Yazar "Gümüş, Metehan" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 20 / 22
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Akut biliyer pankreatitli hastalarda erken laparoskopik kolesistektomi sonuçları(2010) Kapan, Murat; Yağmur, Yusuf; Önder, Akın; Beyazıt, Ünal; Gümüş, MetehanAmaç: Akut biliyer pankreatit (ABP) tedavisinde erken dönemde yapışıklıklar ve diseksiyon güçlüğü nedeniyle laparoskopik kolesistektomi (LK) uygulaması tartışmalıdır. Bu çalışmanın amacı, ABP tanısı ile kliniğimizde yatırılan ve taburcu edilmeden önce LK yapılan 43 hastanın sonuçlarını değerlendirmektir. Yöntemler: Eylül 2006 – Mart 2009 tarihleri arasında ABP tanısıyla tedavi edilen, klinik ve laboratuar bulguları düzeldikten sonra LK uygulanan 43 hasta geriye dönük olarak incelendi. Hastaların yaş, cinsiyet, laboratuar bulguları, ultrasonografi (USG), manyetik rezonans kolanjiyopankreotografi (MRKP) ve endoskopik retrograd-kolanjiyopankreotografi (ERKP) sonuçları, yapılan ameliyat, ameliyat süreleri, açık ameliyata geçme oranları, gelişen komplikasyonlar, mortalite ve hastanede yatış süreleri kaydedilerek istatistiksel analiz uygulandı. Bulgular: Hastaların ortanca yaşı 51.8 (20-83) yıl olup; 29'u (%67.4) kadın, 14'ü (%32.6) erkekti. Hastaların tamamında akut pankreatit nedeni safra taşlarıydı. Ek olarak bir hastada hiperparatiroidi, diğer birinde hiperlipidemi mevcuttu. Hastaların tamamında USG’de safra kesesinde taş saptanmıştı. İntrahepatik safra yolları ve koledokta genişleme saptanan 7 hastaya yapılan MRKP’de koledokta taş tespit edildi. Bu hastalardan 3’ünde klinik ve laboratuar bulgularında düzelme sağlanamaması nedeniyle ERKP ile sfinkterotomi ve taş ekstraksiyonu yapıldı. Hastalarımıza ortalama 11.4’üncü günde (3.–23. günlerde) operasyon uygulandı. Toplam olarak 39 (%90.6) hastaya LK uygulanırken, 4 (%9.4) hastada enfeksiyona sekonder intraabdominal yapışıklıklar ve diseksiyon güçlüğü nedeniyle açık ameliyata geçildi. Ortalama ameliyat süresi 70 (25-160) dakika olarak bulundu. Postoperatif ortalama yatış süresi 3 (1-6) gündü. LK uygulanan ve operasyon öncesi ERKP yapılan bir hastada (%2.3) komplikasyon gelişti. Bu hastada, postoperatif 3. gün nekrotizan pankreatit gelişmesi üzerine ikinci operasyona alınarak drenaj uygulandı. Erişkin tip solunum sıkıntısı sendromu gelişen bu hasta postoperatif 7. günde kaybedildi.Sonuç: Klinik ve laboratuar olarak iyileşen ABP'li hastalarda, ilk yatışta uygulanan geç LK güvenli bir cerrahi tedavi seçeneği olabilir.Öğe Apendektomi sonrası akut güdük apandisit(2010) Kapan, Murat; Gümüş, Metehan; Tekbaş, Güven; Böyük, Abdullah; Önder, AkınGüdük apandisit, apendektomi sonrası geride kalan apandiks dokusunun enflamasyonu ile karakterize nadir görülen bir durumdur. Apendektomi hikayesinin olması tanıda şüphelenmeyi azaltır ve morbiditeyi artırır. Önceden apendektomi geçirmiş sağ alt kadran ağrısı ve peritonit bulguları ile başvuran hastalarda güdük apandisit olabileceği akılda tutulmalıdır. Bu yazıda kliniğimize akut karın ile başvuran güdük apandisitli iki olgu sunuldu.Öğe Ateşli silah yaralanması olan gebe hastada nonoperatif izlem: Olgu sunumu(Modestum Ltd., 2014) Türkoğlu, Ahmet; Gümüş, Metehan; Bozdağ, Zübeyir; Zengin, Yılmaz; Fındık, Fatih MehmetTorakoabdominal ateşli silah yaralanmalarında cerrahi ilk tedavi seçeneği olsa da, cerrahinin morbiditesi nedeniyle son zamanlarda nonoperatif tedavi gündeme gelmiştir. Gebe hastalarda ise nonoperatif tedavi konusunda henüz klinik tecrübe yoktur. Bu çalışmada ateşli silahla oluşmuş karaciğer yaralanması olan gebe bir hastanın nonoperatif yönetimi sunuldu. Ateşli silah yaralanması nedeniyle dış merkeze başvuran 18 yaşında ve 20 haftalık gebeliği olan hastaya orada yapılan bilgisayarlı tomografide karaciğer sol lobda laserasyon izlenmesi üzerine kliniğimize yönlendirildi. Hasta kliniğimize ulaştığında yaralanmanın üzerinden 8 saat geçmesine rağmen vital bulguları stabil olduğundan nonoperatif izlemeye karar verildi. Hasta yakın fizik muayene, yoğun bakım şartlarında monitorizasyon ve günlük ultrasonografi eşliğinde takip edildi. Takibinin 8. günü taburcu edildi. Ateşli silah yaralanmalarında nonoperatif izlem, hasta seçimi çok iyi yapılarak her hastaya uygun iyi bir strateji belirlenerek uygulanabilir. Gebe hastalar ise, iyi yönetildiğinde bu yaklaşımdan en çok yarar görebilecek bir hasta grubudur.Öğe Ateşli silahla oluşmuş dalak ve diyafram yaralanması olgusunda planlanmış geç laparoskopi(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2014) Türkoğlu, Ahmet; Gümüş, Metehan; Bozdağ, Zübeyir; Kuzu, Hekim; Zengin, YılmazTorakoabdominal ateşli silah yaralanması (ASY)’nda temel tedavi eksplorasyondur. Ancak seçilmiş olgularda konservatif yaklaşımlar giderek yaygınlaşmaktadır. Bu çalışmada geciktirilmiş cerrahi ile tedavi edilen ateşli silahla oluşmuş dalak ve diyafram yaralanmalı hastanın yönetimi sunuldu. ASY nedeniyle başvuran 37 yaşında erkek hastaya yapılan bilgisayarlı tomografide dalak üst polde yaralanma ve sol diyaframda yaralanma gözlendi. Vital bulguları stabil olan hastaya 3 günlük konservatif tedavi sonrası laparoskopik diyafram tamiri yapıldı ve hasta sorunsuz taburcu edildi. Diyafram yaralanmasına dalak yaralanması eşlik ettiği durumlarda acil cerrahi gerekmiyorsa ve hasta stabilse diyafram onarımı ertelenerek gereksiz splenektomi önlenebilir.Öğe Comparison of crystallized phenol treatment and simple primary closure methods for pilonidal sinus disease(International College of Surgeons, 2019) Türkoǧlu, Ahmet; Bozdaǧ, Zübeyir; Gümüş, Metehan; Oǧuz, Abdullah; Gül, Mesut; Yılmaz, Ahmet; Arıkanoğlu, ZülfüThe objective of the study was to compare the results of the patients treated with crystallized phenol treatment (CPT) or simple primary closure (SPC) for pilonidal sinus disease (PSD). For PSD treatment, both SPC and CPT have the advantages of rapid recovery, minimal pain, and short hospital stay. Even though these two techniques can be used interchangeably in uncomplicated cases, there is not enough evidence about which method is superior. A total of 102 patients who underwent CPT (n = 57) and SPC (n = 45) for uncomplicated PSD were included in the study. In all of the cases, data were recorded and compared between CPT and SPC groups, including age, gender, duration of the symptoms, hospital stay, complications, healing time, and recurrence. The mean age was 25.6 years and the male-to-female ratio was 93:9. The SPC and CPT groups were similar in terms of age, gender, duration of symptoms, complications, and healing time. The CPT group did not require hospitalization or anesthetic procedure in addition to local anesthesia, but the SPC group required a median of 1 day (range, 1–3 days) of hospitalization, and 3 patients (6.7%) needed spinal anesthesia. During a median of 27.5 months’ follow-up, the recurrence rate in the CPT group (6 patients; 10.5%) was lower than in the SPC group (13 patients; 28.9%). Both hospital stay and recurrence rates were better in the CPT group. Healing time and complication rates were similar in both methods. Based on these results, we suggest that CPT should be preferred to SPC in uncomplicated cases.Öğe A conservative approach to rectus sheath haematomas(Tıp Araştırmaları Derneği, 2011) Önder, Akın; Kapan, Murat; Gümüş, Metehan; Böyük, Abdullah; Tekbaş, Güven; Girgin, Sadullah; Taçyıldız, İbrahimAim: Rectus sheath haematoma (RSH) is the result of a rupture of epigastric vessels or rectus muscle occurring mostly in infraumblical region. Etiological factor is predominantly trauma and rarely spontaneous. Generally, misdiagnosed or delays in diagnosis result in unnecessary surgical intervention. Method: Between December 2008 and September 2009, five patients diagnosed for RSH in our hospital retrospectively analyzed in terms of the demographical characteristics, clinical and radiological findings and length of stay in hospital. Result: The average age of the patients was 67 (59-76) years and all were female. At least one of the patients had a systematic disease. All the patients were using anticoagulant and none of them had trauma story. On physical examination, we determined palpable masses loca ted as follows; in left lower quadrant of three patients, in right lower quadrant of one patient and in left upper quadrant of one patient. The types of RSH in radiological imaging were Type 1 in one patient, Type 2 in three patients and Type 3 in one patient. Anticoagulant treatments were stopped and all patients were treated conservatively. The average stay in hospital time of the patients was 8 days. The computed tomography control at the end of the first month revealed that the mass disappeared in cases with Type 1 RSH while the other four cases had a marked decrease in the mass size. Conclusion: RSH should be taken into consideration in differential diagnosis when elder patients - especially females - with anemia, palpable mass, anticoagulant medication history admitted to clinics with acute abdomen. Early diagnosis of RSH provides the preventing of the unnecessary surgical interventions and determines the success of conservative treatment.Öğe Dehydroepiandrosterone ameliorates hepatocellular damage in obstructive jaundice(Wiley, 2010) Gümüş, Metehan; Çelebi, Fehmi; Böyük, Abdullah; Gürsan, Nesrin; Akçay, FatihWe aimed to investigate the ameliorating effect of dehydroepiandrosterone (DHEA) on the potential hepatocellular damage in experimental obstructive jaundice. Twenty-four male rabbits in the study were randomly allocated into three groups. In the sham group, the choledochal canal was identified and explored. In the obstructive jaundice and treatment groups, the choledochal canal was ligated. Placebo and DHEA were administered to the obstructive jaundice and treatment groups, respectively. Blood samples were obtained at baseline, and both blood samples and liver tissue samples were obtained by re-laparotomy performed on day 8. Biochemical parameters were measured in blood samples, and liver samples were histopathologically evaluated. Alanine aminotransferase (ALT), aspartate aminotransferase (AST), gamma glutamyl transferase (GGT), alkaline phosphatase (ALP) and bilirubin levels were lower in the treatment group than in obstructive jaundice. Mononuclear inflammation in the portal region and hepatocyte degeneration were milder in the treatment group compared to obstructive jaundice group. Fibrosis and necrosis were also recovered by the DHEA treatment. In conclusion, these findings suggested that DHEA may reduce the obstructive jaundice-induced hepatocellular damage. Copyright (C) 2010 John Wiley & Sons, Ltd.Öğe Effect of intraperitoneal thymoquinone on postoperative peritoneal adhesions(ARSMB-KVBMG, 2015) Bozdaǧ, Zübeyir; Gümüş, Metehan; Arıkanoğlu, Zülfü; İbiloğlu, İbrahim; Kaya, Savaș; Evliyaoǧlu, Osman; 0000-0001-9568-5767; 0000-0002-5780-9068Background: To determine the effect of thymoquinone on adhesion formation in a rat caecotomy/suture model. Materials and Methods: Thirty wistar rats were randomized into three groups: The control group received saline and the thymoquinone group received 10 mg/kg thymoquinone after cecal caecotomy/suture model. In the sham group the abdominal wall was closed without any abrasion to the cecum. On day 15, adhesions were classified, and histopathological samples were taken. Results: There were no incisional hernias or wound dehiscences. In comparing adhesion scores, a significant difference was found between the thymoquinone and the control groups (p < 0.05). The grade of inflammation for the thymoquinone and the sham groups were significantly lower than that of the control group (p < 0.01 and p < 0.001, respectively). Hydroxyproline levels were significantly lower in the sham and thymoquinone groups compared to the control group (p < 0.05). Conclusions: Based on the results of this study in a rat peritoneal adhesion model, intraperitoneal administered thymoquinone has a strong anti-adhesive effect.Öğe The effective factors on morbidity due to penetrating small intestine injuries(2012) Böyük, Abdullah; Girgin, Sadullah; Önder, Akın; Gümüş, Metehan; Kapan, Murat; Gül, Mesut; Başol, ÖmerAmaç: Bu çalışmada penetran travmaya bağırsak ince bağırsak yaralanmalarında morbidite üzerine etkili faktörlerin araştırılması amaçlandı. Gereç ve Yöntemler: Ocak 2006-Aralık 2010 tarihleri arasında penetran ince bağırsak yaralanmasına bağlı cerrahi uygulanan 114 hasta retrospektif olarak incelendi. Bulgular: Hastaların 96’sı (%84.2) erkek, 18’i (%15.8) kadın idi. Hastaların ortalama yaşları 32.8±12.3 (15-77) yıldı. En sık etiyolojik neden ateşli silah yaralanmasıydı (%66.7). Hastaların 51’inde (%44.7) izole ince bağırsak yaralanması, 63’ünde (%55.3) ince bağırsakla beraber intraabdominal yandaş organ yaralanması mevcuttu. Yandaş organ olarak en sık kolon yaralanmasının (%66.7) ettiği belirlendi. Hastalara en sık olarak 68’ine (%59.7) primer sutür uygulandı. Hastaların 30’unda (%26.3) morbidite gelişti. En sık görülen komplikasyon yara yeri enfeksiyonuydu. Yandaş organ yaralanmalarının eşlik ettiği ince bağırsak yaralanmalarında morbidite anlamlı olarak artmaktaydı (p=0.006). Kolon yaralanması (p=0.002) mevcut olanlar ile peritonit bulguları (p=0.048) nedeniyle opere edilen hastalarda morbidite anlamlı olarak daha yüksekti. Mortalite gelişimi üzerine kan tranfüzyon miktarı etkiliydi (p<0.001). Hastaların ortalama yatış süreleri 6.9±2.9 (1-21) gün olup, morbidite gelişen grupta anlamlı olarak uzundu. (p=0.002). Mortalite hastalarımızın 6’sında ilk 24 saat içinde hemorajiye ve 1’inde anastomoz kaçağına bağlı sepsis nedeniyle görüldü. Sonuç: İnce bağırsak yaralanmalarında özellikle kolon ve beraberinde intraabdominal diğer organ yaralanmalarının eşlik etmesi postoperatif morbidite anlamlı olarak arttırmaktadır. (JAEM 2012; 11: 204-7)Öğe Granulomatous mastitis: A retrospective review of 49 patients(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2015) Girgin, Sadullah; Uslukaya, Ömer; Yılmaz, Edip Erdal; Fırat, Uğur; Gümüş, Hatice; Kapan, Murat; Gümüş, MetehanObjective: Idiopathic granulomatous mastitis, a rare, benign, chronic inflammatory condition of the breast, which usually mimics breast carcinoma. In this study, we report on the management of 49 cases of idiopathic granulomatous mastitis and their clinical presentation. Methods: The breast and anatomical databases of one center were reviewed from 2007 to 2012 to identify patients with histological diagnosis of idiopathic granulomatous mastitis. Clinical and demographic characteristics were retrieved and treatment modalities were were recorded. Results: The mean patient age was 37.71±7.1 years. There were no differences between the management groups about etiological and demographic factors. The rate of recurrence in group 1, group 2, and group 3 was 8.3%, 14.8% and 20%, respectively; there were no statistically significant difference among the groups. Conclusion: Steroids and surgical methods codified in idiopathic granulomatous mastitis may be preferred. We recommend steroid therapy as first-line treatment. However, prospective, randomized clinical trials are needed to determine the treatment algorithm.Öğe Güneydoğu Anadolu bölgesinde meme kanserinde tanı ve tedavide gecikme sebeplerine yönelik anket çalışması(Modestum Publishing Ltd., 2015) Öner, Eyüp; Girgin, Sadullah; Uslukaya, Ömer; Bozdağ, Zübeyir; Gümüş, Hatice; Urakçı, Zuhat; Gümüş, MetehanAmaç: Meme kanserinde, bölgemizde hasta ve sağlık sistemi ilişkili gecikmede etkili olan faktörleri incelemektir.Yöntemler: 2012 Aralık-2014 Temmuz tarihleri arasında Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Genel Cerrahi Kliniğine başvuran son 6 ay içerisinde Meme Kanseri tanısı almış 100 meme kanserli hastaya, hasta onamı alındıktan sonra anket uygulandı. Anket 4 bölüm (hasta ve sistem ilişkili faktörler, demografik veriler ve kanser evresinin değerlendirilmesi) ve 25 sorudan oluşmaktaydı. Bulgular: Meme semptomlarını fark ettikten sonra, üç ay gecikme ile gelenlerin oranı ise %58 idi. Düzenli kontrol edilenlerin oranı %8 idi. Memedeki lezyonunun kanser olabileceğini düşünenlerin oranı %9 iken, bunun ciddi bir durum olmadığını ve kendiliğinden iyileşeceğini düşünenlerin oranı %86 idi. Doktora gitmeme nedenine yönelik soruya, hastaların % 2'si bayan doktor olmadığı için, %7'si bilgisizlikten, %23'ü korktuğundan şeklinde cevap verdi. Hastaların %77' si bir hafta içinde doktor randevusu alabilmiş, %82'si bir hafta içinde mamografi çekimi yapabilmiş, %78'i bir hafta içinde meme biyopsi işlemini yapabilmişti. Kanser korkusu 30-50 yaş aralığındaki kadınlarda istatistiksel anlamlı yüksekti (p<0.05). Doktora gitmenin iyi bir deneyim olmadığı düşüncesi okuma yazma bilmeyen grupta ve ev kadını olanlarda istatistiksel olarak anlamlı yüksekti (p <0.05).Sonuç: Tanı ve tedavideki gecikmede hastanın yaşı, okur-yazar olması ve sağlık sistemi etkili olabilmektedir. Gecikmeyi azaltmak için meme kanseri bilinç düzeyi ve farkındalığı artırılmalı, özellikle 30-50 yaş arası kadınlardaki kanser korkusu yenilmelidir.Öğe Hipertiroidizm ile tiroid kanseri birlikteliği(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2014) Taşkesen, Fatih; Uslukaya, Ömer; Oğuz, Abdullah; Ay, Enver; Kuzu, Hekim; Gümüş, Metehan; Girgin, Sadullah; Baç, BilselAmaç: Tiroid kanseri hipertiroidizmin nedeni olabilen Graves hastalığı, toksik multinodüler guatr veya toksik nodüler guatr ile ilişkili olabilir. Bu çalışmanın amacı endemik guatır bölgesi olarak kabul edilen bölgemizde hipertiroidi tanısı almış, tiroidektomi yapılmış ve tiroid kanseri tespit edilen hastaları retrospektif olarak değerlendirmektir. Yöntemler: 2006 ve 2012 yılları arasında hipertiroidili 69 hasta retrospektif olarak incelendi. Klinik hipertiroidizm Triiyodotironin/Tiroksin (T3/T4) seviyelerinin yüksekliği ve TSH düzeyinin düşüklüğü, klinik bulgular ve semptomlar ile tanı konuldu. Cerrahi operasyon için kriterler; malignitenin sitolojik olarak kanıtlanması, guatırın özafagusa veya trakeaya bası semptomlarına neden olması, antitiroid ilaç tedavisinin yan etkileri veya antitiroid ilaçlara cevapsızlıktı. Bulgular: Hastaların 20 (%28,9)’de toksik multinodüler guatr, 28 (%40,6)’de Graves hastalığı, 21 (%30,5)’de toksik nodüler guatr tanısı almış 69 hasta vardı. Bu hastalardan 12 (%17,4)’de tiroid kanseri tespit edildi. Sonuç: Hipertiroidili hastalarda malignite ihtimali düşük olsa da şüpheli lezyonlar, nodüller ve boyunda saptanan lenf adenopatiler ayrıntılı olarak incelenmelidir.Öğe Hydatid disease localized in mesorectum: Case report(Modestum Publishing Ltd., 2015) Oğuz, Abdullah; Gümüş, Metehan; Türkoğlu, Ahmet; Göya, Cemil; Alabalık, Ulaş; Böyük, AbdullahHydatid disease is a parasitic disease, which is caused by echinococcus and often located in the liver and lung but occasionally found in other organs. Only one previous study reported localization in the mesorectum. In this case report, we present a 27-year-old male, as a second case in the literature, with a hydatid cyst located in the mesorectum. Abdominopelvic computed tomography revealed cystic masses localized in the mesorectum with no pulmonary or hepatic involvement. Pre-operative cyst hydatid IgG (1/1000) was positive, and the preliminary diagnosis was hydatid disease. The patient underwent partial cystectomy. Macroscopic and microscopic examination of the specimens confirmed the hydatid cyst. This case report demonstrates that hydatid disease should be taken into consideration in the differential diagnosis of a cystic mass in any anatomic localization, especially in endemic areas. J Clin Exp Invest 2015; 6 (1): 75-77.Öğe Invasive lobular carcinoma: The concordance of pathologic tumor size with magnetic resonanceimaging(2012) Gümüş, Metehan; Gümüş, Hatice; Jones, Peter; Sever, Ali; Devalıa, Haresh; Mılls, Philppa; Fısh, DavidAmaç: Bu çalışmanın amacı, invaziv lobuler kanserin (İLK) varlığını, yayılımını ve multifokalitesini belirlemede manyetik rezonans görüntülemenin (MRG) mamografi ve ultrasonografi ek olarak değerini tespit etmekti. Yöntem ve gereçler: Mamografi, ultrasonografi ve MRG ile tespit edilmiş, histopatolojik olarak tanı konulmuş 38 İLK tanılı lezyonu retrospektif olarak değerlendirdik. Görüntülemedeki tümörün boyutu, multifokalitesi ve multisentrisitesi kaydedildi. Bulgular final patolojide tümör büyüklüğü ile karşılaştırıldı. Bulgular: Hastaların ortalama yaşı 63 (aralık; 45 85) yıl idi. Tüm görüntüleme yöntemleri her bir hasta için yapıldı. İLKnın belirlenmesindeki sensitivite ultrasonografi (%95) ve mamografi (%84) ile karşılaştırıldığında MRGde (%100) daha iyiydi. MRG, mamografi ve ultrasonografi ile tespit edilemeyen, 7 hastada (%18,4) multifokal tümörü ve bir hastada (%2,6) kontralateral tümörü tespit etti. MRGde 11 tümör olduğundan büyük, üç tümör olduğundan küçükdü. Ultrasonografide 3 tümör olduğundan büyük, 18 tümör olduğundan küçükdü. Mamografide 2 tümör olduğundan büyük, 17 tümör olduğundan küçükdü. Görüntüleme ile patolojideki tümör boyutunun uyumu MRGde mamografi ve ultrasonografiden daha iyiydi (p = 0,026). Sonuç: İLKnın patolojideki tümör boyutu ile uyumunda ve tümörün belirlenmesindeki sensitivitede, MRG, mamografi ve ultrasonografiden daha iyidir. MRG, multifokal ve kontrlateral tümörün tespitinde mamografi ve ultrasonografiye üstündür.Öğe Laparoskopik kolesistektomi sonrası trokar giriş yeri hernileri(Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2011) Kapan, Murat; Önder, Akın; Gümüş, Metehan; Böyük, Abdullah; Girgin, SadullahGiriş ve Amaç: Laparoskopik kolesistektomiden (LK) sonra trokar yerinde insizyonel herni (TH) gelişimi nadir bir komplikasyondur. Çalışmamızda LK’ler sonrası gelişen TH’lerin güncel literatür eşliğinde sunulması amaçlanmıştır. Materyal Metot: Ocak 2007-Haziran 2010 tarihleri arasında LK uygulanan 515 hastadan TH gelişenlerin kayıtları yaş, cinsiyet, fıtığın gelişim yeri ve büyüklüğü, yapılan operasyon ile risk faktörleri açısından retrospektif olarak incelendi. Bulgular: LK uygulanan hastalardan 3(%0.58)’ünde TH saptandı. Ortalama yaş; 49.67±5.77 idi ve hepsi kadındı. İki hastada umblikal, 1 hastada epigastrik bölgede 10 mm’lik trokar giriş yerlerinde TH saptandı. LK’den TH gelişimine kadar geçen ortalama süre 18.33±10.97 aydı. Herni defekti çapı 1.33±0.29 cm’di. Vücut/kitle indeksi ortalama 30.3±3.1’di. Bir hastada, LK esnasında 2 cm çapında taş saptanırken, diğerlerinde 1 cm’den küçük multipl taş saptandı. Bir hastada umblikal bölgede LK sonrası enfeksiyon gelişti. Sonuç: LK sonrası TH gelişimi nadir olsa da, özellikle risk faktörü taşıyanlarda 10 mm ve daha büyük çaplı trokar yerleri sütüre edilmelidir.Öğe Laparoskopik splenektomi klinik deneyimimiz: 38 hastanın sonuçları(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2015) Bozdağ, Zübeyir; Türkoğlu, Ahmet; Taşdemir, Bekir; Oğuz, Abdullah; Dal, Sinan; Karakuş, Abdullah; Budak, Hıdır; Gümüş, MetehanAmaç: Laparoskopik splenektomi hematolojik hastalıkların tedavisinde son dönemlerde yaygın olarak kabul görmeye başlamıştır. Bu çalışmada laparoskopik splenektomi uyguladığımız hastalarımızın sonuçlarını sunmayı amaçladık. Yöntemler: Kliniğimizde 2012 – 2015 yılları arasında hematolojik hastalıklar nedeniyle laparoskopik splenektomi yapılan 38 hastanın kayıtları retrospektif olarak incelendi. Bulgular: Laparoskopik splenektomi uygulanan hastaların 15’i erkek, 23’ü kadın olup, ortalama yaş 33,9 ± 12,9 idi. Splenektomi endikasyonları; 34 hasta idiyopatik trombositopenik purpura (ITP), 4 hasta herediter sferositoz (HS) idi. Cerrahi eksplorasyonda 7 hastada aksesuar dalak tespit edilerek çıkarıldı. Safra kesesinde taş olan 2 HS’li hastaya aynı seansta laparoskopik kolesistektomi uygulandı. Bir hastada diseksiyon esnasında görüşü engelleyen hemoraji nedeniyle açığa geçildi. Postoperatif dönemde bir hastada atelektazi ve bir hastada yara yerinde yağ nekrozu gelişti. Ayrıca bir hastada trombositoz gözlendi. ITP’li 4 hastada geçici, iki hastada kalıcı refrakter trombositopeni nedeniyle hematolojik tedaviye devam edildi. Bu hastalara operasyon sonrası yapılan dalak sintigrafisinde bir hastada aksesuar dalak tespit edildi. Ortalama hastanede yatış süresi 2,6 ± 0,7 gün olarak bulundu. Sonuç: Hematolojik hastalık nedeniyle uygulanacak splenektomilerde laparoskopik splenektomi; daha az hastanede kalış süresi ve morbidite ile ilk seçenek tedavi modalitesi olarak düşünülebilir.Öğe Multinodüler guatrlarda total ve subtotal tiroidektominin erken dönem komplikasyonlarının karşılaştırılması(2011) Girgin, Sadullah; Durgun, Cemalettin; Gümüş, Metehan; Önder, Akın; Kapan, Murat; Taçyıldız, İbrahim Halil; Böyük, AbdullahAmaç: Son yıllarda benign multinodüler guatrın cerrahi tedavisinde bilateral subtotal tiroidektomiden sonra nüks oranının yüksekliği nedeniyle total tiroidektomi gittikçe daha fazla kabul görmektedir. Bu çalışmada benign multinodüler guatr nedeniyle total ve bilateral subtotal tiroidektomi yapılan hastalarda postoperatif erken dönem komplikasyonlarının karşılaştırılması amaçlanmıştır.Hastalar ve Yöntem: Ocak 2005-Aralık 2009 tarihleri arasında Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Kliniği'nde benign multinodüler guatr nedeniyle tiroidektomi uygulanan 419 hastanın bulguları retrospektif olarak değerlendirildi. Hastalar total ve bilateral subtotal tiroidektomi olmak üzere iki gruba ayrıldı.Bulgular: Hastaların yaş ortalaması 41.7 ± 12.5 olup, 329'u (%78.5) kadın, 90'ı (%21.5) erkek idi. Toplamda 263 (%62.8) hastaya total tiroidektomi, 156 (%37.2) hastaya bilateral subtotal tiroidektomi uygulandı. Total tiroidektomi yapılan 6 (%2.3) hastada, bilateral subtotal tiroidektomi yapılan 3 (%1.9) hastada rekürren laringeal sinir hasarı saptandı. Bilateral subtotal tiroidektomi grubunda kalıcı rekürren laringeal sinir hasarı gözlenmezken, total tiroidektomi grubunda 1 (%0.4) hastada kalıcı rekürren laringeal sinir hasarı gözlendi. Total tiroidektomi yapılan 40 (%15.2), bilateral sub total tiroidektomi yapılan 27 (%17.3) hastada hipokalsemi gözlendi. Bilateral subtotal tiroidektomi grubunda kalıcı hipokalsemi gözlenmezken, total tiroidektomi grubunda 1 (%0.4) hastada kalıcı hipokalsemi görüldü. Bilateral subtotal tiroidektomi yapılan 3 (%1.9) hastada hematom, 1 (%0,6) hastada yara yeri enfeksiyonu ve total tiroidektomi yapılan 3 (%1.1) hastada hematom, 3 (%1.1) hastada yara yeri enfeksiyonu gelişti.Sonuç: Çalışmamız total tiroidektominin her iki lobu da tutan multinodüler guatrlarda düşük komplikasyon oranı ile güvenli bir şekilde uygulanabileceğini desteklemektedir.Öğe Primary thyroid tuberculosis(Tıp Araştırmaları Derneği, 2011) Kapan, Murat; Toksöz, Mehmet; Bakır, Şule Dönmez; Yazar, Bilge Çağatay; Evsen, Mehmet Sıddık; Bozkurt, Yaşar; Gümüş, MetehanThyroid tuberculosis is a very rare entity and its diagnosis is based on the histopathological findings. In this report, we presented a 57 year-old women with palpable neck mass that finally diagnosed as thyroid tuberculosis. Ultrasonography showed bilaterally enlarged thyroid lobes with multiple hypoechogenic heterogenous solid nodules. Except elevated erythrocyte sedimentation rate, all of other laboratory test results including those of thyroid functions were within normal limits. Computed tomography of thorax revealed no abnormality. Intraoperatively purulent hard and irregular masses were seen. Due to suspicion of malignancy, bilateral total thyroidectomy was performed. Histopthological examination confirmed the diagnosis of tuberculosis. The patient received 6 months of antituberculous therapy and put on continuous thyroid hormone replacement.Öğe A rare case of idiopathic granulomatous mastitis associated with erythema nodosum(2014) Türkoğlu, Ahmet; Gümüş, Metehan; Uslukaya, Ömer; Yılmaz, Edip Erdal; Gümüş, Haticeİdyopatik granulomatöz mastit (İGM) nadir kronik inflamatuar hastalıktır. Etyolojisi bilinmemektedir, fakat otoimmun mekanizmadan şüphelenilmektedir. Eritema nodozum İGM'nin nadir meme dışı bulgusudur ve literatürde az sayıda vaka bildirilmiştir. Bu çalışmada 28 yaşında eritema nodozumun eşlik ettiği İGM vakasını sunduk. İGM oto immun mekanizmayla oluşabilir ve steroid veya cerrahi yöntemle tedavi edilebilirÖğe Tamamlayıcı tiroidektomi: Tek merkez sonuçları(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2009) Girgin, Sadullah; Gümüş, Metehan; Önder, Akın; Kapan, MuratAmaç: Tamamlayıcı tiroidektomi, ya nüks nodüler guatr yada ameliyat sonrası histopatolojik olarak malignite durumlarında gereklidir. Bu çalışmada amacımız tamamlayıcı tiroidektomi uygulanan hastalarda operasyon endikasyonlarını, ameliyat zamanlamasını ve morbiditesini araştırmaktır. Gereç ve Yöntem: Ocak 2004-Ekim 2008 tarihleri arasında tamamlayıcı tiroidektomi ugulanan 31 hasta retrospektif olarak incelendi. Çalışmaya benign nodüler guatr tanısıyla opere edilip histopatolojik değerlendirme sonucunda kanser saptanan veya nüks nodüler guatr nedeniyle ikinci ameliyata gereksinim duyan hastalar dahil edildi. Bulgular: Hastaların yaş ortalaması 36.5±7.7 (23- 55) yıl olup, 26 (%84)’sı kadın, 5 (%16)’i erkekti. On yedi (%55) hastaya ilk ameliyatından sonra 10 gün içinde veya 90 günden sonra (Grup 1), 14 (%45) hastaya 10-90 gün arasında (Grup 2) tamamlayıcı tiroidektomi uygulandı. Hastalarımızın ameliyat sonrası histopatolojik incelemelerinde toplam 7 hastada (%23) rezidü tümör saptandı, bunların ikisi (%6.5) karşı lobda idi. Ameliyat sonrası takiplerde Grup 1’de bir hastada kalıcı hipoparatiroidizm, grup 2’de bir hastada kalıcı vokal kord paralizisine rastlandı. Sonuç: Verilerimiz tamamlayıcı tiroidektomi materyalinin histopatolojik incelemesinde %20’nin üzerinde rezidü tümör bulunması benign nedenlerle de total tiroidektomi dışında bir tedavi seçeneği uygulanmasının yeterli tedavi sağlamadığını düşündürmektedir. Tamamlayıcı tiroidektomi zamanlamasının komplikasyonlar üzerine önemli oranda etkisi saptanmadı. Tiroid kanseri veya benign nodüler guatrı olan hastalarda total tiroidektomi tercih edilebilir.