Yazar "Çelepkolu, Tahsin" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 18 / 18
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Catecholamine levels in a Ramadan fasting model in rats: a case control study(Taylor and Francis Ltd., 2016) Bucaktepe, Pakize Gamze Erten; Akdaǧ, Mehmet; Daşdağ, Süleyman; Çelepkolu, Tahsin; Yılmaz, Mustafa Abdullah; Demir, Vasfiye; Haris, ParvezEating habits as well as physical exercise are very important for a healthy lifespan. Ramadan-type fasting, which is food and water avoidance during the daylight period for four weeks, has drawn attention due to its positive impacts on metabolism and health. The aim of this study was to compare the blood and urine catecholamine (CA) levels in fasting and non-fasting rats, in terms of stress response. A total of 20 male rats were randomly divided into a fasting group and a control group. Four weeks later, blood and urine samples were taken after decapitation. Analysis of CAs was done using high-performance liquid chromatography with florescence detection (HPLC-FLD). The dopamine (DA), adrenaline (ADR) and noradrenaline (NA) blood and urine concentrations were found to be higher in the fasting group compared to the control group, but the difference was statistically significant only for the blood DA levels (p < 0.05). In the fasting group, the blood values of ADR and NA correlated with each other but not with the DA levels, whereas there was correlation among the urine levels of DA, ADR and NA. In the control group, the blood and urine values of DA, ADR and NA correlated with each other. The differences observed in the blood and urine CAs indicate a specific regulation of CAs in Ramadan-type fasting, which needs to be investigated thoroughly in future studies.Öğe COVID-19’ da ayaktan tedavi(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2021) Pervane, Vasfiye Demir; Çelepkolu, TahsinCOVİD-19 enfeksiyonu Çin’in Wuhan kentinde tespit edilen daha sonrasında tüm dünyaya yayılarak pandemiye neden olan SARS-CoV-2 enfeksiyonunun neden olduğu mortalite ve morbiditesi yüksek klinik bir durumdur. Dünya genelinde 218 milyondan fazla kişi bu enfeksiyondan etkilenmiş ve bu hastalık 4,5 milyondan fazla kişinin de ölümüne neden olmuştur. COViD-19 enfeksiyonu genelde hafif orta seyirli bir klinik seyir göstermekle beraber %2 oranında ölümle sonuçlanabilmektedir. COVİD-19 hastalığının tedavisine dönük güncel kesin bir tedavisi olmamakla beraber yoğun bilimsel çalışmalar ve ilaç araştırmaları yapılmaktadır. Ülkeler kendi sağlık politikaları ve imkanlarına uygun olarak ayaktan ve yatan hasta tedavi protokollerini belirlemektedir. SARS-CoV-2’i hedef alan monoklonal antikor tedavisinin COVİD-19’u hafif-orta seviyede geçiren ayaktan hastalarda kullanılması yönünde değerlendirilmekte ve klinik çalışmalar bu ajanlardan fayda görüldüğünü göstermektedir. Monoklonal antikor olan Casirivimab-imdevimab, Sotrovimab hafif-orta seviyede COViD-19 hastalığını geçiren, tıbbi olarak kötüleşme ihtimali bulunan seçilmiş ayaktan hastalar için acil kullanım yetkisi ile ABD’de acil serviste kullanıma sunulmuştur. Çalışmalarda favipravirin viral arınmayı arttırdığı; göğsün radyolojik değerlendirmelerinin ve klinik semptomların favipravir ile daha iyiyiye gittiği gösterilmiştir. Ülkemizde ayaktan ve yatan hasta tedavi protokollerinde de favipravire yer verilmektedir. Ayaktan COVİD-19 hastalarında güncel olarak immun plazma tedavisi, sistemik glukokortikoid, kolşisin, ivermektin, fluvoksamin, hidroksiklorokin+azitromisin gibi ilaç tedavilerinin hastalığın seyrine etkisi kısıtlı ve tartışmalıdır. Yüksek kalitede doğru bilgi için ilaçlara dönük randomize kontrollü çalışmaların yürütülmesine ihtiyaç vardır. Ayaktan hastaların takibinde hastaların izolasyonu, ilaç tedavileri, hastalık ve alarm semptomları hakkında bilgilendirmeleri, enfeksiyon sonrası aşılanmaları, teletıp desteği ile gerekli yönetimin ve desteğin sağlanması da son derece önemlidir.Öğe Diyabet ve birinci basamak sağlık hizmetleri(2013) Çelepkolu, Tahsin; Tanrıverdi, Mehmet Halis; Aslanhan, HamzaDiabetes mellitus, hiperglisemi ile karakterize bir metabolik hastalıktır. Genetik, çevresel faktörler ve yaşam tarzı değişikliklerinin etkileşimi nedeniyle insülin salgılanması,insülin etkisi veya her ikisinde oluşmuş defektlerden kaynaklanır. Son derece ciddi ve ilerleyici bir hastalık olmasının yanı sıra, kontrol sağlanamadığında akut ve kronikkomplikasyonlara yol açıp morbidite ve mortaliteyi olumsuz etkilemesiyle hem birey hem de toplum için büyük bir sağlık sorunu olarak karşımıza çıkmaktadır.Diyabetin toplumun her kesiminde önlenmesi için azami gayret gösterilmelidir. Bu konuda en büyük görev birinci basamak hizmetlerindeki eşsiz rolleri nedeni ile aile hekimlerine düşmektedir. Bu yüzden birinci basamak sağlık çalışanları, hastaları diyabet risk faktörleri açısındandeğerlendirmeli ve diyabet gelişimini önleyici tedbirleri almalıdır. Gerekli kişilerde diyabet taraması yapmalıdır. Di- yabeti olan hastalarda ise komplikasyonları önlemek içintedavi ve kontrollerini takip etmelidir. Önleme ve tedavi multidisipliner yaklaşım gerektirdiğinden hastayı nefroloji, göz, kardiyoloji vb. bölümlere de sevk etmelidir. Bu amaçla makalede diyabet ve diyabetik hastaya nasıl yaklaşılması gerektiği incelenmiştir.Öğe Diz osteoartritli hastalarda uyku kalitesinin ağrı, radyolojik hasar, fonksiyonel durum ve depresif semptomlar ile ilişkisi(Modestum Publishing Ltd., 2013) Sarıyıldız, Mustafa Akif; Batmaz, İbrahim; Kaya, Mehmet Cemal; Bozkurt, Mehtap; Okçu, Mehmet; Yıldız, Mehmet; Yazmalar, Levent; Çelepkolu, TahsinAmaç: Bu çalışmanın amacı diz osteoartriti (OA) tanılı hastalarda uyku kalitesini değerlendirmek ve uyku kalitesi ile klinik parametreler, ağrı, fonksiyonel durum, radyolojik hasar ve psikolojik durum arasındaki ilişkiyi incelemektir. Yöntemler: Diz osteoartriti tanılı 52 hasta ve 35 sağlıklı gönüllü çalışmaya dahil edildi. Hastaların yaş, eğitim seviyesi, medeni durumu gibi demografik özellikleri kaydedildi. Hastalıkla ilişkili yeti yitimi, Western Ontario ve McMaster Üniversitesi Osteoartrit indeksi (WOMAC) ile değerlendirildi. Genel ağrı, genel yorgunluk ve diz ağrısı seviyesi görsel analog skala ile değerlendirildi. Psikolojik durum hastane anksiyete depresyon skalası ile ölçüldü. Diz osteoartritinin radyolojik evresi Kellgren Lawrence skoruna göre hesaplandı. Hasta ve kontrol grubunun uyku kalitesi, Pittsburgh uyku kalitesi indeksi (PUKİ) yardımıyla değerlendirildi. Bulgular: Diz osteoartriti olan hastalarda, öznel uyku kalitesi, uykuya dalma süresi, alışılmış uyku etkinliği ve total PUKİ skoru kontrol grubuna göre anlamlı olarak yüksekti (p<0,05). Spearman analizi sonuçlarına göre, total PUKİ skoru ile yaş, yaygın ağrı, diz ağrısı, WOMAC ağrı, radyolojik evre ve depresif semptomlar arasında anlamlı korelasyonlar saptandı (p<0,05). Sonuç: Diz OA tanılı hastalarda uyku kalitesi bozulmaktadır. Bozulmuş uyku kalitesi özellikle diz ağrısı, yaş, depresif semptomlar ve radyolojik evre ile ilişkilidir.Öğe Effects of Extracorporeal Shock Wave Therapy on the Quality of Life and Pain in Patients with Lateral Epicondylitis(2018) Atiç, Ramazan; Çevik, Remzi; Alemdar, Celil; Aydın, Abdulkadir; Çelepkolu, Tahsin; Aydın, Zekiye SevinçAim: We aimed to evaluate the effects of extracorporeal shock wave therapy (ESWT) on clinical and functional status, quality of life and level of pain for short and long terms in patients with lateral epicondylitis. Methods: In total, 34 patients with lateral epicondylitis were included in the study. The patients received three sessions of ESWT administered 1day apart. The Short Form (SF-36) Health Survey evaluating the quality of life, the Turkish version of the patient-rated tennis elbow evaluation (PRTEET) evaluating the level of pain during various activities of daily living, the Nirschl pain phase scale evaluating pain during activity of the affected arm and patient-rated visual analogue scale (VAS) evaluating pain localised in the affected arm were used before andafter therapy and at 6 and 12 weeks after therapy. Results: There were significant decreases in the PRTEE-T, Nirschl and VAS scores at 6 and 12 weeks and significant increases in the SF-36 survey scores. There was a significant decrease in the total PRTEE-T,Nirschl and VAS scoresat 6 and 12 weeks. There were significant increases in all subscale scores of the SF-36 survey. Furthermore, there was a sustained decrease in the PRTEE-T, Nirschl and VAS scores and increase in the SF-36 score from 6 to 12 weeks. Conclusion: This study revealed that ESWT is effective in treating lateral epicondylitis by improving the quality of life, reducing pain during activity, decreasing pain during activities of daily living and reducing pain localised in the arm.Öğe Epilepsili hastalarda serum paraoksonaz-1 aktivitesi ve malondialdehit düzeyleri(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2012) Çevik, Mehmet Uğur; Varol, Sefer; Yücel, Yavuz; Akıl, Eşref; Çelepkolu, Tahsin; Arıkanoğlu, Adalet; Yüksel, Hatice; Aluçlu, Mehmet UfukAmaç: Amacımız epilepsili hastalarda serumda antioksidan olarak paraoksonaz-1 (PON-1) aktivitesi ve malondialdehit (MDA) (oksidatif stres parametresi) düzeylerini değerlendirmektir. Gereç ve yöntem: Çalışmaya kırk beş epilepsi hastası alındı ve kontrol sağlıklı 45 kişi ile karşılaştırıldı. Serum MDA düzeyleri ve PON-1 aktiviteleri sırasıyla Ohkawa ve Eckerson metodları ile ölçüldü. Bulgular: Serum MDA seviyeleri hasta grubunda (3,97±0,71 nmol/mL) kontol grubuna (3,52±0,95 nmol/mL) göre anlamlı yüksek (p = 0,015) iken, PON-1 aktiviteleri hasta grubunda kontrol grubuna göre anlamlı düşük bulundu (45,17±29,70 U/L ve 66,50±46,15 U/L, p= 0,011). Sonuç: Epilepside reaktif oksijen türlerinin seviyelerinin artması oksidatif stresin bir sonucu olabilir. Bu sebeple antioksidan olarak PON-1 aktivitesi azalırken, MDA düzeyleri artabilir.Öğe Gestasyonel diyabetes mellitus taraması: Herkes için eğitim şart(Kocaeli Üniversitesi, 2020) Demircan, Kübra Dursun; Demircan, Vehbi; Pekkolay, Zafer; Çelepkolu, TahsinAmaç: Gestasyonel diyabetes mellitus (GDM), gebelik sırasında sık karşılaşılan bir hastalıktır. Türkiye’de GDM için toplumun farkındalığında önemli eksiklikler olduğu düşünülmektedir. Bu durum oral glukoz tolerans testi (OGTT) ile ilgili doğru olmayan güvenlik endişelerinden kaynaklanmaktadır. Bu çalışmada doktorların, yardımcı sağlık çalışanlarının ve toplumdaki gönüllü katılımcıların GDM ve OGTT ile ilgili bilgi düzeylerini ortaya koymayı amaçladık. Yöntem: Prospektif kesitsel olarak tasarlanan çalışmamıza Diyarbakır il merkezindeki doktorlar, yardımcı sağlık personelleri ve toplumdan 18-65 yaş arasındaki gönüllü kişiler dahil edildi. Üç grup için sosyo-demografik verileri, GDM ve OGTT ile ilgili farkındalık düzeylerini değerlendirmek için üç ayrı veri formu hazırlandı. Elde edilen verilerin istatistiksel analizi yapıldı. Bulgular: Çalışmamıza 631’i kadın (K) ve 438’i erkek (E) olmak üzere toplam 1069 kişi *K/E=%59,02/%40,08+ dahil edildi. Çalışmaya 306 doktor *K/E=95(%31)/211(%69)+, 363 yardımcı sağlık personeli *K/E=263(%72,5)/100(%27,5)+ 400 gönüllü [K/E=273(%68,3)/127(%31,8)] dahil edildi. Doktorların %93,5’inin, yardımcı sağlık personellerin %58,1’inin ve gönüllülerin ise %42,3’ünün tüm gebelere OGTT yapılması gerektiğini düşündüğü saptandı. Yardımcı sağlık personellerinin %8,5’inin ve gönüllülerin %22,9’unun OGTT konusunda hiç bilgisinin olmadığı saptandı. Çalışmamızdaki gönüllü katılımcıların GDM farkındalık düzeyinin %56,8 olduğu saptandı. Oral glukoz tolerans testi yaptırmak istemeyen katılımcıların büyük çoğunluğu test için gebeye fazla miktarda glukoz verildiğini ve bu nedenle testin bebek için zararlı olduğunu belirtti. Sonuç: Gestasyonel diyabetes mellitus prevalansı oldukça yüksek olan ülkemizde sağlık çalışanları ve halkın GDM ve OGTT konusunda doğru ve yeterli bilgi sahibi olmadığı sonucuna varılmıştır. Gestasyonel diyabetes mellitus farkındalığı için eğitime ihtiyaç bulunmaktadır.Öğe Hekimlerin, defansif tıp uygulamaları hakkındaki bilgi ve tutumları, işe bağlı gerginlik ve tükenmişlik düzeyleri(Aile Hekimliği Akademisi Derneği, 2018) Göcen, Ömer; Yılmaz, Ahmet; Aslanhan, Hamza; Tuncay, Suheyp; Dirican, Emre; Çelepkolu, TahsinIntroduction: Defensive medicine is the practice of physicians to use the unnecessary procedures for diagnosis and treatment in order to protect themselves against medical malpractice cases, or to avoid taking the responsibility of high-risk medical practices which are likely to result in a malpractice case. The present study was carried out to reveal the knowledge and attitudes of research assistants working in internal and surgical medical sciences at Dicle University Medical Faculty Hospital about the defensive medicine applications and the factors affecting work-related stress and burnout levels. Method: The sample of this descriptive-cross-sectional type of study was designed by proportional layer method. The questionnaire, which included the sociodemographic data form, the defensive medicine applications attitude scale and the maslach burnout ınventory, was applied to 200 physicians. Results: Of all the participants whose mean age was 29.4±3.0, 70.5%(n=141) were male, 56%(n=112) were married. The frequency of positive and negative defensive medicine was found as 98%(n=196) and 92 % (n=184) respectively. The points of defensive medicine were significantly high in the males, those working at surgical departments, those in the first two years of the specialist training in medicine, those the malpractice case opened about and smokers. The level of work-related tension was significantly high in the ones working at surgical departments, ones who keep watch for eight times or more per month, those the malpractice case opened about, smokers and alcohol users. The average points which the physicians took from Maslach Burnout Inventory were determined as 31.57±11.67 for emotional exhaustion, 11.75±6.49 for desensitization and 29.46±7.72 for personal accomplishment. Conclusion: In our study, it was concluded that most of the research assistants were not satisfied with the choice of profession and specialty, their knowledge of defensive medicine concept was inadequate and their high burnout rates were found in all burnout dimensions. It was seen that the burnout levels of those who applied more to defensive medicine were higher.Öğe Hemşirelerin çalıştıkları bölümlere göre ötanazi hakkındaki görüşlerinin değerlendirilmesi(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2014) Karaarslan, Bekir; Uysal, Cem; Atan, Yusuf; Tataroğlu, Zekeriya; Bozkurt, İsmail; Çelepkolu, Tahsin; Tanrıverdi, Halis; Gören, SüleymanAmaç: Bu çalışma; iki üniversite hastanesinde görev yapan hemşirelerin ötanazi hakkındaki görüşlerinin değerlendirilmesini kapsamaktadır. Yöntemler: Bu araştırma hemşirelerin çalıştıkları bölüme göre ötanaziye ilişkin görüşlerini incelemek amacıyla kesitsel tanımlayıcı bir anket çalışması şeklinde planlandı. Dicle ve Gaziantep Üniversiteleri Tıp Fakültesi Hastanelerinde görev yapan hemşirelere 2013 yılı içerisinde yüz yüze görüşme şeklinde anket uygulandı. 152 gönüllü katılımcının cinsiyet, yaş, medeni durum, çocuk sayısı, yaşadıkları aile tipi, çalıştıkları bölüm, ölümle karşılaşma sıklıkları, ötanazi yasasının çıkartılıp çıkartılmaması, mesleki deneyimi, yatağa bağımlı bir yakınları olup-olmaması, kendilerine ve yakınlarına ötanazi isteyip-istememe görüşlerine göre incelenmiştir. Bulgular: Katılımcıların 125 (%82,2)’ı kadın ve 27 (%17,8)’u erkek, ortalama yaş 26,68 ± 12,76 (20-56) yıl olup, 21 (%13,8) olgu yaşını belirtmemiştir. Katılımcıların 89’u (%58,6) evli, 50’si ü (%32,9) bekar, 105’i (%69,1) çekirdek aile ortamında yaşadığı saptandı. Katılımcıların 58 (%38,2)’si ötanazinin yapılabilmesi için yasal bir düzenleme yapılması gerektiği yönünde görüş bildirdiği, 40 (%26,3)’ü ise bu konuda kararsız olduklarını belirtmişlerdir. Çalıştıkları bölümlere göre ötanazi isteyip-istememe durumları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık saptanmadı (p>0,05). Sonuç: Çalışmamız sonucunda her ne kadar ülkemizde ötanazi yasak olsa da hemşirelerin bir kısmı pasif ötanazinin uygulandığı kanaatinde olduğu tespit edilmiştir.Öğe High frequency of fibromyalgia in patients with acne vulgaris(Turkish League Against Rheumatism, 2016) Yazmalar, Levent; Çelepkolu, Tahsin; Batmaz, İbrahim; Sarıyıldız, Mustafa Akif; Sula, Bilal; Alpaycı, Mahmut; An, İsa; Burkan, Yahya Kemal; Uçak, Haydar; Çevik, RemziABSTRACT: Objectives: This study aims to investigate the frequency of fibromyalgia syndrome and to specify fibromyalgia syndrome-associated clinical symptoms in patients with acne vulgaris. Patients and methods: Eighty-eight patients (28 males, 60 females; mean age 23.2±5.1 years; range 18 to 40 years) with acne vulgaris and age, sexand body mass index-similar 76 healthy controls (14 males, 62 females; mean age 24.5±2.9 years; range 18 to 35 years) were included. Acne vulgaris was evaluated by using the Global Acne Scale, while Hospital Anxiety and Depression Scale was used to evaluate anxiety. Results: Fibromyalgia-associated pain, sleep disturbance, anxiety, and menstrual cycle disturbance were significantly more frequent in patients with acne vulgaris than controls. Also, the severity of anxiety and the number of tender points were significantly higher in the acne vulgaris patients than controls. Conclusion: This study indicates that patients with acne vulgaris have increased frequency of fibromyalgia syndrome than healthy controls (21.6% versus 5.3%, respectively).Öğe Lipid panelinde Non -HDL kolesterol ve Total kolesterol / HDL kolesterol oranı(2015) Aydeniz, Nurefşan; Etik, Emel; Yüksel, Hatice Gülru; Çelepkolu, Tahsin; Toprak, Gülten; Çolpan, Leyla; Kaplan, İbrahimAmaç: Çalışmamızda, kan lipid düzeylerinindeğerlendirilmesinde, hesaplamalı test olan Non -HDLkolesterol ve Total kolesterol/HDL kolesteroldeğerlendirilmesinin önemi incelenmiştir.Yöntem : Aile hekimliği polikliniğinden yapılan laboratuvaristemlerinden 683 hastanın hem ölçülen hem dehesaplanan lipid parametreleri değerlendirildi. Rutindeçalışılan lipid parametrelerine göre kabul edilebilir aralıktaolup da Non -HDL kolesterol ve To tal kolesterol/HDLdeğerine göre hedef değerlerin üstünde kalan hastasayıları belirlendi.Bulgular: Çalışmamızın sonuçlarına göre, 45 (%6,6) hastayüksek Non -HDL kolesterol değerlerine ve 127 (%18,6)hasta yüksek TK/HDL -K oranına sahiptir. Tüm rutin lipidparametreleri kabul edilebilir sınırlarda iken, Non -HDLkolesterol değerleri yüksek olan 11 (%1,6) hasta ve veTK/HDL kolesterol oranı yüksek olan 39 (%5,7) hastasaptandı. saptandı.Sonuç : Non-HDL kolesterol değerinin ve TK/HDL -Koranının rutin lipit son uçlarına eklenmesi, klinisyenlerelipit bozukluğu açısından uyarı oluşturabileceğindenfaydalı olacaktır.Öğe Lise son sınıf öğrencilerinin meslek seçiminde karşılaştığı sorunlar ve bu sorunların anksiyete ve depresyonla ilişkisi(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2014) Kars, Veysel; Arslan, Necmi; Erik, Leyla; Avcı, Nuran; Bucaktepe, Pakize Gamze; Çelepkolu, Tahsin; Şahin, Hüseyin AvniAmaç: Lise son sınıf öğrencilerinde anksiyete ve depresyon bozukluğu belirtisi gösterme sıklığını ve bu durumun bazı sosyodemografik değişkenlerle ilişkisini incelemeyi ve öğrencilerin meslek seçimlerini etkileyen sosyo-ekonomik ve kültürel faktörlerin neler olduğunu ortaya çıkarmayı amaçladık. Yöntemler: 2010-2011 eğitim öğretim dönemi ikinci yarıyılında Van il merkezinde toplam 412 öğrenciye Sosyodemografik Bilgi Formu, Beck Depresyon Ölçeği (BDÖ) ve Beck Anksiyete Ölçeği (BAÖ) uygulandı. İstatistiksel analiz için Student t testi ve tek yönlü ANOVA testi kullanıldı. Bulgular: Öğrencilerin yaş ortalaması 16,8 yıldı, %73.8’i erkekti. BAÖ puanı ortalaması ve BDÖ puanı ortalaması sırasıyla 15,4±13,3 ve 15,3±12,8 olarak bulundu. Katılımcıların %58’inde BAÖ, %66’sında BDÖ puanı 41 ve üstündeydi. BAÖ puanı, Anadolu lisesi öğrencilerinde genel lise öğrencilerinden daha yüksek bulundu. Kız öğrencilerin hem BAÖ hem de BDÖ puanları erkeklerden daha yüksek bulundu. BDÖ ve BAÖ puanları arasında pozitif korelasyon saptandı. Sonuç: Çalışmamızda, lise son sınıf öğrencilerinde önemli bir oranda saptanan Anksiyete ve Depresyon’un öğrencilerin meslek seçimini olumsuz yönde etkilediği sonucuna varıldı. Lise son sınıf öğrencilerine meslek seçimi hakkında rehberlik hizmeti verilmesinin ergen ve toplum sağlığı açısından faydalı olacağı kanaatindeyiz.Öğe Mop-Up Oral Polio Aşı Kampanyasında Aşıyı Reddetme Nedenleri: Bir Aile Sağlığı Merkezi Deneyimi(2017) Çelepkolu, Tahsin; Erdem, Özgür; Demir, Vasfiye; Toktaş, İzzettinAmaç: Mop-Up Polio aşı kampanyası, çocuk felcinin ortadan kaldırılması için uygulanan aşılama çalışmalarıdır. Bu çalışmada amacımız, Diyarbakır'da bir aile sağlığı merkezi bölgesinde Mop-up oral polio aşı (OPA) kampanyası kapsamında çocuklarına OPA yapılmasını reddeden ailelerin özelliklerinin ve aşıyı reddetme nedenlerinin belirlenmesidir. Yöntem: Veriler Mop-up OPA kampanyasında, çocuklarına aşı yapılmasını reddeden ailelerle yüz yüze görüşülerek elde edildi. Anket formu; aile ve çocukların sosyodemografik özellikleri ve OPA'nın reddedilmesi ile ilgili 14 sorudan oluşturuldu. Bulgular: Kampanya boyunca 1250 çocuk aşı programına alındı. Bunlardan 38 tanesi (%3.04) aşıyı reddetti. Aşısı yaptırılmayan bu çocukların yaş ortalaması 23.2±17.7 ay idi. En küçüğü 3 günlük ve en büyüğü ise 59 aylık idi. Ankete cevap veren aile bireyleri incelendiğinde; %71'ini çocuğun annesi (n=27), %8'ini çocuğun babası (n=3) ve %21'ini ise çocuğun diğer yakınları (n=8) oluşturmaktaydı. Aşıyı reddeden ailelerin çocuklarının %94.7'sinin diğer aşıları; Sağlık Bakanlığı Ulusal aşı takvimine göre tam iken (n=36), %5.3'ünün ise diğer aşılarının eksik olduğu (n=2) tespit edilmiştir. Çocukların %81.6'sına daha önce OPA yapılmış iken (n=31) %18.4'üne ise hiç yapılmamıştır (n=7). Sonuç: Aşılama faaliyetlerinin yürütülmesinde ebeveynlerin eğitim seviyeleri ve farkındalık düzeyleri hedeflenen aşılama oranlarına ulaşılması için önemlidir. Yapılacak aşı kampanyalarında ailelerin aşılama konusunda eğitilmesi ve farkındalıklarının arttırılmasının aşı retlerini azaltacağı kanaatindeyiz.Öğe The relationship between bone mineral density and levels of RANKL, osteoprotegerin and cathepsin-K in patients with rheumatoid arthritis(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2012) Çakırca, Gökhan; Mete, Nuriye; Batmaz, Ibrahim; Sarıyıldız, Mustafa Akif; Ulu, Mehmet Ali; Yazmalar, Levent; Çelepkolu, Tahsin; Çevik, RemziObjectives: The aim of this study was to evaluate the levels of osteoprotegerin (OPG), nuclear factor kappa B receptor activator ligand (RANKL), cathepsin K in patients with rheumatoid arthritis (RA) and the relation between these parameters and bone mineral density (BMD). Materials and methods: Totally 90 cases including 30 postmenopausal and healthy women, 30 with postmenopausal osteoporosis and 30 with postmenopause RA were enrolled in the study. The serum RANKL, OPG and cathepsin K were measured by ELISA method. Results: The levels of serum RANKL and OPG in the patients with postmenopausal RA were found significantly higher compared to the postmenopausal healthy women whereas the rate of serum OPG/RANKL was found significantly lower. In addition, the rate of OPG and OPG/RANKL were significantly lower in patients with postmenopausal RA compared to the postmenopausal osteoporosis, whereas the level of serum RANKL was significantly higher. Positive correlation was detected between bone densities of lumbar spine (LS), femur neck (FN) and the rate of OPG/RANKL in patients with postmenopausal RA. Also negative correlation was detected between LS and FN bone densities and RANKL levels. Conclusions: The system of RANKL/RANK/OPG may have a role in osteoporosis and RA pathogenesis and the rate of OPG/RANKL might be a significant determiner of bone densityÖğe Sağlık çalışanlarının çocuklarında depresif belirti sıklığı(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2015) Bucaktepe, Pakize Gamze Erten; Çelik, Sercan Bulut; Tekeli, Aysun; Öztekin, Coşkun; Çelepkolu, Tahsin; Demir, Vasfiye; Değirmen, ElifAmaç: Bu araştırmada, oldukça ağır ve stresli koşullarda çalışan sağlık personellerinin çocuklarında depresif belirti sıklığı ve sosyodemografik özelliklerle ilişkisinin incelenmesi amaçlanmıştır. Yöntemler: Tanımlayıcı ve kesitsel tipteki çalışmamız 15 Haziran-17 Temmuz 2014 tarihleri arasında Batman ilinde gerçekleştirilmiş, 6-17 yaş grubunda çocuğu olan, çalışmaya katılmayı kabul eden ve anketleri tam olarak dolduran 106 sağlık personelinin verileri değerlendirilmiştir. Katılımcılar, sosyodemografik veri formunu ve çocukları ile birlikte de çocuk depresyon ölçeğini (ÇDÖ) doldurmuşlardır. Veriler istatistiksel olarak değerlendirilmiştir. Bulgular: Depresyon ölçeği skorları çocukların biri hariç hepsinde 19 ve üstü olarak tespit edilmiştir (%99,1). Çocukların depresyon ölçek skorları ile ebeveynlerin çalıştıkları birim (r=0,050, p=0,621), nöbet tutma durumları (r=0,178, p=0,071), depresyon öyküleri (r=0,100, p=0,315), ailelerin çocuk sayıları (r=0,001, p=0,994), çocukta kronik hastalık varlığı (r=0,138, p=0,162) arasında korelasyon saptanmamıştır. Kadın sağlık çalışanlarının çocuklarının ortalama ölçek skoru daha yüksek olarak tespit edilmiştir (p=0,027). Sonuç: Sağlık çalışanı çocuklarında skorların yüksek olması oldukça düşündürücüdür ve nedenin multifaktöriyel olabileceği unutulmamalıdır. Bu konuda taramalar yapılarak önlemler almak gerekmektedirÖğe Sigara kullanıcılarda nikotin bağımlılık düzeyinin yaş ve cinsiyetle ilişkisi: Diyarbakır örneklemi(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2014) Çelepkolu, Tahsin; Atli, Abdullah; Palancı, Yılmaz; Yılmaz, Ahmet; Demir, Süleyman; İbiloğlu, Aslıhan Okan; Ekin, SelamiAmaç: Aile Hekimliği Polikliniğine başvuran hastalardan sigara kullananlara Fagerström nikotin bağımlılık testi (FNBT) uygulanarak elde ettiğimiz nikotin bağımlılık düzeyi ile yaş ve cinsiyet arasında bir ilişki olup olmadığını incelemeyi amaçladık. Yöntemler: Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Aile Hekimliği Polikliniğine 15.08.2014 ile 15.10.2014 tarihleri arasında herhangi bir nedenle başvuran 20 yaş üstü kişiler içinden sigara kullananlar dâhil edildi. Hastalarla yüz yüze görüşme yapılarak doldurulan sosyodemografik veri formları ve nikotin bağımlılık düzeyini ölçmeye yönelik FNBT verileri prospektif olarak incelendi. Bulgular: Sigara içen 151 hastadan 9’u eksik doldurulmuş veri formu nedeniyle çalışma dışı bırakıldı. Geriye kalan 142 kişiden 108’i (%76,1) erkek, 34’ü (%23,9) kadın idi. Genel yaş ortalaması 41,54 ± 9,8 yıl iken, yaş ortalaması erkeklerde 41,50 ± 10,04 yıl, kadınlarda 41,67±9,30 yıl idi. Cinsiyetler arası yaşlarda anlamlı bir fark yoktu (p>0,05). Sigara tüketim miktarları erkeklerde ortalama 32,18 ± 21,64, kadınlarda 22,55 ± 16,29 paket/yıl olup cinsiyete göre anlamlı fark vardı (p<0,05). Tüm katılımcılarda yaş grupları ve nikotin bağımlılık düzeyleri arasında anlamlı bir fark bulunmadı. Cinsiyete göre de nikotin bağımlılık düzeyleri arasında anlamlı bir fark yoktu (p>0,05). Sonuç: FNBT kullanarak yaptığımız nikotin bağımlılık düzeyi araştırmamızda bağımlılık düzeyi ile yaş ve cinsiyet arasında anlamlı fark yoktu. Erkeklerde sigara içme kadınlara göre 3 kat daha fazlaydı. Sigara tüketim miktarı sigaraya erken yaşta başlandığından dolayı ileri yaşlarda daha yüksek bulundu.Öğe The relationship between thyroid functions, vitamin B12, and lipid profiles across different BMI categories in adults(MediHealth Academy Yayıncılık, 2025) Pervane, Vasfiye Demir; Gokdemır, Ozden; Aygün, Olgu; Gündoğdu, Sevgi Ceylan; Bucaktepe, Pakize Gamze Erten; Çelepkolu, TahsinAims: Obesity is a multifactorial condition characterized by abnormal or excessive fat accumulation that adversely impacts health and disrupts various metabolic processes. This study aimed to assess thyroid function tests, vitamin B12 levels, and lipid profiles in normal, overweight, and obese adults, and to elucidate the correlation with body-mass index (BMI) values. Methods: This study was planned as a retrospective descriptive cross-sectional study. Within the scope of the study, age, gender, occupation, history of chronic diseases, smoking, alcohol use and drug use; weight, height, BMI, blood pressure; TSH, free T3, free T4, total cholesterol, LDL-cholesterol, HDL-cholesterol, VLDL-cholesterol, triglyceride, fasting blood glucose, vitamin B12, folate, ferritin, serum iron level, iron binding capacity and whole blood parameter values were retrieved and recorded by reviewing health records retrospectively. Patients were grouped according to BMI values, and the relationships between obesity, sociodemographic characteristics and blood parameters were analyzed. Results: A total of 539 patients were analyzed, with 63.6% identified as women. The average age of the patients was 36.88±13.75 years (range: 13-79), and the average BMI was 26.92±6.37 kg/m². Analysis revealed that 40% of patients were classified as normal weight, 30.1% as overweight, 26.1% as obese, and 3.8% as underweight based on BMI criteria. The classification of obesity indicates that class 1 obesity accounts for 59.7%, while class 2 and class 3 obesity each represent 20.1% of the total cases. The obesity rate was 72.1% in women and 27.9% in men, with a statistically significant difference observed between genders and BMI groups (p<0.001). The prevalence of B12 deficiency was 1.2%, and no significant association was observed among BMI groups. The study identified a statistically significant difference in total cholesterol (p<0.001), HDL (p=0.001), LDL (p<0.001), VLDL (p<0.001), triglycerides (p<0.001), and BMI groups. Conversely, no significant relationship was observed between B12 values and TSH (p=0.430), fT3 (p=0.462), or fT4 (p = 0.279). Conclusion: In conclusion, our findings indicate that BMI significantly influences the lipid profile of individuals; however, it does not exhibit a direct relationship with B12 levels or thyroid functions. Given the fact that obesity elevates cardiometabolic risks, particularly through heightened lipid levels, it is essential to monitor not only obese individuals but also those at risk for it as well, to reduce obesity and prevent its onset.Öğe Tıp Fakültesi son sınıf öğrencileri ve tıpta uzmanlık öğrencisi doktorların adli raporlar konusundaki bilgi ve tutumları(Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2019) Demir, Vasfiye; Korkmaz, Mustafa; Uysal, Cem; Bucaktepe, Pakize Gamze Erten; Bucaktepe, Adil; Çelepkolu, TahsinAmaç: Adli raporlar, adli makamlarca hekimden istenen, kişinin tıbbi durumunu tespit eden vemaruz kalınan travmaya ilişkin adli makamlarca sorulan soruları yanıtlayan, hekim görüş vekanaatini bildiren belgelerdir. Bu araştırmada Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi intörn doktor veasistan hekimlerinin adli raporlar konusundaki bilgi, tutum ve düşüncelerinin ortaya konmasıamaçlanmıştır.Gereç ve Yöntem: Kesitsel ve tanımlayıcı tipte olan bu çalışmanın evrenini Dicle ÜniversitesiTıp Fakültesi son sınıf öğrencileri ve Dicle Üniversitesi Hastanesinde uzmanlık eğitimi almaktaolan asistan doktorlar oluşturmuştur. Anket formu sosyodemografik özelliklerin sorgulandığısekiz ve adli raporlar konusunda bilgi, tutum ve düşüncelerin değerlendirildiği çoktan seçmeli20 sorudan oluşturulmuştur. Araştırma verilerimizin istatistiksel değerlendirmesinde SPSS 22.0paket programı kullanılmıştır.Bulgular: Çalışmaya katılanların 175‘i (%65) asistan hekim, 94‘ü (%35) ise intörn doktordu.Asistan ve intörn doktorların yaş ortalamaları sırası ile 29,4±3,83 yıl ve 24,7±1,62 yıl idi.Asistan ve intörn doktorların sırasıyla 120‘si (%69) ve 65‘i (%69,1) erkek olup, 54‘ü (%31) ve29‘u (%30,9) kadın idi. Katılımcılara adli tıp konusunda kendilerini yeterli görüp görmediklerisorulmuş; asistan hekim ve intörn doktorların sırasıyla 115‘i (%65,7) ve 83‘ü (%88,3) yetersizgördüğünü belirtmiştir.Sonuç: Gerek hekimlerin gerekse hekim adaylarının adli raporların usulüne uygun ve doğrudoldurulması konusunda yeterince bilgi sahibi olmaları, adli raporların kendilerine yüklediklerihukuki sorumluluğun ve yargıdaki etkilerini bilmeleri son derece önemlidir. şüphesiz busorunların çözülmesinin en önemli yolu eğitimdir. Bu nedenle, mezuniyet öncesi adli tıpeğitimleri iyileştirilmeli, mezuniyet sonrasında iller düzeyinde sürekli ve düzenli eğitimlerolmalı, adli rapor yazımında kılavuzlardan faydalanılmalıdır.