Yazar "Pirinççioğlu, Ayfer Gözü" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 20 / 21
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Adölesan obezlerde kan lipid profilinin karotis intima media kalınlığına etkisi(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2022) Tekin, Suat; Pirinççioğlu, Ayfer Gözü; Ünal, Edip; Akın, Alper; Türe, MehmetGiriş: Çocukluk ve adölesan dönem obezitesi erişkin dönem obezite riskini arttırmaktadır. Bu da aterosklerotik hastalık riski oluşturmaktadır. Karotis intima media kalınlığı (KIMK) ölçümleri erken, preklinik aterosklerozun tespiti için kullanılan yeni belirteçlerdendir. Son çalışmalar, ailesel hiperkolesterolemi ve ciddi obezitesi olan çocuklarda KIMK’nın artmış olduğunu göstermektedir. Amaç: Bu çalışmamızın amacı obezitesi olan adölesanlarda kan lipid profili ve KIMK arasındaki ilişkinin incelenmesi ve KIMK’nın preklinik ateroskleroz belirteci olarak kullanılabilirliğini değerlendirmektir. Yöntemler: Çalışmaya yaşları 10-20 arasında değişen ve vücut kitle indeksi (VKİ) yaşa ve cinse göre 95. persentilin üzerinde olan 108 obez hasta çalışma grubu, VKİ 85. persentilin altında olan 101 sağlıklı birey kontrol grubu olarak alındı. Çalışma grubundan en az 12 saatlik açlık sonrası kan glikozu, lipid profili (trigliserit, LDL, VLDL, HDL, total kolesterol) tespiti için kan örneği alındı. Çalışmaya alınan hastaların KIMK değerleri ekokardiyografi cihazı ile ölçüldü. Bulgular: Kontrol grubu ile kıyaslandığında çalışma grubunda KIMK ve VKİ daha yüksek tespit edildi. Gruplar kan lipid profili yönünden kıyaslandığında trigliserit, LDL ve total kolesterol düzeyleri obez grupta daha yüksek, HDL düzeyi daha düşük tespit edildi. Obez grupta kan lipid profili ile KIMK arasında istatiksel olarak anlamlı bir ilişki saptanmadı. Sonuç: Çalışmamızda adölesan obezlerde KIMK normal popülasyona göre artmış saptandı. Ancak lipid profili ile KIMK arasında herhangi bir ilişki saptanmadı. Bu nedenle obez adölesanlarda aterosklerozun erken belirlenmesi ve buna yönelik tedbirlerin alınması açısından kan lipid profili normal olsa bile KIMK ölçümünü önermekteyiz.Öğe Are premenstrual syndrome and aggression related to body mass index in adolescents?(Verduci Publisher, 2023) Çağıran, Derya; Yılmaz, F. Ç.; Pirinççioğlu, Ayfer GözüOBJECTIVE: This cross-sectional study aimed to examine the relationship between premenstrual syndrome (PMS) and aggression during adolescence with body mass index (BMI), which is a topic not yet investigated in the literature. PATIENTS AND METHODS: This cross-sectional study was conducted with 1,450 adolescents aged 12-18 years, who applied to the Pediatric Adolescent Outpatient Clinic and voluntarily agreed to participate in the study. Anthropometric measurements of the adolescents were taken and the Premenstrual Syndrome Scale and Buss-Perry Aggression Questionnaire were administered to the adolescents. It was discovered that all the adolescents participating in the study had PMS. RESULTS: It was determined that as the levels of PMS were elevated, physical aggression, hostility, anger and verbal aggression gradually increased. Additionally, this increase was statistically significant (p<0.001). It was further discovered that there were statistically significant differences between the BMI classifications of the adolescents and PMS, physical aggression, hostility, anger and verbal aggression statuses (p<0.001). Accordingly, it was determined that as the BMI values of the adolescents increased, PMS and aggressive attitude levels increased. CONCLUSIONS: This study is the first in the literature to examine the relationship between PMS and aggression, and BMI in adolescents. Within this framework, it was determined that PMS frequency and aggression levels were high in overweight/obese adolescents. Accordingly, it is predicted that both PMS and aggression levels can decrease with healthy body weight in adolescents.Öğe Assessment of thyroid function in children aged 1-13 years with beta-thalassemia major(Tehran University of Medical Sciences, 2011) Pirinççioğlu, Ayfer Gözü; Deniz, Turgay; Gökalp, Deniz; Beyazit, Nurcan; Haspolat, Yusuf Kenan; Söker, MuratObjective: Hypothyroidism usually appears in the second decade of life and is thought to be associated with iron overload in patients with thalassemia major. This study aimed to evaluate thyroid dysfunctions in patients with beta-thalassemia major and to see if they appear in the earlier period of life. Methods: Thyroid function and iron load status were evaluated in 90 children with a mean age of 7.17±3.78 years with beta-thalassemia major by measuring serum free thyroxin (FT4), serum free triiodothyronine (FT3), total thyroxin (T3), serum total triiodothyronine (T4), thyroid-stimulating hormone (TSH) and ferritin levels from serum of patients admitted to the Pediatric Department, Faculty of Medicine University of Dicle between March 2005 and July 2009. A control group formed from an age-sex matched healthy children with a mean age of 6.98±3.66 years was also included. A standard thyrotropin releasing hormone test was applied to 3 patients who had high TSH levels and were classified as subclinical primer hypothyroidism. The study was designed according to the Declaration of Helsinki and informed consent was obtained from the parents of all participants. Findings: All thyroid parameters in patients were in the normal ranges compared with the controls except three of them which had high TSH levels. Serum ferritin level (2703±1649 ng/mL) in patients was significantly higher than in controls (81.5±15.5 ng/mL). Conclusion: The work implies that hypothyroidism could be even seen in the first decade of life in patients with beta-thalassemia major in spite of improved hematological cares.Öğe Bone mineral density in children with beta-thalassemia major in Diyarbakir(Elsevier, 2011) Pirinççioğlu, Ayfer Gözü; Akpolat, Veysi; Köksal, Orhan; Haspolat, Yusuf Kenan; Söker, MuratBone mineral status has extensively been investigated in adult thalassemics but less in thalassemic children. This study involves measurements of the bone mineral density (BMD), various demographic and biochemical parameters in 47 thalassemic children and 50 healthy controls with comparable age, sex, socioeconomic and regional distribution. Patients have significantly higher aspartate aminotransferase, alanine aminotransferase, phosphorous, osteocalcin, serum carboxy terminal teleopeptide fragment of type I collagen, intact parathyroid hormone (iPTH) and ferritin levels while they have significantly lower 25-hydroxy vitamin D (25OH-D), alkaline phosphatase and z-scores both at lumbar and femur compared to controls. Patients with high iPTH (30%) had significantly lower z-scores and 25OH-D while larger osteocalcin. We conclude that a significantly lower BMD in beta-thalassemic children compared with their healthy counterparts is a complex process and may partially attributed to their slower physical development, caused by iron overload and chelation therapy which may influence the liver as well as the endocrine tissues.Öğe Cardiac thrombus developing after an accidental high-voltage electric shock in a child(Turkish National Pediatric Society, 2015) Akın, Alper; Bilici, Meki; Demir, Fikri; Pirinççioğlu, Ayfer Gözü; Yavuz, CelalAkın A, Bilici M, Demir F, Gözü-Pirinççioğlu A, Yavuz C. Cardiac thrombus developing after an accidental high-voltage electric shock in a child. Turk J Pediatr 2015; 57: 180-182. Electric shock is a condition that may affect various organ systems and potentially cause death. Cardiac findings vary from asymptomatic mild injury to fatal myocardial involvement. Herein we present a five-year-old boy with a cardiac thrombus developing after an accidental electrical shock. Cardiac arrhythmias and evidence of ischemia have been reported after electric shock; we were, however, unable to identify an earlier case report of intracardiac thrombosis related to electric shock. Findings such as elevated cardiac enzymes and systolic dysfunction, which indicate myocardial damage following electric shock, were present in our patient. We think that the cardiac thrombus might have resulted from the myocardial damage and the slowed intracardiac blood flow related to systolic dysfunction. As the thrombus was thought to have been formed through known mechanisms, it was treated traditionally. However, further data regarding the etiology and management of such thrombi is needed.Öğe Çocuk Acil Polikliniğine Kanama Şikayeti ile Başvuran Hastaların Değerlendirilmesi: Tek Merkez Deneyimi(Harran Üniversitesi, 2024) İpek, Rojan; Bilici, Meki; Pirinççioğlu, Ayfer Gözü; Haspolat, Yusuf KenanAmaç: Bu çalışmada, Çocuk Acil polikliniğimize kanama öyküsü ile başvuran hastaların demografik özelliklerinin ve etiyolojik nedenlerinin değerlendirilmesi amaçlandı. Gereç ve yöntem: XXX Üniversitesi Çocuk Hastanesi Acil Polikliniğine Ocak 2010-Aralık 2012 tarihleri arasında kanama öyküsü ile başvuran 331 hastanın dosyası retrospektif incelendi. Çalışmaya alınan hastaların yaş, başvuru şikâyetleri, muayene bulguları, cinsiyet, başvuru zamanı, başvuru mevsimi ve kanama etiyolojisi kaydedildi. Bulgular: Hasta grubu 133’ü kız, 198’i erkek olmak üzere toplam 331 hastadan oluşmaktaydı. Yaş aralığı 1-192 ay arasında idi. Çocuk acil polikliniğine başvuran hastalarda en sık burun ve ağız içi kanama tespit edilirken, en az sıklıkta enfeksiyöz trombositopeni saptandı. Diğer etiyolojik nedenler; immün trombositopenik purpura, gastrointestinal sistem kanamaları, faktör eksikliği, Henoch Schonlein Purpurası, Glanzmann trombastenisiydi. Kanama etiyolojisi ile cinsiyet arasında istatistiksel bir anlamlılık olup (p<0,05), erkeklerde kızlara göre daha sık olduğu gözlendi. Hastaların %40,8’lik bir kısmında kanama (ağız, burun), %20,8’lik bir kısmında ise ekimoz muayene bulgusuna rastlandı. Ayrıca purpura ile gelen olgularda en sık etiyolojik neden Henoch Schonlein purpurası, peteşi ve ekimoz ile gelenlerde immün trombositopenik purpura, hemartroz ve hematom ile gelenlerde faktör eksikliği ve solukluk ile gelenlerde ise gastrointestinal sistem kanamaları görüldü. Kanama etiyolojisi ile muayene bulguları arasında istatistiksel bir anlamlılık saptandı. Özellikle Glanzmann trombastenisi, Henoch Schonlein purpurası ve enfeksiyoz trombositopeni tanısı konulan hastalarda ay ve/veya mevsimin hastalıklar üzerine etkisi gözlendi. Sonuç: Çocuk Acil polikliniğine kanama öyküsü ile başvuranlarda acil tetkik ve tedavi gerektiren klinik durumların tespiti açısından, doğru tanıya hızlı bir şekilde ulaşmada demografik özelliklerinin ve etiyolojilerinin tespit edilmesi önemlidir. Bunun sonucunda riskli hastaların erken fark edilmesi ve tedavi planlanması hem morbiditeyi hem de mortaliteyi azaltmada yol gösterici olabilir.Öğe Çocuk Acil Polikliniğine Kanama Şikayeti ile Başvuran Hastaların Değerlendirilmesi: Tek Merkez Deneyimi(2024) İpek, Rojan; Bilici, Meki; Pirinççioğlu, Ayfer Gözü; Haspolat, Yusuf KenanAmaç: Bu çalışmada, Çocuk Acil polikliniğimize kanama öyküsü ile başvuran hastaların demografik özelliklerinin ve etiyolojik nedenlerinin değerlendirilmesi amaçlandı. Gereç ve yöntem: XXX Üniversitesi Çocuk Hastanesi Acil Polikliniğine Ocak 2010-Aralık 2012 tarihleri arasında kanama öyküsü ile başvuran 331 hastanın dosyası retrospektif incelendi. Çalışmaya alınan hastaların yaş, başvuru şikâyetleri, muayene bulguları, cinsiyet, başvuru zamanı, başvuru mevsimi ve kanama etiyolojisi kaydedildi. Bulgular: Hasta grubu 133’ü kız, 198’i erkek olmak üzere toplam 331 hastadan oluşmaktaydı. Yaş aralığı 1-192 ay arasında idi. Çocuk acil polikliniğine başvuran hastalarda en sık burun ve ağız içi kanama tespit edilirken, en az sıklıkta enfeksiyöz trombositopeni saptandı. Diğer etiyolojik nedenler; immün trombositopenik purpura, gastrointestinal sistem kanamaları, faktör eksikliği, Henoch Schonlein Purpurası, Glanzmann trombastenisiydi. Kanama etiyolojisi ile cinsiyet arasında istatistiksel bir anlamlılık olup (p<0,05), erkeklerde kızlara göre daha sık olduğu gözlendi. Hastaların %40,8’lik bir kısmında kanama (ağız, burun), %20,8’lik bir kısmında ise ekimoz muayene bulgusuna rastlandı. Ayrıca purpura ile gelen olgularda en sık etiyolojik neden Henoch Schonlein purpurası, peteşi ve ekimoz ile gelenlerde immün trombositopenik purpura, hemartroz ve hematom ile gelenlerde faktör eksikliği ve solukluk ile gelenlerde ise gastrointestinal sistem kanamaları görüldü. Kanama etiyolojisi ile muayene bulguları arasında istatistiksel bir anlamlılık saptandı. Özellikle Glanzmann trombastenisi, Henoch Schonlein purpurası ve enfeksiyoz trombositopeni tanısı konulan hastalarda ay ve/veya mevsimin hastalıklar üzerine etkisi gözlendi. Sonuç: Çocuk Acil polikliniğine kanama öyküsü ile başvuranlarda acil tetkik ve tedavi gerektiren klinik durumların tespiti açısından, doğru tanıya hızlı bir şekilde ulaşmada demografik özelliklerinin ve etiyolojilerinin tespit edilmesi önemlidir. Bunun sonucunda riskli hastaların erken fark edilmesi ve tedavi planlanması hem morbiditeyi hem de mortaliteyi azaltmada yol gösterici olabilir.Öğe Çocukluk Çağı ilaç Zehirlenmelerinde Önemli bir Neden: Amitriptilin(2013) Pirinççioğlu, Ayfer Gözü; Adıgüzel, Salih; Taşkesen, MustafaAmaç: Amitriptilin zehirlenmesi çocukluk çaında ilaç zehirlenmeleri arasında önemli bir yer tutmaktadır. Bu çalımanın amacı ciddi sistemik yan etkileri olabilen amitriptilin zehirlenmesi nedeniyle hastanemize bavuran ve yatırılarak takip edilen olguların klinik, epidemiyolojik ve prognostik özelliklerini deerlendirmektir. Gereç ve yçntem: Çalımaya alınan 64 olgunun dosyası ya, cinsiyet, semptomlar, ilacı alım nedeni, klinik bulgular, hastanede kalı süresi, youn bakım ihtiyacı ve izlem sonuçları retrospektif olarak incelendi. Bulgular: Hastaların 35'i (%54.7) erkek, 29'u (%45.3) kız olup ya ortalaması 5.5 ± 3.19 yıl (2-15 yıl) idi. Zehirlenen olguların 47'si (%73.4) be ya ve altında idi. Elli iki olgu (%81.2) ilacı kaza sonucu, 12 (%18.8) olgunun ise intihar amaçlı aldıı örenildi. Bir hasta sokakta oynarken bulduu, dier olguların hepsi evde ebeveynlerinin kullandıkları ilaç ile zehirlendikleri belirlendi. laç alınımından sonra 55 olguya bavurulan dı salık merkezinde geriye kalan yedi olguya ise hastanemizde mide lavajı yapıldıı saptandı. En sık bavuru semptomları uykuya meyil, bulantı, kusma ve ajitasyon idi. Tüm vakalar en az 24 saat süreyle youn bakım ünitesinde takip edildi. Ortalama yatı süresi 2.5±0.9 gündü. zlemde solunum yetersizlii gelien iki olguya mekanik ventilatör tedavisi uygulandı. Takip edilen tüm olguların hepsi ifa ile taburcu edildi. Sonuç: Amitriptilin zehirlenmelerinin önlenebilmesi için güvenli kapak uygulamasına ek olarak ailelerin bilgilendirilmesi, yazılı ve görsel basının bu konularda eitici programlarla destek olması, bu ilacın sadece uzman hekimler tarafından reçete edilmesi ve yeil reçete kapsamına alınması, bu tip ilaçların uygun bir ekilde imha edilmesi önemlidir.Öğe A different perspective of elevated lactace in pediatric patients with diabetic ketoacidosis(Romanian Academy, 2020) Ünal, Edip; Pirinççioğlu, Ayfer Gözü; Yanmaz, Sercan Yücel; Yılmaz, Kamil; Taşkesen, Mustafa; Haspolat, Yusuf KenanObjective: This study aims to determine the frequency and prognostic significance of lactic acidosis in children with diabetic ketoacidosis (DKA) admitted to the pediatric intensive care unit. Methods: The study was carried out retrospectively by examining the patients admitted to the pediatric intensive care unit for the treatment of DKA. The ages of the patients ranged from 2 to 18 years. The patients with the following parameters were enrolled in the study: serum blood glucose>200 mg/dL, ketonuria presence, venous blood gas pH ≤7.1, bicarbonate <15. Results: A total of 56 patients were included in the study with a mean age of 111.07 ± 51.13 months. The recovery time from DKA was 16.05 ± 6.25 h in the group with low lactate level and it was 13.57 ± 8.34 h in the group with high lactate level with no statistically significant difference. There was a negative correlation between lactate levels and the recovery time from DKA. Conclusion: Lactic acidosis is common in DKA, and unlike other conditions, such as sepsis, it is not always a finding of poor prognosis that predicts the severity of the disease or mortality. We think that high lactate may even protect against possible brain edema-cerebral damage in DKA.Öğe Does subclinical hypothyroidism affect lipid and epicardial fat tissue thickness in children?(Medcom, 2021) Ünal, Edip; Akın, Alper; Yıldırım, Ruken; Türe, Mehmet; Balık, Hasan; Taş, Funda Feryal; Pirinççioğlu, Ayfer Gözü; Haspolat, Yusuf KenanObjective: The aim of this study was to measure serum lipid levels and epicardial adipose tissue thickness in patients determined with subclinical hypothyroidism. Methods: The study included 61 paediatric patients with a diagnosis of subclinical hypothyroidism and a control group of 61 healthy children. The thyroid hormone levels, lipid parameters and epicardial adipose tissue thickness were examined in all the patients. Results: The mean epicardial adipose tissue thickness of the subclinical hypothyroidism patients was higher than that of the control group but not at a level of statistical significance (4.15±0.91 vs 4.06±0.99, p=0.598). The mean high-density lipoprotein cholesterol level of the subclinical hypothyroidism group was statistically lower than that of the control group (p=0.040). Conclusion: The results of this study showed a significant decrease in the high-density lipoprotein cholesterol levels of children with subclinical hypothyroidism. No significant increase was seen in the epicardial adipose tissue thickness of the children with subclinical hypothyroidism. This is the first study to have examined epicardial adipose tissue thickness in children with subclinical hypothyroidism.Öğe Drowning and near-drowning in children in the Southeast of Turkey(Galenos Yayınevi, 2015) Taşkesen, Mustafa; Pirinççioğlu, Ayfer Gözü; Yaramış, AhmetAim: This study aimed to analyze and describe the epidemiology, risk factors, and prognosis of pediatric drowning and near-drowning incidents.Materials and Methods: Forty-four children were included in to the study. Data on social demographics, the location of drowning, clinical and laboratory results, and progress as well as outcome of patients were retrospectively investigated. Results: The median age of patients was 4.2±2.9 years. Most of drownings (65.9%) occurred during the summer, in swimming pools (47.7%), and mostly on weekends (70.4%). Sixteen patients (47%) were not supervised by their caregivers. None of the children had received resuscitation before arriving at the emergency department. Clinical outcomes included 10 (22.7%) deaths, 7 (15.9%) discharges with neurologic sequelae, and 27 (61.3%) successful discharges. Conclusion: Public education, safety regulations, lifeguards at swimming pools, restrictions on access to swimming in ponds, canals, and rivers, supervision of children, and increased awareness of this problem are necessary to reduce the rate of pediatric drowning.Öğe Electrocardiographic ventricular repolarization variables in children diagnosed with COVID-19(Aves, 2021) Akın, Alper; Şen, Velat; Yılmaz, Kamil; Aktar, Fesih; Türe, Mehmet; Mermutluoğlu, Çiğdem; Pirinççioğlu, Ayfer GözüCoronavirus disease 2019 (COVID-19) originated in China in 2019, and it quickly became a global pandemic within months, continues to be an important health problem. The outbreak was first encountered in our country in March 2020 and rapidly spread to thousands of people.1 Although children as well as adults can become infected; it has been reported that children are less symptomatic or develop less severe symptoms.2 However, most studies on the subject cover patients in the adult age groupÖğe Evaluation of Biomarkers in Patients with Sepsis Diagnosis in Pediatric Intensive Care Unit(Kemal Türker ULUTAŞ, 2021) Cengiz, Hamza; Yılmaz, Kamil; Pirinççioğlu, Ayfer Gözü; Kan, AhmetIntroduction: Sepsis is one of the leading causes of mortality and morbidity in intensive care units. In this study, we aimed to investigate the etiological cause, focus of infection, culture sample results, and inflammatory markers among patients treated for sepsis at pediatric intensive care units (PICUs). Materials and Methods: We retrospectively reviewed the medical records of 70 patients aged 1 month to 18 years who were treated for sepsis at PICU between January 2014 and May 2019. Results: The median age of the patients was 37 months. The most common underlying etiology was respiratory failure (70%). The most common site of infection causing sepsis was the respiratory system (n:40, 57%). The most commonly isolated agents were Proteus mirabilis and Acinetobacter baumannii. Whereas C reactive protein (CRP) was normal at the time of the diagnosis of sepsis in 28.5% (n=20) of the patients, procalcitonin (PCT) was elevated in all of them. A comparison of the laboratory parameters in the first 24 hours after the diagnosis of sepsis and at the end of the treatment revealed a significant difference between White blood cell (WBC) count, neutrophil-lymphocyte ratio (NLR), the levels of C reactive protein (CRP) and Procalcitonin (p<0.05). In addition, positive correlations were detected between NLR, CRP and PCT (p=0.036, p=0.012/ r=0.251, r:0.299, respectively). Conclusion: We believe that PCT, CRP, and NLR can be used as biomarkers for monitoring patients with sepsis.Öğe Evaluation of hematological parameters of children diagnosed with COVID-19: Single-center experience(Turkish Pediatric Association, 2021) Üzel, Veysiye Hülya; Yılmaz, Kamil; Şen, Velat; Aktar, Fesih; Karabel, Müsemma; Yolbaş, İlyas; Pirinççioğlu, Ayfer Gözü; Söker, MuratObjective: Although many pediatric studies on children infected with coronavirus disease 2019 (COVID-19) have been published, the diagnosis, clinical symptoms, laboratory findings, and treatment of COVID-19 in children are still unclear. Materials and Methods: This study was conducted with an aim to examine the hematological findings of symptomatic pediatric patients diagnosed with COVID-19 in May 2020 at the Pandemic Hospital in Dicle University. Patient records were evaluated retrospectively. This study involved 59 symptomatic pediatric patients with a definite diagnosis of COVID-19 who had positive SARS-CoV-2 RT-PCR test results on nasopharyngeal swab between March 15, 2020 and May 31, 2020. Results: The records of a total of 10 (16.9%) patients under the age of 1; 21 (35.6%) patients aged 1-10 years, and, 28 (47.5%) patients aged 10-18 years, who had been diagnosed with COVID-19 were evaluated. Based on severity, 35 (59.3%) patients were in the mild group (group 1) and 24 (40.7%) patients were in the moderate-severe group (group 2). The blood parameters of WBC, neutrophil, lymphocyte, monocyte, and thrombocyte counts, the hemoglobin (Hgb) level, and NLR, PLR, MPV, fibrinogen, ferritin, and D-dimer levels were compared between groups, the difference was not statistically significant (P > .05). LDH was higher in group 2 (P = .014). Conclusion: Since children infected with COVID-19 show mild clinical symptoms or are asymptomatic, fewer pediatric patients may be detected than adults. Therefore, it should be known that the laboratory findings typical for adults may not accompany the disease in pediatric cases. More studies are needed to determine the most appropriate COVID-19 treatment approach for children, as hospitalization history and testing rates are less reported among children.Öğe Gastroenterit nedeniyle yatırılan pediatrik hastaların rotavirüs/adenovirüs açısından değerlendirilmesi(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2019) Asena, Muhammet; Canan, Adem; Öztürk, Ünal; Öztürk, Pınar Aydın; Pirinççioğlu, Ayfer GözüAmaç: Çocuk sağlığı alanındaki global iyileşmeye rağmen, 5 yaş altı çocuk ölümlerinin en sık 2. nedenini hala gastroenteritler oluşturmaktadır. Yenidoğan ve küçük çocuklarda ağır gastroenteritin en sık nedeni rotavirüstür. Enterik Adenovirüs ise ikinci en sık viral gastroenterit nedenidir. Bu çalışma ile gastroenterit etyolojisi olarak rotavirüs/adenovirüs sıklığının araştırılması, klinik bulgu ve laboratuvar parametrelerine etkisi, yatış süreci üzerine etkisinin diğer gastroenteritlerle karşılaştırılarak değerlendirilmesi ile önlem ve tedavi ile ilgili çalışmalara temel oluşturulması amaçlandı. Yöntemler: Çalışmamıza hastanemize gastroenterit tanısıyla yatan 353 hasta dahil edilmiştir. Hastaların yaşı, cinsiyeti, ishal sıklığı, rotavirüs veya adenovirüs saptanıp saptanmadığı, klinik bulguları, probiyotik-antibiyotik kullanımı, eşlik eden hastalık varlığı, kaç gün yattığı, yattığı ay, C-reaktif protein düzeyi, hematolojik ve biyokimyasal parametreler retrospektif olarak değerlendirildi. Rotavirüs/adenovirüs antijen pozitifiliği saptanan hastalar rotavirüs/adenovirüs saptanmayan hastalarla (kontrol grubu) istatistiksel olarak karşılaştırıldı. Bulgular: Hastaların yaş ortalaması 18,8 (1-125) aydı. Yaş grubuna göre diare sıklığına bakıldığında hastaların en sık %56,9 ile 6- 24 ay arasında olduğu 6-24 ay arası hasta grubunun %40,.8’inde rotavirüs/adenovirüs saptanmış olup bu durum istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p=0.03). Gaita sayısına bakıldığında rotavirüs/adenovirüs saptanan hastaların %80,6’sında 10 ve üzerinde gaita sayısı saptanmış olup istatiksel olarak anlamlı bulunmuştur. Rotavirüs/adenovirüs saptanan hastalarda iştahsızlık, halsizlik ve dehidratasyon bulgularına kontrol grubuna oranla daha sık rastlandığı örülmektedir. Sonuç: Çalışma sonuçları göz önüne alındığında rotavirüs/adenovirüse bağlı gastroenteritlerde klinik bulguların daha belirgin olduğu, ancak laboratuvar parametrelerinden anlamlı farklılık olmadığı gözlenmektedir. Bu nedenle özellikle klinik bulguları daha ağır olan gastroenterit hastalarında viral nedenlerin araştırılması etkin semptomatik tedavi ve gereksiz antibiyoterapiden kaçınılmasını sağlayacaktır.Öğe Late onset Proteus Mirabilis Meningitis and Subdural Abscess in a Boy With Lumbosacral Epidermoid Tumor: Case Report(2012) Güzel, Aslan; Pirinççioğlu, Ayfer Gözü; Ulu, Mustafa OnurDermal sinus yolları büyük çoğunluğu lomber ve sakral bölgeler olmak üzere ortahatnöroaksının bütün bölümlerinde bildirilmiştir. Bu yollar genellikle, ayrık omurilikanomalileri, gergin omurilik ve inklüzyon tümörleri (dermoid, epidermoid, teratom) ileilişkilidir. Dermal sinüs yollarıyla eşzamanlı görülen dermoid veya epidermoid tümörlerdetekrarlayan menenjit sık görülse de spinal abse birlikteliği nadirdir. Yazarlar bu yazıda lomberepidermoid tümörü olan ve dermal sinüs yolu çıkartılması operasyonundan bir yıl sonra geçbaşlangıçlı Proteus mirabilis menenjiti ve spinal intradural abse ile başvuran 2 yaşında birerkek çocuk olgusunu sunmaktadır. Bu hastalarda erken teşhisinin, uygun medikal ve cerrahitedavi uygulamasının ve yakın takibin önemi vurgulanmaktadır.Öğe Neurological presentations of nutritional vitamin B12 defi ciency in 42 breastfed infants in Southeast Turkey(2011) Taşkesen, Mustafa; Söker, Murat; Pirinççioğlu, Ayfer Gözü; Yaramış, Ahmet; Katar, SelahattinAmaç: Beslenme yetersizliğine bağlı vitamin B12 eksikliği gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkelerde yaygın olup, çeşitli nörolojik sorunlara neden olmaktadır. Bu çalışmanın amacı vitamin B12 eksikliği tanısı ile izlenen süt çocuklarının nörolojik bulgularını ve laboratuvar sonuçlarını değerlendirmektir. Yöntem ve gereç: Çalışmaya 42 hasta alındı. Tüm hastaların klinik, fiziki ve nörolojik muayene sonuçları ve kısa süreli izlem sonuçları kaydedildi. Bulgular: Hastaların 24’ü (% 57) erkek ve 18’i (% 43) kız ve tanı sırasında ortalama yaşları 13,04 ± 5,68 ay idi. Hastaların çoğunun sadece anne sütü ile beslendiği ve annelerinin hayvansal protein içeren gıdalardan yeterince tüketmedikleri saptandı. En sık başvuru semptomları hipotoni (% 100), iştahsızlık (% 92,8), nörogelişimsel (% 85,7) ve sosyal gerilik (% 80,9) idi. Sonuç: Vitamin B12 eksikliği olan çocuklarda ciddi nörolojik ve hematolojik bulgular görülebilir. Erken tanı ve tedavi, hematolojik komplikasyonlar ve nörolojik etkilenme açısından önemlidir. Tanının gecikmesi (12 ay) durumunda nörolojik etkilenme geri dönüşümsüz olabilmektedir. Gebelik döneminde annelere vitamin B12 desteği ve süt çocuklarına tamamlayıcı besinlerin zamanında verilmesi nörolojik defisitlerin ve nörogelişimsel geriliğin oluşmasını önleyebileceğini düşünmekteyiz.Öğe Prevalence of hepatitis B infection among schoolchildren in Southeast Turkey(2009) Uzun, Hakan; Pirinççioğlu, Ayfer Gözü; Dikici, Bünyamin; Fidan, MücahitAmaç: Hepatit B enfeksiyonu (HBV) dünya genelinde bir sağlık problemidir. Bu çalışmanın amacı Türkiye’nin güneydoğu bölgesinde, okul çocuklarında HBV taşıyıcı sıklığı ve HBV enfeksiyona karşı bağışıklık yanıtın gelişmesinde genişletilmiş aşı programının etkisini saptamaktır. Yöntem ve Gereç: Çalışma popülasyonu Mardin bölgesinde yaşayan 6-17 yaş arası sağlıklı 147.200 okul çocuğunu içerir. Toplam 802 çocuk, rabdomize olarak sistematik örnekleme yöntemi ile seçildi. Alınan kan örneklerinde Hepatit B yüzey antijeni (HBsAg), HBsAg antikoru (Anti-HBs), hepatit B kor antijen antikoru (Anti-HBc), ELISA (General Biological Corp., Taiwan) yöntemi ile çalışıldı. Bulgular: Bu çalışma, yaş ortalamaları 10,4 ± 2,3 yıl olan 420’si erkek (% 52,4) ve 382’si kız (% 47,6) çocuğundan oluşmaktadır. Çocukların toplamda anti-HBs, anti-HBc ve HBsAg pozitifliği sırasıyla, 724 (% 90,2), 56 (% 7) ve 22 (% 2,7) idi. HBV seroprevalansı toplamda % 2,7 bulundu. Sonuç: Genişletilmiş ulusal aşı programının başlamasıyla, Türkiye’nin güneydoğusunda okul çocuklarında perinatal ve horizontal geçişli HBV seropozitifliği başarılı bir şekilde azalmıştır.Öğe A rare complication related to H1N1 infection: Dilated cardiomyopathy(Prusa Medikal Yayıncılık, 2018) Türe, Mehmet; Pirinççioğlu, Ayfer Gözü; Akın, Alper; Balık, Hasan; İlter, Seçkin; Yanmaz, Sercan YücelThe symptoms and findings of influenza A (H1N1) resemble the symptoms and findings of seasonal influenza and it generally emerges as an upper respiratory tract disease. Although the majority of patients with the influenza A virus recover spontaneously without complications, there have been occasional reports of myopericarditis. However, the most frequent complications have been reported as viral pneumonia and more rarely dilated cardiomyopathy. In this paper, we report a 4-month-old infant, who admitted with shortness of breath, cough, tachycardia and respiratory problems and was diagnosed as having developed dilated cardiomyopathy associated with H1N1.Öğe Seropositivity of hepatitis A in children aged 7-14 years in Diyarbakir province center(International Scientific Information, Inc., 2018) Pirinççioğlu, Ayfer Gözü; Adıgüzel, Salih; Özekinci, TuncerBackground: Hepatitis A virus (HAV) is a common morbidity in society, and mortality is more common in older ages. It is important to identify the prevalence in the population, the development of primary protection methods, and vaccination policies. This study aimed to identify anti-HAV seropositivity in children in 3 different schools in Diyarbakır, Turkey, to evaluate the risk factors influencing prevalence, and thus to develop strategies to prevent infection. Material/Methods: The study was a prospective investigation of 600 children with a mean age of 10.5 years (range, 7-14), including 291 males and 309 females. Results: The seropositivity was 45.7% (41.2% in males and 49.8% females) with a statistically significant difference by sex (p=0.042). It was also significantly correlated with age. Factors significantly associated with seropositivity were educational level and income of parents, number of rooms in the house, type of toilet, number of siblings, and source of drinking water. Hence, older age, more siblings, crowded household, and low socioeconomic level are risk factors for seropositivity. Conclusions: Protection strategies for the disease include improving socioeconomic level, increasing the level of education, disseminating appropriate drinking water, improving infrastructure and sewage disposal, and public health education on hygiene and the importance of vaccination. We also believe that active immunization against HAV in Turkey in general and in our province in particular can prevent infection in children and related complications in older people.