Yazar "Uluca, Ünal" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 20 / 26
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Ağır gastrointestinal sistem kanaması siklofosfamidle tedavi edilen Henoch- Schönlein purpuralı iki çocuk olgu(2013) Yavuz, Sevgi; Uluca, Ünal; Karabel, Duran; Ece, Aydın; Tan, İlhanHenoch-Schönlein purpurası (HSP) çeşitli sistemleri tutan ve farklı klinik seyirler gösteren bir vaskülittir. Purpura tarzında döküntü, karın ağrısı, artrit, böbrek tutulumu ileortaya çıkabilmektedir. Nadiren, deri, gastrointestinal sis tem (GİS) ve böbrek tutulumu ağır seyretmekte ve erken veya geç dönemde çeşitli komplikasyonlara yol açabil mektedir. Bu yazıda yüksek doz intravenöz steroid teda- visine yanıt vermeyen tekrarlayan GİS kanaması intrave-nöz siklofosfamid ile başarılı bir şekilde tedavi edilen ağırGİS tutulumlu iki HSP’li çocuk olgunun sunulması amaç- landı. Hastalarımızdan birinde GİS tutulumuna ilaveten deri grefti gerektirecek kadar ağır nekrotik cilt tutulumu,diğerinde ise nefrotik proteinüri ile seyreden böbrek tu tulumu mevcuttu. HSP’li çocuklarda yüksek doz steroide yanıt alınamayan ağır GİS tutulumunda intravenöz siklofosfamid yararlı olabilir.Öğe Ağır gastrointestinal sistem kanaması siklofosfamidle tedavi edilen HenochSchönlein purpuralı iki çocuk olgu(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2013) Ece, Aydın; Yavuz, Sevgi; Tan, İlhan; Uluca, Ünal; Karabel, DuranHenoch-Schönlein purpurası (HSP) çeşitli sistemleri tutan ve farklı klinik seyirler gösteren bir vaskülittir. Purpura tarzında döküntü, karın ağrısı, artrit, böbrek tutulumu ile ortaya çıkabilmektedir. Nadiren, deri, gastrointestinal sistem (GİS) ve böbrek tutulumu ağır seyretmekte ve erken veya geç dönemde çeşitli komplikasyonlara yol açabilmektedir. Bu yazıda yüksek doz intravenöz steroid tedavisine yanıt vermeyen tekrarlayan GİS kanaması intravenöz siklofosfamid ile başarılı bir şekilde tedavi edilen ağır GİS tutulumlu iki HSP’li çocuk olgunun sunulması amaçlandı. Hastalarımızdan birinde GİS tutulumuna ilaveten deri grefti gerektirecek kadar ağır nekrotik cilt tutulumu, diğerinde ise nefrotik proteinüri ile seyreden böbrek tutulumu mevcuttu. HSP’li çocuklarda yüksek doz steroide yanıt alınamayan ağır GİS tutulumunda intravenöz siklofosfamid yararlı olabilirÖğe Akciğer tüberkülozlu çocuk hastaların klinik ve laboratuvar özelliklerinin değerlendirilmesi(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2014) Şen, Velat; Uluca, Ünal; Yılmaz, Süreyya; Şen, Hadice Selimoğlu; Tuncel, Tuba; Güneş, Ali; Karabel, Müsemma; Gürkan, Mehmet FuatAmaç: Akciğer tüberkülozu çocuk hastalarda önemli bir sağlık sorunudur. Bu çalışmada akciğer tüberkülozlu çocuk olguların epidemiyolojik verileri, klinik bulguları ve tedavi sonuçlarının değerlendirilmesi amaçlandı. Yöntemler: Ocak 2008 - Aralık 2013 tarihleri arasında Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Göğüs Hastalıkları Bölümü’nde akciğer tüberkülozu tanısı alarak tedavi başlanan 85 çocuk hastanın kayıtları geriye dönük olarak incelendi. Bulgular: 85 olgunun %51,7’si kız olup, yaş ortalaması 9,84±4,66 yıl (6 ay-18 yıl) idi. Olguların % 22,3’ü beş yaş ve altında idi. En sık yakınma olarak; öksürük (%81,2), yüksek ateş (%55,2), iştahsızlık (%47,1), gece terlemesi (%38,8) ve kilo kaybı (%32,9) gözlendi. Tüberküloz teması %76,4 olguda mevcuttu. BCG aşısı skar izi 60 (%70,6) hastada mevcuttu. Tüberkülin deri testi hastaların %75,3’ünde pozitifti. Akciğer radyografilerinde en sık olarak hiler dolgunluk (%58,8), primer odak-kalsifikasyon (%37,6) ve parankimde infiltrasyon (%32,9) saptandı. Sonuç: Ülkemizde akciğer tüberkülozu çocukluk çağında nadir olmayıp, önemli bir enfeksiyon hastalığı olarak devam etmektedir. Hastalığın erken tanı ve tedavisini sağlamak komplikasyonların azaltılması ve bulaştırıcılığın önlenmesi için gereklidir.Öğe The association between depression and vitamin D and parathyroid hormone levels in adolescents(Mashhad University of Medical Sciences, 2016) Karabel, Müsemma; Şimşek, Şeref; Haspolat, Yusuf Kenan; Kelekçi, Selvi; Karabel, Duran; Tuncel, Tuba; Şen, Velat; Uluca, Ünal; Tan, İlhan; Şahin, CahitBackground: Depression, a challenging disorder, affects 1–6% of adolescents and early onset often predicts more serious manifestations in later life. Elevated Parathyroid hormone (PTH), parathormone levels have reported among adults with depression. In this study, the roles of 25(OH) D (vitamin D) and parathormone during adolescence, in which the frequency of depression is high, were studied. Materials and Methods: Patients who were followed-up jointly at both clinics and whose 25(OH) D and PTH levels were evaluated and questioned "Depression Scale for Children" for depression at the same time, were included in the study. Cases’ socio-demographic data, 25(OH) D and PTH levels and Depression Scale’ scores were recorded. Results: Depression was diagnosed in 35 (25.3%) of the 138 patients. No differences were found between vitamin D and parathormone in terms of age and gender in groups either with or without depression. Negative correlation was found between the vitamin D levels and depression score in the group with depression (r=-0.368; P=0.03). A significant and positive correlation was found between the PTH levels and depression score (r=0.399; P=0.018). A significant and negative correlation was found between 25(OH) D and PTH levels. Conclusion: Even if clinical depression is absent, the frequency of depressive symptoms is increased with decreased vitamin D levels and increased PTH levels, independent of other factors. The prevention of depression, specifically in adolescents, is important to decrease possible suicidal and homicidal thoughts that might arise during adulthood, and substance abuse. Maintaining vitamin D support during adolescence, as with the first year of life, is necessary for both the prevention and treatment of depression.Öğe Bir üniversite hastanesindeki Acinetobacter baumannii suşlarının antibiyotik duyarlılıkları(Modestum Publishing Ltd., 2013) Yolbaş, İlyas; Tekin, Recep; Güneş, Ali; Kelekçi, Selvi; Şen, Velat; Tan, İlhan; Uluca, ÜnalAmaç: Acinetobacter baumannii suşları sahip oldukları antibiyotiklere karşı çoklu direnç geliştirme yeteneği sayesinde günümüzde neredeyse tedavi edilemez hastane kaynaklı enfeksiyonlarının patojeni haline gelmiştir. Çalışmamızda Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde çeşitli örneklerden izole edilen A. baumannii suşlarının direnç oranları belirlemesi amaçlandı. Yöntemler: Çalışmamıza Haziran 2010 ve Haziran 2011 tarihleri arasında Dicle Üniversitesi tıp fakültesi hastanesinde takip edilen hastalardan izole edilen 270 hastaya ait A. baumannii kültür sonuçları değerlendirildi. A. baumannii suşlarının direnç oranları klasik yöntemlerle ve BD Phoenix (BD Diagnostic Systems, Sparks, MD) otomatik sistemi kullanılarak belirlendi. Bulgular: Çalışmamız 82 (% 30.4) kadın ve 188 (% 69.6) erkek olgudan oluşuyordu. A. baumannii suşları için amikasin (% 76), ampisillin/sulbaktam (% 94), aztreonam (% 96), sefepim (% 95), sefotaksim (% 98), seftazidim (% 95), siprofloksasin (% 93), kolistin (% 6), gentamisin (% 94), imipenem (% 87), levofloksasin (% 87), meropenem (% 87), piperasillin/tazobaktam (% 92), tetrasiklin (% 84), trimetoprim/sulfametoksazole (% 82) direnç oranları görüldü. Sonuç: Kültürlerimizden izole ettiğimiz A. baumannii suşlarında kolistin hariç diğer antibiyotiklere karşı çok yüksek oranda direnç görüldü. Antibiyotik duyarlılığının bölgeler, hastaneler ve hatta kliniklerde yıldan yıla değişebileceği unutulmamalı ve direnç gelişimi sürekli izlenmelidir. Kültür sonucu çıkıncaya kadar ampirik tedavi seçilirken o yerin A. baumannii direnç oranları göz önünde bulundurulmalıdır. A. baumannii ile oluşan enfeksiyonlarda tedavi sırasında direnç gelişebileceği düşünülerek kültür ve antibiyogramlar tedavi sırasında tekrarlanmalıdır.Öğe Clinical and laboratory characteristics and follow up results of 121 children with juvenile idiopathic arthritis(Sağlık Bilimleri Araştırmaları Derneği, 2013) Ece, Aydın; Şen, Velat; Yel, Servet; Güneş, Ali; Uluca, Ünal; Tan, İlhan; Karabel, Duran; Yıldırım, Buğra; Şahin, CahitThis study aimed to investigate the clinical and laboratory features of children with juvenile idiopathic arthritis (JIA) that followed up at Dicle University Hospital Department of Pediatrics. Totally, 121 (64 male, 57 female) children with the mean age of 10.0±4.1 (range, 1.5-1.8) years were included. The mean disease onset age was 7.9±3.8 (range, 0.8-15.4) years and the mean follow up period was 2.1±1.9 years. The percentages of JIA subtypes were as follows: Oligoarticular JIA 67 (55.4%), polyarticular 45 (37.2%), enthesitis related arthritis 5 (4.1%) and systemic JIA 4 (3.3%). The most common complaints were arthralgia (91.7%), fever (57.0%), fatigue (38.8%) and malaise (34.7%) and the most frequently involved joints were knee (74.4%), ankle (57.9) and wrist (48.8%). Complete remission were achieved in 28 (23.1%) and partial remission in 56 (46.3%), however 27 (21.3%) cases not responded to treatment satisfactorily. Significant risk factors for poor response to treatment with logistic regression were found as delay in treatment ≥6 months (Odds ratio, OR:11.1; p=0.006), existence of thrombocytosis (OR: 7.5; p=0.009) and early disease onset (age<5 years) (OR:18.1; p=0.004). In conclusion, JIA is a heterogeneous childhood disease with varied clinical manifestations. Early onset disease, delay in treatment and existence of thrombocytosis were the risk factors for an unfavorable outcome.Öğe Çocuklarda akut astım atağı tedavisinde sistemik ve yüksek doz inhale kortikosteroidlerin erken ve geç dönem etkinliğinin karşılaştırılması(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2013) Uluca, Ünal; Keskin, Özlem; Gögebakan, Bülent; Balaban, Sinan; Keskin, Mehmet; Küçükosmanoğlu, ErcanAmaç: Bu çalışmada akut astım atağı ile başvuran çocuklarda sistemik steroidler ile yüksek doz inhale steroidlerin etkinliğinin karşılaştırılması amaçlandı. Gereç ve yöntem: Akut astım atağı ile gelen çocuklar randomize olarak iki gruba ayrıldı. Hastalara 1 mg/kg oral yoldan metilprednisolon (Sistemik Steroid Grubu, Grup 1, n=27) veya bir kez 4000 μg inhale flutikazon (İnhale Steroid Grubu, Grup 2, n=35) verildi. Tedaviyi izleyen birer saat aralıklarla dört saat boyunca astım skoru, birinci saniyede üflenen zorlu ekspiratuar hacim (FEV1) ve zirve ekspiratuar akım (PEF) değerleri ölçüldü. Birincil sonuç hastaneye yatış oranı, ikincil sonuçlar ise astım skoru, FEV1 ve PEF sonuçları ve oksijen saturasyonu ile değerlendirildi. Bulgular: Hastaların geliş anı ile tedavinin dördüncü saati ve hastaların rahat olduğu dönemde PEF değerleri Grup 1’de sırasıyla, 173, 223, 220 L/dk (p<0.001), Grup 2’de (ISG) 113, 141, 192 L/dk (p<0,001); FEV1 değerleri Grup 1’de sırasıyla %74.9, %89.5, %85.6 (p<0,001), Grup 2’de %72.0, %96, %89.8 (p<0,001); oksijen saturasyonları: Grup 1’de %93.2, %95.6, %96.8 (p<0,001), Grup 2’de %93, %95.2, %96.6 (p<0,001) ve astım skorları: Grup 1’de sırasıyla, 9.4, 6.6, 5.7 (p<0,001), Grup 2’de 9.3, 6.8, 6.5 (p<0,001) olarak bulundu. Tüm değişkenlerde tedavi ile grup içi değerlerde anlamlı düzelme saptandı. Grup 1 ve Grup 2 arasında çalışılan değişkenler bakımından anlamlı fark bulunmadı (p>0,05). Sonuç: Çocuklarda akut astım atağı tedavisinde, erken ve geç etkinlikleri açısından yüksek doz inhale flutikazon ile sistemik metilprednizolon tedavileri arasında astım skoru, FEV1 ve PEF parametreleri bakımından anlamlı farklılık saptanmadıÖğe Çocuklarda akut glomerülonefrit: Üçüncü basamak sağlık merkezinde yedi yıllık deneyim(Modestum Publishing Ltd., 2012) Güneş, Ali; Ece, Aydın; Yel, Servet; Yolbaş, İlyas; Uluca, Ünal; Tan, İlhan; Şen, VelatAmaç: Bu çalışmanın amacı üçüncü basamak bir üniversite hastanesinde akut glomerulonefrit (AGN)’li çocukların klinik ve laboratuvar özelliklerini irdelemektir. Gereç ve yöntem: Çocuk Nefroloji Kliniğinde 2004-2011 yılları arasında AGN tanısıyla yatırılarak tedavi edilen çocukların kayıtları geriye dönük olarak incelendi. Hastalar <5 yaş, 5-10 yaş ve >10 yaş üstü olmak üzere üç gruba ayrıldı. Hastaların hastaneye başvuru anındaki özellikleri olarak kan basıncı, diürez durumu, serum üre ve kreatinin değerleri, elektrolit düzeyleri ve kompleman C3 ve C4 faktörleri, tam kan sayımı ve idrar analiz bulguları kaydedildi. Ayrıca başlatan enfeksiyon, uygulanan tedaviler, klinik seyir ve sonuç belirlenerek kaydedildi ve elde edilen veriler analiz edildi. Bulgular: Hastaneye yatırılarak izlenen 63’ü kız (%28,8), 157’si erkek (%71,2), toplam 220 AGN’li çocuk incelendi. Tetikleyen enfeksiyon olarak, tonsillofarenjit 133 (%60,5) hastada, piyoderma 12 hastada (%5,5), ve diğer enfeksiyonlar 27 hastada (%12,2) saptanırken; 48 hastada (%21,8) herhangi bir enfeksiyon bulunmadı. Hastaların %81,4’ünde ödem, %73,6’sında hipertansiyon, %22,6’sinda akciğerde staz bulguları saptandı. Hastaların %89,1’inde C3 düşüklüğü ve %45,9’unda azotemi gözlendi. Hematüri %95,4 hastada, nefritik proteinüri %80,5’unda, lökositüri %37,6’sında görüldü. Diürez 180 (%82) hastada bir haftada normale geldi. Düretik tedavisi ile kan basıncı kontrol altına alınamayan 45 hastaya (%20 ,5) ilave vazodilatör ilaçlar verildi. Üç hastada hemodiyaliz yapıldı. Ancak AGN yaş grupları arasında, C3 düşüklüğü (p=0.018) ve anemi sıklığı (p=0.006) farklı bulunurken, diğer klinik ve laboratuvar bulgular bakımından anlamlı farklılık saptanmadı (p>0.05). Sonuç: Akut glomerülonefrit çocuklarda klinik ve laboratuvar özellikler yaş gruplarına göre C3 düşüklüğü ve anemi sıklığı dışında anlamlı farklılık göstermedi.Öğe Çocuklarda Henoch-Schönlein purpurası: 214 hastanın değerlendirilmesi(Modestum Publishing Ltd., 2012) Ece, Aydın; Yolbaş, İlyas; Balık, Hasan; Kocamaz, Halil; Yel, Servet; Uluca, Ünal; Tan, İlhanAmaç: Henoch-Schönlein purpurası’nın (HSP) çeşitli sistemleri tutması ve klinik seyrinin farklılık göstermesi nedeniyle, bu çalışmada HSP’li çocukların klinik ve laboratuar özelliklerinin incelenmesi amaçlandı. Gereç ve yöntem: Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Kliniğinde 2000-2007 yılları arasında izlenen HSP’li 214 çocuk hastaya ait hasta kayıtları geriye dönüşlü olarak incelendi. Hastalık tanısı American Collage of Rheumatology’ nin HSP kriterlerine dayanılarak kondu. Hastaların yaş, cinsiyet, klinik bulgular, laboratuar değişkenler, uygulanan tedavileri ve sonuçları kaydedildi. Bulgular: Toplam 214 HSP’li çocuk hastanın (121 erkek, 93 kız) yaş ortalaması 9.0 ± 3.2 yıl (2-16 yaş arası) idi. Hastaların 136’sında (%63.6) bir üst solunum yolu enfeksiyonu geçirme öyküsü mevcuttu. Hastaların %62.1’inde karın ağrısı, %22.1’inde kusma, %25.4’ünde dışkıda gizli kan pozitifliği veya melena saptandı, üç hasta intusepsiyon nedeniyle opere edildi. Eklem tutulumu 117 (%54.7) hastada, kranio-fasyal ödem 73 (%34.3) hastada görüldü. Renal tutulum bulgusu olarak 63 hastada (%29.4) hematüri, 57 hastada (%26.6) proteinüri, 21 hastada (%9.8) lökositüri gözlenirken, 5 hastada nefrotik/nefritik sendrom görüldü. IgA yüksekliği 35 (%16) olguda C3 yüksekliği 41 hastada (%19.3), C3 düşüklüğü 23 hastada (%10.7) rastlandı. Tedavi olarak 114 hastaya (%53.3) benzatin penisilin+ penisilin V, 128 hastaya (%59.8) non-steroidal antiinflamatuar, 86 hastaya (%40.2) oral/parenteral steroid verildi. Nefrotik proteinürisi olan 5 hastaya renal biyopsi sonrası immunsupresif verildi. Sonuç: Henoch-Schönlein purpurasında özellikle gastrointestinal sistem ve renal tutulum nadiren önemli komplikasyonlara yol açmaktadır.Öğe Common pathogens isolated from burn wounds and their antibiotic resistance patterns(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2013) Yolbaş, İlyas; Tekin, Recep; Kelekçi, Selvi; Selçuk, Cafer Tayyar; Okur, M. Hanefi; Tan, İlhan; Uluca, ÜnalObjective: Burn wound infections are the most severe cause of mortality in patients in the burn units. The aim of this study is to determine the bacteriological profile and their antibiotic resistance patterns in burn unit of Dicle University Hospital. Methods: Medical records of 151 burn patients admitted to the burn unit of Dicle University Hospital between June, 2008 and June 2010 were reviewed retrospectively. Results: Our study included 70.2% (n=106) male and 29.8% (n=45) female patients. The mean age of cases was 10.9±14.7 years. The rate of isolated microorganisms were 62.3% (n=94) Acinetobacter baumannii, 25.8% (n=39) Pseudomonas aeruginosa, 7.3% (n=11) Escherichia coli and 4.6% (n=7) Staphylococcus aureus. The most effective antibiotic against A. baumannii was colistin (95%) followed by levofloxacin (84%) and trimethoprimsulfamethoxazole (87%). The most effective antibiotics against P. aeruginosa were amikacin (82%), ciprofloxacin (71%) and levofloxacin (71%). The most effective antibiotics against E. coli were amikacin (91%), meropenem (73%) and imipenem (82%). Conclusion: The prevalence of burn wound infection caused by A. baumannii and multiple drug resistant A. baumannii are increasing worldwide by time. The prevalence of multiple drug resistant P. aeruginosa and E. coli are rising also. So, new strategies of infection prevention should improve as soon as possibleÖğe Dev sağ ventrikül fibromu olan süt çocuğu(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2014) Demir, Fikri; Akın, Alper; Bilici, Meki; Aktar, Fesih; Uluca, Ünal; Turan, Mehmet İbrahim; Tan, İlhanKardiyak fibrom, rabdomiyomdan sonra en sık görülen benign kardiyak tümör olmasına rağmen insidansı oldukça düşüktür. Çıkış yolu obstrüksiyonuna, aritmiye veya ciddi kapak disfonksiyonuna yol açtıklarında cerrahi müdahale gerektirirler. Bu yazıda oldukça büyük olmasına rağmen asemptomatik seyir gösteren fibromlu bir süt çocuğu sunuldu.Öğe Diyabetik ketoasidoz ve talasemi majorlu bir yenidoğan: Nadir bir olgu(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2012) Yolbaş, İlyas; Şen, Velat; Balık, Hasan; Kelekçi, Selvi; Haspolat, Yusuf Kenan; Uluca, Ünal; Tan, İlhan;Diyabetik ketoasidoz mutlak insülin yetersizliğine bağlı gelişen ve genellikle hiperglisemi, ketonemi, asidemi, glikozüri, ketoüri ile karakterize sistemik bir durumdur. Talasemi Major “beta globulin” zincirinin yapılamaması veya az yapılması nedeniyle eritrosit ömrünün kısa olmasından kaynaklanan, hayatın 3.-4. ayında anemi bulguları görülmeye başlayan ve zamanla sürekli kan nakli gerektiren çok ciddi kalıtsal bir kan hastalığıdır. Olgu sunumumuzda 24 yaşındaki talasemi taşıyıcısı bir baba ve 23 yaşındaki talasemi taşıyıcısı ve gestasyonel diyabetli bir anneden doğan, anemi, hiperglisemi, kusma ve asidoz tablosuyla servisimize yatırılan ketonüri olmadığı halde diyabetik ketoasidoz ve erken dönemde eritrosit transfüzyonu gerektiren talasemi majorlu 20 günlük nadir görülen bir olguyu sunduk. Yenidoğanlarda diyabetik ketoasidoz tablosunun ketonüri olmadan da görülebileceği ve talasemi major olgularında hiperglisemi ve asidozla birlikte erken dönemde aneminin de ortaya çıkabileceğine vurgu yapmak için olgu sunulduÖğe Ergen polikliniğine başvuran olguların sosyodemografik özelliklerinin değerlendirilmesi(Dicle Üniversitesi, 2016) Haspolat, Y. Kenan; Karabe, Müsemma; Karabel, Duran; Kelekçi, Selvi; Tuncel, Tuba; Şen, Velat; Uluca, Ünal; Tan, İlhanAmaç: Araştırmamızda bölgemiz ergenlerini tanımlayarak gereksinimlerini belirlemek, problemleri saptayarak çözümlere odaklanmak ve bundan sonra planlanacak çalışmalara destek olmayı amaçladık. Yöntemler: Ergen polikliniğine son 6 ayda gelen hastalar geriye dönük incelendi. Demografik bilgiler, vücut kitle indeksi (VKİ), okul durumu, ders başarısı, alışkanlıkları, geçirilen travmalar ve psikososyal durumları ile ilgili veriler kaydedildi. Bulgular: 124’ü kız, 244 ergen çalışmaya alındı. Yaş ortalaması 12,99 ± 1,89 yıl (10-18 yıl) idi. Ergenlerin %48,3’ü düşük VKİ’ne sahipti. Sigara kullanımı %32,4 (n=79) olup erkeklerde daha fazlaydı. Sigara kullananlarda hem okul başarısı daha düşüktü (p=0,002), hem de intihar düşüncesi daha fazlaydı (p<0,001). Ailesinde intihar öyküsü olanların, intihar girişiminde bulunmuş olma veya intihar düşüncesine sahip olma oranı daha yüksekti (p=0,005, p=0,022, sırasıyla). Fiziksel şiddet görenlerde intihar girişiminde bulunmuş olma veya intihar düşüncesine sahip olma oranı daha fazlaydı (p=0,011, p=0,001, sırasıyla). Psikolojik şiddet görenlerde, intihar girişiminde bulunmuş olma veya intihar düşüncesine sahip olma oranı daha yüksekti (p<0,001, p<0,001, sırasıyla). Sonuç: Ergenlik döneminin en sağlıklı şekilde tamamlanması için başta ebeveynler ile onlara sağlık, eğitim ve bakım hizmeti sağlayanlar, döneme özgü sorunlar konusunda bilinçlendirilmeli, ergenlere özel hizmet veren merkezler oluşturulup, devlet ve özel kurumlarca desteklenmelidir.Öğe Geçirilmiş miyokarditte antikonjestif tedavi ne zaman kesilmelidir?(2016) Karabel, Duran; Uluca, Ünal; Demir, Fikri; Bilici, Meki; Akın, Alper; Yılmazer, Murat MuhtarMiyokardit miyokard dokusunun enflamasyonu ve miyokard fibrillerinin hasarı ile seyreden bir hastalıktır. Asemptomatik seyirden, kalp yetersizliği ve ani ölüme kadar değişken bulgular gösterir. Tedavinin köşe taşı, antikonjestif ilaçlar ve gerektiğinde mekanik ventilasyonu da kapsayan destekleyici tedavidir. Miyokardit düzeldikten sonra ilaç tedavisinin kesilmesi için en uygun zaman belirsizdir. Burada, izleminin beşinci ayında kalp yetersizliği bulguları düzelen ancak ilaçları kesildikten sonra kalp yetersizliği bulguları tekrarlayan hastayı sunarak antikonjestif tedavinin kesilmesi konusunda temkinli olunması gerektiğini vurgulamak istedik.Öğe Hışıltılı infantlarda risk faktörlerinin değerlendirilmesi(Modestum Publishing Ltd., 2013) Karabel, Müsemma; Kelekçi, Selvi; Tuncel, Tuba; Şen, Velat; Karabel, Duran; Uluca, Ünal; Tan, İlhan; Gürkan, M. FuatAmaç: Bu çalışmada, en az bir hışıltı atağı geçirmiş olan çocukların demografik özellikleri ve çevresel risk faktörlerinin araştırılması amaçlandı. Yöntemler: Yaşları 6-24 ay arasında olan 118 hastadan oluşan çalışma grubu, ilk defa hışıltı geçirenler ve tekrarlayan hışıltı geçirenler olmak üzere iki alt grupta incelendi. Kontrol grubu olarak, benzer yaş ve cinsiyetteki sağlıklı çocuklar alındı. Gruplarda anne-babaya verilen anket formu üzerine, olguların sosyo-demografik özellikleri ile ailesel ve kişisel atopik hastalık öyküsü, anne-baba eğitim durumu, pasif sigara içiciliği, soba kullanımı, ev kalabalıklığı indeksi, aşılanma durumu ve eşlik eden kalp hastalığı durumları kaydedildi. Bulgular: İlk hışıltı alt grubuna 52 hasta, tekrarlayan hışıltı alt grubuna 66 hasta alındı. Kontrol grubundaki 60 hasta ile çalışma grubu arasında yaş, cinsiyet, doğum tartısı ve anne sütü alma süresi açısından istatistiksel olarak anlamlı farklılık yoktu (p>0,05). Çalışma grubunda sigara içen anne ve annenin düşük eğitim düzeyi sıklığı kontrol grubuna kıyasla anlamlı yüksekti (p<0,05). Ailede atopik hastalık varlığı, çalışma grubunda % 27,5, kontrol grubunda % 6,3 olarak, istatistiksel anlamlı farklılık gösterdi. Eşlik eden konjenital kalp hastalığı ve atopik dermatit varlığı, çalışma grubunda kontrol grubuna kıyasla fazlaydı ve tekrarlayan hışıltı grubunda anlamlı yüksek bulundu. Aşısı olmayan çocuk oranı çalışma grubunda (% 31), kontrol grubundan (% 6,7) anlamlı yüksek bulundu.. Sonuç: Hışıltı nedeniyle hastaneye yatan hastalarda annenin eğitim düzeyi, annenin sigara içmesi, aşıdan kaçınma ve evde soba kullanımı önlenebilir çevresel risk faktörleridir. Risk faktörleri sorgulayarak gerekli önerilerde bulunmak, hem tekrarlayan yatışların önüne geçmek, hem de kalıcı bronş hasarından koruma açısından önemlidir.Öğe Kawasaki hastalığı: 13 vakanın değerlendirilmesi(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2013) Ece, Aydın; Güneş, Ali; Tan, İlhan; Uluca, Ünal; Kelekçi, Selvi; Yel, Servet; Şen, VelatAmaç: Kawasaki hastalığı, ülkemizde seyrek tanı alan bir vaskülittir. Bu çalışmada Kawasaki hastalığı tanısı alan 13 çocuk olgunun klinik ve laboratuvar bulguları ile izlem sonuçlarının değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Gereç ve yöntem: Kawasaki hastalığı tanısı tanı kriterlerine dayanarak kondu. Hastaların anamnezi alındıktan ve fizik muayeneleri yapıldıktan sonra, biyokimyasal testler ve tam kan sayımı yapıldı ve akut faz belirteçleri ölçüldü. Ayrıca, idrar tetkiki ve enfeksiyon araştırması yapıldı. Hastaların tümüne ekokardiyografi yapıldı. Tedavi olarak intravenöz immunglobulin (IVIG, 2 g/kg) verildi ve asetil salisilik asit (100 mg/kg) başlandı. Bulgular: Çalışmaya alınan hastaların 8’i erkek, 5’i kız idi. Hastaların yaş ortalaması 3,3±1,6 yıl (aralık, 1,5-7 yıl) olup, 12 hasta beş yaş veya altında idi. Başvuru anında hastaneye başvurmadan önceki ortalama tanı gecikmesi süresi 14,2±10,6 gün (ortanca 14 gün, aralık 6-35) idi. Yüksek ateş tüm hastalarda mevcut olup, vücutta döküntü 11/13 hastada, lenfadenopati 9/13’ünde, el ve ayaklarda soyulma 5/13’ünde, konjonktivit ve ağız mukozasında kızarıklık 5/13 hastada mevcuttu. Beş hastada artrit, birer hastada konvülziyon ve solunum sıkıntısı saptandı. Beş hastada ekokardiyografik incelemede ana koroner arterde genişleme saptandı. Hastaların tümüne asetil salisilik asit ve intravenöz immunglobulin (İVİG) tedavileri başlandı. Hastalarda ateş ve diğer klinik ve laboratuvar anormallikler tamamen düzeldi, ancak iki hastada İVİG tedavisine rağmen koroner arter genişlemesi sebat etti. Sonuç: Kawasaki hastalığı seyrek görüldüğü için sıklıkla tanıda gecikme olmakta ve koroner arter tutulumu her zaman düzelmeyebilmektedirÖğe Kronik hastalığı olmayan çocuklarda tamamlayıcı ve alternatif tıp kullanımı(Turkish Pediatric Association, 2014) Tuncel, Tuba; Şen, Velat; Kelekçi, Selvi; Karabel, Müsemma; Şahin, Cahit; Uluca, Ünal; Karabel, Duran; Haspolat, Yusuf KenanAmaç: Bu çalışmada amacımız, kronik hastalığı olmayan çocuklarda kullanılan tamamlayıcı ve alternatif tıp yöntemlerini değerlendir- mek, bu yöntemlerin kullanım sıklıklarını saptamak ve kullanılma- larını etkileyen etmenleri araştırmaktır. Gereç ve Yöntemler: Çalışma 15 Ekim-15 Kasım 2012 tarihleri ara- sında yapıldı. Yerel etik kurul onayı alındı (08.10.2012/732). Hazır- lanan çalışma formu, genel çocuk polikliniğine başvuran ve kronik hastalığı olmayan çocukların annelerine uygulandı. Veriler SPSS for Windows v.16 programına kaydedildi. Tanımlayıcı istatistiklerki- kare, Mann-Whitney U ve lojistik regresyon analizleri uygulandıp<0,05 anlamlı kabul edildi. Bulgular: Çalışmaya 206 çocuk alındı. Hastaların %83ünde tamam- layıcı ve alternatif tıp uygulanmıştı. Nazardan korumak amacıyla na- zar boncuğu takma (%45) ve okutma (%35) en sık kullanılan uygula- malardı. Tamamlayıcı ve alternatif tıp kullanımına en sık neden olan tıbbi rahatsızlıklar, kansızlık, ishal, kabızlık ve öksürük idi. Hastaların %73ünde inanış temelli uygulamalar, %57sinde bitkisel yöntemler kullanılmaktaydı. Hastaların %18inde kesi yapmak gibi girişimsel yöntemler uygulanmıştı. Bu yöntemleri uygulayan ve uygulamayan hastalar arasında, ailenin gelir düzeyi, anne ve baba eğitim düzeyleriaile tipi ve yaşam yeri açısından fark olmadığı saptandı (p>0,05). Çıkarımlar: Çocuklarda tamamlayıcı ve alternatif tıp yöntemleri ol- dukça sık uygulanmaktadır. Hekimlerin, etkileri ve yan etkileri açı- sından bu yöntemler hakkında bilgi sahibi olmaları ve olası riskleri konusunda aileleri ve özellikle de anneleri uyarmaları gerekmektedir. (Türk Ped Arş 2014; 49: 148-53).Öğe Prematüre retinopatili olgularda ortalama trombosit hacmi(Modestum Publishing Ltd., 2014) Yüksel, Harun; Şahin, Alparslan; Şahin, Muhammed; Türkçü, Fatih Mehmet; Çınar, Yasin; Özkurt, Zeynep Gürsel; Karaalp, Ümit; Uluca, Ünal; Çaça, İhsanAmaç: Bu çalışmada prematüre retinopatisi (PR) olan hastalarda tip 1 PR gelişen ve gelişmeyen hastaların ortalama trombosit hacmi (OTH) karşılaştırılmıştır. Yöntemler: Çalışma prematüre yeni doğanların hastane kayıtları incelenerek yapılmıştır. 1500 gr ağırlık altında ve doğum haftası 32 haftadan küçük olan bebekler bu çalışmaya dahil edilmiştir. Doğum ağırlıkları, doğum haftası, retinopatinin evresi, artı hastalık varlığı araştırılmıştır. Tip 1 PR tanısı koyulduğu zaman hastalardan kan alınmıştır. Tip 1 PR tanısı almayan hastalardan da benzer gestasyonel yaşlarda kan alınmıştır. Tam kan sayımında; hemoglobin, hematokrit, trombosit sayısı ve OTH değerleri kaydedilmiştir. Bulgular: Altmış üç PR’li hasta bu çalışmaya dahil edildi. Bu hastaların 22 tanesinde tip 1 PR saptanırken, 41 tanesinde saptanmadı. Ortalama doğum haftası ve doğum ağırlığı gruplar arasında istatistiksel farklılık saptanmadı. Ortalama OTH tip 1 PR gelişen olgularda 9,1±2,0 fL iken tip 1 PR gelişmeyen olgularda 9,4±1,8 fL idi (p=0,61) Sonuçlar: Çalışmamızda OTH değerleri tip 1 PR gelişen ve gelişmeyen PR’li hastalarda farklı saptanmamıştır.Öğe Serum galectin-3 levels in children with chronic hepatitis B infection and inactive hepatitis B carriers(International Scientific Literature Inc., 2015) Uluca, Ünal; Şen, Velat; Ece, Aydın; Tan, İlhan; Karabel, Duran; Aktar, Fesih; Karabel, Müsemma; Balık, Hasan; Güneş, AliBackground: Chronic hepatitis B virus (HBV) infection is common worldwide. Follow-up of patients by the use of non-invasive techniques may be valuable in clinical practice. The aim of this study was to investigate serum galectin-3 (GAL-3) levels for monitoring disease status in children with chronic HBV infection. Material/Methods: Thirty-two patients with chronic hepatitis B (CHB), 30 inactive HBV carrier patients, and 30 matched healthy controls were enrolled in the study. We performed basic laboratory tests: serum glucose, albumin, alanine aminotransferase (ALT), aspartate aminotransferase, gamma-glutamyl transferase (GGT), total bilirubin, prothrombin time, and activated partial thromboplastin time. In addition, serum GAL-3 levels were measured by ELISA technique. Results: Significantly higher serum GAL-3 levels (16.5±3.6, 1.1±0.3, 0.7±0.5 ng/ml, respectively, p<0.001) and ALT levels (80.2±30.6, 26.8±12.6, 28.1±4.4 IU/L, respectively, p<0.001) were found in the CHB group compared with the inactive carriers and the control groups. There were no significant differences in ALT levels and GAL-3 levels or between inactive HBV carriers and the control groups (p>0.05, for each). Significantly higher GGT levels were found in the CHB group (51.3±27.5 IU/L) compared with the inactive HBV carriers (35.7±10.1 IU/L) and the control group (31.3±9.5 IU/L) (p<0.001, and p=0.004, respectively). A significant correlation was found between GAL-3 and ALT levels in the CHB group (r=0.82, p<0.001). Conclusions: Our results suggest that serum GAL-3 level may be a beneficial indicator of chronicity in hepatitis B infection in children.Öğe Urinary kidney injury molecules in children with febrile seizures(Taylor and Francis Ltd, 2016) Güneş, Ali; Ece, Aydın; Akça, Halise; Aktar, Fesih; Mete, Şehmus; Samancı, Serhat; Uluca, Ünal; Şen, Velat; Tan, İlhan; Kaplan, İbrahimObjective: Hypoxia occurs following convulsions, and hypoxia is one of the most common causes of acute renal damage. The aim of this study was to investigate urinary levels of kidney injury molecules, including neutrophil gelatinase-associated lipocalin (NGAL), N-acetyl-β-D-glucosaminidase (NAG), and liver-type fatty acid-binding protein (L-FABP) in children with febrile seizures (FS) for the first time. Methods: The study included 28 children with FS and 34 age and gender matched healthy children. Serum biochemistry and blood gases were measured in the serum samples. Estimated glomerular filtration rate (eGFR) was calculated. NGAL, NAG, L-FABP, and creatinine (Cr) were measured in the urine samples. The ratios of kidney injury markers to urinary Cr were used for comparisons. Results: There were no significant differences in eGFR and serum chemistry values between the FS and the control group (p > 0.05). Hypoxia was detected in 67.9% of the FS patients. The FS group had significantly higher urinary kidney injury molecules to Cr ratios compared to the controls, including NGAL/Cr (17.9 ± 9.8; 6.7 ± 4.0, respectively; p < 0.001), NAG/Cr (0.55 ± 0.29; 0.21 ± 0.16, p < 0.001), and L-FABP/Cr (4.85 ± 2.93; 1.74 ± 1.16, p < 0.001). Conclusion: Increased urinary NGAL/Cr, NAG/Cr, and L-FABP/Cr values, in patients with FS compared to healthy controls, suggest a possible subclinical renal damage in these patients.