Yazar "Büyükbayram, Hüseyin" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 20 / 66
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe 460 bazal hücre karsinomlu olgunun histopatolojik değerlendirilmesi(1999) Yaldız, Mehmet; Yılmaz, Fahri; Kılınç, Nihal; Büyükbayram, Hüseyin; Arslan, Adem; Uzunlar, Ali KemalBazal hücreli karsinomlar derinin en yaygın malign tümörüdür. Bu çalışmada 460 bazal hücreli karsinomun histopatotolojik özellikleri gözden geçirildi ve histopatolojik alt türleri ile cerrahi sınırlarda tümör pozitifliği, lenfosit infiltrasyonu ve ülserasyon varlığı araştırıldı. Olgularımız 6 ana histolojik alt tür açısından değerlendirildi; 210'u (%45.6) nodüler, 93'ü (%20.2) mikst, 62'si (%13.5) infiltratif, 45'i (%9.8) süperfisial, 43'ü (%9.4) mikronodüler, 7'si (%1.5) morfeiform tipti. Cerrahi sınırlarda tümör pozitifliği %74.1 ve ülserasyon varlığı %53.2 ile en çok infiltratif tipte, lenfosit infiltrasyonu ise %83.4 ile en çok süperfisial tipte görüldü.Öğe Akut akciğer hasarı oluşturulan tavşanlarda pentoksifilin ve metilprednizolonun koruyucu etkisi(2003) Ülkü, Refik; Eren, M. Nesimi; Balcı, Akın E.; Şehitoğulları, Abidin; Büyükbayram, Hüseyin; Onat, SerdarÇalışmamızın amacı; akut akciğer hasarı oluşturulan tavşanlarda pentoksifilin ve metilprednizolonun koruyucu etkisini araştırmaktır. Çalışmamızda 28 adet tavşanı dört grup halinde kullandık. Grup 1 kontrol grubu (n= 7), grup 2 oleik asit grubu (n= 7), grup 3 pentoksifilin grubu (n= 7), grup 4 metilprednizolon grubu (n= 7). Kontrol grubu dışındaki diğer üç gruba da akut akciğer hasarı oluşumu için oleik asit verildi (oleik asit, endotoksin gibi hayvanlarda pulmoner vasküler permeabilite artışına, pulmoner ödem ve hipoksiye yol açarak akut akciğer hasarını oluşturur). Tüm denekler monitörize edildi. Kan gazları ölçümü, periferik lökosit sayımları, ortalama arteryel basınçların seri ölçümleri, bronkoalveoler lavaj sıvısında lökosit miktarı, yaş/kuru akciğer ağırlık oranları, patolojik değişikliklerin değerlendirilmesi yapıldı. Deneyin üçüncü saati sonunda tavşanlar sakrifiye edildi. Göğüs kafesi açıldı ve her bir pulmoner hilus çiftli olarak klemplendi ve transeksiyon yapıldı. Ortalama arteryel kan basıncı; oleik asit alan gruplarda düşük kaydedildi, ancak kontrol grubuna göre anlamlı düşüş sadece oleik asit grubunda saptandı (p< 0.01). Ortalama kalp atım hızında kontrol grubu dışındaki diğer üç grupta da düşüş kaydedildi. Ancak istatistiksel olarak anlamlı düşüş sadece oleik asit grubunda tespit edildi (p< 0.01). Deney boyunca periferik lökosit sayıları incelendiğinde oleik asit alan her üç grupta da düşüş anlamlı idi (p< 0.01). Ancak bu düşüş sadece oleik asit alan grupta daha derindi. Sonuç olarak; tavşanlarda oluşturulan akut akciğer hasarı modelinde pentoksifilin ve metilprednizolon tedavisinin akciğerlerde nötrofil toplanmasını ve akciğer hasarını engellediği saptandı.Öğe ARDS modelinde hidroksiüre ve metil prednizolonun karaciğer, böbrek ve barsak hasarının önlemede rolü (Deneysel çalşıma)(2002) Akgün, Yılmaz; Nizam, Özgür; Yılmaz, Gülşen; Büyükbayram, HüseyinAdult respiratuar distres sendromunda (ARDS) önce akciğerlerde, sonra diğer yaşamsal organlarda biriken lökositlerden açığa çıkan enzim ve toksit maddeler kopiller permeabilite artışına, intemtisiyel ödeme ve doku harabiyetine neden olur. Lökosit sayısının azaltılması veya fonksiyonlarının inhibe edilmesi ile bu hasarın azaltılabileceği fikrinden hareketle deneysel ARDS modelinde hidroksiüre (HU) ve metilprednizolon (MP)'un karaciğer, böbrek ve terminal ileum dokularında oluşturduğu biyokimyasal ve histopatolojik değişikliklerin incelenmesi amaçlandı. 24 Adet New Zealand cinsi beyaz tavşan 6 şarlı 4 gruba ayrıldı. Denekler ketamin anestezisi altında Kontrol (K) grubunda medikasyonsuz diğer 3 grupta ise 0.12 mglkg dozunda oleik asit IV verildikten sonra ventilatöre bağlandı. Oleik Asit (OA) grubundaki deneklere başka işlem uygulanmadı. Oleik asit infüzyonundan 1 saat önce MP grubuna IV 30 mglkg MP, HU grubuna ise 20 gün süreyle 50 mglgün HU verildi. Lokosit sayılan OA, MP ve HU gruplarında 2. ve 4. saatlerde bir önceki ölçümlere ayrıca OA grubunda K grubuna, MP ve HU gruplarında OA grubuna oranla anlamlı derecede düşük idi. Karaciğer, böbrek ve terminal ileum dokularındaki PMNL, MNL ve AM sayısı OA grubunda K grubundan anlamlı derecede yüksek, MP ve HU gruplarında OA gruhundakinden anlamlı derecede düşük idi. Karaciğer, böbrek ve terminal ileum dokularındaki MDA seviyeleri O A grubunda K grubuna oranla anlamlı derecede yüksek iken, M P grubunda O A. grubundan anlamlı derecede düşük saptandı. HU grubunda, ise bu düşüş sadece böbrek ve ileum dokuları için anlamlı idi. Deneysel ARDS modelinde; MP lökositleri karaciğer, böbrek ve barsak dokusuna migrasyonunu önleyerek ve fagositoz yeteneğini inhibe ederek bu organlardaki lip id peroksidasyonunu ve doku hasarını azaltmaktadır. HU ise dolaşımdaki ve paralel olarak dokudaki lökositlerin sayısını azaltmasına rağmen sadece barsak ve böbrekteki hasarı azaltmaktadır.Öğe Bir üniversite hastanesinde 5 yıllık intraoperatif patoloji konsültasyonlarının değerlendirilmesi(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2013) Alabalık, Ulaş; Avcı, Yahya; Keleş, Ayşe Nur; Fırat, Uğur; Türkçü, Gül; Yıldız, Yılmaz; Özekinci, Selver Özşener; Büyükbayram, HüseyinAmaç: İntraoperatif patoloji konsültasyonu (İOPK) patolojinin en önemli ve en güç işlemlerinden biridir ve sonuçlarının retrospektif olarak yeniden gözden geçirilmesinin patoloji laboratuarlarında bir kalite kontrol yöntemi olduğu kabul edilmektedir. İOPK işlemi stres altında ve hızlı yapılmak zorunda olduğu için her zaman hataya açık bir yöntemdir. Yöntemler: Bu çalışmada, Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi (DÜTF) Patoloji Anabilim Dalında 2007-2012 yılları arasında incelenen olgular içindeki İOPK’lar değerlendirilmiştir. Bulgular: 1811 İOPK vakasından 1758’ine (%97,08) doğru tanı verilmiştir. Yanlış tanı verilen 53 vakanın 39’una (%2,15) yanlış negatif, 14’üne (%0,77) yanlış pozitif sonuç verilmiştir. Serimizde yanlış sonuç verilen 53 vakadan 35’inin yorum hatası, 15’inin makroskopik örnekleme hatası ve 3’ünün de teknik hata nedeniyle meydana geldiğini tespit ettik. İOPK olgularımıza ait dokular içerisinde birinci sıklığı over materyalleri oluşturmaktadır. İncelediğimiz 449 over dokusundan 8‘ine yanlış sonuç verilmiş ve sonucun parafin takibe bırakıldığı 27 vakayı çıkardığımızda doğruluk oranı %98,11 olarak saptanmıştır. Sonuç: Serimizdeki over dokularının İOPK incelemesine ait bu oran literatürdeki en yüksek doğruluk oranı olarak gözükmektedir.Öğe Bölgemizde kolorektal kanserlerde yaş ve cins dağılımı(1999) Değertekin, Halil; Sarı, Yasin; Akgül, Yılmaz; Büyükbayram, Hüseyin; Arslan, AdemBu çalışmada Güneydoğu Anadolu Bölgesinde 1990-1996 yılları arasında tetkik edilen 102 kolorektal karsinoma vakasında kanser ile yaş ve cins dağılımı arasındaki ilişki incelenmiş ve sonuçlar tartışılmıştır. Vakaların % 53'ü kadın, % 47'si erkektir. Ortalama yaş 48, kadınlarda 47, erkeklerde 49'dur. Vakaların % 30.3'ü 40 yaşın, % 50.8'i 50 yaşın ve % 80.2'si 60 yaşın altındadır. Kolorektal kansere en sık 5. dekadda (% 29.4) sonra sırası ile 4. dekadda (% 20.4) ve 3.dekadda (% 14.7) rastlanmaktadır. Altmış yaşın üzerinde kanser görülme oranı % 19.58 dir. Bu bulgular bölgemizde kolorektal kanserlerin her iki cinste eşit oranda görüldüğünü, ortalama yaşın 48 ve vakaların en az yarısının 50 yaşın altında olduğunu göstermektedir. Bu sonuçlar, yurdumuzdaki sonuçlara kabaca uygunluk göstermektedir, ancak yaş ortalaması bölgemizde daha düşüktür. Öte yandan batı ülkelerinde kolorektal kanser vakalarının % 90'ının 50 yaş üstünde olduğu bilinmektedir. Bizim sonuçlarımız bu sonuçlardan anlamlı şekilde farklıdır. Sonuç olarak şüpheli vakalarda yaş ne olursa olsun kolorektal kanser ihtimalinin düşünülmesi gerektiğini, ülkemiz ve bölgemizde daha ileri epidemiolojik ve etiolojik çalışmalara gerek olduğunu söyleyebiliriz.Öğe Classification of non-hodgkin lymphoma in Southeast Turkey: A review of 550 cases(Harran Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2019) Ekmen, Mehmet Önder; Dal, Mehmet Sinan; Karakuş, Abdullah; Büyükbayram, Hüseyin; Ayyıldız, Mehmet OrhanBackground: The distribution of non-Hodgkin lymphoma (NHL) subtypes differs around the world. In this study we aimed to evaluate the gender, age, subtypes, biopsy sites, nodal and extranodal residential area, and stage of disease in the patients with NHL admitted to our hospital between January 2005 and December 2014. Materials and Methods: The records of NHL patients admitted to our hospital between January 2005 and December 2014 were retrospectively reviewed Results: Among 550 patients, 335 patients (60.9%) were male, 215 patients (39.1%) were female. The average age of over all the patients was 56 years (15-95). The average age of women was 57 (15-88), the average age of men was 54 years (15-95). The histological subtypes of NHL patients were as follows: 447 patients (81.3%) B-cell lymphoma, 84 patients (15.2%) T / NK cell lymphoma, 19 patients (3.5%) unclassified subtype. NHL patients divided into subtypes according to 2001 and 2008 WHO (World Health Organization) Classification and histopathologic subtypes were as follow: Diffuse Large B Cell Lymphoma (DLBCL) 295 patients (53,63%), small lymphocytic lymphoma (SLL) 37 patients (6.7%), Extranodal marginal zone lymphoma (MALT type) 37 patients (6,75%), peripheral T-cell Lymphoma 27 patients (4.9%), mantle cell lymphoma 26 patients (4.72%), Nodal Marginal Zone B-Cell Lymphoma 7 patients (1,3%), follicular lymphoma in 12 patients (2.1%), Burkitt's lymphoma 7 patients (1.3%), Splenic marginal zone B-cell lymphoma 4 patients (0,7). The most common subtype of NHL was DLBCL 295 patients (53,63%). Follicular lymphomas are less common in our center. Extranodal involvement rate was 38,5% of patients. According to the distribution of the sites of extranodal NHLs, the vast majority of patients 43% had GI tract involvement. The most commonly affected GI sites were stomach (27,8%). In this study 22.9% of the patients were in Stage 1, 26.7% in Stage 2, 19.5% in Stage 3, 30.9% in Stage 4 according to Ann- Arbor classification. In conclusion, the characteristics of NHLs in our region show some differences from other sites of the world. Conclusions: The characteristics of NHL patients vary according to geographical differences. Present study has revealed the importance of geriatric assessment. NHL was observed frequently in men. Environmental risk factors have to research, epidemiologically. The most common subtype of NHL was DLBL. Follicular lymphomas are less common in our center. Improvement of national cancer registration system and multicenter large-scale studies reviewing the treatment protocols are needed to ensure the early diagnosis and therapy of NHL.Öğe Could moesin be a new marker for indicating progression in endometrial cancer?(Dove Medical Press Ltd., 2022) Ağaçayak, Elif; Keleş, Ayşenur; Değer, Uğur; Özçelik, Mehmet Şirin; Peker, Nurullah; Gündüz, Reyhan; Akkuş, Murat; Büyükbayram, HüseyinAim: This study aims to determine an important parameter in progression from pre-invasive lesions of endometrium to endometrial cancer and also evaluate the effect of this parameter on the progression of endometrial cancer. Material and Method: In our study,30 patients with normal endometrial tissue (group 1), 56 patients who had endometrial hyperplasia without atypia (group 2), 36 patients who had endometrial hyperplasia with atypia (group 3), and 63 patients with endometrial cancer (group 4) were included. Age, parity, body-mass index, systemic diseases, and tumor markers of patients were evaluated. Expression levels of Ezrin, Radixin, and Moesin proteins were immunohistochemically evaluated in terms of frequency, intensity, and score value. Results: When we compared hyperplasia cases with or without atypia; frequency, and score value of ezrin expression and frequency, intensity, and score value of moesin expression was significantly higher in patients who had hyperplasia with atypia (p:0.000 p:0.001 p:0.003, p:0.032 p: 0.035 p:0.015 p:0.005, respectively). It was observed that the frequency and score value of moesin expression were significantly higher in patients with endometrial cancer when compared with patients who had hyperplasia with atypia (p:0.003 p:0.045). The frequency of moesin expression was significantly higher in patients who had postoperative mortality (p:0.030 p:0.039). Conclusion: Increased frequency of moesin expression in the preoperative period in patients with atypical hyperplasia should alert the surgeon in terms of malignancy. If the frequency of moesin expression increases in cases with endometrial cancer, the patient should be followed closely in terms of progression in the postoperative period.Öğe Detection of bovine respiratory syncytial virus, Pasteurella multocida, and Mannheimia haemolytica by immunohistochemical method in naturally-infected cattle(Sciendo, 2018) Yaman, Turan; Büyükbayram, Hüseyin; Özyıldız, Zafer; Terzi, Funda; Uyar, Ahmet; Keleş, Ömer Faruk; Özsoy, Şule Yurdagül; Yener, ZabitIntroduction: The aim of this study was to determine the predisposing effect of bovine respiratory syncytial virus (BRSV) on Pasteurella spp. infection in naturally-induced pneumonia in cattle by immunohistochemical labelling. Material and Methods: Lungs of cattle slaughtered in the slaughterhouse were examined macroscopically, and 100 pneumonic samples were taken. The samples were fixed in 10% neutral formalin and embedded in paraffin by routine methods. Sections 5 μm in thickness were cut. The streptavidin-peroxidase method (ABC) was used to stain the sections for immuno-histochemical examination. Results: BRSV antigens were found in the cytoplasm of epithelial cells of bronchi, bronchioles, and alveoles and within inflammatory cell debris and inflammatory exudate in bronchial lumens. Pasteurella spp. antigens were detected in the cytoplasm of the epithelial cells of bronchi and bronchioles, and in cells in the lumens of bronchi and bronchioles. Eleven cases were positive for only one pathogen (six for BRSV and five for Pasteurella spp.), while 35 cases were positive for 2 pathogens: BRSV plus P. multocida (n = 21) or M. haemolytica (n = 14). Conclusion: The presence of high levels of BRSV in dual infections indicates that BSRV may be the main pneumonia-inducing agent and an important predisposing factor for the formation of Pasteurella spp. infections in cattle naturally afflicted with pneumonia.Öğe Diffuse lipomatosis of thyroid gland(1999) Arslan, Adem; Aliç, Bülent; Uzunlar, Ali Kemal; Büyükbayram, Hüseyin; Sarı, İbrahimA case of diffuse lipomatosis of the thyroid gland is presented. Previously documented cases of this rare disorder are reviewed. Diffuse lipomatosis of the thyroid, amyloid goiter with adipose tissue, and the relationship between lipomatosis and adenolipoma are discussed.Öğe Diyarbakır bölgesinde malign melanom hastalarının BRAF mutasyonu analizi(Çukurova Üniversitesi, 2020) İbilioğlu, İbrahim; Alabalık, Ulaş; Keleş, Ayşe Nur; Aydoğdu, Gülay; Büyükbayram, HüseyinAmaç: Bu çalışmada Diyarbakır yöresindeki malign melanoma (MM) vakalarında BRAF V600E mutasyon oranlarını belirlemeyi, mutasyon oranlarının prognostik parametrelerle ilişkisini araştırmayı ve sonuçları Türkiye’nin batısındaki değerler ile karşılaştırılması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Ocak 2014-Temmuz 2019 tarihleri arasında Dicle Üniversite Tıp Fakültesi Patoloji AD’da tanı alan primer MM ve metastatik MM olmak üzere 93 MM olgusu dahil edildi. Hastaların real-time polimeraz zincir reaksiyonu (PCR) yöntemi ile çalışılan BRAF V600E mutasyon sonuçları ile prognostik parametreler karşılaştırıldı. Bulgular: MM tanılı 93 hastada BRAF V600E mutasyon oranı %21,5 (n=20) olup gövde ve baş-boyun yerleşimli tümörlerde, kutanöz ve mukozal yerleşimli tümörlerde, Clark evre V tümörlerde, 0-2 mm arası çapa sahip tümörlerde, Ki-67 proliferasyonu %11-20 arasında olanlarda, ülserli olmayan tümörlerde, kronik güneş maruziyeti olanlarda daha yüksek oranda izlenmiştir. Sonuç: Diyarbakır yöresinde BRAF mutasyonunu Türkiye’nin batısındaki değerlere göre daha düşük bulduk. Bunun nedeninin bölgemizde akral lentijinöz melanom (ALM)’un daha sık izlenmesi olduğunu düşünmekteyiz. Küçük çaplı tümörlerde BRAF V600E mutasyonunun daha fazla izlenmesine karşın yüksek Clark evre tümörlerde daha fazla görülmesi, mutasyonun daha sonra tümörün ileri evrelerinde de ortaya çıkabileceğini akla getirmiştir. Yüksek olgu serileri ile yapılacak çalışmalar BRAF ve prognostik değerler arasındaki korelasyonları ortaya çıkarabilir ve tedavi için hasta seçiminde yararlı olabilir.Öğe Diyarbakır yöresi 2012-2017 yılları arası kanser hastalarının analizi(Kafkas Üniversitesi, 2021) İbilioğlu, İbrahim; Alabalık, Ulaş; Keleş, Ayşe Nur; Aydoğdu, Gülay; Nacir, Mustafa; Sertakan, Hatice; Büyükbayram, HüseyinAmaç: Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de kanserlerin sıklığı ve dağılımı bölgesel farklılıklar göstermekte olup etyolojik faktörler açısından yeterli veriler bulunmamaktadır. Bu çalışmada Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı kayıtlarından elde ettiğimiz veriler ile Diyarbakır ve yöresindeki kanser sıklığını, bölgemizde yapılan önceki yıllara ait çalışmalar ve Türkiye verileri ile karşılaştırarak cinsiyetlere göre kanser dağılımlarını araştırma amaçlanmaktadır. Materyal ve Metot: Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı’na Ocak 2012- Ocak 2017 tarihleri arasında gelen iğne biyopsi, endoskopik biyopsi, punch biyopsi, eksizyon ve rezeksizyon materyallerinden oluşan 64,256 hastaya ait kayıtlar geriye dönük olarak incelendi. Bulgular: Hastalardan 7,644’ü (%11,9) malign tümöre sahipti. Kanserli hastaların 3792’sini (%49,6) erkek, 3,852’sini (%50,4) kadın hastalar oluşturuyordu. En sık görülen ilk beş kanser sırası ile meme (%17,6), akciğer (%14,4), deri (%10), tiroid (%8,4), kolorektal (%6,3) kanserlerdi. Erkek hastalarda en sık görülen kanserlerden ilk beşi akciğer (%23,84), prostat (%11,84), deri (%11,15), mesane (%8,31), lenfoma (%7,62), kadınlarda ise meme (%34,11), tiroid (%13,81), deri (%8,80), kolorektal (%5,78) ve akciğer (%5,14) kanserleriydi. Sonuç: Diyarbakır ve yöresindeki kanser sıklığını araştırdığımız bu çalışmada en sık görülen meme kanseri ve her iki cinsiyette üçüncü sırada izlenen deri kanseri ön plana çıkmaktadır. Tiroid kanserleride dördüncü sıra ile dikkat çekmektedir. Verilerimiz Diyarbakır ve yöresinin kanser epidemiyolojisine yardımcı olabilir ve bölgede kanser hastaları için önlemler alınmasına katkıda bulunabilir.Öğe Double thyroglossal duct cyst located in the hyoid region and the tongue base: an unusual coexistence(2011) Yorgancılar, Ediz; Büyükbayram, Hüseyin; Topçu, İsmail; Yıldırım, Müzeyyen; Gün, RamazanTiroglossal kanal kistleri tiroid bezinin boynun ön tarafındaki son yerini almak üzere foramen çekumdan inişi sırasında var olan tiroglossal kanalın persistan epiteliyal kalıntılarından kaynaklanır. Tiroglossal kanal dilden tiroide kadar olan inişin herhangi bir yerinde kalabilir. Dile lokalize tiroglossal kanal kistleri farenksin çok nadir görülen ve hızlı bir şekilde tedavi edilmediği takdirde morbidite ve mortaliteye neden olabilen doğuştan lezyonlarıdır. Çift tiroglossal kistler ve tiroglossal kanalın obliteratif proçesinin tamamen başarısızlığa uğraması literatürde çok nadirdir. Bu yazıda, aynı tiroglossal kanaldan kaynaklanan ve biri hyoid bölgede, diğeri ise dil kökünde olmak üzere iki kist olgusu tanımlandı. Bildiğimiz kadarıyla, bu birliktelik literatürde daha önce bildirilmemiştir.Öğe Ecballium elaterium extract reduces fibrosis during wound healing in rats(Taylor & Francis, 2021) İbiloğlu, İbrahim; Alabalık, Ulaş; Keleş, Ayse Nur; Aydoğdu, Gülay; Başuguy, Erol; Büyükbayram, HüseyinWe explored the effects of subcutaneously injected Ecballium elaterium (L) A. Rich. (EE) extract on skin wound-healing in rats, as well as the effects on the liver and pancreas. Twenty-eight rats were divided into two groups of 14 each: a saline control group (S) and an EE group. Both groups were divided into two subgroups according to the day of sacrifice (S-7 and S-14, and EE-7 and EE-14). All animals received 2.5 cm skin incisions followed by subcutaneous injections of either saline or 2.5 mg/kg EE per margin (5 mg/kg in total). The S and EE groups were compared in terms of the severity and type of local and neighbouring inflammation, vascularization, fibrosis and effects on the liver and pancreas. In addition, apoptosis and vascularity between S and EE groups were compared immunohistochemically with caspase-3 and cd-34 antibodies. There was no significant difference between the staining rates of caspase-3 and cd-34 in the immunohistochemical assay between the S and E groups. Subcutaneous EE was not toxic to the pancreas or liver; the EE-14 group exhibited less fibrosis than the S-14 group. Therefore, it can contribute to the proper closure of the lesion by reducing fibrosis during wound healing.Öğe The effects of glucose-insulin-potassium solution and BN 52021 in intestinal ischemia-reperfusion injury(2003) Aldemir, Mustafa; Gürel, Ahmet; Büyükbayram, Hüseyin; Taçyıldız, İbrahimThe objective of this study was to investigate effects of glucose-insulin-potassium (GIK) solution and BN 52021, a platelet-activating factor antagonist, on intestinal ischemia-reperfusion injury. Fifty male Sprague-Dawley rats (200-225 g) were divided into 5 groups each containing 10 rats; group SO, sham operation group; group I, mesenteric ischemia group (for 30 minutes); group R, ischemia plus reperfusion (for 60 minutes); group BR, ischemia-reperfusion plus BN 52021; group GR, ischemia-reperfusion plus GIK solution. Samples for malondialdehyde (MDA) and ileum (for mucosal injury score) were obtained. The mucosal injury scores of group R were significantly higher than those of group I (4 ±0.20 and 3 ±0.16, respectively, p < 0.0001). The scores of groups BR and GR were significantly lower than those of group R (p < 0.0001 and p < 0.0001, respectively). When it was compared with the injuries in BR and GR groups, similar results were obtained in both groups (p = 0.190). Mean MDA levels of group R were significantly higher than those of group I, BR and GR (131.33 ±3.99 nmol/g, 93.74 ±3.22 nmol/g, 104.81 ±2.56 and 100.34 ±5.30, respectively, p < 0.0001). MDA levels of group BR and GR were significantly lower than those of group I (p < 0.0001 and p = 0.003, respectively). These observations suggest that treatment with GIK solution and BN 52021 before reperfusion and during reperfusion period may be useful in decreasing intestinal reperfusion injury.Öğe The effects of microwave and extremely low frequency magnetic field on rat ear(2001) Meriç, Faruk; Akdağ, Zülküf; Akşen, Feyzan; Sert, Cemil; Osma, Üstün; Cüreoğlu, Sebahattin; Büyükbayram, HüseyinAmaç: 9450 MHz mikrodalga ve 50 Hz çok düşük frekans manyetik alanın sıçan iç kulağına etkileri araştırıldı. Çalışma planı ve Yöntemler: Çalışmada 58 erişkin Wistar albino sıçanı kullanıldı. Çok düşük frekans manyetik alan (50 Hz) için 26 sıçan rastgele kontrol (n=12) ve deney (n=14) grubu olarak; diğer denekler ise mikrodalga (n=24) ve kontrol (n=8) grubu olarak ayrıldı. Üç hafta süreyle iki grup sıçana sırasıyla mikrodalga (günde 1 saat) ve manyetik alan.(günde 3 saat) uygulandı. Uygulamadan sonra tüm sıçanların kulakları alındı, iç kulakları histopatolojik olarak incelendi. Hasarı derecelendirmede Covell skalası kullanıldı. Bulgular: Kontrol grubundaki sıçan iç kulaklarının tümünde ve çalışma grubundaki iç kulakların 63'ünde kokleanın mikroskobik görünümü normaldi. Manyetik alana maruz bırakılan sıçanlardan elde edilen yedi kulakta değişiklik gözlendi (beş kulakta 3-4, bir kulakta 7, bir kulakta 8 derecesinde). Mikrodalga, altı kulakta 3-4 derecesinde değişikliğe neden oldu. İç kulak patolojisinde görülen değişiklikler mikrodalga grubunda anlamlı bulunmadı (p>0.05), manyetik alan grubundaki sıçanlarda ise anlamlı bulundu (p<0.05). Sonuç: Manyetik alana maruz kalma, İç kulakta da- ha belirgin dejeneratif değişikliklere yol açmaktadır.Öğe The effects of the nitric oxide donor molsidomine prevent in warm ischemia-reperfusion injury of the rat renal - A functional and histopathological study(2001) Öztürk, Hayrettin; Aldemir, Mustafa; Büyükbayram, Hüseyin; Dokucu, Ali İhsan; Otçu, SelçukAim of this experimental study is to verify the protective effect of molsidomine on the renal function and structural modifications in the ischemia-reperfusion rat kidney. Sixty-eight male Sprague-Dawley rats, which were right nephrectomized and occluded left renal artery for 60 minutes were used. Group I (n = 10) sham-operated animals, which only underwent right nephrectomy. Group II (n = 20) Untreated ischemic rats, which underwent left renal ischemia by occlusion of the renal artery for 60 minutes before blood was restored. Group III (n = 18) molsidomine treated ischemic rats, Group IV (n = 20) L-NAME (NG-nitro-L-arginine methyl ester) treated ischemic rats. Serum creatinine and blood urea nitrogen (BUN) were measured daily and biopsies were obtained from the remaining left kidneys. At seventh day, 55% and 50% of the rats remained alive at the G-II and G-IV respectively. Molsidomine treated rats (G-III) were alive and healthy at day 7. The serum creatinine and BUN levels were significantly higher in G-II and G-IV when compared with the sham-operated group (G-I). G-III rats showed a rapid return to the normal serum creatinine and BUN values on postoperative days 1, 2, 3 and 4. The obtained values in G-III were significantly lower in comparison to the values of G-II and G-IV. The most severe damage (grade 3 to 4) was determined in the kidneys of rats from GII or GIV. The degree of renal tubular damage in GIII was evaluated as grade 1 or 2 tubular damage according to Jablonkski's scale. Our findings suggested that the administration of molsidomine may vanquish the pernicious effects of warm ischemia on kidney structure and function.Öğe Endobronşial tüberküloz ( 3 olgu nedeniyle )(1999) Işık, Recep; Şenyiğit, Abdurrahman; Asan, Emir; Leblebici, H. İbrahim; Büyükbayram, HüseyinEndobronşial tüberküloz (EBTB), pulmoner tüberkülozun (tb) ciddi bir komplikasyonu olup nadir görülen bir durumdur. Ancak ilaçlara direnç gelişimine paralel olarak bildirilen olgu sayısında son zamanlarda belirgin bir artış mevcuttur Bu makalede hem balgam, hem de bronşial lavajda tb basili saptanmayan ve endobronşial biyopsi ile teşhisleri konan olguları literatür bulguları eşliğinde sunmayı uygun bulduk.Öğe Epithelial dysplasia in gastric endoscopic biopsies(2001) Özaydın, Ö. Mehmet; Uzunlar, A. Kemal; Müderriszade, Mehmet; Yılmaz, Fahri; Sarı, İbrahim; Arslan, Adem; Büyükbayram, HüseyinAmaç : Displazi midenin prekanseröz bir lezyonu olarak kabul edilmektedir. Ancak displazinin tanımı, tanısı ve dağılımında güçlüklerle karşılaşılmaktadır. Bu çalışmanın amacı displazi tanısında karşılaşılan güçlükleri ve displazi suptiperini belirlemektir. Yöntem: 1985-1995 yılları arasında Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı'na gelen 666 olgunun endoskobik mide biyopsi materyallerinin H.E. boyalı parafin kesitleri retrospektif olarak değerlendirildi. 44 (%6.6) olguya displazi tanısı kondu. Bulgular: Olgularımızın 29 (% 65,90)'u erkek, 15 (% 34,10)'i kadın olup, erkek kadın oranı 1.93 dür. Bunların 28 (% 63,65)'inin antrum yerleşimli olduğu saptandı. Genel yaş ortalaması ise 52,2 olarak bulundu. Displazi tanısı konan 44 olgunun 27 (% 61,36)'sı hafif, 11 (% 25)'i orta ve 6 (% 13,64)'si şiddetli displazidır. Orta derece displazilerin 4 (% 36,36)'ü ve şiddetli displazilerin 4 (% 66,67)'ü kanserle birlikteydi. Sonuç: Midede displazi saptandığı zaman kanser olup olmadığı araştırılmalıdır. Kanser tespit edilemezse, seri biyopsiler alınmalı, displazi devam ediyorsa gastrektomi önerilmelidir.Öğe Evaluation of metabolic parameters of microsatellites stable and instable colorectal cancer patients via PET/CT(2024) Tuzcu, Şadiye Altun; Çetin, İlbey Erkin; Güzel, Fatih; Çetinkaya, Erdal; Taşdemir, Bekir; Büyükbayram, HüseyinAims: Microsatellite instability has been determined as an important indicator in selecting chemotherapy drugs in colorectal cancer. Within the scope of this research, we aimed to elucidate the pathology reports and determine whether the metabolic parameters detected by PET/CT differ in MSI-positive and negative patients. Methods: A total of 35 patients were analyzed retrospectively. The patient population consisted of patients who applied to the Nuclear Medicine Department with a diagnosis of colon or rectum cancer, underwent PET/CT imaging for staging purposes, and were operated on. Results: A total of 35 colon or rectum cancer patients were included in this retrospective analysis. When microsatellite instability was analyzed among the patients, it was found that female patients comprised 4 microsatellite instability-positive and 16 microsatellite instability-negative individuals. On the other hand, 5 of the males were microsatellite instability positive, and 10 were microsatellite instability negative. The mean SUVmax value was 16.4±8.2, SUVmean was 8.1±1.9, TLG was 392.4±520.8, and MTV was 26.5±25.4 in the microsatellite instability-positive individuals. On the other hand, the mean SUVmax value was 22.7±9.7, SUVmean was 5.2±2.2, TLG was 316.4±325.7, and MTV was 21.7±21.7 in the microsatellite instability-negative individuals. Conclusion: With the advancement of image analysis technology, MTV, and TLG, volumetric indexes derived from 18F-FDG PET have been proposed for risk stratification of cancer patients. Regarding the outcomes of this research, the semiquantitative and metabolic parameters obtained by PET/CT are not different in colorectal cancer cases with instable and stable microsatellites.Öğe Evaluation of metabolic parameters of microsatellites stable and instable colorectal cancer patients via PET/CT(MediHealth Academy Yayıncılık, 2024) Tuzcu, Şadiye Altun; Çetin, İlbey Erkin; Güzel, Fatih; Çetinkaya, Erdal; Taşdemir, Bekir; Büyükbayram, HüseyinAims: Microsatellite instability has been determined as an important indicator in selecting chemotherapy drugs in colorectal cancer. Within the scope of this research, we aimed to elucidate the pathology reports and determine whether the metabolic parameters detected by PET/CT differ in MSI-positive and negative patients. Methods: A total of 35 patients were analyzed retrospectively. The patient population consisted of patients who applied to the Nuclear Medicine Department with a diagnosis of colon or rectum cancer, underwent PET/CT imaging for staging purposes, and were operated on. Results: A total of 35 colon or rectum cancer patients were included in this retrospective analysis. When microsatellite instability was analyzed among the patients, it was found that female patients comprised 4 microsatellite instability-positive and 16 microsatellite instability-negative individuals. On the other hand, 5 of the males were microsatellite instability positive, and 10 were microsatellite instability negative. The mean SUVmax value was 16.4±8.2, SUVmean was 8.1±1.9, TLG was 392.4±520.8, and MTV was 26.5±25.4 in the microsatellite instability-positive individuals. On the other hand, the mean SUVmax value was 22.7±9.7, SUVmean was 5.2±2.2, TLG was 316.4±325.7, and MTV was 21.7±21.7 in the microsatellite instability-negative individuals. Conclusion: With the advancement of image analysis technology, MTV, and TLG, volumetric indexes derived from 18F-FDG PET have been proposed for risk stratification of cancer patients. Regarding the outcomes of this research, the semiquantitative and metabolic parameters obtained by PET/CT are not different in colorectal cancer cases with instable and stable microsatellites.