek komplikasyonlardan dolayı çoğu zaman 60 ile 90 dakika süre ile kan değişimi işlemi yapılmaktadır. Klasik bilgi dışında kan değişiminin 120 dakika süresi konusunda çalışmaya rastlamadık. Bu çalışmadaki amaç; şiddetli indirekt hiperbilirübinemisi bulunan yenidoğanlarda 90 dakika veya 120 dakika süre ile uygulanan kan değişimlerinin etkinliklerini karşılaştırmaktır. Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesi'ne; Temmuz 2007- Haziran 2008 tarihleri arasında, indirekt hiperbilirübinemi tanısıyla yatırılan, total serum bilirubin düzeyi 25 mg/dl üzerinde olan ve kan değişimi yapılan toplam 36 term hasta (38?42 gebelik haftasında), çalışmaya alındı. Hastalar rastgele 18 kişilik iki gruba ayrıldı. Birinci gruba (Grup-1) 90 dakika, ikinci gruba (Grup-2) 120 dakika süre ile kan değişimi yapıldı. Rh, ABO ve subgrup uyuşmazlığı olan bebekler, preterm veya SGA olan bebekler, sepsis, hipotroidi, G6PD enzim eksikliği, intraüterin enfeksiyon (TORCH), diabetik anne çocuğu, hemolitik hastalık bulguları ve metabolik hastalık saptanan olgular çalışmaya dahil edilmedi. Hastalar vücut ağırlığı, gestasyon yaşı, başvuru yaşı, anne yaşı, total bilirübin, albümin, kan değişim sayısı ve komplikasyonlar açısından yapılan karşılaştırmada iki grup arasında anlamlı fark saptanmadı. Grup 2'nin ortalama yatış süresi daha az olmasına rağmen bu farklılık istatistiksel olarak anlamlı bir düzeye ulaşmadı (P>0.05). Ancak fototerapi uygulama süresi açısından ise iki grup arasında anlamlı fark saptandı (P<0.001). Sürenin kısa olması bebekler için hemodinamik açıdan önemli bir risk taşıdığı gibi yüksek bilirübin düzeyi olan hastalara 60-90 dakikada uygulanan kan değişimi sonrasında ikinci defa kan değişimi gerekebilmektedir. Ancak çalışmamızda sürenin kan değişimi sayısı üzerine anlamlı etkisini saptayamadık. Sonuç olarak kan değişimi süresi şiddetli hiperbilirübinemili olgularda ortalama 120 dakika olarak uygulanması ikinci defa kan değişimi ihtiyacını giderebilir gibi düşünülürse de kan değişim süresinin 90 dakika olmasının yeterli olduğunu düşünmekteyiz. Ancak kan değişim süresinin uzun olması hastaların fototerapi süresi ve hastanede yatış süresini kısaltarak maliyet açısından avantaj sağladığını düşünmekteyiz. Anahtar kelimeler: Yenidoğan, indirekt hiperbilirubinemi, kan değişimi süresiÖğe İnfluenza virüsü (H1N1)'ne sekonder gelişen miyokardit olgusu(2015) Çubuk, Ercan; Güneş, Ali; Aktar, Fesih; Yel, Servet; Mete, Şeymus; Demir, Fikrinfluenza, sağlıklı çocuklarda genellikle kendi kendini sı- nırlayan, akut ve komplikasyonsuz bir hastalık olsa danadiren ciddi hastalık tablosu oluşturup ölüme neden ola- bilir. Enfeksiyonun en sık komplikasyonu pnömoni olup,miyokardit influenza A ve B virüsüne bağlı olarak gelişebi- len nadir bir komplikasyondur. 32 aylık erkek hasta ateş,öksürük, kusma, halsizlik, burun akıntısı, sonrasında hızlıgelişen solunum sıkıntısı ve taşikardi şikâyetleri ile kabuledildi. Genel durumu orta, bilinci açık, hepatomegali, taşi- kardi, dispne, takipne, interkostal-subkostal çekilme ve bi- lateral ronküs mevcuttu. Kardiak enzim düzeyleri ve diğerlaboratuvar parametreler normaldi. Ekokardiyografide mi- yokardit ve ejeksiyon fraksiyonu %42 olarak bulundu. An- cak takiplerinin 24-48. saatinde belirgin solunum sıkıntısıgelişen hasta entübe edilip mekanik ventilatöre bağlandı.Hastanın nazofarinks sürüntü kültüründe takiplerinin al- tıncı gününde H1N1 üredi. Mevcut myokardit tablosununH1N1 virüsüne bağlı olabileceği düşünülerek Oseltamivirtedavisi başlandı. Tedavinin dördüncü gününde ateşi nor- male dönen hastanın dokuzuncu gününde kliniğinde dra- matik bir iyileşme görüldü. Ekokardiyografi takiplerindeise ejeksiyon fraksiyonu ve myokardit tablosunda başvuruanına göre belirgin düzelme gözlendi. Gribal enfeksiyonbulgularıyla başvurup solunum sıkıntısı ve taşikardi ge- lişen hastalarda, alt solunum yolu enfeksiyonu yanındamiyokarditin de ayırıcı tanıda düşünülmesi ve erken tanıve tedavi ile yüz güldürücü sonuçların alınabileceğini ha- tırlatmak amacıyla sunuldu.Öğe İnfluenza virüsü (H1N1)’ne sekonder gelişen miyokardit olgusu(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2015) Aktar, Fesih; Güneş, Ali; Yel, Servet; Çubuk, Ercan; Demir, Fikri; Mete, Şeyhmusİnfluenza, sağlıklı çocuklarda genellikle kendi kendini sınırlayan, akut ve komplikasyonsuz bir hastalık olsa da nadiren ciddi hastalık tablosu oluşturup ölüme neden olabilir. Enfeksiyonun en sık komplikasyonu pnömoni olup, miyokardit influenza A ve B virüsüne bağlı olarak gelişebilen nadir bir komplikasyondur. 32 aylık erkek hasta ateş, öksürük, kusma, halsizlik, burun akıntısı, sonrasında hızlı gelişen solunum sıkıntısı ve taşikardi şikâyetleri ile kabul edildi. Genel durumu orta, bilinci açık, hepatomegali, taşikardi, dispne, takipne, interkostal-subkostal çekilme ve bilateral ronküs mevcuttu. Kardiak enzim düzeyleri ve diğer laboratuvar parametreler normaldi. Ekokardiyografide miyokardit ve ejeksiyon fraksiyonu %42 olarak bulundu. Ancak takiplerinin 24-48. saatinde belirgin solunum sıkıntısı gelişen hasta entübe edilip mekanik ventilatöre bağlandı. Hastanın nazofarinks sürüntü kültüründe takiplerinin altıncı gününde H1N1 üredi. Mevcut myokardit tablosunun H1N1 virüsüne bağlı olabileceği düşünülerek Oseltamivir tedavisi başlandı. Tedavinin dördüncü gününde ateşi normale dönen hastanın dokuzuncu gününde kliniğinde dramatik bir iyileşme görüldü. Ekokardiyografi takiplerinde ise ejeksiyon fraksiyonu ve myokardit tablosunda başvuru anına göre belirgin düzelme gözlendi. Gribal enfeksiyon bulgularıyla başvurup solunum sıkıntısı ve taşikardi gelişen hastalarda, alt solunum yolu enfeksiyonu yanında miyokarditin de ayırıcı tanıda düşünülmesi ve erken tanı ve tedavi ile yüz güldürücü sonuçların alınabileceğini hatırlatmak amacıyla sunuldu.Öğe Kan grubu uyuşmazlığı bulunmayan yenidoğanlarda kan değişimi sonuçları(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2013) Yel, Servet; Kelekçi, Selvi; Konca, Çapan; Yolbaş, İlyas; Şen, Velat; Katar, SelahattinAmaç: Hiperbilirubinemi yenidoğan döneminde sık karşılaşılan, morbidite ve mortalitesi yüksek bir problemdir. Kan değişimi; kernikterus diye adlandırılan nörotoksisiteye yol açan yüksek bilirubin seviyeleri için en etkili ve acil tedavi yöntemidir. Bu çalışmada 90 dakika ve 120 dakika kan değişimin etkinliği ve komplikasyonlarının karşılaştırılması amaçlanmıştır. Yöntemler: Bu çalışmaya, Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Yenidoğan Kliniği’nde, Temmuz 2007-Haziran 2008 tarihleri arasında 36-42 gebelik haftasındaki, total serum bilirubin seviyeleri 25 mg/dl üzerinde olan ve kan grubu uyuşmazlığı bulunmayan 36 yenidoğan alındı. Onsekiz hastadan iki gruba rastgele olarak ayrılan hastalardan, 1. gruba 90 dakikada, 2. gruba ise 120 dakikada kan değişimi yapıldı. Tranfüzyonun etkinliği ve komplikasyonları kaydedildi. Rh, ABO ve subgrup uyuşmazlığı olan bebekler, gestasyonel yaşı küçük olanlar, sepsis, hipotiroidi, G6PD enzim eksikliği, intrauterin enfeksiyon, diabetik anne çocuğu, hemolitik yada metabolik hastalığı olanlar çalışmaya dahil edilmedi. Bulgular: Vücut ağırlığı, gestasyon yaşı, doğum sonrası yaşı, anne yaşı, total bilirubin ve albumin düzeyleri, kan değişim sayısı, hastanede kalma süresi ve komplikasyonlar açısından karşılaştırılan iki grup arasında belirgin bir fark saptanmadı. Ancak 120 dakika kan değişimi yapılan grupta fototerapi süresi belirgin şekilde daha kısaydı (p<0.001). Sonuç: Sonuçlarımız ağır hiperbilirubinemik yeni doğan bebeklerde, etkili kan değişimi için 90 dakikanın yeterli olduğunu gösterdi. Ancak uzun kan değişimi süresi fototerapinin süresini kısaltabilirÖğe Kawasaki hastalığı: 13 vakanın değerlendirilmesi(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2013) Ece, Aydın; Güneş, Ali; Tan, İlhan; Uluca, Ünal; Kelekçi, Selvi; Yel, Servet; Şen, VelatAmaç: Kawasaki hastalığı, ülkemizde seyrek tanı alan bir vaskülittir. Bu çalışmada Kawasaki hastalığı tanısı alan 13 çocuk olgunun klinik ve laboratuvar bulguları ile izlem sonuçlarının değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Gereç ve yöntem: Kawasaki hastalığı tanısı tanı kriterlerine dayanarak kondu. Hastaların anamnezi alındıktan ve fizik muayeneleri yapıldıktan sonra, biyokimyasal testler ve tam kan sayımı yapıldı ve akut faz belirteçleri ölçüldü. Ayrıca, idrar tetkiki ve enfeksiyon araştırması yapıldı. Hastaların tümüne ekokardiyografi yapıldı. Tedavi olarak intravenöz immunglobulin (IVIG, 2 g/kg) verildi ve asetil salisilik asit (100 mg/kg) başlandı. Bulgular: Çalışmaya alınan hastaların 8’i erkek, 5’i kız idi. Hastaların yaş ortalaması 3,3±1,6 yıl (aralık, 1,5-7 yıl) olup, 12 hasta beş yaş veya altında idi. Başvuru anında hastaneye başvurmadan önceki ortalama tanı gecikmesi süresi 14,2±10,6 gün (ortanca 14 gün, aralık 6-35) idi. Yüksek ateş tüm hastalarda mevcut olup, vücutta döküntü 11/13 hastada, lenfadenopati 9/13’ünde, el ve ayaklarda soyulma 5/13’ünde, konjonktivit ve ağız mukozasında kızarıklık 5/13 hastada mevcuttu. Beş hastada artrit, birer hastada konvülziyon ve solunum sıkıntısı saptandı. Beş hastada ekokardiyografik incelemede ana koroner arterde genişleme saptandı. Hastaların tümüne asetil salisilik asit ve intravenöz immunglobulin (İVİG) tedavileri başlandı. Hastalarda ateş ve diğer klinik ve laboratuvar anormallikler tamamen düzeldi, ancak iki hastada İVİG tedavisine rağmen koroner arter genişlemesi sebat etti. Sonuç: Kawasaki hastalığı seyrek görüldüğü için sıklıkla tanıda gecikme olmakta ve koroner arter tutulumu her zaman düzelmeyebilmektedirÖğe The MEFV mutations and their clinical correlations in children with familial Mediterranean fever in southeast Turkey(Springer Heidelberg, 2014) Ece, Aydin; Cakmak, Erdal; Uluca, Unal; Kelekci, Selvi; Yolbas, Ilyas; Gunes, Ali; Yel, ServetThe aim of this study was to determine the Mediterranean fever (MEFV) gene mutations and their clinical correlations in children with familial Mediterranean fever (FMF) in southeast Turkey. Clinical and laboratory characteristics of 147 (65 males, 82 females) consecutive children with FMF having a positive MEFV gene mutation were prospectively investigated. Patients with negative MEFV gene mutations or atypical FMF presentations and those from other regions of the country were excluded. Clinical manifestations and disease severity scores were recorded. The six most frequent MEFV mutations including M694V, V726A, R726H, P369S, E148Q and P369S were investigated by a reverse hybridization test method. The median age of study group was 9.0 years, median age at diagnosis was 7.8 years, median age at disease onset was 5.0 years, and median follow-up duration was 4.0 years. A positive family history of FMF and parent-to-offspring transmission was found in 58.5 and 42.2 % of families, respectively. The frequencies of independent alleles, with decreasing order, were E148Q (30.7 %), M694V (26.0 %), R761H (13.5 %), V726A (13.0 %), P369S (10.5 %) and M680I (6.3 %) in FMF patients. The M694V subgroup had higher mean disease severity score and longer attack duration compared with E148Q and other mutations subgroups (p < 0.05). Two patients with amyloidosis had the M694V homozygote genotype. In conclusion contrast to other regions and many other ethnicities of the world, the most frequent MEFV gene mutation was E148Q in southeast Turkey. The M694V mutation frequency was lower, and disease severity was relatively mild in FMF children of this region.Öğe Meningitis in Children: Evaluation of 197 Patients(Derman Medical Publ, 2015) Gunes, Ali; Konca, Capan; Aktar, Fesih; Sen, Velat; Uluca, Unal; Yel, Servet; Tas, M. AliAim: The aim of our study was to evaluate the epidemiologic, clinic and laboratory results and the answers to treatment of meningitis cases. Material and Method: In this study, the epidemiologic, clinic and laboratory results of 197 patients hospitalized with central nervous system infection diagnosis in the Department of Pediatric Health and Diseases of the Faculty of Medicine of Dicle University between 1st of January 2003 and 1st of January 2006 have been studied retrospectively. The files have been studied in details for age, sex, complaints, and results of physical examination, laboratory results, radiological results and treatments applied. Results: 118 of the patients were male, 79 were women and the mean age calculated was 62,2 +/- 47,3 months. 137, 27 and 33 patients have been respectively considered as ABM, AM and TM. The most frequent complaints of application to hospital were fever (95,4%), vomiting (82,7%), headache (45,6%) and change of consciousness (21,3%). The presence of many risks about meningitis has been observed. The most frequent risk factors were head trauma history, parenchymal lung tuberculosis, military tuberculosis, presence of V-P shunt, meningocele, varicella history, having mumps, and the presence of purulent ear discharge. BOS has developed in 7 patients and for five patients, reproduction occurred in blood culture. The most important central nervous system sequels or complications were in order of frequency hydrocephalies requiring the installation of V-P shunt, brain edema, epilepsies, subdural effusions, tuberculoma, retention of head pair, and brain apses. The rate of mortality was (% 13.1). Discussion: During the period of execution of the study, the mortality and morbidity of central nervous system diseases were still at high risk. But this may be associated to the absence of vaccination programs for frequent meningitis factors such as pneumococcus and H. influenza were not in routine vaccination program in our country; thus we consider that further studies about this issue after vaccination are required.Öğe Oxidative stress in marasmic children: Relationships with leptin(Tıp Araştırmaları Derneği, 2010) Boşnak, Mehmet; Kelekçi, Selvi; Yel, Servet; Koçyi?it, Yüksel; Şen, Velat; Ece, AydınAim: We aimed to investigate the levels and relationships of antioxidants, lipid peroxidation and leptin altogether in marasmic malnutrition. Method: Thirty marasmic children (age 14.4±10.3 months) and 28 control subjects were included. Erythrocyte superoxide dismutase (SOD) and catalase (CAT) activities, glutathione (GSH) level, and serum malondialdehyde (MDA) and leptin levels were measured. Result: Malnourished children had significantly lower erythrocyte SOD activity (1583±417 vs. 3403±1901 U/gHb, respectively, P<0.001), CAT activity (1139±92 vs. 1663±302 k/gHb, p<0.001), GSH level (25.9±5.4 vs. 48.1±17.0 ?mol/gHb, p<0.001) and leptin levels (3.6±1.1 vs. 11.8±4.5 ng/mL, respectively, p<0.001), compared with control subjects. However mean MDA concentration of marasmic children (11.1±2.5 nmol/mL) was found to be significantly higher than that of the control subjects (6.6±3.9 nmol/mL) (p<0.001). Significant negative correlations were detected between CAT and MDA (r=-0.476, P=0.009), between SOD and MDA (r=-0.534, p=0.004), and GSH and MDA (r=-0.439, p=0.015) in marasmic children. No significant correlation was found between leptin and oxidation markers (p>0.05). Conclusion: Marasmic children had increased lipid peroxidation and decreased antioxidant enzyme activities and leptin. Lack of associations between leptin, anthropometric measurements and oxidative stress may be due to the excessive loss of adipose tissue and related very low levels of leptin in marasmic children.