Yazar "Böyük, Abdullah" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 18 / 18
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Akut batının nadir bir nedeni: Gastrointestinal stromal tümöre bağlı izole incebarsak tıkanması(2012) Okudan, Murat; Egeli, Tufan; Arıkanoğlu, Zülfü; Önder, Akın; Böyük, Abdullah; Taşkesen, FatihGastrointestinal stromal tümörler ( GİST), primer olarak gastrointestinal sistem ve abdomende yerleşen, özgün histolojik özellikleri olan, mezenkimal tümörlerdir. Gastrointestinal sistemin her yerinde olabilirler ama en sık mide (%50) daha sonra da ince barsaklarda (%25) görülürler. Hastaların çoğu başka tanılar veya obstrüksiyon bulguları ile ameliyata alınmaktadırlar. Burada, jejunumda lokalize bir stromal tümör vakası ve klinik görünümü literatür verileri ışığında gözden geçirildi.Öğe Akut biliyer pankreatitli olgularda erken ve geç laparoskopik kolesistektominin yeri(2011) Kapan, Murat; Önder, Akın; Arıkanoğlu, Zülfü; Taşkesen, Fatih; Böyük, Abdullah; Beyazıt, Ünal; Keleş, CelalettinAmaç: Akut biliyer pankreatitli hastalarda erken ve geç laparoskopik kolesistektomi sonuçlarını karşılaştırarak, mortalite ve morbidite üzerine olan etkisini araştırmayı amaçladık. Hastalar ve Yöntem: Anabilim Dalı'nda Ocak 2005 – Eylül 2010 tarihleri arasında şiddetli olmayan Akut biliyer pankreatit tanısı alan ve tedavisi için laparoskopik kolesistektomi uygulanan toplam 108 hasta çalışmaya alındı. Hastaların demografik özellikleri, yapılan ameliyat türü, ameliyat süreleri, açık ameliyata geçme oranları, komplikasyonlar, mortalite ve hastanede yatış süreleri kaydedildi. Bulgular: Toplam 108 hastanın 46'sı Grup A'da, 62'si Grup B'de idi. Grupların kadın erkek oranları Grup A'da % 76.1/ % 23.9 iken, Grup B'de % 71.0/ % 29.0 idi. Grup A'daki 43 (%93.5) hastaya başarılı şekilde laparoskopik kolesistektomi gerçekleştirilirken, 3 (%6.5) hastada açık ameliyata geçildi. Grup B'de 58 (%93.6) hastaya başarılı şekilde laparoskopik kolesistektomi uygulanırken, 4 (%6.4) hastada açık ameliyata geçildi. Ameliyat süreleri Grup A'da ortalama 70.5 dakika, Grup B'de ise ortalama 68.6 dakika idi. Ameliyat sonrası hastanede yatış süreleri Grup A'da ortalama 2.8 gün, Grup B'de ortalama 3.0 gündü. Sonuç: Verilerimize göre hafif ve orta şiddetteki pankreatitte erken laparoskopik kolesistektomi, açık ameliyata geçme oranlarını ve safra yolu komplikasyonlarını artırmamaktadır. Buna karşılık geç laparoskopik kolesistektomi'de tekrarlayan pankretit atakları gecikme süresiyle korele olarak artmaktadır. Bu yüzden hafif ve orta şiddetli biliyer pankreatitte tekrarlayan pankreatit ataklarınının morbidite ve mortalitesinden hastaları korumak için erken laparoskopik kolesistektomi önermekteyiz.Öğe Apendektomi sonrası akut güdük apandisit(2010) Kapan, Murat; Gümüş, Metehan; Tekbaş, Güven; Böyük, Abdullah; Önder, AkınGüdük apandisit, apendektomi sonrası geride kalan apandiks dokusunun enflamasyonu ile karakterize nadir görülen bir durumdur. Apendektomi hikayesinin olması tanıda şüphelenmeyi azaltır ve morbiditeyi artırır. Önceden apendektomi geçirmiş sağ alt kadran ağrısı ve peritonit bulguları ile başvuran hastalarda güdük apandisit olabileceği akılda tutulmalıdır. Bu yazıda kliniğimize akut karın ile başvuran güdük apandisitli iki olgu sunuldu.Öğe Coexistence of Behcet’s disease and colonic diverticulitis: Is it causal or just a coincidence?(2013) Girgin, Sadullah; Kapan, Murat; Önder, Akın; Arıkanoğlu, Zülfü; Böyük, Abdullah; Taşkesen, Fatih; Gül, Mesut[Abstract Not Available]Öğe A conservative approach to rectus sheath haematomas(Tıp Araştırmaları Derneği, 2011) Önder, Akın; Kapan, Murat; Gümüş, Metehan; Böyük, Abdullah; Tekbaş, Güven; Girgin, Sadullah; Taçyıldız, İbrahimAim: Rectus sheath haematoma (RSH) is the result of a rupture of epigastric vessels or rectus muscle occurring mostly in infraumblical region. Etiological factor is predominantly trauma and rarely spontaneous. Generally, misdiagnosed or delays in diagnosis result in unnecessary surgical intervention. Method: Between December 2008 and September 2009, five patients diagnosed for RSH in our hospital retrospectively analyzed in terms of the demographical characteristics, clinical and radiological findings and length of stay in hospital. Result: The average age of the patients was 67 (59-76) years and all were female. At least one of the patients had a systematic disease. All the patients were using anticoagulant and none of them had trauma story. On physical examination, we determined palpable masses loca ted as follows; in left lower quadrant of three patients, in right lower quadrant of one patient and in left upper quadrant of one patient. The types of RSH in radiological imaging were Type 1 in one patient, Type 2 in three patients and Type 3 in one patient. Anticoagulant treatments were stopped and all patients were treated conservatively. The average stay in hospital time of the patients was 8 days. The computed tomography control at the end of the first month revealed that the mass disappeared in cases with Type 1 RSH while the other four cases had a marked decrease in the mass size. Conclusion: RSH should be taken into consideration in differential diagnosis when elder patients - especially females - with anemia, palpable mass, anticoagulant medication history admitted to clinics with acute abdomen. Early diagnosis of RSH provides the preventing of the unnecessary surgical interventions and determines the success of conservative treatment.Öğe Dehydroepiandrosterone ameliorates hepatocellular damage in obstructive jaundice(Wiley, 2010) Gümüş, Metehan; Çelebi, Fehmi; Böyük, Abdullah; Gürsan, Nesrin; Akçay, FatihWe aimed to investigate the ameliorating effect of dehydroepiandrosterone (DHEA) on the potential hepatocellular damage in experimental obstructive jaundice. Twenty-four male rabbits in the study were randomly allocated into three groups. In the sham group, the choledochal canal was identified and explored. In the obstructive jaundice and treatment groups, the choledochal canal was ligated. Placebo and DHEA were administered to the obstructive jaundice and treatment groups, respectively. Blood samples were obtained at baseline, and both blood samples and liver tissue samples were obtained by re-laparotomy performed on day 8. Biochemical parameters were measured in blood samples, and liver samples were histopathologically evaluated. Alanine aminotransferase (ALT), aspartate aminotransferase (AST), gamma glutamyl transferase (GGT), alkaline phosphatase (ALP) and bilirubin levels were lower in the treatment group than in obstructive jaundice. Mononuclear inflammation in the portal region and hepatocyte degeneration were milder in the treatment group compared to obstructive jaundice group. Fibrosis and necrosis were also recovered by the DHEA treatment. In conclusion, these findings suggested that DHEA may reduce the obstructive jaundice-induced hepatocellular damage. Copyright (C) 2010 John Wiley & Sons, Ltd.Öğe Doğum travması sonucu anal inkontinans gelişen kadınlarda cerrahi tedavi sonuçları(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2011) Önder, Akın; Arıkanoğlu, Zülfü; Kapan, Murat; Taşkesen, Fatih; Böyük, Abdullah; Keleş, CelalettinAmaç: Anal inkontinans, gaz ve dışkının istem dışı kaçırılmasıdır ve kadınlarda sıklıkla vajinal doğum esnasında gerçekleşen travmaya bağlı ortaya çıkar. Bu çalışmada vajinal doğum travmasına bağlı anal inkontinans gelişen ve cerrahi uyguladığımız hastaların sonuçlarının değerlendirilmesi amaçlandı. Gereç ve yöntem: Ocak 2005-Aralık 2010 yılları arasında vajinal doğum travmasına bağlı anal inkontinans nedeniyle overlapping sfinkter onarımı uygulanan 15 hastanın dosyaları retrospektif olarak incelendi. Bulgular: Hastaların ortalama yaşı 34.7±9.2(18-49) yıl idi. Sfinkter hasarı hastaların tamamında evre 4 idi. Yırtığın oluşması ile ameliyata kadar geçen süre, hasar sonrası ilk gün ile 17 yıl arasında değişmekteydi. Postoperatif dönemde hastaların 2’sinde yara yeri enfeksiyonu, 1’inde gaz-gaita inkontinansı, 3’ünde gaz inkontinansı gelişti. 11 hastada kontinans sağlandı. Sonuç: Vajinal doğum travmalarına bağlı sfinkter hasarları ayrıntılı fizik muayene ve dikkatli bir sorgulama ile kolaylıkla tanımlanabilir. Cerrahi tedavi ile memnuniyet verici sonuçlar elde edilebilmektedir.Öğe The effective factors on morbidity due to penetrating small intestine injuries(2012) Böyük, Abdullah; Girgin, Sadullah; Önder, Akın; Gümüş, Metehan; Kapan, Murat; Gül, Mesut; Başol, ÖmerAmaç: Bu çalışmada penetran travmaya bağırsak ince bağırsak yaralanmalarında morbidite üzerine etkili faktörlerin araştırılması amaçlandı. Gereç ve Yöntemler: Ocak 2006-Aralık 2010 tarihleri arasında penetran ince bağırsak yaralanmasına bağlı cerrahi uygulanan 114 hasta retrospektif olarak incelendi. Bulgular: Hastaların 96’sı (%84.2) erkek, 18’i (%15.8) kadın idi. Hastaların ortalama yaşları 32.8±12.3 (15-77) yıldı. En sık etiyolojik neden ateşli silah yaralanmasıydı (%66.7). Hastaların 51’inde (%44.7) izole ince bağırsak yaralanması, 63’ünde (%55.3) ince bağırsakla beraber intraabdominal yandaş organ yaralanması mevcuttu. Yandaş organ olarak en sık kolon yaralanmasının (%66.7) ettiği belirlendi. Hastalara en sık olarak 68’ine (%59.7) primer sutür uygulandı. Hastaların 30’unda (%26.3) morbidite gelişti. En sık görülen komplikasyon yara yeri enfeksiyonuydu. Yandaş organ yaralanmalarının eşlik ettiği ince bağırsak yaralanmalarında morbidite anlamlı olarak artmaktaydı (p=0.006). Kolon yaralanması (p=0.002) mevcut olanlar ile peritonit bulguları (p=0.048) nedeniyle opere edilen hastalarda morbidite anlamlı olarak daha yüksekti. Mortalite gelişimi üzerine kan tranfüzyon miktarı etkiliydi (p<0.001). Hastaların ortalama yatış süreleri 6.9±2.9 (1-21) gün olup, morbidite gelişen grupta anlamlı olarak uzundu. (p=0.002). Mortalite hastalarımızın 6’sında ilk 24 saat içinde hemorajiye ve 1’inde anastomoz kaçağına bağlı sepsis nedeniyle görüldü. Sonuç: İnce bağırsak yaralanmalarında özellikle kolon ve beraberinde intraabdominal diğer organ yaralanmalarının eşlik etmesi postoperatif morbidite anlamlı olarak arttırmaktadır. (JAEM 2012; 11: 204-7)Öğe Hydatid disease localized in mesorectum: Case report(Modestum Publishing Ltd., 2015) Oğuz, Abdullah; Gümüş, Metehan; Türkoğlu, Ahmet; Göya, Cemil; Alabalık, Ulaş; Böyük, AbdullahHydatid disease is a parasitic disease, which is caused by echinococcus and often located in the liver and lung but occasionally found in other organs. Only one previous study reported localization in the mesorectum. In this case report, we present a 27-year-old male, as a second case in the literature, with a hydatid cyst located in the mesorectum. Abdominopelvic computed tomography revealed cystic masses localized in the mesorectum with no pulmonary or hepatic involvement. Pre-operative cyst hydatid IgG (1/1000) was positive, and the preliminary diagnosis was hydatid disease. The patient underwent partial cystectomy. Macroscopic and microscopic examination of the specimens confirmed the hydatid cyst. This case report demonstrates that hydatid disease should be taken into consideration in the differential diagnosis of a cystic mass in any anatomic localization, especially in endemic areas. J Clin Exp Invest 2015; 6 (1): 75-77.Öğe Investigation of antioxidant effects of rosmarinic acid on liver, lung and kidney in rats: A biochemical and histopathological study(Via Medica, 2020) Oǧuz, Abdullah; Böyük, Abdullah; Ekinci, Aysun; Alabalık, Ulaş; Türkoǧlu, Ahmet; Tuncer, Cudi M.; Ekingen, Arzu; Deveci, Engin; Gültürk, Barış; Aday, U.Background: The aim of the study was to investigate the protective effects of rosmarinic acid in rats exposed to hepatic ischaemia/reperfusion (I/R) injury. Materials and methods: Thirty-two rats were randomly classified into four groups of 8 rats each: laparotomy without medication, rosmarinic acid (dose of 50 mg/kg via oral gavage) followed by laparotomy, laparotomy followed by hepatic I/R, and hepatic I/R with rosmarinic acid. Serum aspartate aminotransferase, alanine aminotransferase, and malondialdehyde levels and total oxidant activity and total antioxidant capacity levels of the liver, lung, and kidney were assessed. The histopathologic assessment was also performed. Results: Rosmarinic acid significantly reduced liver function test parameters and decreased oxidative stress and abnormal histopathologic findings in the liver. The oxidative stress in the lung significantly increased in the I/R group but significantly decreased in the I/R + rosmarinic acid group due to the addition of rosmarinic acid. Rosmarinic acid led to no reduction in oxidative stress in kidney following hepatic I/R injury. There were no statistically significant differences among the groups regarding histopathologic changes in kidney and lung sections. Conclusions: Rosmarinic acid has antioxidant properties and is an effective hepatoprotective agent. However, although rosmarinic acid provides useful effects in the lung by increasing antioxidant capacity and reducing oxidative stress after I/R injury, it does not ameliorate histopathologic changes. These findings suggest that rosmarinic acid is likely to provide favourable outcomes in the treatment of hepatic I/R injury. CopyrightÖğe Investigation of Some Sera Biomarker Levels in Fascioliasis Patient(2012) Çiçek, Mutalip; Tekin, Alicem; Evliyaoğlu, Osman; Böyük, AbdullahÇoğunlukla koyun ve sığırların karaciğer trematodu olarak bilinen Fasciola sp. insanlarda da enfeksiyon oluşturmaktadır. Bu çalışmada, fascioliasisli hastaların serumlarında Paraoxonase, Total oksidan seviye, Total antioksidan kapasite, Apolipoprotein A, Apolipoprotein B, Transferin ve Nitrik oksit düzeylerinin nasıl etkilendiği araştırıldı. Bu amaçla çalışmaya 45 fascioliasisli hasta ve 38 sağlıklı bireylerden oluşan kontrol grubu dâhil edildi. Fascioliasisli hastalar ELISA IgG, dışkı bakısı ve radyolojik görüntüleme ile teşhis edildi. Hasta ve kontrol grubunda kadın ve erkek sayıları sırasıyla 34/11ve 30/8 olarak belirlendi. Ortalama yaş hasta grubunda 38.1±11.7, kontrol grubunda ise 35.8±16.9 idi. İki grup arasında yaş, cinsiyet ve vücut kitle indeksi açısından istatistik olarak farklılık saptanmadı (P>0.05). Bu çalışma sonucunda fascioliasisli hastalarda Paraoxonase (P<0.001), Apolipoprotein A (P<0.001), Transferin (P<0.001) ve Total antioksidan kapasite (P<0.024) düzeyi kontrol grubuna göre daha düşük seviyede belirlendi ve istatistik olarak anlamlı görüldü. Nitrik oksit ve Total oksidan seviye fascioliasisli hastalarda kontrol grubuna göre daha yüksekti ve istatistik olarak anlamlı görüldü (P<0001). Apolipoprotein B düzeyinde ise iki grup arasında fark saptanmadı. Kontrollere göre, fascioliasisli hastalarda düşük seviyedeki Paraoxonase, Total antioksidan kapasite, Transferin ve Apolipoprotein A ile yüksek seviyedeki Nitrik oksit ve Total oksidan seviye düzeyleri insanlarda fascioliasisin patogenezini ve immunitesini daha iyi anlamamız ve teşhise yardımcı olabilecek yeni serum biyomarkırları için yol gösterici olabilirÖğe Laparoskopik kolesistektomi sonrası trokar giriş yeri hernileri(Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2011) Kapan, Murat; Önder, Akın; Gümüş, Metehan; Böyük, Abdullah; Girgin, SadullahGiriş ve Amaç: Laparoskopik kolesistektomiden (LK) sonra trokar yerinde insizyonel herni (TH) gelişimi nadir bir komplikasyondur. Çalışmamızda LK’ler sonrası gelişen TH’lerin güncel literatür eşliğinde sunulması amaçlanmıştır. Materyal Metot: Ocak 2007-Haziran 2010 tarihleri arasında LK uygulanan 515 hastadan TH gelişenlerin kayıtları yaş, cinsiyet, fıtığın gelişim yeri ve büyüklüğü, yapılan operasyon ile risk faktörleri açısından retrospektif olarak incelendi. Bulgular: LK uygulanan hastalardan 3(%0.58)’ünde TH saptandı. Ortalama yaş; 49.67±5.77 idi ve hepsi kadındı. İki hastada umblikal, 1 hastada epigastrik bölgede 10 mm’lik trokar giriş yerlerinde TH saptandı. LK’den TH gelişimine kadar geçen ortalama süre 18.33±10.97 aydı. Herni defekti çapı 1.33±0.29 cm’di. Vücut/kitle indeksi ortalama 30.3±3.1’di. Bir hastada, LK esnasında 2 cm çapında taş saptanırken, diğerlerinde 1 cm’den küçük multipl taş saptandı. Bir hastada umblikal bölgede LK sonrası enfeksiyon gelişti. Sonuç: LK sonrası TH gelişimi nadir olsa da, özellikle risk faktörü taşıyanlarda 10 mm ve daha büyük çaplı trokar yerleri sütüre edilmelidir.Öğe Memenin Leiomyosarkomu: Olgu Sunumu(2011) Böyük, Abdullah; Arslan, Özgen SolmazMeme sarkomları meme tümörlerinin %1inden azını olusturur. Bu sarkomların içinde en sık görüleni anjiosarkomdur. Leiomyosarkom ise çok daha ender görülür. Leiomyosarkomların, kan damarlarındaki kaslardan yada meme başını çevreleyen düz kaslardan köken aldığı düşünülmektedir.26 yasında bir kadın hastada memenin primer leiomiyosarkom olgusunu sunduk.Öğe Multinodüler guatrlarda total ve subtotal tiroidektominin erken dönem komplikasyonlarının karşılaştırılması(2011) Girgin, Sadullah; Durgun, Cemalettin; Gümüş, Metehan; Önder, Akın; Kapan, Murat; Taçyıldız, İbrahim Halil; Böyük, AbdullahAmaç: Son yıllarda benign multinodüler guatrın cerrahi tedavisinde bilateral subtotal tiroidektomiden sonra nüks oranının yüksekliği nedeniyle total tiroidektomi gittikçe daha fazla kabul görmektedir. Bu çalışmada benign multinodüler guatr nedeniyle total ve bilateral subtotal tiroidektomi yapılan hastalarda postoperatif erken dönem komplikasyonlarının karşılaştırılması amaçlanmıştır.Hastalar ve Yöntem: Ocak 2005-Aralık 2009 tarihleri arasında Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Kliniği'nde benign multinodüler guatr nedeniyle tiroidektomi uygulanan 419 hastanın bulguları retrospektif olarak değerlendirildi. Hastalar total ve bilateral subtotal tiroidektomi olmak üzere iki gruba ayrıldı.Bulgular: Hastaların yaş ortalaması 41.7 ± 12.5 olup, 329'u (%78.5) kadın, 90'ı (%21.5) erkek idi. Toplamda 263 (%62.8) hastaya total tiroidektomi, 156 (%37.2) hastaya bilateral subtotal tiroidektomi uygulandı. Total tiroidektomi yapılan 6 (%2.3) hastada, bilateral subtotal tiroidektomi yapılan 3 (%1.9) hastada rekürren laringeal sinir hasarı saptandı. Bilateral subtotal tiroidektomi grubunda kalıcı rekürren laringeal sinir hasarı gözlenmezken, total tiroidektomi grubunda 1 (%0.4) hastada kalıcı rekürren laringeal sinir hasarı gözlendi. Total tiroidektomi yapılan 40 (%15.2), bilateral sub total tiroidektomi yapılan 27 (%17.3) hastada hipokalsemi gözlendi. Bilateral subtotal tiroidektomi grubunda kalıcı hipokalsemi gözlenmezken, total tiroidektomi grubunda 1 (%0.4) hastada kalıcı hipokalsemi görüldü. Bilateral subtotal tiroidektomi yapılan 3 (%1.9) hastada hematom, 1 (%0,6) hastada yara yeri enfeksiyonu ve total tiroidektomi yapılan 3 (%1.1) hastada hematom, 3 (%1.1) hastada yara yeri enfeksiyonu gelişti.Sonuç: Çalışmamız total tiroidektominin her iki lobu da tutan multinodüler guatrlarda düşük komplikasyon oranı ile güvenli bir şekilde uygulanabileceğini desteklemektedir.Öğe Nadir rastlanan bir trikobezoar olgusu: Rapunzel sendromu(2011) Karabulut, Koray; Böyük, Abdullah; Bülbüller, Nurullah; Aygen, Erhan; Kırkıl, CüneytUzun bir kuyruğa sahip olan bezoarların neden olduğu klinik durum Rapunzel sendromu olarak adlandırılır. Bu makalede, Rapunzel sendromlu bir olguyu mevcut literatürü kısaca gözden geçirerek sunduk. Karın ağrısı ve kilo kaybı şikayetleri olan yirmi bir yaşında bayan hastada tüm mideyi dolduran ve duodenum 4. kısmına kadar uzanan trikobezoar saptadık. Kitle laparotomi ve gastrotomi ile çıkarıldı.Öğe The prognostic significance of serum lactate dehydrogenase-to-albumin ratio in colorectal cancer(Korean Surgical Society, 2020) Aday, Ulaş; Böyük, Abdullah; Akkoç, HasanPurpose: The purpose of our study was initially to explore the prognostic role of LDH-to-albumin ratio in patients with colorectal carcinoma (CRC) undergoing curative resection. Methods: The retrospective study included 295 CRC patients that underwent curative resection. According to time-dependent receiver operating characteristics (ROC) analysis, the optimal cutoff value for pretreatment LDH-to-albumin ratio was 52.7. Cox regression univariate and multivariate analyses were utilized to analyze the prognostic factors for disease-free survival (DFS) and overall survival (OS). Results: The 295 participants included 117 women (39.7%) and had an overall mean age of 55.8 ± 14.1 years. The median follow-up period was 31.8 ± 21 months (range, 6-78 months) and 53 patients (18.0%) died from cancer during the followup period. The 5-year DFS and OS rates were 65.4% and 68.5% in patients with LDH-to-albumin ratio <52.7 (n = 152), and were 55.2% and 55.4% in patients with LDH-to-albumin ratio ≥52.7 (n = 143), respectively. Kaplan-Meier curves showed that LDH-to-albumin ratio ≥52.7 was significantly associated with worse DFS and OS (P = 0.003 and P < 0.001, respectively). Multivariate analyses revealed that LDH-to-albumin ratio was an independent predictor of resectable CRC (odds ratio, 2.104; 95% confidence interval, 1.112-3.982; P = 0.022). Conclusion: Our study revealed that high pretreatment LDH-to-albumin ratio level was an unfavorable prognosticator in patients with CRC undergoing curative resection. LDH-to-albumin ratio is a candidate to be a prognostic biomarker in clinical practice. © 2020 Korean Surgical Society. All rights reserved.Öğe Trephine stoma: Outcomes in a single center(Modestum Publishing Ltd., 2015) Oğuz, Abdullah; Türkoğlu, Ahmet; Gümüş, Metehan; Bozdağ, Zübeyir; Bahadır, Mehmet Veysi; Teke, Fatma; Budak, Hıdır; Böyük, AbdullahObjective: Fecal diversion is often indicated in cases with fecal incontinence, Fournier’s gangrene, anal fistula, and inoperable obstructive anorectal cancer. Trephine colostomy can be performed without necessitating laparotomy. We present our experience related to the outcome of trephine sigmoid colostomy. Methods: The retrospective study included 14 patients who underwent trephine colostomy due to various conditions including Fournier’s gangrene, inoperable anorectal cancer, recto-vaginal fistula, and benign stricture due to radiotherapy at our clinic between January 2010 and January 2015. Results: Patients comprised 4 females and 10 males with a mean age of 52.07 years. The indications for stoma formation were Fournier’s gangrene in 7 cases, inoperable anorectal cancer in 5, rectovaginal fistula in 1, and benign stricture due to radiotherapy in 1 case. Eight patients underwent surgery under regional anesthesia. All the patients underwent trephine loop sigmoid colostomy. One patient had second operation on the postoperative period due to colostomy prolapse. The temporary stomas were closed in 3 months. Mean length of hospital stay was 14 days. Conclusion: Trephine stoma is a relatively simple, safe and rapid procedure and an effective alternative to colostomy formation without laparotomy indications. It can be performed under emergency or elective conditions with low morbidity. J Clin Exp Invest 2015; 6 (2): 87-90.Öğe Yanık yoğun bakımda elektrik çarpması nedeniyle izlenen çocukların takip ve tedavi sonuçları(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2011) Aliosmanoğlu, Çiğdem; Aliosmanoğlu, İbrahim; Kapan, Murat; Böyük, Abdullah; Önder, AkınAmaç: Elektrik çarpmaları diğer kazalara oranla seyrek görülmekle birlikte yüksek mortalite ve morbiditeye neden olabilirler. Bu çalışmamızın amacı; elektrik çarpması nedeniyle yanık yoğun bakıma yatırılan çocuk hastaların takiplerini ve tedavi süreçlerini değerlendirmek ve aynı zamanda elektrik çarpmasından korunabilmek için alınabilecek önlemleri gözden geçirmektir. Gereç ve yöntem: Bu çalışmaya Temmuz 2009- Ekim 2010 tarihleri arasında Şanlıurfa eğitim ve araştırma hastanesi yanık yoğun bakımda takip edilen 17 yaş altı toplam 22 hasta dahil edildi. Olguların geriye dönük olarak dosyaları tarandı. Olgular yaş, cinsiyet, toplam yanık yüzey alanı, hastanede yatış süreleri, kas-iskelet sistemi, kardiyovasküler sistem, böbrek hasarı gelişip gelişmediği ve yapılan girişimler incelendi. Bulgular: Toplam 22 olgunun 19’u (%86.3) erkek, 3’ü (%13.7) kız idi. Olguların yaş ortalaması 11.5 idi. Yanıkların 10’u (%45.4) işyeri ve çalışma ortamlarında, 12’si (%54.6) ise ev ortamında meydana gelmiş. Olguların yanık alanlarının derinliği, 10’nun da (%45.4) üçüncü derece iken, 12’sinde (%54.6) ikinci derece idi. Olguların ortalama yanık yüzey alanları %25.9 idi. Olguların hastanede yatış süreleri ortalama 17 gün idi. On iki olguya (%54.6) debridman + greftleme yapıldı. 10 olgu (%45.4) pansumanla tedavi edildi. Hastaların hiçbirinde böbrek ve karaciğer fonksiyonlarında bozulma olmadı. Ayrıca hiçbir hastada kreatinin kinaz düzeylerinde artma, oligüri, myoglobulinüri ve aritmi saptanmadı. Olguların hastanede yatış süreleri ortalama 17 gün olarak hesaplandı. Sonuç: Elektrik yanığı sonucu izlenen hastaların yarıya yakın kısmında debridman ve greftleme gerektirmiştir. Ancak hiçbir hastamızda böbrek yetmezliği veya ağır sistem bozukluğu gelişmedi