Yazar "Demir, Süleyman" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 15 / 15
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Acute unilateral myopia induced by add-on aripiprazole: A case report(2016) Bulut, Mahmut; Atli, Abdullah; Kaya, Mehmet Cemal; Demir, Süleyman; İbiloğlu, Aslıhan Okan; Güneş, Mehmet; Yüksel, HarunThe partial agonist aripiprazole is a novel atypical antipsychotic with a relatively safer side effect profile. Acute unilateral myopia is a very rare condition that is commonly associated with drug use. Here, we present a woman diagnosed with obsessive-compulsive disorder (OCD) and major depressive disorder (MDD) who have been treated for two years in our clinic. She was on fluoxetine (Prozac) 80 mg/day when adding aripiprazole (Abilify) 10 mg/day as an augmentation agent has triggered unilateral myopia. After cessation of aripirazole her myopia has disappeared. Psychiatrists should keep in mind that unilateral myopia as a side effect may develop after combining aripiprazole with fluoxetine in patients with OCD and MDD.Öğe Çocuk evliliği yapan kadınlarda çift uyumu ve çocukluk çağı ruhsal travması(Türk Psikofarmakoloji Derneği, 2016) Güneş, Mehmet; Selçuk, Hilal; Demir, Süleyman; İbiloğlu, Aslıhan Okan; Bulut, Mahmut; Kaya, Mehmet Cemal; Yılmaz, Ahmet; Atli, Abdullah; Sır, AytekinÖz:Amaç: Çocuk evliliği yapan kadınların işlevselliklerini bozan birçok problemlerle karşılaştıkları bildirilmiştir. Çocuk evliliği yapan kadınların çocukluk çağında daha fazla ruhsal travmaya maruz kalmış olabileceğini ve çift uyumlarının daha fazla bozulmuş olabileceği düşünülmektedir. Bu çalışmada çocuk evliliği yapan kadınlarda çocukluk çağı ruhsal travmasını ve çift uyumunu araştırmayı amaçladık.Yöntem: Çalışmanın örneklemi 2013 yılı Temmuz-Ağustos ayları arasında Dicle Üniversitesi Kadın Doğum ve Hastalıkları Polikliniğine rutin gebelik kontrolü için başvuran gebe kadınlardan seçildi. Çalışma grubu rutin gebelik kontrolü için başvuran 83 gebe arasından çalışma kriterlerini sağlayan 50 çocuk evliliği (18 yaşından önce evlenmiş) yapmış olan gebe kadın seçilerek oluşturuldu. Kontrol grubu ise 18 yaşından sonra evlenmiş 87 gebe kadın arasından çalışma kriterlerini sağlayan sağlıklı 50 gebe kadın seçilerek oluşturuldu. Tüm katılımcılar psikiyatrist tarafından standardize edilmiş görüşme aracı olan SCID kullanılarak değerlendirildi. Araştırmacılar tarafından oluşturulan sosyodemografik veri formu, Çocukluk Çağı Ruhsal Travma Ölçeği (ÇÇRTÖ), Çift Uyum Ölçeği (ÇUÖ) ve Arizona Cinsel Yaşantılar Ölçeği (ACYÖ) uygulandı.Bulgular: Çift uyumu eşler arası birliktelik boyutu (EABB) ve duygulanım ifade boyutu (DİB) alt ölçek puanları çalışma grubunda kontrol grubuna kıyasla istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha düşük bulunmuştur (sırasıyla p=0.015, p=0.003). Çift uyumunu en sık çocukluk çağı ruhsal travması, evlenme yaşı, ilk gebelik yaşı, cinsel istismar ve cinsel şiddete maruz kalma gibi faktörlerin etkilediği bulundu. ÇÇRTÖ'de emosyonel istismar (p=0.04) ve fiziksel ihmal (p=0.035) puanları çalışma grubunda kontrol grubuna kıyasla istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha yüksek bulunmuştur. Ayrıca çalışma grubunda kontrol grubuna kıyasla evliliğin ilk yıllarında fiziksel (p=0.001) ve cinsel şiddete (p=0.007) maruz kalma oranları istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha yüksek bulunmuştur. Cinsel istek, cinsel uyarılma ve ACYÖ toplam puanı çalışma grubunda kontrol grubuna kıyasla istatistiksel olarak anlamlı derecede farklı bulunmuştur (sırasıyla p=0.012, p=0.034, p=0.048).Sonuç: Çalışmamız çocuk evliliği yapanlarda çift uyumu ile çocukluk çağı travması ve cinsel işlevlerin birlikte değerlendirildiği ilk çalışmadır. Çalışmamızda çocuk evliliği yapanların çift uyumunun bozulmuş olduğu ve buna en fazla çocukluk çağı ruhsal travması, erken yaşta evlenme, çocuk yaşta gebe kalma, cinsel istismar ve cinsel şiddete maruz kalmanın neden olduğu belirlenmiştir. Çalışmamızda çocuk evliliği yapanların çocukluk çağında daha fazla emosyonel istismar, fiziksel ihmale / şiddet ve cinsel şiddete maruz kaldıkları tespit edilmiştir. Ayrıca çocuk evliliği yapan kadınların cinsel işlevlerinin önemli oranda bozulduğu tespit edilmiştir.Öğe Çocukluk Çağı İstismar Öyküsü Olan Cilt Yolma Bozukluğu Olgusu(2016) Bulut, Mahmut; Atlı, Abdullah; Sır, Aytekin; Kaya, Mehmet Cemal; İbiloğlu, Aslıhan Okan; Demir, SüleymanCilt yolma bozukluğu, kişinin kendi cildini tekrarlayıcı biçimde yolarak, belirgincilt hasarının oluşmasıdır. İnsanlar farklı nedenlerle ciltlerini yolmaktadır.Hastaların çoğunda cilt yolmaya başlama ile çocukluk çağı istismaröyküsü ve kişisel sorunlar bağlantılıdır. Orta şiddetten ciddi dereceye kadarkendine zarar veren bireylerde, çocukluk çağı istismarı ve aile içi şiddetemaruz kalma öyküsünün varlığı, kendine zarar vermeyenlere göre,daha muhtemeldir. Bununla beraber, bu durum psikiyatrik bozukluklarınçoğunluğunun etyolojisi ile ilişkili olabilir. Burada borderline (sınır) kişilikbozukluğu ile birlikte çocukluk çağı fiziksel ve duygusal istismar öyküsüolan, bir cilt yolma bozukluğu olgusunu sunacağız.Öğe Comparison of clinical characteristics of patients on whom electroconvulsive therapy was applied as inpatient and outpatient(Turkish Association for Psychopharmacology, 2016) Demir, Süleyman; Bulut, Mahmut; Atli, Abdullah; Güneş, Mehmet; Kaya, Mehmet Cemal; İbiloğlu, Aslıhan Okan; Çatı, Songül; Sır, AytekinObjective: Electroconvulsive therapy (ECT) is an efficient and reliable somatic treatment used to treat severe mental disorders. ECT procedure is generally performed by hospitalizing the patient in our country (Turkey). However, there is no obligation to perform ECT by hospitalization, as ECT may be performed without hospitalizing the patient. Outpatient ECT gradually increases during acute and maintenance treatment. Outpatient ECT provides some advantages, such as reduced disruption in social and professional functionality and decrease in treatment costs. Studies that compare acute outpatient ECT and ECT applied after hospitalization are limited. In the present study, we aimed to review clinical characteristics of acute ambulatory ECT and ECT applied by hospitalization comprehensively and retrospectively. Methods: Inpatients and outpatients that received ECT in the Psychiatry Clinic of Dicle University between 2011 and 2014 were enrolled in the present study. Patients’ files between aforementioned years were reviewed retrospectively and data including patient age, gender, diagnosis according to DSM system, hospitalization period, whether ECT was applied, number of ECT sessions, and whether ECT was performed as an inpatient or outpatient procedure were recorded. For the patients who were hospitalized multiple times, each hospitalization was regarded as a different patient and data were assessed independently. For the outpatients who received ECT, all separate ECT sessions were added and ECT count was determined. Those who received maintenance ECT sessions were not included in the outpatient ECT group. Patients who received ECT by acute referral as outpatients were included in this group. Results: Between 2011 and 2014, 904 patients were admitted to the Psychiatry Clinic of Dicle University, Faculty of Medicine , of which 138 received ECT treatment. We also included in the study an additional 38 outpatients who received acute ECT. Inpatients of our clinic in application to ECT were rates of 15.3%. There was no statistically significant difference detected between age, number of ECT sessions applied, diagnosis, and gender of admitted inpatients and outpatients (p>0.05). Conclusions: In our study clinical characteristics of inpatients and outpatients subjects who admitted in order to practiced the ECT were determined to be similar. We believe that an efficient treatment method may be presented to the patients by including acute outpatient ECT more frequently in the treatment plan from physiciansÖğe Comparison of Clinical Characteristics of Patients on whom Electroconvulsive Therapy was Applied as Inpatient and Outpatient(2016) Bulut, Mahmut; İbiloğlu, Aslıhan Okan; Çatı, Songül; Atli, Abdullah; Demir, Süleyman; Kaya, Mehmet Cemal; Sır, AytekinObjective: Electroconvulsive therapy (ECT) is an efficient and reliable somatic treatment used to treat severe mental disorders. ECT procedure is generally performed by hospitalizing the patient in our country (Turkey). However, there is no obligation to perform ECT by hospitalization, as ECT may be performed without hospitalizing the patient. Outpatient ECT gradually increases during acute and maintenance treatment. Outpatient ECT provides some advantages, such as reduced disruption in social and professional functionality and decrease in treatment costs. Studies that compare acute outpatient ECT and ECT applied after hospitalization are limited. In the present study, we aimed to review clinical characteristics of acute ambulatory ECT and ECT applied by hospitalization comprehensively and retrospectively.Methods: Inpatients and outpatients that received ECT in the Psychiatry Clinic of Dicle University between 2011 and 2014 were enrolled in the present study. Patients' files between aforementioned years were reviewed retrospectively and data including patient age, gender, diagnosis according to DSM system, hospitalization period, whether ECT was applied, number of ECT sessions, and whether ECT was performed as an inpatient or outpatient procedure were recorded. For the patients who were hospitalized multiple times, each hospitalization was regarded as a different patient and data were assessed independently. For the outpatients who received ECT, all separate ECT sessions were added and ECT count was determined. Those who received maintenance ECT sessions were not included in the outpatient ECT group. Patients who received ECT by acute referral as outpatients were included in this group.Results: Between 2011 and 2014, 904 patients were admitted to the Psychiatry Clinic of Dicle University, Faculty of Medicine , of which 138 received ECT treatment. We also included in the study an additional 38 outpatients who received acute ECT. Inpatients of our clinic in application to ECT were rates of 15.3%. There was no statistically significant difference detected between age, number of ECT sessions applied, diagnosis, and gender of admitted inpatients and outpatients (p>0.05). Conclusions: In our study clinical characteristics of inpatients and outpatients subjects who admitted in order to practiced the ECT were determined to be similar. We believe that an efficient treatment method may be presented to the patients by including acute outpatient ECT more frequently in the treatment plan from physicians.Öğe Customary practices, domestic violence, and psychosomatic pain among adolescent mothers in Turkey(World Health Organization, 2018) Bez, Yasin; Uysal, Cem; Bulut, Mahmut; Kaya, Mehmet; Görük, Neval; Demir, Süleyman; Sır, AytekinBackground: Adolescent motherhood is present in many societies worldwide, including Turkey. Aims: We aimed to determine the demographical and cultural characteristics of adolescent mothers, lifetime domestic violence and history of miscarriage, and whether they suffer from any kind of medically unexplained (psychosomatic) pain in a study in south-eastern Turkey. Methods: We included 501 mothers in this case–control study. The study group comprised 228 mothers who gave their first deliveries at or before 19 years of age, and the control group consisted of 273 mothers who first delivered after 19 years of age. The case–control study was conducted between February and April 2013 in Diyarbakir, Turkey. Results: Adolescent mothers marry more frequently with their relatives. They have a higher prevalence of culture-bound customary applications such as bride price. They are less likely to be asked for their consent to marry and tend to have more children. They are more frequently victims of domestic violence and more often report medically unexplained psychosomatic pain. Conclusions: Adolescent motherhood is still a public health problem that seems to be related to certain culture-bound customary practices, continuing domestic violence across generations, increased number of children, and more prevalent psychosomatic pain.Öğe Major depresif bozuklukta prolidaz aktivitesi(Modestum Publishing Ltd., 2015) Demir, Süleyman; İbiloğlu, Aslıhan Okan; Güneş, Mehmet; Bulut, Mahmut; Atlı, Abdullah; Kaya, Mehmet Cemal; Kaplan, İbrahim; Sır, AytekinAmaç: Prolidaz enzimi dipeptitlerin karboksil terminal pozisyondaki prolin veya hidroksiprolini ayıran plazma, beyin ve çeşitli organlarda bulunan bir egzopeptidazdır. Biz bu çalışmada major depresif bozukluk (MDB)’da prolidaz aktivitesini araştırmayı amaçladık. Yöntemler: Çalışmamızda hasta grubu major depresif bozukluk 22 kişiden oluşurken kontrol grubu ise herhangi bir psikiyatrik rahatsızlığı olmayan sağlıklı 26 kişiden oluşmaktaydı. Her hasta deneyimli psikiyatristler tarafından ayrıntılı tanısal değerlendirmeye alındı. Hasta ve kontrol grubuna sosyodemografik bilgi formu verilirken, hasta grubuna Hamilton Depresyon Derecelendirme Ölçeği (HDDÖ), Hamilton Anksiyete Derecelendirme Ölçeği (HADÖ), Klinik Global İzlem Ölçeği (KGİ) uygulandı. Biyokimyasal analizler için kan alındı. Bulgular: Hasta grubunun yaş ortalaması 31,3±10,1 yıl, kontrol grubunun yaş ortalaması ise 32,3±8,8 yıl idi. Eğitim süresi hasta grubunun 8,1±6,2 yıl, kontrol grubunda 10,2±3,8 yıl idi. Gruplar arasında yaş ve eğitim süresi açısından istatistiksel olarak anlamlı farklılık belirlenmedi (p>0,05). Prolidaz aktivitesinin hasta grubunda 510.3±480.8 U/L iken kontrol grubunda 457,8±386,0 U/L olduğu görüldü. Prolidaz aktivitesi bakımında hasta ve kontrol grubu arasında anlamlı farklılık gözlenmedi (p>0,05). Sonuç: Çalışmamızda prolidaz aktivitesi MDB’ta sağlıklı kişilerle benzer bulunmuştur. Bu verinin MDB ve bipolar depresyonun farklı klinik antiteler olduğunu biyokimyasal düzeyde gösteren bir bulgu olabileceğini önermekteyiz.Öğe On iki yıl boyunca iğne ile kendine zarar veren bir olgu(2016) İbiloğlu, Aslıhan Okan; Demir, Süleyman; Atlı, Abdullah; Sır, Aytekinİntihar niyeti olmadan kasıtlı olarak kendi vücuduna doğrudan zarar verme olarak tanımlanan "kasıtlı olarak kendine zarar verme veya kendini yaralama davranışı", son yıllarda ruh sağlığı profesyonelleri arasında giderek daha çok ilgi çekmektedir. Psikiyatrik bozukluğu olan hastaların tekrarlayan biçimde kendine zarar verme eğilimleri vardır. Biz burada yaklaşık 12 yıldır, kasıtlı olarak kendi vücuduna iğne yerleştirerek, kendini yaralama davranışı olan bir olguyu sunuyoruz. (Anadolu Psikiyatri Derg 2016; 17(Ek.3):38-40).Öğe Prematür ejakülasyon olgularında cinsel mitlere inanma düzeyi(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2016) Güneş, Mehmet; Akçalı, Hasan; Dede, Onur; Okan, Aslıhan; Bulut, Mahmut; Demir, Süleyman; Atlı, Abdullah; Sır, AytekinAmaç: Bu çalışmadaki amacımız erkeklerde en sık görülen cinsel işlev bozukluğu olan prematür ejakülasyon (PE) olgularında cinsel mitlere inanma düzeyini çalışmaktı. Yöntemler: Dicle Üniversitesi Hastanesine ayaktan başvuran 18- 65 yaşları arasında DSM- 5 ölçütlerine göre PE tanı kriterlerini karşılayan 100 hasta ve 70 sağlıklı gönüllü kontrol grubu çalışmaya alındı. Katılımcılara sosyodemografik veri formu, Hamilton depresyon ölçeği (HDÖ), Hamilton anksiyete ölçeği (HAÖ), Arizona cinsel yaşantılar ölçeği (ACYÖ)-Erkek formu ve cinsel mitleri değerlendirme formu uygulandı. Bulgular: PE’li bireylerde cinsel mitlere inanma oranı sağlıklı kontrollerden yüksek bulundu. PE’li bireylerde eğitim süresinin 10 yılın altında olması, komorbid cinsel işlev bozukluğunun bulunması cinsel mitlere inanma düzeyini istatistiksel olarak anlamlı düzeyde arttıran faktörler olarak bulundu. PE’li bireylerde HDÖ (p=0,0002), HAÖ (p=0,0001) ve ACYÖ (p=0,0004) skorları kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek bulundu. Komorbid Cİ’i olanlarda ACYÖ(p=0,0001), ED olanlarda ACYÖ (p=0,001) ve HDÖ (p=0,04) puanı istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksekti. Sonuç: Eğitim kurumlarında, uygun yaşta ve eğitimli kişilerce cinsel bilgi verilmesi gerekmektedir.Öğe A psychological autopsy of a patient who was deceased due to medical complications associated with anorexia nervosa: A case report(Modestum Publishing Ltd., 2015) Şimşek, Şeref; Yüksel, Tuğba; Aktaş, Hüseyin; Demir, SüleymanAnoreksiya nervoza (AN), kişinin fiziksel bütünlüğünü tehdit edecek şekilde yememe ve kilo vermeye çalışma ile karakterize olan bir yeme bozukluğudur. Anoreksiya nervozada, mortalite riskinin arttığı iyi bilinmektedir. Anoreksiya nervozada ölümler medikal komplikasyonlar ve/veya intihar neticesinde olmaktadır. Bununla beraber, hastalığın seyri boyunca ölüm riskinin zamanlaması belirsizdir. Anoreksiya nervozada mortalite için bazı prediktörler tanımlanmıştır. Bu çalışmada, AN'ya bağlı medikal komplikasyonlar nedeniyle ölen 15 yaşında kız olgunun sunulması planlanmıştır.Öğe Sigara kullanıcılarda nikotin bağımlılık düzeyinin yaş ve cinsiyetle ilişkisi: Diyarbakır örneklemi(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2014) Çelepkolu, Tahsin; Atli, Abdullah; Palancı, Yılmaz; Yılmaz, Ahmet; Demir, Süleyman; İbiloğlu, Aslıhan Okan; Ekin, SelamiAmaç: Aile Hekimliği Polikliniğine başvuran hastalardan sigara kullananlara Fagerström nikotin bağımlılık testi (FNBT) uygulanarak elde ettiğimiz nikotin bağımlılık düzeyi ile yaş ve cinsiyet arasında bir ilişki olup olmadığını incelemeyi amaçladık. Yöntemler: Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Aile Hekimliği Polikliniğine 15.08.2014 ile 15.10.2014 tarihleri arasında herhangi bir nedenle başvuran 20 yaş üstü kişiler içinden sigara kullananlar dâhil edildi. Hastalarla yüz yüze görüşme yapılarak doldurulan sosyodemografik veri formları ve nikotin bağımlılık düzeyini ölçmeye yönelik FNBT verileri prospektif olarak incelendi. Bulgular: Sigara içen 151 hastadan 9’u eksik doldurulmuş veri formu nedeniyle çalışma dışı bırakıldı. Geriye kalan 142 kişiden 108’i (%76,1) erkek, 34’ü (%23,9) kadın idi. Genel yaş ortalaması 41,54 ± 9,8 yıl iken, yaş ortalaması erkeklerde 41,50 ± 10,04 yıl, kadınlarda 41,67±9,30 yıl idi. Cinsiyetler arası yaşlarda anlamlı bir fark yoktu (p>0,05). Sigara tüketim miktarları erkeklerde ortalama 32,18 ± 21,64, kadınlarda 22,55 ± 16,29 paket/yıl olup cinsiyete göre anlamlı fark vardı (p<0,05). Tüm katılımcılarda yaş grupları ve nikotin bağımlılık düzeyleri arasında anlamlı bir fark bulunmadı. Cinsiyete göre de nikotin bağımlılık düzeyleri arasında anlamlı bir fark yoktu (p>0,05). Sonuç: FNBT kullanarak yaptığımız nikotin bağımlılık düzeyi araştırmamızda bağımlılık düzeyi ile yaş ve cinsiyet arasında anlamlı fark yoktu. Erkeklerde sigara içme kadınlara göre 3 kat daha fazlaydı. Sigara tüketim miktarı sigaraya erken yaşta başlandığından dolayı ileri yaşlarda daha yüksek bulundu.Öğe Şizofrenide paliperidon kullanımı ile ilişkili mani: Bir olgu sunumu(Modestum Publishing Ltd., 2015) Demir, Süleyman; İbiloğlu, Aslıhan Okan; Kaya, Mehmet Cemal; Güneş, MehmetPaliperidon şizofreni tedavisi için kullanılan atipik antipsikotik bir ilaçtır. Paliperidon tedavisi sırasında bazı nadir yan etkiler görülebilmektedir. Literatürde antipsikotiklerin indüklediği hipomanik ve manik belirtiler ile ilgili çok sayıda olgu sunumu olmasına rağmen paliperidonun indüklediği mani olguları kısıtlı sayıda yayınlanmıştır. Bu olguda 9 mg/gün paliperidon tedavisi başlandıktan sonra mani belirtileri görülen, paliperidon kesilip aripiprazol başlanması ile mani belirtilerinin hızla düzeldiği bir şizofreni hastası sunulmaktadır. Klinisyenler şizofreni hastalarında, paliperidon tedavisinin mani belirtilerini tetikleyebileceğini göz önünde tutmalıdır.Öğe Socio-demographic and clinical factors related to mortality among the geriatric suicide attempters admitted to the emergency department(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2015) Zengin, Yılmaz; Gündüz, Ercan; İçer, Mustafa; Dursun, Recep; Durgun, Hasan Mansur; Gürbüz, Hüseyin; Demir, Süleyman; Kuyumcu, MahirObjective: The ratio of elderly people in Turkey is rapidly growing. Accordingly, psychiatric problems and suicidality among elderly people are growing concerns. In this study, we aimed to investigate the socio-demographic characteristics of older people who attempted suicide by drug and to identify risk factors affecting mortality. Methods: Patients who were over 65 years old and admitted to the emergency department of a university hospital due to drug-related suicide attempt between January 1, 2004 and December 30, 2014, were included into this retrospective cross-sectional study. Relationship between suicide attempt and mortality was investigated in regard to socio-demographic and clinical factors. Patients were divided into two groups according to whether they survived or died. Results: Of the 107 patients included in the study, 68.2% were female and 31.8% were male; 34 6% were married. Common reasons for suicide attempt were depression (34.6%) and domestic violence (30.8%). Analgesics (33.6%) were the most common drugs used in suicide attempts. The analysis of the factors related to suicide attempt and mortality revealed that significant factors were loneliness, being widowed, being retired, having adjustment disorder and anxiety disorder. Conclusion: Loneliness, being widowed, being retired, adjustment disorder, and anxiety disorder were found as the risk factors affecting mortality in geriatric suicide attempts.Öğe Tek doz bupropion kullanımına bağlı akut distoni: Bir olgu sunumu(AVES Yayıncılık, 2015) Demir, Süleyman; Atlı, Abdullah; Güneş, Mehmet; Çatı, Songül; Akıl, Eşref; Çetinkaya, NuralayBupropiyon SR, sigara bırakma tedavisi için Food and Drug Administration ve Avrupa Birliğinde onay alm ış nikotin dışı önemli bir farmakolojik seçenektir. Ayrıca majör depresyon tedavisinde kullanılan bupropiyon, noradrenalin ve dopamin geri alım inhibitörü olarak etki gösteren ajanlardan biridir. Tütün bağımlılığında dopamin ödüllendirme yolağını bloke ederek ve noradrenalin yolağına bağlı olarak ortaya çıkan yoksunluk belirtilerini azaltarak etki ettiği düşünülmektedir. Biz burada ilk doz bupropion SR aldıktan sonra akut distoni gelişen bir majör depresyon ve komorbid nikotin bağımlılığı olgusunu sunmayı amaçladık. Otuz iki yaşındaki erkek hastaya majör depresyon ve komorbid nikotin bağımlılığı tanısı konuldu. Hastada ek psikiyatrik ve psikiyatri dışı bir hastalık yoktu. Kullandığı herhangi bir ilaç yoktu. Hastaya bupropiyon 300 mg/gün başlandı. Hasta aldığı ilk doz 300 mg bupropiondan sonra boynunda kasılma hissi, dilini sürekli ağız dışında tutma ve tükürüğünü yutamama yakınmalarıyla acil servise başvurdu. Rutin laboratuvar testleri normal bulundu ve nörolojik muayenede akut distoni dışında bir patolojik bulgu saptanmadı. Klinik tablo bupropiyona bağlı akut distoni olarak değerlendirildi. Hastaya 5 mg biperiden i.m. yapıldı ve belirtiler düzeldi. Hastanın 24 saat sonraki muayenesinde distoni belirtileri yoktu. Bupropiyon kullanım ında görü- len yan etkiler uykusuzluk, baş ağrısı ve ağız kuruluğu, döküntü, bulantı, uykusuzluk, aşırı terleme, kulak çınlaması, hipertansiyon şeklinde sıralanabilir. Bupropiyonla ilişkili olarak literatürde hipomani, akut psikoz, görsel halüsinayon gibi psikiyatrik tablolarla beraber distoni, hiponatremi, hipokalemi, trombotik trombositopenik purpura gibi bazı farklı psikiyatri dışı genel tıbbi tablolar bildirilmiştir.Öğe Treatment of blastic phase chronic myeloid leukemia with mitoxantrone, cytosine arabinoside and high dose methylprednisolone(2002) Bolaman, Zahit; Köseoǧlu, Mehmet Hicri; Ayyıldız, Orhan; Kadıköylü, Gürhan; Sönmez, Hulki Meltem; Demir, Süleyman; Müftüoğlu, EkremFourteen patients with blastic phase chronic myelogenous leukemia received combination chemotherapy with mitoxantrone 5 mg/m2 intravenously daily for 3 days, cytosine arabinoside 100 mg/m2 intravenously over 2 hours bid for 7 days and high dose methylprednisolone 1000 mg/day intravenously for 5 days. The patients' mean age was 52 ± 10 (range 34-64) and Philadelphia chromosome was positive in all. Five patients (35%) achieved complete remission and four patients (28%) had a partial remission. Overall remission rate was 64%. The mean survival was 11.1 ± 8.6 months (median 13) for all patients, 19.4 ± 4.0 months (median 19) for those achieving a complete remission, 12.50 ± 5.7 months (median 14) for patients with partial remission and 1.8 ± 1.8 months (median 2) for the unresponsive patients. Two of 5 unresponsive patients died early after the second course of remission induction. The treatment regimen was generally well tolerated. Marrow hypoplasia was observed in 9 (64%) patients and 7 (50%) had febrile episodes. Non-myelosupressive toxicity of the regimen was acceptable. Nausea and vomiting were observed in 8 (57%) patients and 3 (21%) patients developed flushing due to cytosine arabinoside. These results suggest that the regimen with mitoxantrone, cytosine arabinoside and high dose methylprednisolone in remission-induction of blastic phase chronic myelogenous leukemia may be a valid option that may also improve overall prognosis.