Yazar "Topçu, Füsun" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 19 / 19
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Adherence to GOLD guideline treatment recommendations among pulmonologists in Turkey(Dove Medical Press Ltd., 2015) Şen, Elif; Güçlü, Salih Zeki; Kibar, Işıl; Öcal, Ülkü; Yılmaz, Veysel; Çelik, Onur; Çimen, Filiz; Topçu, Füsun; Orhun, MeltemBackground: Low adherence to Global initiative for chronic Obstructive Lung Disease (GOLD) guideline recommendations has been reported worldwide. There has been no study on the adherence to GOLD guidelines for COPD treatment in Turkey. Objectives: To investigate the rates of adherence to GOLD 2010 guidelines for COPD treatment among pulmonologists. Design: A multi-center, cross-sectional, observational study was carried out in eleven pulmonary outpatient clinics across Turkey. Adherence to GOLD was evaluated through hospital records. Demographic and clinical data were recorded. Results: Study included 719 patients (mean age: 62.9±9.7 years; males 85.4%) of whom 16 was classified as GOLD Stage I, 238 as II, 346 as III, and 119 as IV, and only 59.5% received appropriate treatment. Rates of guideline adherence varied across GOLD stages (I, 6.3%; II, 14.7%; III, 84.4%; and IV, 84%). Causes of inappropriate therapies were overtreatment (Stage I, 100% and Stage II, 91.1%), undertreatment (Stage III, 3.3% and Stage IV, 10.9%) and lack of treatment (Stage II, 3.8%; Stage III, 2.3%; and Stage IV, 5.9%). The most preferred regimen (43.4%) was long-acting β2-agonist-inhaled corticosteroid-long-acting muscarinic antagonist. Overall, 614 patients (89%) received treatment containing inhaled corticosteroid. Conclusion: Pulmonologists in Turkey have low rates of adherence to GOLD guidelines in COPD treatment. Inappropriateness of therapies was due to overtreatment in early stages and excessive use of inhaled corticosteroid (ICS) in all disease stages.Öğe Akciğer radyografisi normal saptanan hemoptizili olgularda fiberoptik bronkoskopi ve yüksek rezolüsyonlu tanıdaki değeri(2001) Şenyiğit, Abdurrahman; Bükte, Yaşar; Asan, Emir; Bayram, Hasan; Topçu, FüsunHemoptizi, çeşitli hastalıklarda ortaya çıkan ve sık rastlanan bir semptomdur. Teşhiste akciğer radyografisi ilk basamağı teşkil etmesine rağmen başta bronşektazi olmak üzere değişik hastalıkların normal göğüs radyografisine sahip olabilecekleri bilinmektedir. Çalışmamızda kliniğimizde hemoptizi tetkiki amacıyla yatırılan ve standart akciğer radyografileri normal olan 82 hastada (61 'i erkek, 21 'i kadın) fiberoptik bronkoskopi (FOB) ve yüksek rezolüsyonlu-BT (YRBT)'nin tanıdaki değerlerini prospektif olarak araştırmayı planladık. Otuz olguya her iki tetkike rağmen tanı konamadı. Olguların 2'sinde hem YRBT hem de FOB'ta bronş karsinomu saptanırken, 1 olguda trakea tümörü ve 2 olguda ise akciğer tümörü bulguları sadece FOB'ta tespit edildi. Yine YRBT'de saptanmadığı halde 2 olguda FOB'ta endobronşiyal tüberküloz (EBTB) tespit edildi. Ayrıca YRBT'de, 36 olguda bronşektazi belirlendi. Bu olguların sadece 6'sında FOB'ta bronşektazik değişiklikler saptandı. Bunlar dışında 9 olguda YRBT'de geçirilmiş tüberküloza (TB) bağlı apikal sekel fibrotik lezyonlar tespit edildi. Apikal fibrotik lezyonlar ve bronşektazi saptanmasında YRBT'nin FOB'tan üstün olduğu ve aralarında anlamlı farklılık olduğu belirlendi (sı-rasıyla p< 0.01 ve p< 0.001) Sonuçta, bronşektazi ve TB sekellerinin normal göğüs radyografisine sahip hemoptizili olgularda esas etyolojik faktörler olduğu ve bu iki hastalığın saptanmasında YRBT'nin üstünlük arz etmesine karşın farklı hastalıklardaki diagnostik değerlerinden dolayı hemoptizili olgularda hem YRBT hem de FOB'un başvurulması gereken işlemler olduğu kanaatine varıldı.Öğe Akciğer tüberkülozunun aktivitesinin belirlenmesinde ve tedavinin değerlendirilmesinde serum seruloplazmin düzeyinin rolü(2001) Asan, Emir; Şenyiğit, Abdurrahman; Kırbaş, Gökhan; Topçu, Füsun; Sınır, Cebrail; Yıldız, TekinSerum seruloplazmin seviyesinin birçok hastalıkta yükseldiği bilinmektedir. Biz de bu çalışmamızda tüberküloz hastalığının aktivitesinin saptanmasında ve tedaviye yanıtın değerlendirilmesinde serum seruloplazmin düzeyinin rolünü araştırmayı planladık. Çalışmaya toplam 43 aktif akciğer tüberkülozlu olgu ile inaktif akciğer tüberkülozlu 22 olgu ve sağlıklı 22 kişiden oluşan kontrol grubu alındı. Aktif akciğer tüberkülozlu olguların tedavi öncesi ve tedavinin 4. ayındaki seruloplazmin değerleri ölçülüp sonuçlar inaktif akciğer tüberkülozlu 22 hasta ve kontrol grubu ile karşılaştırıldı. Tedavi öncesi seruloplazmin değe-ri 48.18 ± 17.77 mg/dL olarak ölçülürken tedavinin 4. ayında bu değer 32.71 ± 8.06 mg/dL, inaktif grupta 29.67 ± 4.05 mg/dL ve kontrol grubunda ise 26.46 ± 6.38 mg/dL olarak hesaplandı. Tedavi öncesi değerler ile diğer gruplarda saptanan değerler arasında anlamlı fark saptanırken (p< 0.001), tedavinin 4. ayındaki değerler ile inaktif gruplar arasındaki değerler arasında anlamlı fark saptanmadı. Sonuçta serum seruloplazmin değerinin hastalığın aktivitesinin saptanması yanında tedaviye alınan yanıtın değerlendirilmesinde de etkili bir parametre olduğu kanaatine varıldı.Öğe Attitude and practice toward use of cigarettes and electronic cigarettes among pregnant women: A questionnaire-based survey(Aves Yayıncılık, 2022) Yıldırım, Elif; Duru, Serap; Sevim, Tülin; Topçu, Füsun; Gemicioğlu, Bilun; Özmen, İpek; Ocaklı, BirsenOBJECTIVE: This study aimed to evaluate attitude and practice toward use of regular tobacco cigarettes and electronic cigarettes among pregnant women. MATERIAL AND METHODS: A total of 1123 pregnant women participated on a voluntary basis in this questionnaire survey. Maternal characteristics, cigarette consumption parameters, and personal opinions regarding the adverse effects of smoking during pregnancy were evaluated. RESULTS: Active smokers composed 12.4% (9.4%: regular tobacco cigarettes, 3.0%: electronic cigarettes) of the study population. Smoking during the current pregnancy, particularly via regular tobacco cigarettes, was more likely for women with smoking during previous pregnancies (56.0% vs. 7.8%, P < .001), previous history of low birth weight infant delivery (16.1% vs. 8.6%, P = .013), premature delivery (16.7% vs. 7.0%, P < .001), and stillbirth (22.8% vs. 11.7%, P = .002). The presence versus absence of smoking during pregnancy was associated with a lower likelihood of being a housewife (70.5% vs. 80.5%, P = .010) and a higher likelihood of having an actively smoking mother (25.9% vs. 11.2%, P < .001) or partner (65.7% vs. 46.9%, P < .001). Regular tobacco cigarette users considered electronic cigarettes to have a higher risk of adverse impacts (11.1% vs. 2.9%, P = .012), while electronic cigarette users considered regular cigarettes to have a higher risk of nicotine exposure (55.9% vs. 13.0%, P < .001). CONCLUSION: Our findings indicate being employed, having an actively smoking mother or partner, as well as smoking in previous pregnancies, to be the risk factors for increased likelihood of smoking during pregnancy.Öğe Evaluation of patients with fibrotic interstitial lung disease: Preliminary results from the Turk-UIP study(Aves, 2021) Musellim, Benan; Moğulkoç, Nesrin; Uzun, Oğuz; Akyıl, Fatma Tokgöz; Türktaş, Haluk; Kumbasar, Özlem Özdemir; Okumuş, Gülfer; Oğuş, Candan; Dirol, Hülya; Zamani, Adil; Sevim, Tülin; Annakkaya Ali Nihat; Özyurek, Berna Akıncı; Hanta, İsmail; Aydemir, Yusuf; Edis, Ebru Çakır; Kurt, Bahar; Tertemiz, Kemal Can; Tabak, Levent; Yazıcı, Onur; Erdoğan, Yurdanur; Ateş, Güngör; Türker, Hatice; Salepçi, Banu; Hazar, Armağan; Niksarlıoğu Elif Yelda; Kara, Bilge Yılmaz; Köktürk, Nurdan; Kalpaklıoğlu, Füsun; Uzel, Işıl; Özsu, Savaş; Atahan, Ersan; Fendoğlu, Türkan Zeynep; Süreyya, Yılmaz; Başyiğit, İlknur; Çamsarı, Güngör; Tuncay, Esin; Yılmazel, Elif Uçar; Kanmaz, Dilek; Ekici, Aydanur; Topçu, Füsun; Uzaslan, Esra; Bozkuş, Fülsen; Barış, Serap Argun; Duru, Serap; Altınışık, Göksel; Bingöl, Züleyha; Tunacı, Atadan; Savaş, Recep; Alper, Fatih; Bayraktaroğlu, Selen; Can, Tuba Selçuk; Demir, Ali ArslanOBJECTIVE: Differential diagnosis of idiopathic pulmonary fibrosis (IPF) is important among fibrotic interstitial lung diseases (ILD). This study aimed to evaluate the rate of IPF in patients with fibrotic ILD and to determine the clinical-laboratory features of patients with and without IPF that would provide the differential diagnosis of IPF. MATERIAL AND METHODS: The study included the patients with the usual interstitial pneumonia (UIP) pattern or possible UIP pattern on thorax high-resolution computed tomography, and/or UIP pattern, probable UIP or possible UIP pattern at lung biopsy according to the 2011 ATS/ERSARS/ALAT guidelines. Demographics and clinical and radiological data of the patients were recorded. All data recorded by researchers was evaluated by radiology and the clinical decision board. RESULTS: A total of 336 patients (253 men, 83 women, age 65.8 +/- 9.0 years) were evaluated. Of the patients with sufficient data for diag-nosis (n=300), the diagnosis was IPF in 121 (40.3%), unclassified idiopathic interstitial pneumonia in 50 (16.7%), combined pulmonary fibrosis and emphysema (CPFE) in 40 (13.3%), and lung involvement of connective tissue disease (CTD) in 16 (5.3%). When 29 patients with definite IPF features were added to the patients with CPFE, the total number of IPF patients reached 150 (50%). Rate of male sex (p<0.001), smoking history (p<0.001), and the presence of clubbing (p=0.001) were significantly high in patients with IPE None of the women <50 years and none of the men <50 years of age without a smoking history were diagnosed with IPE Presence of at least 1 of the symptoms suggestive of CTD, erythrocyte sedimentation rate (ESR), and antinuclear antibody (FANA) positivity rates were significantly higher in the non-IPF group (p<0.001, p=0.029, p=0.009, respectively). CONCLUSION: The rate of IPF among patients with fibrotic ILD was 50%. In the differential diagnosis of IPF, sex, smoking habits, and the presence of clubbing are important. The presence of symptoms related to CTD, ESR elevation, and EANA positivity reduce the likelihood of IPF.Öğe Hepatit-B,antitüberküloz ilaçlara bağlı hepatotoksisite gelişiminde risk oluşturmakta mıdır?(2007) Topçu, Füsun; Ateş, Güngör; Şenyiğit, Abdurrahman; Akyıldız, Levent; Yıldız, TekinAmaç: Hepatit-B virüsü enfeksiyonunun, tüberküloz tedavisi sırasında gelişen ilaçlara bağlı hepatotoksisite riskini arttırabileceği iddia edilmektedir. Yöntem: Kliniğimizde tüberküloz tanısı konan ve antitüberküloz tedavi başlanan 53 hasta, prospektif olarak çalışmaya alındı. Bulgular: Tüm olgularda viral hepatit belirteçleri çalışıldı. Olgulardan 22'sinde hepatit-B belirteçleri negatif saptanırken (grup-1), 31 olguda pozitif saptandı (grup-2). Grup 2 de 27 olguda hepatit-B'ye karşı immünite gelişmişken 3 olguda HBsAg pozitifti. Yine bu grupta 1 olguda kronik aktif hepatit-B tanısı mevcutken; 1 olguda anti-HCV pozitif olarak saptandı. Anti-TB tedavi süresince 1. grupta 3 olguda, 2. grupta ise kronik aktif hepatiti olan 1 olguda hepatotoksisite gelişti. Sonuç: Mevcut bulgular hepatotoksisite gelişimi açısından hepatit-B ile karşılaşmış olmanın ilave bir risk faktörü oluşturmadığını ve tedavi öncesi hepatit belirteçlerinin bakılmasının gerekli olmadığını düşündürmektedir. (Akciğer Arşivi 2007; 8: 85-7)Öğe Kliniğimizde 2000-2005 yılları arasında yatırılan pulmoner tromboemboli tanılı hastaların retrospektif değerlendirilmesi(2007) Abakay, Abdurrahman; Yıldız, Tekin; Abakay, Özlem; Akyıldız, Levent; Topçu, FüsunGiriş: Pulmoner tromboemboli (PTE) sık oluşan, ancak tanısında çeşitli güçlükler yaşanılan ve tedaviyle mortalitesi azaltılabilen bir hastalıktır. PTE tanısında ilk adım klinik olasılığın saptanmasıdır. Amaç: Bu çalışmada kliniğimizde PTE tansı konan hastaların klinik ve laboratuvar özelliklerine ait verilerle, kullanılan tanısal algoritmaların tanı değerini retrospektif olarak araştırmayı amaçladık. Yöntem: Ocak 2000-Aralık 2005 arasında kliniğimize yatırılan 108 PTE olgusunun dosyaları incelendi. Bulgular: Olguların 54'ü (% 50) erkek, 54'ü (% 50) kadındı. Yaş ortalamaları erkeklerde 47.9±17.2, kadınlarda 50.5±18.4 yıldı. D-Dimer düzeyi ortalamaları, yaygın embolisi olan massif emboli kliniği ile gelen hastalarda anlamlı derecede yüksekti (p<0.05). Herediter trombofili yapan nedenler olarak Faktör 5 Leiden gen mutasyonu, Protrombin G20210A mutasyonu ve Metiltetrahidrofolat Redüktaz eksikliği değerlendirildiğinde pozitiflik oranı sırasıyla %1.1, % 12.5, %33.3 şeklindeydi. Klinik skorlama sistemlerinin uyumları karşılaştırıldığında Wicki-Wells (rwicki-wells= 0.231 p<0.01) ile Wells-Hyers (rwells-hyers= 0.285 p<0.01) arasındaki uyum anlamlı bulunurken, Wicki-Hyers arasındaki uyum yüzdesi anlamsız bulundu (rwicki-hyers= 0.127 p>0.05). En yüksek uyum katsayısı Wells-Hyers arasında saptandı ( rwells-hyers= 0.285). Sonuç: Bulgularımız Wells klinik skorlama sisteminin kliniğimizde kullanılan Hyers sistemine alternatif olabileceğini; belirgin yüksek D-Dimer düzeyinin öncelikle massif emboli hatırlatması gerektiğini düşündürmüştür. (Akciğer Arşivi 2007; 8: 127-33)Öğe Malignant pleural mesothelioma: Evaluation of clinical, radiological and histological features in 136 cases(2000) Topçu, Füsun; Işık, Recep; Şenyiğit, Abdurrahman; Coşkunsel, Mehmet; Babayiğit, CenkMalign plevral mezotelyoma (MPM) nadir görülen ancak fatal olan bir tümör olup sıklıkla asbest maruziyeti sonucu oluşur. Bu çalışmada 136 MPM vakası retrospektif olarak klinik, radyolojik, histolojik ve laboratuvar verileri yönünden değerlendirildi. Ayrıca önceden asbestle temasın saptandığı bölgelerden gelen olgular ile bu yerleşim birimleri dışından gelen olguların karşılaştırılması yapıldı. Olguların 59'u kadın, 77'si erkek olup E/K oranı 1.3/1 olarak saptandı. Kadınlarda 53.7, erkeklerde 51.8 olan yaş ortalaması tüm olgularda 52.6 olarak hesaplandı. Başlangıç semptomları olarak en fazla dispne (%26.4), göğüs ağrısı (%20.5) ve öksürük (%6.6) tespit edilmiştir. Bilgisayarlı toraks tomografisi (BTT) bulguları içinde ipsilateral plevral effüzyon %78.1, diffüz plevral kalınlaşma (DPK) %76.3, volüm kaybı %56.3 ve interlober fissür tutulumu %54.5, standart akciğer radyografisinde ise plevral sıvı %75.4 ve plevral kalınlaşma (PK) %46.3 oranında en fazla sıklıkla saptanan görünümlerdi. Laboratuvar bulguları arasında trombositoz %37 olguda görülürken sedimentasyon özellikle 50 yaş altındaki hastalarda daha fazla oranda yüksek olarak bulundu. Yüzonbir hastada (%81.6) perkütan iğne biyopsisi, 16 hastada (%11.7) plevral efüzyonun sitolojik incelenmesi, 5 hastada (%3.6) plevral dokunun histopatolojik incelemesi yanında takipte selim asbest plörezisinin ekarte edilmesi, 3 hastada (%2.2) VATS ve 1 vakada (%0.7) servikal lenf bezi biyopsisi ile teşhise gidildiği saptandı. Subgrup tayini 57 olguda yapılmış ve epitelyal tip %70, mikst tip %24.5 ve sarkomatöz tip %5.2 oranında belirlenmiştir. Olgularımızda ortalama sürvey epitelyal tipte 12, mikst tipte 9 ve sarkomatöz tipte ise 7 ay olarak bulunmuştur. Ayrıca önceki çalışmalarla kıyaslandığında özellikle Ergani yerleşim bölgesinden gelen olguların sayısında belirgin bir artış saptanmıştır. Olguların yaşadıkları bölgeler araştırıldığında %57'sinin önceden asbestle temasın tespit edildiği, %43'ünün ise önceden böyle bir temasın saptanmadığı bölgelerden geldikleri belirlenmiştir. Sonuçta özellikle 50 yaş üzeri olup asbestle temasın saptandığı bölgelerden dispne, zayıflama gibi şikayetlerle başvuran olgularda eksudatif vasıfta plevral efüzyon saptandığında ayırıcı teşhiste MPM'nin de düşünülmesi gerektiği, asbest veya erionit temasının saptanmadığı olgularda diğer muhtemel etyolojik faktörleri ortaya çıkarmak için ileri çalışmalar yapılması gerektiği kanaatine vardık.Öğe A new approach in distinguishing exudative and transudative pleural effusions(2010) Topçu, Füsun; Şenyiğit, Abdurrahman; Akyıldız, Levent; Işık, Sacide Rana; Bayram, Hasan; Ateş, Güngör; Çolakoğlu, SedatAmaç: Light kriterleri plevral sıvıların transüda eksüda ayırımında ilk tanımlandıkları 1972 yılından beri tüm dünyada yaygın bir şekilde kullanılmaktadırlar. Ancak daha sonraki çeşitli çalışmalarda Light kriterlerinin spesifisitelerinin düşük oldukları bildirilmiş ve yeni öneriler gündeme gelmiştir. Light kriterleri ile bizim önerdiğimiz yeni formüllerin ayırt edici yetenekleri Receiver Operating Characteristics (ROCs) incelemeleri ve Area Under the Curves (AUCs) ile değerlendirildi.Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda toplam 451 hasta, Light kriterleri ve bizim önerdiğimiz formüllerle değerlendirildi. Bu hastaların plevral sıvılarının 151'i transüda, 300'ü eksüdaydı. Light kriterleri ve bizim formüllerimiz Receiver Operating Characteristics (ROCs) analizi ve Area Under the Curves (AUCs) ile karşılaştırıldı.Bulgular: Light kriterlerinin AUC değerleri (P/Sprot, P/SLDH, PLDH) sırasıyla .931 (%95 CI: .899-.963), .936(%95 CI: .904-.967) ve .957(%95 CI: .934-.981) idi ve değişkenler istatistiksel olarak anlamlıydı (p<.001). Diğer taraftan, bizim formüllerimizin AUCs değerleri (F-1, F-2, F-3) sırasıyla .987(%95 CI:.976-.998), .935(%95 CI:.908-.963) ve .980(%95 CI:.966-.993) idi ve değişkenler anlamlıydı (p<.001).Sonuç: Mevcut veriler, formüllerimizin transüda eksüda ayırımında daha geniş serili çalışmalarda değerlendirilmesi gerektiğini düşündürmüştür. Formüllerimizin klinik pratikte yararlı olabileceğini düşünmekteyiz.Öğe Pulmoner emboli tanısında Wells klinik skorlaması ile yüksek D-dimer seviyesinin kombinasyonu(Modestum Publishing Ltd., 2014) Yılmaz, Süreyya; Topçu, Füsun; Şen, Hadice Selimoğlu; Abakay, Özlem; Yılmaz, ZülfükarAmaç: Pulmoner emboli (PE) mortalite ve morbiditesi yüksek, tekrarlayabilen, bazen tanısı güç olan ve önlenebilir bir hastalıktır. Bu çalışmanın amacı hızlı, noninvaziv, ucuz ve kolay elde edilebilir laboratuvar parametresi olan d-dimer ile Wells klinik tahmin skorlaması kombinasyonunun PE tanısına katkısı araştırmaktır.Yöntemler: Bu çalışmada PE pozitif 46 ve negatif 24 olan toplamda 70 hasta prospektif olarak değerlendirilmiştir. İlk olarak Wells klinik skorlaması hesaplandı ve d-dimer düzeyleri ölçüldü. Bütün hastalarda d-dimer testi normal değerlerin üzerindeydi. Pulmoner emboli hastaları masif, submasif ve non-masif olarak 3 guruba ayrıldı. Bütün hastalara bilgisayarlı tomografik pulmoner anjiyografi çekimi yapıldı.Bulgular: Düşük-orta, düşük-yüksek ve orta-yüksek olasılıklar arasında D-dimer'in ortalama değerleri açısından PE(+) hastalarda anlamlı farklılık görülmedi. PE(-) hastalarda ise orta-yüksek klinik olasılıklar karşılaştırıldığında d-dimer (p=0,036) ortalama değeri yüksek klinik olasılıkta anlamlı şekilde yüksek bulundu. Masif grupta non-masif gruba göre d-dimer düzeyi ortalama değerleri anlamlı derecede yüksek bulundu (p=0,02).Sonuç: Hastalarımızın tümünde d-dimer testi normal değerlerin üzerindeydi. Buna rağmen literatür ile karşılaştırdığımızda sonuçlarımızda anlamlı farklılıklar tespit etmedik. Bu nedenle d-dimer testinin yeni cut-off değerlerinin belirlenmesi için daha geniş popülasyonlu çalışmaların yapılması gerektiğini vurgulamak istiyoruz.Öğe The relationship of fluid overload as assessed by bioelectrical impedance analysis with pulmonary arterial hypertension in hemodialysis patients(International Scientific Literature Inc., 2016) Yılmaz, Süreyya; Yıldırım, Yaşar; Taylan, Mahsuk; Demir, Melike; Yılmaz, Zülfükar; Kara, Ali Veysel; Aydın, Fatma; Şen, Hadice Selimoǧlu; Karabulut, Aziz; Topçu, FüsunBackground: Pulmonary arterial hypertension (PAH) is common disease among hemodialysis (HD) patients and is associated with increased morbidity and mortality. However, its pathogenesis has not been completely elucidated. We aimed to evaluate the frequency of PAH in HD patients, as well as the relationship between fluid status and PAH. Material/Methods: We enrolled 77 HD patients in this study. Multifrequency bioimpedance analysis (BIA) was used to assess fluid status. BIA was performed before and 30 min after the midweek of HD. Overhydration (OH)/extracellular water (ECW)% ratio was used as an indicator of fluid status. Fluid overload was defined as OH/ECW ?7%. Echocardiographic examinations were performed before and after the HD. Pulmonary arterial hypertension was defined as systolic pulmonary artery pressure at rest (sPAP) higher than 35 mmHg. Results: PAH was found in 33.7% of the HD patients. OH/ECW and the frequency of fluid overload were significantly higher in HD patients with PAH than those without PAH, whereas serum albumin and hemoglobin levels were significantly lower. sPAP level was significantly higher in HD patients with fluid overload than in those without fluid overload after hemodialysis session. Furthermore, sPAP, OH/ECW levels, and the frequency of PAH were significantly reduced after HD. We also found a significant positive correlation between sPAP and OH/ECW. Multivariate logistic regression analysis demonstrated fluid overload to be an independent predictor of PAH after HD. Conclusions: PAH is prevalent among HD patients. This study demonstrated a strong relationship between fluid overload and PAH in HD patients.Öğe Role of D-Dimer, Fibrinogen and D-Dimer/Fibrinogen Rate in the Diagnosis of Pulmonary Embolism(2016) Yılmaz, Süreyya; Ateş, Güngör; Yıldız, Tekin; Topçu, Füsun; Bogatekin, GulhanAmaç: Sistemik dolaşımdan pulmoner venlere kan pıhtısının migrasyonu pulmoner emboli (PE) olarak adlandırılır. Pulmoner emboli tanısı zor bir hastalıktır. Bu çalışmanın amacı, hızlı, non-invaziv, ucuz ve kolay elde edilebilir laboratuvar tetkikleri olan d-dimer, fibrinojen düzeyi ve Ddimer/Fibrinojen (D/F) oranının PE tanısına katkısını araştırmaktır. Yöntem: Pulmoner emboli şüphesi olan 118 hastada D/F oranının tanısal değerini değerlendirdik. Kompüterize tomografik pulmoner anjiyografi ile PE tanısı konuldu. D-dimer düzeyi tüm hastalarda normalin üzerinde idi. Başlangıçta, hastalara Wells klinik skorlaması uygulandı ve d-dimer ve fibrinojen düzeyleri ölçüldü. Bulgular: Yetmiş yedi hasta PE pozitif (+) ve 41 hasta PE negatif (-) olarak tespit edildi. Kırk sekiz olgu (%40,7) erkekti, yaş ortalaması 49,77±19,46 (15-86) yıldı. Pulmoner emboli (+) ve PE (-) hastalar arasında, d-dimer, fibrinojen ve D/F oranı medyan değerleri ve standart derivasyonlarının farklı olarak saptandı ve istatistiksel olarak anlamlı olduğu tespit edildi. Sonuç: Bu çalışmaya göre, PE şüphesi olan hastalara yaklaşımda D / F oranı d-dimer'e göre daha değerlidir ve fibrinojen seviyesi PE (+) olan hastalarda PE (-) olanlara göre anlamlı derecede daha düşük olduğu tespit edildiÖğe Romatoid artritde akciğer tutulumunu saptamada yüksek rezolüsyonlu kompüterize tomografi(1998) Turhanoğlu, Ayşe Dicle; Topçu, Füsun; Özcan, Ceyhan; Erdoğan, Serdar; Saraç, Jale; Erdoğan, FerdaRomatoid artrit (RA)'li hastalarda pleuropulmoner manifestasyonlar dahil birçok ekstraartiküler tutulum gözlenmektedir. Biz de 38 RA'li olguda akciğer bulgularını yüksek rezolüsyonlu kompütarize tomografi (HRCT) ile araştırdık. Hastaların hepsinin solunum fonksiyon testleri ölçüldü. Klinik ve laboratuar bulguları ile hastalığın aktivitesi değerlendirildi. 25(%65.78) hastanın HRCT'sinde RA'in akciğer tutulumu ile uyumlu bulgular saptandı. Bunlar içinde en sık rastlanılan bulgu interstisyel akciğer hastalığı bulgusu olan retiküler görünümdü ve 19(%76) hastada bu görünüm mevcuttu.PA akciğer grafisinde interstisyel akciğer hastalığı ile uyumlu bulgu olguların sadece 9(%23.68)'unda gözlendi. Olgularımızın 14(%56)'ünde ise HRCT ile akciğer tutulumunun bir diğer bulgusu olarak pulmoner nodul saptandı. Ancak hastaların hiçbirisinin PA akciğer grafilerinde nodule ait görünüm gözlenmedi. HRCT ile RA'e ait görünüm saptadığımız 25 olgunun vital kapasite (VC) beklenen yüzde değer ortalaması HRCT bulgusu olmayanlara kıyasla anlamlı olarak düşük bulundu (P<0.05). Akciğer tutulumu saptanan hastaların 20(%80)'inde eklem tutulum sayısı 5 ve üzerinde idi. Tutulan eklem sayısı ve romatoid faktör (RF) düzeyi HRCT bulgusu olanlarda olmayan gruba kıyasla anlamlı derecede yüksekti (p<0.05). Sonuç olarak; HRCT RA'de akciğer tutulumu olarak interstisyel akciğer hastalığı ve romatoid nodülleri saptamada PA akciğer grafisinden çok daha duyarlı bulundu.Öğe Sjögren sendromu ile ilişkili ve atipik radyolojiyle seyreden lenfositik intersitisyel pnömoni olgusu(2008) Yılmaz, Fahri; Yıldız, Tekin; Topçu, Füsun; Akyıldız, LeventKırk iki yaşında kadın hasta nefes darlığı, öksürük, balgam çıkarma, zayıflama, ses kısıklığı, gözlerde ve ciltte kuruma şikayetleriyle yatırıldı. Göğüs röntgenogramında sağ alt zonda homojen radyoopasite, Toraks BT'de sağ akciğer orta ve alt lobda hava bronkogramları içeren, yer yer alveoler patern ile uyumlu nodüler lezyonlar ve bilateral kalsifiye plevral plaklar mevcuttu. Bilateral Schirmer testi pozitifliği ve Anti-SSA: 1/100 (+++) pozitifliği ile Sjögren Sendromu tanısı kondu. Yapılan bronkoskopi ile alınan lavaj sitolojisi ve transbronşiyal biyopsi histopatolojisi tanı sal olmayınca transtorasik ince iğne biyopsisi (tru cut) uygulandı. Lenfositik interstisyel pnömoni tanısı ile başlanan steroid ve siklofosfamid tedavisinden oldukça iyi yanıt alınan olgu sunulmaktadır.Öğe Skuamöz karsinom tanılı hastada balgamda ARB bakılmalı mıdır?(2006) Abakay, Arıtürk Özlem; Topçu, Füsun; Abakay, Abdurrahman; Akyıldız, Levent[Abstract Not Available]Öğe Son 5 yılda kliniğimizde tanıları konan primer akciğer kanserli olgularımızın retrospektif incelenmesi(1999) Asan, Emir; Topçu, Füsun; Kırbaş, Gökhan; Şenyiğit, AbdurrahmanHer iki cinste de görülme sıklığı açısından ön sıralarda yer alan akciğer kanserlerinde değişik tedavi protokollerine rağmen prognoz çok kötüdür. Biz de bu çalışmamızda akciğer kanserli olgularımızın farklı özelliklerini irdelemeyi ve ülkemizde yayınlanan diğer serilerle karşılaştırmayı planladık Son 5 yıl içinde kliniğimize yatırılarak tetkik edilen 162 primer akciğer kanseri olgusu retrospektif olarak incelendi. Olguların % 88'inin erkek, %.12'sinin kadın olduğu, 156'sında (% 96.2) tip tayini yapıldığı ve 78 olguda (% 48.1) squamöz hücreli karsinomun. en sık rastlanan hücre tipi olduğu bunu 36 olguda (% 22.2) küçük hücreli, 27 olguda (% 16.6) adeno Ca'nın izlediği tespit edildi. En sık akciğer kanseri tanısı koyduğumuz yaş aralığının. 51-70 yaş grubu olduğunu ve olguların % 60.9'unun bu yaş grubunda saptandığını belirledik. 143 olguda (% 88.2) sigara içme öyküsü bulunurken, hiç sigara içmemiş 19 olgunun 14 ünde (% 73.6) adenokarsinom gözlenmiştir. 93 olguda (%57.4) tanısal bronkoskopik yöntemler, 22 olguda (% 13.5) plevral biyopsi/sıvı incelemeleri, 25 olguda (% 15.4) balgamın sitolojik tetkikiyle, 10 olguda (% 6.1) transtorasik ince iğne aspirasyonu ile 12 olguda ise (% 7.4) diğer tanı yöntemleri ile teşhise gidilmiştir. Olguların 4'ünün (% 2.41) evre 1, 13'ünün (% 8) evre 2, 22'sinin (%13.5) evre 3A, 40'ının (%24.6) evre 3B ve 27'sininin (%16.6) evre 4'te olduğu saptanmış olup 56 olguda (% 34.5) evrelendirmeye gidilememiştir. Yine 70 olguda kemoterapi (+)radyoterapi (KT + RT), 30 olguda KT, 20 olguda cerrahi (+)KT(+)RT tedavisi ve 12'sine destek tedavisi uygulandığı saptandı Sonuçta squamöz hücreli karsinomun bölgemizde halen en sık görülen tip olduğu ve çoğu vakada teşhisin geç evrelerde konduğu tespit edildi.Öğe Tüberküloz plörezide plevral doku kültürünün tanı değeri(2001) Asan, Emir; Coşkunsel, Mehmet; Topçu, Füsun; Yılmaz, Fahri; Gül, Kadri; Özekinci, Tuncer; Işık, RecepTüberküloz (TB) plörezi tanısında plevral sıvı ve plevral biyopsi materyallerinin histopatolojik incelemesinin yüksek tanı değeri olmasına rağmen kesin tanı kültür ile konur. Çalışmamızda, 51 plevral efüzyonlu hastada, plevral sıvı ve biyopsi kültürünün tanı değerini araştırdık. TB plörezi tanısı konulan 35 olgudan 33'üne plevral biyopsi yapıldı. Plevral biyopsi yapılmayan 2 olgunun plevral sıvı kültürleri pozitif idi. Plevral biyopsi yapılan 33 olgunun 27 (%81.8)'sinin histopatolojileri TB ile uyumlu iken, 18 (%54.5)'inin biyopsi kültürleri pozitif idi. Kültürleri pozitif olan 18 olgunun 16'sının histopatolojileri TB ile uyumlu iken, 2'si kronik plevrit olarak değerlendirildi. Dört hastada tanı TB tedavisine alınan pozitif klinik ve radyolojik yanıtla konuldu. Çalışmamızda Lowenstein-jensen besiyerinde ortalama 27.8 günde, Bactec TB kültür sisteminde ise 12.5 günde üreme olmuştur. Çalışmamızda, TB plörezi tanısında, histopatolojik incelemenin duyarlılığını %81.8, seçiciliğini %100, plevral doku kültürünün duyarlılığını %54.5, seçiciliğini ise %100 olarak saptadık. Sonuç olarak, TB plörezi tanısında plevral doku kültürü güvenilir bir yöntemdir. Kültür vasatı olarak Bactec TB sisteminin kullanılması işlemin daha kısa sürede sonuç vermesi nedeni ile avantajlıdır.Öğe Tüberküloz plörezili 128 olgunun değerlendirmesi(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2007) Akyıldız, Levent; Yıldız, Tekin; Ateş, Güngör; Gündoğuş, Baran; Topçu, FüsunTüberküloz plörezi, ülkemizde en sık görülen ekstrapulmoner tüberküloz formudur. Tüberküloz plörezili hastaların ortalama yaşları endüstrileşmiş toplumlarda son 50 yılda ileri yaşlara doğru kayarken, az gelişmiş toplumlarda erken yaşlarda kalmaya devam etmekledir. Bu çalışma ile kliniğimizde 1999-2005 yılları arasında tüberküloz plörezi tanısı konmuş 128 olgunun klinik, radyolojik ve laboratuar özelliklerini ve tanı yöntemlerini retrospektif olarak incelendi. Çalışmaya alınan 128 olgunun 76’sı (%59) erkek, 52’si(%41) kadındı. Olguların yaş ortalaması 39±12 (15- 74) yıl idi. Olgularda en sık görülen semptomlar göğüs ağrısı ve öksürük şeklindeydi. Olguların %97.6’sında plörezi tek taraflıydı. Akciğer grafisinde parankim lezyonu %18 oranında görüldü. En sık kullanılan tanı koyma yöntemi (%82) kapalı plevra biyopsisi idi. Plevral sıvıda ADA düzeyine 19 olguda bakıldığı anlaşıldı ve ortalaması 62±23.7 IU/L idi. Sonuç olarak, tüberküloz plörezi genç yaş grubunda görülmektedir. Tek taraflı plörezi olarak karşımıza çıkmakta ve plevra biyopsisi kısa sürede ve yüksek oranda tanı sağlanabilmektedir.Öğe Work-related symptoms of patients with asthma: A multicenter study(Aves Yayıncılık, 2019) Mungan, Dilşad; Özmen, İpek; Evyapan, Fatma; Topçu, Füsun; Akgün, Metin; Arbak, Peri; Bülbül, YılmazOBJECTIVES: It is considered that occupational exposure accounts for up to 25% of all cases of adult asthma. We need detailed individual-level data regarding the relationship between asthma, occupation, and work-related symptoms in Turkey to inform policies on workplace safety. This study aimed to investigate the association between asthma symptoms, occupation type, and workplace exposure in patients with asthma. MATERIALS AND METHODS: In this cross-sectional multicenter study, adult patients with asthma were investigated by a questionnaire in terms of relationship between asthma symptoms and workplace exposure. The study population was adult patients who had been diagnosed with asthma for at least six months prior to study and who were under follow-up in Ankara, İstanbul, Erzurum, Düzce, Trabzon, Denizli, and Diyarbakır. RESULTS: The mean age of the 345 cases (188 females) was 41±13 years. The majority of the patients (36.8%) were "housewives”; other common occupations were office workers (6.7%), textile workers (4%), students (3.8%), hospital staff (3.5%), and cleaners (2.9%). Thirty-five percent of patients described worsening of asthma during working periods. Among patients with a history of increased symptoms in workplace, 100 (83%) developed asthma after starting work, while 20 patients (17%) had pre-existing asthma. Half of the patients described workplace exposure to dust, fume, and gases. Exposure to cleaning supplies at home was present in 43% of the subjects. Of all housewives, 12% (n=15) described an increase in their asthma symptoms during housework. The frequency of bleach or hydrochloric acid use alone among housewives was 60% and 34%, which was significantly higher than other occupations. The FEV1/FVC ratio of housewives who frequently used hydrochloric acid (FEV1/FVC=71.5) was lower than that of non-users (FEV1/FVC=74.9) (p=0.024). CONCLUSION: Patients with asthma experience significant workplace exposures that exacerbate their symptoms. Housewives experience significant exposure that triggers allergic and asthma symptoms. It is important to raise awareness about the prevalence and risks of occupational (including in-home) exposures in asthmatics patients and physicians to minimize asthma triggers and exacerbations.