Arşiv logosu
  • Türkçe
  • English
  • Giriş
    Yeni kullanıcı mısınız? Kayıt için tıklayın. Şifrenizi mi unuttunuz?
Arşiv logosu
  • Koleksiyonlar
  • Sistem İçeriği
  • Analiz
  • Talep/Soru
  • Türkçe
  • English
  • Giriş
    Yeni kullanıcı mısınız? Kayıt için tıklayın. Şifrenizi mi unuttunuz?
  1. Ana Sayfa
  2. Yazara Göre Listele

Yazar "Evliyaoğlu, Osman" seçeneğine göre listele

Listeleniyor 1 - 19 / 19
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
  • [ X ]
    Öğe
    Ailesel akdeniz ateşi bulunan çocuklarda idrarla kalsiyum atılımı
    (2009) Yel, Servet; Tutanç, Murat; Kelekçi, Selvi; Bozkurt, Yaşar; Evliyaoğlu, Osman
    Giriş ve amaç: Genetik geçişli multisistemik bir hastalık olan Ailevi Akdeniz Ateşi (Familial Mediterranean fever, FMF) Türkiye’de seyrek değildir. FMF hastalarında hiperkalsiüri sıklığını belirleyerek bu grup hastalarda böbrek taşı riskini değerlendirmeyi amaçladık.Gereç ve yöntemler: Klinik bulgular ve moleküler genetik çalışmalarla FMF tanısı konup mutasyonları belirlenen 23 atak dönemi FMF’li, 58 remisyonda FMF’li hasta ve 25 adet yaş, cins ve antropometrik ölçümler bakımından benzer sağlıklı kontrol grubu çalışmaya alındı. Öykü, klinik muayene ve akut faz reaktanları (kan sedimantasyon hızı, C-reaktif protein ve fibrinojen düzeyleri) ile atak dönemleri tespit edildi. Olgulara diyet kısıtlanması yapılmadan 24 saatlik idrar kalsiyum düzeyleri ölçüldü.Bulgular: Atak dönemi FMF’li çocuklarda akut faz reaktanları (AFR) düzeyleri, hem ataksız dönem (P<0.001) hem de kontrol grubundan (P<0.001) anlamlı yüksek bulunurken; ataksız dönem ile sağlıklı kontroller arasında AFR düzeyleri bakımından anlamlı fark saptanmadı (P>0.05). Atak dönemlerinde FMF’li hastaların idrar kalsiyum düzeyleri (4.63±1.75 mg/kg/gün), hem ataksız dönemden (3.88±0.97 mg/kg/gün) hem de kontrollerden (3.30±0.82 mg/kg/gün) daha yüksek bulundu. Ancak, sadece atak dönemi FMF’liler ile kontrol grubu arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı düzeye ulaştı (P=0.013). Hiperkalsiüri sıklığı atak sırasında %30, ataklar arasında %26 ve kontrol grubunda %4.5 olarak bulundu.Sonuçlar: Pediatrik FMF hastalarında idrarla kalsiyum atılım fazlalığı dikkate alınıp, kalsiyum fazlalığının metabolik olduğu düşünülerek böbrek taşı riskine karşı dikkatli olunması uygun olacaktır.
  • [ X ]
    Öğe
    Association of a single nucleotide polymorphism in the SUR1 gene with type 2 diabetes and obesity in Turkish patients
    (2011) Sancaktar, Enver; Uzuncan, Nuriye; Başarılı, Mustafa Kemal; Söğüt, Erkan; Karaca, Baysal; Evliyaoğlu, Osman
    Amaç: Sulfonylurea receptor 1 (SUR1) geni SUR1 proteinini kodlayarak glukozla indüklenen insülin sekresyonunda anahtar rolü oynar. Bu çalışmanın amacı, SUR1 geninin 31. ekzonundaki polimorfizm ile Tip 2 diyabet arasındaki ilişkiyi ve diyabetik hastalardaki obezite ile beraberliğini araştırmaktır. Gereç ve yöntem: Diyabet polikliniğinde takip edilen 90 hasta (45 kadın, 45 erkek ) çalışmaya dahil edildi. Serumda glukoz, trigliserid, kolesterol ve tam kanda HbA1c değerleri belirlendi. 31. Egzondaki SNP’ler ise polymeraz zincir reaksiyon / restriksiyon fragment uzunluk polymorphism (PCR-RFLP) yöntemiyle belirlendi. Bulgular: Kontrol grubu ile karşılaştırıldığında Tip 2 diyabetik hastalarda A allel frekansının artmış olduğu gözlendi (%41 ve %24, p<0.01), ve bu ilişkinin obez alt grupta daha belirgin olduğu gözlendi (A allele %44, p<0.01). Hasta ve kontrol grubu arasında 31. Ekzonun R1273R tek nükleotit polimorfiziminde genotip dağılımında obez alt grupta daha fazla olmak üzere (p=0.007) anlamlı fark bulundu (p=0.01). Sonuç: SUR1 geninin 31. Ekzonundaki tek nükleotit polimorfizminin Türk tip 2 diyabet hastalarında ve obez alt grupta önemli rol aldığı söylenebilir. Klin Deney Ar Derg 2011;2(2):161-7
  • Yükleniyor...
    Küçük Resim
    Öğe
    Comparison of fully automated urine sediment analyzers H800-FUS100 and labumat-urised with manual microscopy
    (John Wiley & Sons Inc, 2013) Yüksel, Hatice; Kılıç, Elif; Ekinci, Aysun; Evliyaoğlu, Osman
    Background: Recent technical developments have focused on the full automation of urinalyses, however the manual microscopic analysis of urine sediment is considered the reference method. The aim of this study was to compare the performances of the LabUMat-UriSed and the H800-FUS100 with manual microscopy, and with each other. Methods: The urine sediments of 332 urine samples were examined by these two devices (LabUMat-UriSed, H800-FUS100) and manual microscopy. Results: The reproducibility of the analyzers, UriSed and Fus100 (4.1-28.5% and 4.7-21.2%, respectively), was better than that with manual microscopy (8.5-33.3%). The UriSed was more sensitive for leukocytes (82%), while the Fus-100 was more sensitive for erythrocyte cell counting (73%). There were moderate correlations between manual microscopy and the two devices, UriSed and Fus100, for erythrocyte (r = 0.496 and 0.498, respectively) and leukocyte (r = 0.597 and 0.599, respectively) cell counting however the correlation between the two devices was much better for erythrocyte (r = 0.643) and for leukocyte (r = 0.767) cell counting. Conclusion: It can be concluded that these two devices showed similar performances. They were time-saving and standardized techniques, especially for reducing preanalytical errors such as the study time, centrifugation, and specimen volume for sedimentary analysis; however, the automated systems are still inadequate for classifying the cells that are present in pathological urine specimens. (C) 2013 Wiley Periodicals, Inc.
  • Yükleniyor...
    Küçük Resim
    Öğe
    Deneysel serebral iskemi/reperfüzyon hasarında kafeik asit fenetil esterin koruyucu etkisi
    (Turkish Neurological Society, 2020) Uzar, Ertuğrul; Acar, Abdullah; Fırat, Uğur; Evliyaoğlu, Osman; Alp, Harun; Tüfek, Adnan; Yavuz, Celal; Demirtaş, Sinan; Taşdemir, Nebahat
    Öz:Serebral iskemi/reperfüzyon (İ/R) oksidatif stresle ilişkili olduğu için, serbest oksijen radikallerinin üretiminin düzenlenmesi serebral İ/R tedavisinde yeni yaklaşımlara neden olabilir. Kafeik asit fenetil ester (CAPE)’in nöroprotektif, antioksidan, antiinflamatuvar ve antiapopitotik olduğu gösterilmiştir. Bu çalışmanın amacı; serebral İ/R hasarında CAPE’nin koruyucu etkisi olup olmadığı ve toplam oksidan ve antioksidan durum üzerinde olası etkisinin araştırılmasıdır. YÖNTEMLER: Kontrol grubu, İ/R grubu ve İ/R + CAPE grubu olarak toplam 30 sıçan rastgele olarak üç gruba ayrıldı. Deney işlemlerinden sonra elde edilen beyin dokularında total oksidan durum (TOS), total antioksidan durum (TAS) ve oksidatif stres indeksi (OSİ) seviyeleri ölçüldü ve histopatolojik olarak hücresel yapılar değerlendirildi. BULGULAR: Beyin dokusunda İ/R grubunda TOS ve OSİ seviyeleri kontrole göre belirgin olarak yüksek (p= 0.023, p= 0.001) ve TAS düzeyi kontrole göre düşük bulundu (p= 0.001). CAPE tedavisi İ/R nedeniyle oluşabilecek TOS ve OSİ yükselmelerini önledi (sırayla; p= 0.041, p= 0.001). İ/R + CAPE grubunda TAS seviyesi İ/R grubuna göre daha yüksek bulundu (p= 0.002). İ/R grubu beyin kesitlerinde inflamasyon, vasküler konjesyon ve nekrozu içeren serebral İ/R hasarı gösterildi. Bu histopatolojik serebral hasar bulguları İ/R + CAPE grubunda İ/R grubuna göre belirgin olarak daha hafifti (her bir parametre için p< 0.05). SONUÇ: Bu çalışmada serebral İ/R patogenezinde oksidatif stresin önemli bir rolü olduğu görülmüş olup, histopatolojik ve biyokimyasal incelemelerle sıçanlarda CAPE tedavisinin İ/R hasarını belirgin düzeyde azalttığı gözlendi.
  • [ X ]
    Öğe
    Depolama Sıcaklığı ve Süresinin Serum Lityum ve Total Valproik Asit Düzeylerinin Ölçüm Sonuçlarına Etkisi
    (2014) Arslan, Rahile; Çolpan, Leyla; Toprak, Gülten; Yüksel, Hatice; Kaplan, İbrahim; Evliyaoğlu, Osman
    Amaç: Lityum ve valproik asit psikiyatrik ve nörolojik hastalıklarda kullanılan ilaçlardandır. Tedavi aralı- ğının darlığı ve oldukça geniş yan etkisinden dolayı bu ilaçların serum düzeylerinin doğru ölçümleri önemlidir. Laboratuvarda veya laboratuvara numuneleri teslim sürecinde teknik sorunlar nedeniyle numunelerin analizi gecikebilmektedir. Sorun aynı gün çözülemiyorsa, buzdolabında bekleme süresi uzayabilir. Numunelerin uzun süreli ve uygunsuz sıcaklıkta depolanmasının yanlış sonuçlara neden olabileceği bilinmektedir. Bu çalışmada, depolama sıcaklığı ve süresinin lityum ve total valproik asit düzeylerinin, stabilitesine etkisinin araştırılması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışma için lityum ve valproik asit kullanan 15'er hastadan alınan numuneler üçe ayrıldı. Birinci numuneler, hemen çalışıldıktan sonra oda sıcaklığında (24°C -26°C) 24 saat bekletilip tekrar çalışıldı. Hemen çalışılan örnekler bazal değer olarak kabul edildi. İkinci numuneler, +4°C'de saklandı 24 ve 48 saat sonra çalışıldı. Üçüncü numuneler ise -20°C'de 1 ay bekletildikten sonra çalışıldı. Çalışma enzimle birleştirilmiş immunoassay tekniği (EMIT) ile çalışıldı. Sonuçlar Wilcoxon testi ile karşı- laştırıldı. Bulgular: Lityum düzeylerinde hemen çalışılan ve -20°C'de 1 ay bekletildikten sonra çalışılan örnekler arasında (p=0.003) (değişim değeri %14.28); hemen çalışılan ve oda sıcaklığında (24°C -26°C) 24 saat bekletilip çalışılan örnekler arasında (p=0.001) (değişim değeri %47.14) istatistiksel olarak anlamlı fark saptandı. Diğer sonuçlarda ise anlamlı bir farklılık gözlenmedi. Valproik asit düzeylerinde de aynı şekilde; hemen çalışılan ve -20°C'de 1 ay bekletildikten sonra çalışılan örnekler arasında (p=0.015) (değişim değeri %15.78) istatistiksel olarak anlamlı fark saptandı. Diğer sonuçlarda anlamlı bir farklılık yok idi. Sonuç: Lityum içeren serum örnekleri hemen çalışılamayacağı zaman +4°C'de 2 güne kadar saklanabilir. Ancak örnekler oda sıcaklığında bekletilmemeli veya dondurulmamalıdır. Valproik asit örnekleri ise oda sıcaklığında 1 gün bekletilebilir veya +4°C'de 2 güne kadar saklanabilir, ancak örnekler dondurulmamalıdır
  • Yükleniyor...
    Küçük Resim
    Öğe
    A different insight into blood coagulation in vitro
    (Modestum Publishing Ltd., 2010) Evliyaoğlu, Osman; Kelekçi, Selvi; Başaralı, M. Kemal; Işık, Birgül; Bozarslan, Beri Hocaoğlu; Karahan, Hanım
    Objectives: The known model of blood coagulation involves a series of zymogen activation reaction sequences. At each stage, a zymogen is converted to an active protease by cleavage of one or more peptide bonds in the precursor molecule. The aim of this study was to investigate amino acid profiles during coagulation process in different conditions in vitro. Methods: Samples of serum and plasma (treated by EDTA or citrate) were obtained from healthy donors and from patients with Phenylketonuria (PKU). Amino acid profiles analyzed with reverse phase HPLC column. Results: There were no differences between two plasma amino acid levels which were obtained by EDTA and acid citrate (p>0.05). Serum aspartate (asp), glutamate (glu), serine (ser), histidine (his) and phenylalanine (phe) levels were significantly higher in serum than plasma (p<0.05). This significant difference was not observed in patients with PKU. Conclusion: As a result the enzymatic reactions of coagulation process generate some aminoacids and these reactions take place in an appropriate chemical microenvironment. This microenvironment can be used to clarify the stages of coagulation cascades with further studies. J Clin Exp Invest 2010; 1(3): 173-176.
  • Yükleniyor...
    Küçük Resim
    Öğe
    Diyarbakır yöresi Ailevi Akdeniz Ateşli çocuklarda MEFV gen mutasyon sıklıkları
    (Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2009) Evliyaoğlu, Osman; Bilici, Salim; Yolbaş, İlyas; Kelekçi, Selvi; Şen, Velat
    Ailevi Akdeniz Ateşi otozomal resesif bir hastalık olup, periyodik karın ağrısı, ateş ve eklem ağrısı ile karakterizedir. Ailevi Akdeniz Ateşinden sorumlu tutulan MEFV geninde bir çok mutasyon belirlenmiştir. Bu çalışmamızda klinik olarak Ailevi Akdeniz Ateşi şüphesi taşıyan toplam 332 çocuktan DNA örnekleri alındı ve 12 MEFV mutasyonu [E148Q, P369S, F479L, M680I (G/C), M680I (G/A), I692del, M694V, M694I, K695R, V726A, A744S, R761H] ters hibridizasyon yöntemi ile yapıldı. Toplam 113 çocukta (ortalama yaş: 11.5 yıl) mutasyon tespit edildi. E148Q mutasyonu 60 çocukta (4 tanesi homozigot), M694V mutasyonu (4 tanesi homozigot) 19 çocukta, P369S mutasyonu (homozigot mutasyon yoktu) 16 hastada ve V726A mutasyonu (homozigot mutasyon yoktu) 13 çocukta tespit edildi. Ancak Ailevi Akdeniz Ateşi şüphesi ile mutasyon analizi istenen 332 çocuktan toplam olarak 104’ünde tanı kriterlerine göre hastalığın tanısı klinik olarak doğrulandı. Ailevi Akdeniz Ateşi tanısı alan hastalarda gen mutasyonları sıklık sırasına göre; E148Q (%30.8), M694V (%18.3), P369S (%10.6), V726A (%8.6), A744S (%2.9), R761H (%2.9), M694I (%1.9), K695R (%1.9) ve I692del (%1.0). Ailevi Akdeniz Ateşi tanısı konan hastaların 15’inde (%14.4) hiçbir mutasyon saptanmazken, 13’ünde (%12.5) iki farklı mutasyon aynı anda belirlenerek bileşik heterezigot olarak tanımlandı. Sonuç olarak hastalarımızda E148Q mutasyonuna, normalde en sık görülen M694V mutasyonundan daha sık rastlandı. Bu farklılık demografi k yapı veya metot ile ilişkili olabilir.
  • Yükleniyor...
    Küçük Resim
    Öğe
    Effect of pneumatic tube delivery system rate and distance on hemolysis of blood specimens.
    (Wiley-Blackwell, 2012) Evliyaoğlu, Osman; Toprak, Gülten; Tekin, Alicem; Başarali, Mustafa Kemal; Kılınç, Cumhur; Çolpan, Leyla
    Background: We evaluated the effects of pneumatic tube system (PTS) transport rates and distances on routine hematology and coagulation analysis. PTS effects on centrifuged blood samples were also examined. Method: The study was completed at Dicle University Hospital, which has the longest pneumatic tube system in Turkey. Blood samples were collected at three different locations within the hospital and an emergency department, and delivered to the central laboratory by the PTS or a human carrier. Samples were transported at different rates and over varying distances. Each specimen's potassium (K) and lactic dehydrogenase (LDH) levels, in both the serum and plasma, were tracked to monitor hemolysis. Measurements of LDH and K were obtained using heparin or citrate. Result: A positive correlation was observed between distance and hemolysis in serum samples transported at 4.2 m/sec, and at 3.1 m/sec for more than 2200 m (r = 0.774 and r = 0.766, respectively). Distance and hemolysis were also correlated in non-centrifuged samples (r = 0.871). The alterations in plasma LDH and K levels at different rates and PTS lengths were not statistically significant. Conclusion: The rate of hemolysis in PTS transported samples, dependent on PTS length and rate, may seriously affect routine tests of non-centrifuged samples.
  • [ X ]
    Öğe
    Effects of malathion in fetal kidney tissues in pregnant rats: teratogenic effects ınduced by different doses
    (2012) Sak, Muhammet Erdal; Sancaktutar, Ahmet Ali; Penbegül, Necmettin; Evsen, Mehmet Sıddık; Fırat, Uğur; Söylemez, Haluk; Evliyaoğlu, Osman
    Bu çalışmanın amacı gebe ratlara düşük dozlarda subakut uygulanan Malathion (ML)’un fetüs böbrek dokusu üzerine teratojeniketkisini araştırmaktır. Toplam 28 Sprague-Dawley gebe rat randomize olarak her grupta 7 adet gebe rat olacak şekilde 4 gruba ayrıldı.ML’un dozuna bağlı olarak, gruplar; kontrol, ML 2.5 (2.5 mg/kg/gün dozunda oral yoldan (p.o) ML uygulandı), ML 5 (5 mg/kg/gün, p.o) veML 10 (10 mg/kg/gün, p.o) olmak üzere 4 gruba ayrıldı. ML uygulamsı erkekler ve dişilerin aynı ortama konulmasından itibaren başladı(çiftleşmeden itibaren). Günlük ML uygulamasına doğuma kadar devam edildi. ML’un, dozuna paralel bir şekilde gebe ratlarda böbrekdokusu ve serum enzimleri (asetilkolinesteraz (AChE), lipaz, amilaz) üzerine toksik etkiler oluşturduğu, ayrıca yavru rat böbreklerindeise ML’un dozuna bağlı olmayarak, tüm dozlarda teratojenik etkiye neden olduğu belirlendi. Histopatolojik veriler biyokimyasal verileridoğruladı. ML’un düşük dozlarının bile hem anne hem de yavru böbrekleri üzerine toksik ve teratojenik böbrek hasarına neden olduğusonucuna varıldı.
  • Yükleniyor...
    Küçük Resim
    Öğe
    Gebelik anemisinin perinatal sonuçlara etkisi
    (Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2009) Sak, Muhammet Erdal; Özkul, Özgür; Evsen, Mehmet Sıddık; Sak, Sibel; Evliyaoğlu, Osman
    Gebelikte tedavi edilmemiş aneminin yenidoğanda komplikasyonlar ile ilişkili olabileceği bildirilmektedir. Çalışmamızın amacı gebelikte maternal anemi tespit edilen hastalardaki perinatal sonuçları değerlendirmektir. Çalışmaya ikinci trimesterde hemoglobin (Hb) düzeyi 8 g/dl’nin altında olan 29 anemik gebe kadın (Grup 1) ile Hb düzeyi 10 g/dl’nin üzerinde olan 30 gebe kadın (Grup 2) dahil edildi. Her iki grup için preterm doğum, intrauterin gelişme geriliği (IUGG) ve yeni doğan ünitesine sevkedilme oranları incelendi. Grup 1 de ortalama Hb konsantrasyonu 7.2±0.4 gr/dl, Grup 2 de 12.1±0.9 olarak saptandı (P<0.001). Preterm doğum oranı Grup 1 de %34.4 iken Grup 2 de %13.3 olarak bulundu (P=0.05). Grup 1 ile grup 2 arasında IUGG açısından anlamlı fark izlenmezken (P>0.05), yeni doğan ünitesine sevk oranı anemik grupta anlamlı yüksek bulundu (sırasıyla %44.8 ve %166, P=0.019). Gebelik anemisinin antenatal takipler sırasında belirlenmesi ve tedavisi perinatal komplikasyonların azaltılması bakımından önemlidir. Maternal aneminin perinatal sonuçlara etkileri açısından daha ileri çalışmalara ihtiyaç vardır.
  • Yükleniyor...
    Küçük Resim
    Öğe
    Gene polymorphisms of adducin GLY460TRP, ACE I/D, and AGT M235T in pediatric hypertension patients
    (International Scientific Literature Inc., 2014) Kaplan, İbrahim; Sancaktar, Enver; Ece, Aydın; Şen, Velat; Tekkeşin, Nilgün; Başaralı, Mustafa Kemal; Kelekçi, Selvi; Evliyaoğlu, Osman
    Background: Hypertension is a major global public health problem that affects both pediatric and adult populations. ACE I/D, AGT M235T, and ADD Gly460Trp polymorphisms are thought to be associated with primary hypertension. In the present study, we examined the frequency of these polymorphisms in a pediatric population with secondary hypertension. Material/Methods: Included in the study were 58 hypertensive and 58 normotensive pediatric patients. ACE I/D and AGT M235T polymorphisms are determined by conventional PCR; ADD Gly460Trp polymorphism was investigated using PCR amplification of genomic DNA. Results: There were significant differences between the control group and pediatric hypertensive group in terms of ACE I/D (P<0.05) and AGT M235T (P[removed]0.05) polymorphism. Conclusions: We suggest that RAS gene polymorphisms (ACE-I/D, AGT M235T) are significantly associated with susceptibility to diseases that lead to secondary hypertension.
  • Yükleniyor...
    Küçük Resim
    Öğe
    İdrar kültürü testi gerekliliğini öngörmede tam otomatik idrar analizi sonuçlarının performansı
    (Modestum Publishing Ltd., 2014) Yüksel, Hatice; Kaplan, İbrahim; Dal, Tuba; Kuş, Seyit; Toprak, Gülten; Evliyaoğlu, Osman
    Amaç: Tam idrar analizi ve idrar kültürü idrar yolu enfeksiyonlarının tanısı için sıklıkla yapılan incelemelerdendir. Çalışmamızın amacı tam idrar analizinin tanısal performansını ve idrar kültürü gerekliliğini belirlemedeki rolünü incelemektir.Yöntemler: İdrar kültürü ve tam idrar analizi sonucu olan 362 hasta sonucu retrospektif olarak incelendi. Kültür sonuçları referans kabul edilerek, idrarın kimyasal ve mikroskopik incelemesinde, idrar yolu enfeksiyonu göstergesi olabilecek testlerin tanısal doğruluk parametreleri hesaplandı ve kültür istemini öngörmedeki performansı değerlendirildi.Bulgular: Toplam 362 hastaya ait idrar kültürü sonuçlarının %67 si negatifti ve bu kültür sonucu negatif olan örneklerin %50,4 ünde kimyasal analizde lökosit esteraz, nitrit ve mikroskopik analizde lökosit ve bakteri sonuçları normal olarak bulundu. Tanısal doğruluk hesaplamalarında, lökosit esteraz (%86,1) ve mikroskopide lökosit (%88,0) testlerinin sensitiviteleri yüksek bulunurken, nitrit (%95,4) ve bakteri (%86,6) incelemelerinin spesifiteleri yüksek bulundu. Mikroskopide lökosit incelemesi için yapılan ROC analizinde eğri altındaki alan 0,852 olarak hesaplandı. Sonuç: Tam otomatik idrar cihazları, tam idrar analizi için yeterli tanısal doğruluğu sağlayabilmektedir. Tam idrar analizi sonuçlarının etkin bir şeklide değerlendirilmesi kültür istemleri için gerekliliği öngörebilir ve laboratuvarlarda özellikle iş yükü ve maliyetin azalmasına katkı sağlayabilir.
  • [ X ]
    Öğe
    İntraserebral kanamalı hastalarda serum fibroblast büyüme faktörü düzeyleri
    (2011) Ölmez, Cüneyt; Evliyaoğlu, Osman; Uzar, Ertuğrul; Arıkanoğlu, Adalet; Çevik, Mehmet Uğur; Yücel, Yavuz; Açar, Abdullah
    Amaç: İntraserebral kanama inmenin en ölümcül alt tiplerinden birisidir. Beyinde bazik fibroblast büyüme faktörünün (bFGF) anjiogenik, nörotropik ve damar genişletici özellikleri nedeniyle çok sayıda nörolojik hastalıkta bFGF’nin rolü araştırılmıştır. Şu ana kadar intraserebral kanamalı hastaların serumunda bFGF’yi araştıran sadece bir çalışma vardır. Bu çalışmanın birinci amacı intraserebral kanamalı hastaların serumunda bFGF artışı olup olmadığını araştırmaktır. Ayrıca ikinci amacımız intraserebral kanamalı hastalarda serum bFGF ile klinik durumla ilişkisini araştırmaktı. Gereç ve yöntem: Akut dönemde 30 intraserebral kanamalı hastada serum bFGF seviyelerini ölçtük. Yaş ve cinsiyet yönünden benzer 30 sağlıklı kişi kontrol grubuna dahil edildi. ELİSA yöntemiyle serumda bFGF ölçüldü. Bulgular: Serum bFGF seviyeleri intraserebral kanamalı hastalarda (12.89±3.23 ng/ml) kontrol grubuna (5.28±1.75 ng/ml) göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek bulundu (p=0.001). İntraserebral kanamalı (İSK) hastalarda ölenlerle (n=13) sağ kalanların (n=17) serum bFGF düzeyi benzerdi (13.49±4.13 ng/ml; 12.43±3.43 ng/ml, p>0.05). Ventriküle açılım gösteren (n=15) İSK’li hastalarla ventriküle açılım göstermeyen (n=15) hastaların bFGF düzeyi arasında fark bulunmadı (13.54±3.92 ng/ml; 12.24±2.29 ng/ml, p>0.05). İntraserebral kanamalı hastalarda serum bFGF düzeyi ile hematom hacmi, Glaskow koma skalası ve uluslar arası inme skalası arasında ilişki bulunmadı (p>0.05). Sonuç: İnsanlarda intraserebral kanamadan sonra artmış bFGF nöron koruyucu ve anjiogeneze neden olan mekanizmalardan birisi olabilir. Klin Deney Ar Derg 2011; 2 (3): 282-286.
  • [ X ]
    Öğe
    Investigation of Some Sera Biomarker Levels in Fascioliasis Patient
    (2012) Çiçek, Mutalip; Tekin, Alicem; Evliyaoğlu, Osman; Böyük, Abdullah
    Çoğunlukla koyun ve sığırların karaciğer trematodu olarak bilinen Fasciola sp. insanlarda da enfeksiyon oluşturmaktadır. Bu çalışmada, fascioliasisli hastaların serumlarında Paraoxonase, Total oksidan seviye, Total antioksidan kapasite, Apolipoprotein A, Apolipoprotein B, Transferin ve Nitrik oksit düzeylerinin nasıl etkilendiği araştırıldı. Bu amaçla çalışmaya 45 fascioliasisli hasta ve 38 sağlıklı bireylerden oluşan kontrol grubu dâhil edildi. Fascioliasisli hastalar ELISA IgG, dışkı bakısı ve radyolojik görüntüleme ile teşhis edildi. Hasta ve kontrol grubunda kadın ve erkek sayıları sırasıyla 34/11ve 30/8 olarak belirlendi. Ortalama yaş hasta grubunda 38.1±11.7, kontrol grubunda ise 35.8±16.9 idi. İki grup arasında yaş, cinsiyet ve vücut kitle indeksi açısından istatistik olarak farklılık saptanmadı (P>0.05). Bu çalışma sonucunda fascioliasisli hastalarda Paraoxonase (P<0.001), Apolipoprotein A (P<0.001), Transferin (P<0.001) ve Total antioksidan kapasite (P<0.024) düzeyi kontrol grubuna göre daha düşük seviyede belirlendi ve istatistik olarak anlamlı görüldü. Nitrik oksit ve Total oksidan seviye fascioliasisli hastalarda kontrol grubuna göre daha yüksekti ve istatistik olarak anlamlı görüldü (P<0001). Apolipoprotein B düzeyinde ise iki grup arasında fark saptanmadı. Kontrollere göre, fascioliasisli hastalarda düşük seviyedeki Paraoxonase, Total antioksidan kapasite, Transferin ve Apolipoprotein A ile yüksek seviyedeki Nitrik oksit ve Total oksidan seviye düzeyleri insanlarda fascioliasisin patogenezini ve immunitesini daha iyi anlamamız ve teşhise yardımcı olabilecek yeni serum biyomarkırları için yol gösterici olabilir
  • Yükleniyor...
    Küçük Resim
    Öğe
    Malign mezotelyomada eser element ve oksidatif parametrelerin düzeyi
    (İstanbul Medeniyet Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2012) Evliyaoğlu, Osman; Abakay, Abdurrahman; Tanrıkulu, A. Çetin; Palancı, Yılmaz; Sezgi, Cengizhan; Şen, Hadice; Küçüköner, Mehmet; Kaplan, M. Ali; Şenyiğit, Abdurrahman
    Öz:Malign Plevral Mezotelyoma (MPM) kötü prognoza sahip bir kanser türüdür ve hastaların yalnızca az bir kısmı tedaviden yarar görür. Eser elementler birçok hastalığın patogenezinde doğrudan veya dolaylı olarak rol oymaktadır. Bu çalışmada MPM hastalarında eser element ve oksidatif parametrelerin düzeyinin araştırılması amaçlanmıştır. Üniversite hastanesinde takip edilen 48 MPM hastası ve herhangi bir kronik hastalığı olmayan 52 kontrol olgusu çalışmaya alınmıştır. Çalışmaya 24 erkek ve 24 kadın hasta dahil edilmiştir. MPM hastalarının yaş ortalaması 55,8 yıldı. Toplam 39 hastanın asbest teması vardı (% 81,3) ve ortalama asbest temas süresi 34 yıldı. Toplam 33 hastada epitelyal tip (% 68,8) saptandı. Plevral sıvı sitolojisi ise 13 hastada pozitifti (% 27,1). Eser element seviyelerine bakıldığında Bakır (Cu) düzeyi MPM hastalarında kontrol grubuna göre yüksek saptandı. Çinko (Zn) düzeyleri arasında ise her iki grup arasında fark yoktu (Tablo 1). Ayrıca Malonil dialdehit (MDA) düzeyleri MPM grubunda yüksek ve Nitrik oksit (NO) ise MPM grubunda düşük olarak saptandı (Tablo 1). MPM hastalığında hastalığın takibinde ve prognozda eser element ve oksidatif parametrelerin rolleri konusunda geniş serili çalışmalara gereksinim vardır.
  • [ X ]
    Öğe
    Migren hastalarında serum vitamin B12, folik asit ve ferritin düzeyleri
    (2011) Çolpan, Leyla; Evliyaoğlu, Osman; Taşdemir, Nebahat; Güzel, Işıl; Çevik, Uğur Mehmet; Yücel, Yavuz; Uzar, Ertuğrul
    AMAÇ: Homosistein düzeyini düşüren folik asit ve vitamin B12’yi içeren tedaviler ile migren rahatsızlığında azalma olabileceği bildirilmiştir. Ayrıca, son zamanlarda migrenli hastaların periakuaduktal gri cevherde demir birikimlerinin arttığı gösterilmiştir. Migrenlilerde folik asit, vitamin B12, ferritin ve transferin düzeyini araştıran az sayıda çalışma vardır. Bu çalışmanın amacı migren hastalarında vitamin B12, folik asit, ferritin ve transferrin düzeylerinin ölçülerek kontrol grubu ile karşılaştırmaktır YÖNTEMLER: Migren grubu, arka arkaya gelen yeni tanı almış ve önceden herhangi bir vitamin tedavisi almamış, 23’ü auralı migren ve 28’si aurasız migrenli toplam 51 hastadan oluşturuldu. Yaş ve cinsiyet yönünden migren grubuna benzer özellikleri olan ve başağrısı öyküsü ve anemisi olmayan ve vitamin desteği almayan, 28 sağlıklı birey kontrol grubuna alındı. Migren grubundaki hastalar atak dönemi olup olmamasına ve auralı veya aurasız migren oluşuna göre alt gruplara ayrıldı. Serum vitamin B12, folik asit, ferritin ve transferrin düzeyi kemilüminesans yöntemi ile ölçüldü. BULGULAR: Migren grubu vitamin B12 düzeyi (215.6±133.7 pg/ml) kontrol grubu (289.9±12 pg/ml) ile karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı düşüktü (p=0.005). Migren grubu folik asit düzeyi (6.74 ± 4.31 pg/ml) kontrol grubu (8.47 ± 1.85 pg/ml) ile karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı düşüktü (p=0.048). Atak döneminde olan migrenlilerde vitamin B12 düzeyi (177.3 ± 139.2 pg/ml) ataksız dönemde olan migrenlilere göre (252.5 ± 119.5 pg/ml, p=0.043) daha düşüktü (p=0.043). Ancak atak döneminde olan migrenlilerin folik asit, ferritin ve transferrin düzeyleri ataksız dönemde olan migrenlilerle karşılaştırıldığında istatistiksel anlamlı fark bulunmadı (p>0.05). Atak döneminde olan migrenlilerde ferritin düzeyi (43.4 ± 41.1 mg/ml) ataksız dönem migrenlilere göre (75.4 ± 51.7 mg/ml) anlamlı olarak düşük bulundu (p=0.018). SONUÇ: Çalışmamızda migren hastalarında vitamin B12 ve folik asit düzeyleri kontrollere göre daha düşük bulundu. Bu bulgular vitamin B12 ve folik asit eksikliğinin migren patogenezinde rolü olabileceğini ve vitamin B12 ve folik asitin migrenin proflaktik tedavisinde yararlı olabileceğini düşündürmektedir. Ayrıca çalışma sonuçları migren ataklarında demir dengesinde bozulma olduğunu göstermektedir.
  • Yükleniyor...
    Küçük Resim
    Öğe
    Paraoksonaz enzim aktivitesi ölçümünde manuel yöntemin standardizasyonu ve performans değerlendirmesi
    (Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2013) Çakırca, Gökhan; Evliyaoğlu, Osman; Polat, Cemal; Işık, Fatma Birgül; Mete, Nuriye
    Amaç: Geleneksel laboratuvar yöntemleriyle hazırlanan paraoksonaz (PON1) kitinin maliyet açısından çok daha ucuz ve reaktiflerin taze hazırlanmış olması itibariyle de iyi analiz performansı göstereceğini varsayarak otoanalizörde PON1’in standardizasyonu ve performansının değerlendirilmesini amaçladık. Yöntemler: Çalışmaya alınan 35 sağlıklı bireyden alınan venöz kanlardan santrifüj sonrası toplam 100 mL serum havuzu oluşturuldu. Serum havuzundan gün içi değişimleri değerlendirmek için 20 numune, günler arası değişimleri değerlendirmek için 30 numune hazırlanarak PON1 enzim aktiviteleri çalışıldı. Hazırlanan 30 örneğin PON1enzim aktiviteleri hem manuel olarak hazırlanan kit hem de ticari kit ile otoanalizörde çalışılarak yöntem uygunluğu değerlendirildi. Bulgular: Çalışmamızda paraoksonaz (PON1) enzim aktivitesi için: Ortalama, standart deviasyon (SD), yüzde varyasyon katsayısı (% CV) değerleri; gün içi (72,70 U/L, 0,43, 0,59) ve günler arası (74,24 U/L, 3,00, 4,04) olarak tespit edildi. PON1 enzim aktivite değerlerinin, manuel yöntem ve ticari kit arasındaki korelasyon katsayıları r= 0,92 ve r2 = 0,84 bulundu. Sonuç: Manuel hazırlanan reaktiflerle elde edilen sonuçların yeterli analitik performans gösterdikleri görüldü. Ayrıca hazırlamış olduğumuz serum havuzu porsiyonize edildi ve gelecek çalışmalar için laboratuvarımızda internal kalite kontrolü yapmak için kısmen standardizasyon gerçekleştirilmiş oldu ve rastgele hasta girişlerinde kontrol serumu olarak okutulmaya başlandı. Buna rağmen, standardize kontrol serumlarının kullanılmasının, rutin laboratuvarlarda daha güvenilir olduğu düşünülmektedir.
  • Yükleniyor...
    Küçük Resim
    Öğe
    Routine enzymes in the monitoring of type 2 diabetes mellitus
    (Wiley, 2011) Evliyaoğlu, Osman; Kıbrıslı, Erkan; Yıldırım, Yaşar; Gökalp, Osman; Çolpan, Leyla
    We examined the relationships of glucose and HbA1c levels with the routinely screened serum enzyme activities in type 2 diabetes mellitus, and we designed an in vitro study to evaluate the direct effect of glucose levels on enzyme activities. The study was performed on a consecutive series of outpatients with type 2 diabetes who were followed up at Dicle University Medical Faculty Hospital from May 2009 to May 2010 for the first time. Effects of aspartate transaminase, aminotransferase, gamma-glutamyl transferase (GGT), alkaline phosphatase (ALP), lactate dehydrogenase (LDH) activities, glucose and HbA1c levels and in vitro glucose (492, 287, 184, 131, 82 mg dl(-1), respectively) on enzymes were determined. The patients were categorized on the basis of glucose and HbA1c levels and grouped according to a range of values. In patients with high HbA1c levels (>10.1%), ALP, GGT activities and creatine kinase (CK)-MB/CK (p = 0.008, 0.026, 0.014) ratio were increased significantly when compared with those in the control group. In patients with high glucose levels (>200 mg dl(-1)), ALP, GGT activities and CK-MB/CK ratio (p = 0.003, 0.001, 0.001) were increased significantly when compared with those in the control group. Glucose, which was added to serum in different concentrations in vitro, did not directly affect enzyme activities such as ALP, GGT and CK. We concluded that increased glucose levels could damage the liver and the heart muscle cells. Monitoring of blood glucose levels is a more valuable parameter than monitoring HbA1c in the momentary evaluation of diabetes. Copyright (C) 2011 John Wiley & Sons, Ltd.
  • Yükleniyor...
    Küçük Resim
    Öğe
    Serum prolidase activity in benign joint hypermobility syndrome
    (BioMed Central Ltd., 2014) Em, Serda; Uçar, Demet; Oktayoǧlu, Pelin; Bozkurt, Mehtap; Çağlayan, Mehmet; Yıldız, İsmail; Evliyaoğlu, Osman; Nas, Kemal
    Background: Moderate joint laxity is widespread in many joints of he body, and this condition is considered to be caused by an abnormality in the collagen structure. This study was carried out to determine the serum prolidase activity in female patients with benign joint hypermobility syndrome (BJHS), and to evaluate its correlation with their clinical features. Methods. A total of 45 patients with BJHS and 40 healthy controls were included in the study. All of the patients with BJHS met the Beighton diagnostic criteria. All the patients and the control group underwent a comprehensive examination of the locomotor system and took the New York Posture Rating Test. The examination and test results were recorded. Serum prolidase activity was measured in both the groups. Results: Prolidase activity was significantly lower in patients with BJHS (479.52 ± 126.50) compared to the healthy controls (555.97 ± 128.77) (p = 0.007). We found no correlation between serum prolidase activity and Beighton scores or New York rating test scores. On the other hand, mean prolidase activity was significantly lower in patients with pes planus or hyperlordosis compared to those without (p = 0.05, p = 0.03, respectively). We did not find such a correlation with the other clinical features. Conclusions: Significantly lower prolidase activity in patients with BJHS suggests that prolidase may affect the collagen metabolism and cause hyperlaxity.

| Dicle Üniversitesi | Kütüphane | Açık Erişim Politikası | Rehber | OAI-PMH |

Bu site Creative Commons Alıntı-Gayri Ticari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile korunmaktadır.


Dicle Üniversitesi, Diyarbakır, TÜRKİYE
İçerikte herhangi bir hata görürseniz lütfen bize bildirin

Powered by İdeal DSpace

DSpace yazılımı telif hakkı © 2002-2025 LYRASIS

  • Çerez Ayarları
  • Gizlilik Politikası
  • Son Kullanıcı Sözleşmesi
  • Geri Bildirim