Yazar "Tuncel, Elif Tuğba" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 10 / 10
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Aşırı yükselmiş ve uzun süreli devam eden hiperbilirubineminin nadir sebebi: Weil hastalığı(2016) Kaya, Muhsin; Tuncel, Elif Tuğba; Kaçmaz, HüseyinLeptospirozis vakalarının büyük çoğunluğunda grip benzeri hafif klinik tablo görülürken, %10'u sarılık ve böbrek yetmezliği bulgularının olduğu ve Weil hastalığı olarak adlandırılan klinik formda görülür. Çalış- mamızda Weil hastalığı tanısı konulan, yaş ortalaması 36.2±1.7 olan beş erkek hasta sunulmuştur. Tüm hastalarda ateş, yaygın kas ağrısı, karın ağrısı, sarılık, konjunktivalarda kızarıklık ve şişlik, üç vakada ka- şıntı ve yaygın cilt döküntüleri mevcuttu. Biyokimya tetkiklerinde tüm vakalarda bilirubin ve kreatin kinaz seviyesinde belirgin artma ve normal protrombin düzeyi ile beraber aspartat amino transferaz, alanin amino transferaz, alkalen fosfataz ve gama glutamil transferaz seviyesinde hafif artma; dört vakada kreatin seviyesinde belirgin artma saptandı. Tam kan sayımında tüm vakalarda trombositopeni ve lökositoz vardı. Weil hastalığı tanısı mikroskobik aglutinasyon testi ile doğrulandı. Tüm hastalara yatışının ilk gününden itibaren geniş spektrumlu antibiyotik tedavisi başlandı. Akut böbrek yetmezliği olan üç hastamız hemodiyaliz tedavisine alındı. Tüm hastalara tedavinin ilk gününden karaciğer fonksiyon testlerinin normale dönmesine kadar ursodeoksikolik asit tedavisi verildi. Hastalardan biri yatışının birinci gününde akciğer içi kanama nedeniyle vefat etti. Geriye kalan dört hastanın diğer klinik ve laboratuvar bulguları erken düzelirken, serum bilirubin düzeyleri ortalama 99.2±7.4 gün sonra normale döndü. Sonuç olarak, akut enfeksiyon belirtileriyle başlayan ve uzun süreli devam eden sarılık olgularının ayırıcı tanısında Weil hastalığı da düşünülmelidir.Öğe F-18-FDG PET/BT’de kolanjiosellüler kanseri taklit eden Fasciola hepatica vakası(2018) Kaya, Muhsin; Tuncel, Elif Tuğba; Ebik, Berat; Yalçın, Kendal; Kaçmaz, Hüseyin; Komek, Halil; Uçmak, Feyzullahİnsan fasioliazisi, Fasciola hepatica ve Fasciola gigantica’nın neden olduğu, dünya genelinde nadir görülen zoonotik bir hastalıktır. Genellikle çiftlik hayvanlarını etkileyen bir trematod olup insan rastlantısal ara konakçıdır. Spesifik olmayan semptom ve bulgularının birçok hepatobiliyer hastalıkta izlenebilmesi nedeniyle fasioliazisin tanı ve tedavisi gecikebilmektedir. Elli üç yaşında kadın hasta 18-Florodeoksi-glukoz pozitron emisyon bilgisaya-ralı tomo-grafi incelemesinde ekstrahepatik safra yollarında yüksek florode-oksi-glukoz tutulumu nedeniyle kliniğimize başvurdu. Hastada son 3 aydır süren karın ağrısı, kaşıntı ve halsizlik yakınmaları mevcuttu. Kolanjiyosellü-ler kanseri taklit eden ve serolojik olarak tanısı konan biliyer fasioliazisli bu vakayı sunacağız.Öğe Gastroenterit etkeni olan Campylobacter türlerinin immünokromatografi, kültür-MALDI-TOF MS ve moleküler yöntemler ile saptanması(2018) Dal, Tuba; Bacalan, Fatma; Tuncel, Elif Tuğba; Özcan, NidaCampylobacter spp. bakteriyel gastroenteritlerin (GE) önde gelen ajanlarındandır. Bu çalışmada, GE vakalarından kampilobakter türlerinin kültür ile izolasyonu, immünokromatografik testler (İKT) ve moleküler yöntemlerle tanımlanması ve izolatların in vitro antibiyotik duyarlılıklarının araştırılması amaçlandı. Çalışmaya, Aralık 2016- Ocak 2018 tarihleri arasındaki 13 aylık sürede Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastaneleri polikliniklerine ishal yakınması ile başvuran hastalara ait toplam 400 dışkı örneği dahil edildi. Örneklerde kampilobakter antijen varlığı RIDA ® QUICK Campylobacter( Biopharma, Almanya) ve CerTest (Biotec, İspanya) İKT kitleri ile, Campylobacter spp. DNA varlığı EntericBio Gastro Panel II (Serosep, İrlanda) ve BD MAX enteric bacterial panel (BD Diagnostics, ABD) ile örneklerde araştırıldı. Toplam 400 örneğin 41’i (%10.2) kültür ve/veya moleküler testlerde pozitiflik saptanarak kampilobakter GE olarak değerlendirildi. Toplam 21(%51.2) örnekte kültürde kampilobakter türleri üredi. Kültürde üreyen 21 izolatın 16 (%76.2)’sı C. jejuni, 5 (%23.8)’i C. coli olarak tanımlandı. Kampilobakter prevalansı 0-14 yaş grubunda %10.7 (24/225), 15-45 yaş aralığında %6.9 (9/131), 46 yaş üstündeki hastalarda %18.2 (8/44) olarak saptandı. İzolatlarda siprofloksasin, tetrasiklin ve eritromisin direnç oranları sırasıyla %66.7, %47.6 ve %9.5 olarak saptandı. Campylobacter spp. saptamada BD MAX EBP’nin duyarlılığı %100, özgüllüğü %96.2; EntericBio GP II’nin duyarlılığı %100, özgüllüğü %98.1 olarak bulundu. CerTest (Biotec, İspanya)’in duyarlılığı %68.3, özgüllüğü %91.6, pozitif prediktif değer (PPD) ve negatif prediktif değerleri(NPD) sırasıyla %56 ve %86 olarak saptandı. RIDA ® QUICK Campylobacter( Biopharma, Almanya) testinin duyarlılığı ve özgüllüğü sırasıyla %87.8 ve %96.1 olarak, PPD ve NPDleri %72 ve %98.6 olarak hesaplandı. Sonuç olarak tanıda kullanılan İKT’lerin kültürle doğrulanması gerekir. Yüksek özgüllük ve duyarlıkta olan moleküler sistemler ile bakteri izole edilemediği için ileri çalışma ve antibiyotik duyarlılıkları yapılamamaktadır.Öğe Güneydoğu Anadolu Bölgesindeki üçüncü basamak gastroenteroloji kliniğinin toksik hepatit deneyimi(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2018) Uçmak, Feyzullah; Tuncel, Elif Tuğba; Kaçmaz, Hüseyin; Ebik, Berat; Kaya, MuhsinAmaç: Toksik hepatit birçok ilaç ve bitkisel ürünün alınmasıyla ortaya çıkan klinik tablodur. Çok sayıda ilaç değişik mekanizmalarla toksik hepatite neden olmaktadır. Hastalığın görülme sıklığı ve sebepleri bölgesel farklılıklar gösterebilmektedir. Çalışmadaki amacımız kliniğimize başvuran toksik hepatitli olguların demografik, klinik ve laboratuar özelliklerini sunmaktır. Yöntemler: Ağustos 2014-Haziran 2016 tarihleri arasında kliniğimize anormal karaciğer fonksiyon testleri nedeniyle yatırılan, klinik ve laboratuar değerlendirme sonrası TH tanısı konulan hastalar alındı. Hastaların demografik özellikleri, toksik hepatitin muhtemel etiyolojisi, klinik özellikleri, biyokimya ve tam kan değerleri, klinik seyirleri kaydedildi. Bulgular: Çalışmaya yaş ortalaması 41.4±16.8 olan 56 (34 kadın) hasta alındı. Hastaların 31 (%55.6)’inde ilaçlar, 11 (%20.4)’inde bitkisel maddeler, 6 (%9,3)’ında narkotik madde ve 8 (%14,8)’inde bitkisel madde, ilaç ve narkotik kullanımına bağlı toksik hepatit geliştiği saptandı. İlaçlar içinde en çok antibiyotik (birinci sırada amoksisilin+ klavulanik asit) ve non-steroid anti inflamatuvar ilaç (birinci sırada diklofenak sodyum) kullanımı hikayesi saptandı. Bitkisel madde kullanımı olan hastalarda en sık meryem otu, lavanta çayı ve atom çayı kullanım hikayesi mevcuttu. Narkotik madde olarak en sık ekstazi (5 hasta) kullanımı saptandı. Otuz yaş altı (RR:1.545, p<0.001) ve erkek cinsiyet (RR:11.0, p=0.013) narkotik madde kullanımı için risk faktörü olarak saptandı. Sonuç: Bölgemizde ilaç ve bitkisel madde kullanımına bağlı gelişen TH anormal karaciğer fonksiyon testlerinin önemli bir sebebi olarak dikkate alınmalıdır. Özellikle genç erkeklerde narkotik kullanımı toksik hepatit etiyolojisinde önemli yer tutmaktadır.Öğe The importance of acoustic radiation force impulse (ARFI) elastography in the diagnosis and clinical course of acute pancreatitis(Aves Yayıncılık, 2018) Kaya, Muhsin; Değirmenci, Mehmet Serdar; Göya, Cemil; Tuncel, Elif Tuğba; Uçmak, Feyzullah; Kaplan, Mehmet AliBackground/Aims: Acute pancreatitis (AP) is characterized by acute inflammation of the pancreas and it has a highly variable clinical course. The aim of our study was to evaluate the value of acoustic radiation force impulse (ARFI) elastography in the diagnosis and clinical course of AP. Materials and Methods: Consecutive patients with a diagnosis of AP (patients group) and healthy subject (control group) were prospectively enrolled to the study. Demographic features and clinical, laboratory, and radiological data were recorded. Virtual Touch Tissue Quantification (VTQ) was used to implement ARFI elastography. The tissue elasticity is proportional to the square of the wave velocity (SWV). Results: A total of 108 patients (age, 57±1.8 y) and 79 healthy subjects (age, 53.6±1.81 y) were included in the study. There were 100 (92.5%) edematous and 8 (7.4%) necrotizing AP. The mean SWV was significantly higher in the patient group than in the control group (2.43±0.08 vs. 1.27±0.025 m/s, p<0.001). There was not significant difference between patient and control group regarding age and gender. SWV cutoff value of 1.63 m/s was associated with 100% sensitivity and 98% specificity for the diagnosis of AP. There was not significant difference between patients with and without complications and patients with edematous and necrotizing AP regarding mean SWV value. There was also not significant correlation between mean SWV value and age, mean length of hospital stay, and mean amylase level. Conclusion: ARFI elastography may be a feasible method for the diagnosis of AP, but it has no value for the prediction of clinical course of AP.Öğe Kalp yetmezliği ve tipik karaciğer tutulumu bulgularıyla kendini gösteren Osler-Weber- Rendu olgusu(2015) Tuncel, Elif Tuğba; Kaçmaz, Hüseyin; Kaya, MuhsinOsler-Weber-Rendu sendromu deri ve mukozalarda telenjiektaziler ve içorganlarda arteriovenöz malformasyonlar ile karakterize, nadir görülen,otozomal dominant geçiş gösteren bir hastalıktır. Altmış yaşındaki kadınhasta tekrarlayan üst gastrointestinal sistem ve burun kanaması nedeniyle kliniğimize yatırıldı. Hastanın fizik muayenesinde ağız içi, dudakve burun mukozasında yaygın telenjiektaziler, anemi, kalp yetmezliğive hepatomegali bulguları vardı. Yapılan tetkikler sonucu karaciğerdeyaygın arteriovenöz şantlar, pulmoner hipertansiyon ve kalp yetmezliğisaptandı.Öğe Kronik delta hepatiti ile ilgili son güncellemeler(2016) Tuncel, Elif Tuğba; Gündüz, Feyza; Yalçın, KendalHepatit D virüsü ilk kez Rizzetto ve arkadaşları tarafından 1977 yılında gösterilmiştir. HDV genomunun klonlanması ve sekanslanması ise 1986 yılında yapılmıştır. HDV sadece bitki virüslerinde görülen sirküler RNA genomuna sahip ilk hayvan virüsü ve hayvan virüsleri içinde de bilinen en küçük viral genoma sahip RNA virüsüdür. 1996 yılında ICTV tarafından Deltavirus cinsine bağlı bir virüs olarak sınıflandırılmıştır. HDV, delta virüs cinsi içinde, bu cinsin tek örneği olarak sınıflandırılmıştır.Kronik delta hepatiti, hepatotrop virüslere bağlı kronik viral hepatitlerin en seyrek görüleni, buna karşılık yüksek derecede patojenik ve sonuçları itibarı ile en ciddi seyredenidir. Günümüzde delta hepatit prevalansının azaldığı, özellikle İtalya'dan yapılan çalışmalarda gösterilmişse de, dünyanın bazı bölgelerinde delta hepatit önemli bir sağlık sorunu olmaya devam etmektedir. Ülkemizde özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da delta hepatit önemli ve ciddi bir sağlık sorunu olarak hala önemini korumaktadır. Son yıllarda Türkiye genelinde HDV infeksiyonu azalmasına rağmen hala ciddi oranlarda HDV pozitifliği devam etmektedir.Kronik HDV hastalığı için güncel kılavuzlarında önerdiği ve etkinliği kanıtlanmış tek tedavi şekli, 48 hafta süreyle haftada bir verilen peginterferon alfa tedavisidir. Aktif kompanse HDV hastalığı olan hastalarda tedavi endikedir. İlerlemiş hastalığı olan hastalarda, tedavinin beklenen yararları peginterferonun sirotik hastalarda potansiyel yan etkilerine ve düşük yanıt oranına karşı dengelenmelidir. Anlamlı HBV DNA serum titreleri bulunan hastalarda bir hepatit B virüs antiviralinin kullanılması önerilebilir ama HBV'nin kontrol altına alınması HDV karaciğer hastalığının doğal seyrini değiştiriyor gibi görünmemektedir.Öğe Relationship between lesions in adenomatous polyp-dysplasia-colorectal cancer sequence and neutrophil-to-lymphocyte ratio(International Scientific Literature Inc., 2016) Uçmak, Feyzullah; Tuncel, Elif TuğbaBackground: The aim of our study was to evaluate all lesions in the adenoma-dysplasia-cancer sequence of the colon and to examine whether the neutrophil-to-lymphocyte ratio (NLR) can distinguish polyps indicating dysplasia and cancer. Material/Methods: A total of 397 patients who had colonoscopic polypectomy between January 2010 and December 2014 were included in our retrospective study. The patients were divided into four groups: patients with hyperplastic polyps, patients with adenomatous polyps, patients with dysplasia, and patients with cancer. The NLR was calculated as a simple ratio indicating the relationship between counts of absolute neutrophil and absolute lymphocyte. Results: The NLR increased in line with the adenomatous polyp-dysplasia-cancer sequence, with the highest ratio established among cancer patients (2.05 (0.27–10), 2.34 (0.83–14.70) and 3.25 (0.81–10.0), respectively). The NLR was significantly higher among cancer patients than among patients with adenomatous polyps and hyperplastic polyps (p values were 0.001 and 0.004, respectively). The lymphocyte count of cancer patients was prominently lower when compared to those in groups with adenomatous polyps and hyperplastic polyps (p values were 0.001 and 0.003, respectively). The NLR was found to be significantly higher in patients with polyps larger than 10 mm [2.71 (0.90–14.70)] when compared to those with polyps smaller than 10 mm [2.28 (0.27–11.67)] (p<0.001). With the NLR threshold set at 2.20, it was possible to predict cancerous polyps with a sensitivity of 71.4% and a specificity of 52.5% (AUC: 0.665, 95% CI: 0.559–0.772, p=0.001). Conclusions: NLR is a cheap, universally available, simple and reliable test that can help predict cancerous polyps. It can be used as a non-invasive test for monitoring polyps.Öğe Siroz ve tümör dışı portal ven trombozu; risk faktörleri, klinik ve laboratuvar özellikleri(2016) Tuncel, Elif Tuğba; Ekin, Nazım; Uçmak, Feyzullah; Yalçın, KendalGiriş ve Amaç: Kliniğimizde tanı alan siroz ve tümör dışı portal ven trombozlu hastalarımızın etiyolojik, klinik ve laboratuvar özelliklerini sunmaktır. Gereç ve Yöntem: Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Gastroen- teroloji Kliniğine Mayıs 2010- Ağustos 2011 tarihleri arasında başvuran, siroz ve tümör tanısı dışlanmış portal ven trombozlu 25 hasta retros- pektif olarak incelendi. Hasta kayıtları demografik özellikler, başvuru semptomları, laboratuvar, radyolojik ve endoskopik özellikleri açısından tarandı. Bulgular: Olgularımızın 16'sı kadın, 9'u erkek olup ortalama yaş 39,4±13,1 idi. En sık başvuru yakınması karın ağrısı (%44) olup en sık rastlanan fizik muayene bulgusu splenomegali (%76) idi. On hastamızda majör etiyolojik faktör saptandı. Bir hastada iki, bir hastada ise üç etiyolojik faktör birlikte mevcuttu. Olguların %32'sinde metiltet- rahidrofolat redüktaz gen mutasyonu (1 hastada homozigot, 7 hastada heterozigot), %16'sında gebelik/postpartum dönem, %12'sinde sple- nektomi öyküsü, %8'inde polisitemia rubra vera, %8'inde myelofibrozis ve %4'ünde JAK-2 gen mutasyonu saptanmıştır. Üç olgumuz akut, 22 olgumuz kronik portal ven trombozu tanısı almıştır. Sonuç: Portal ven trombozu tanılı hastalarımızda en sık görülen etiyolojik faktörlerin, kro- nik myeloproliferatif hastalıklar ve gebelik olduğu saptandı. Portal ven trombozunda etiyolojik faktörün saptanması tedavi planı ve progresyo- nun önlenmesi açısından önemlidirÖğe What does the procalcitonin level tell us in patients with acute pancreatitis?(College of Physicians and Surgeons Pakistan, 2022) Ebik, Berat; Kaçmaz, Hüseyin; Tuncel, Elif Tuğba; Arpa, Medeni; Uçmak, Feyzullah; Kaya, MuhsinObjective: To determine the factors affecting the procalcitonin level, and its association with the severity of pancreatitis in patients with acute pancreatitis (AP). Study Design: Cross-sectional analytical study. Place and Duration of Study: Division of Gastroenterology, University of Health Sciences, Diyarbakır Gazi Yasargil Education and Research Hospital and Department of Gastroenterology, Dicle University School of Medicine, Diyarbakır, Turkey, between April 2017 and June 2021. Methodology: The study included 214 patients diagnosed with AP according to Atlanta criteria. By checking the PCT and CRP values of the patients in the first 12 hours, the relationship with these scales that predict the severity of pancreatitis was statistically examined. Results: Hundred and fifty-two patients (71.0%) had mild, while 62 patients (29.0%) had severe pancreatitis. According to the Atlanta criteria, the mean PCT level of patients with mild pancreatitis was 1.4±0.7 ng/mL, while the mean PCT level of patients with severe pancreatitis was 9.0±12.3 ng/mL (p<0.001). The diagnostic performance of PCT was better for predicting severe AP. For the 0.94 ng/mL cut-off, PCT had 86.9% sensitivity and 50.7% specificity. (AUC=0.731[95% CI: 0.669-0.811]; p<0.001; LR: 1.7). In patients with severe pancreatitis, the PCT level was 4.7±18.5 ng/mL in patients without concomitant infection and 15.8±8.1 ng/mL in patients with concomitant infection (p<0.001). Conclusion: High PCT value measured at the time of the first admission to the hospital may predict severe pancreatitis. In addition, a high PCT value at the time of admission to the hospital in patients with pancreatitis may indicate another concomitant infection.