Yazar "Tekay, Fikret" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 6 / 6
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Çiğ köftenin yaygın tüketildiği Şanlıurfa ilinde kadınlarda toxoplasma gondii seroprevalansı(2007) Özbek, Erdal; Tekay, Fikretİnsan dahil bütün memelileri ve bütün kuşları enfekte edebilen Toxoplasma gondii dünyada yaygın olarak bulunan zorunlu hücre içi parazitidir. Prevalansı yaşam tarzına, yiyecek alışkanlığına, evde kedi besleme durumuna ve coğrafik konuma bağlı olarak farklılık gösterir. Bu çalışma çiğ köfte ile özdeşleşen Şanlıurfa'da Toxoplasma gondii seropozitifliğini saptamak amacı ile yapılmıştır. 1 Ocak - 30 Haziran 2006 tarihleri arasında Toxoplasma gondii IgM ve IgG istemi ile laboratuarımıza gönderilen kan örnekleri sonuçları retrospektif olarak incelendi. Tümü kadın olan hastalardan alınan 2.586 kan örneği “chemiluminescence immunoassay” yöntemi ile çalışıldı. Toxoplasma IgM pozitifliği %3,0 (78/2.586) Toxoplasma IgG pozitifliği %69,5 (1.798/2.586) olarak saptandı. Total anti-Toxoplasma pozitifliği %69,6 (1.801/2.586) ve total anti-Toxoplasma negatifliği %30,4 (785/2.586) olarak tespit edildi. Türkiye'de yüksek seropozitiflik oranları daha çok Güneydoğu Anadolu bölgesinden bildirilmiş olup çalışmamızda saptadığımız %69,6 oranı şimdiye kadar bildirilen en yüksek oran gibi gözükmektedir. Çiğ köfte ilimiz başta olmak üzere bölgemizde severek tüketilen bir yiyecektir ve yapımında kullanılan çiğ et Toxoplasma gondii doku kisti açısından büyük bir risk taşır. Yüksek seropozitiflik oranından bunun sorumlu olduğunu düşünmekteyiz.Öğe Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji Laboratuvarına başvuran hastalarda dermatofitoz etkenleri(2006) Topçu, Mehmet; Mete, Mahmut; Gedik, Murat; Tekay, Fikret; Özekinci, Tuncer; Özbek, ErdalDicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji Laboratuvarı’na dermatofitoz ön tanısı ile gönderilen 538 hastadan alınan örnekler direkt mikroskobi ve kültür yöntemleriyle incelendi. Direkt mikroskopik incelemede mantar görülen 106 hastanın 75’sinde (%70,6) dermatofit soyutlandı, 31’inde (%29,3) dermatofit soyutlanmadı. Dermatofitler arasında en sık Trichophyton rubrum (%69,2) soyutlandı. Bunu Trichophyton mentagrophytes (%8,0) ve Trichophyton violaceum (%8,0) izledi. Sonuç olarak, bulgularımız yurdumuzda yapılan diğer çalışmalara benzer olarak bulunmuştur. Ayrıca dermatofitoz etkenleri araştırılırken direkt mikroskobi ve kültür yöntemlerinin birlikte kullanılmasının gerekli olduğu sonucuna varılmıştır.Öğe Diyarbakır il merkezinde farklı bölgelerdeki beş ilköğretim okulunda bağırsak parazitlerinin araştırılması(2004) Topçu, Mehmet; Gül, Kadri; Tekay, Fikret; Uzun, Aslıhan; Yeşilmen, Simten; Karaşahin, ÖzgeBu çalışmada, Diyarbakır'ın değişik bölgelerinde bulunan, sosyoekonomik düzeyi farklı beş ilköğretim okulundan alınan toplam 933 dışkı örneği direkt mikroskobik inceleme ve Para Set Float dışkı kaplarında flotasyon yöntemi uygulanarak incelenmiştir. Araştırmada, 933 dışkı örneğinin 490'ında (% 52.51) çeşitli bağırsak parazitleri tespit edilmiştir. Bunların 151'inde (%30.81) Giardia intestinalis, 140'ında (%28.57) Hymenolepis nana, 75'inde (%15.30) Entamoeba coli, 40'ında (%8.16) Trichuris trichura, 36'sında (%7.34) Iodamoeba butschlii, 29'unda (%5.91) Ascaris lumbricoides, 17'sinde (%3.46) Enterobius vermicularis, 2'sinde (%0.4) Entamoeba histolytica bulunmuştur. Çalışmamızın sonucunda, sosyoekonomik düzeyi düşük bölgede bulunan ilköğretim okullarında ve bunların içinde özellikle Alpaslan İlköğretim Okulu öğrencilerinde parazitlik oranının daha yüksek olduğu bulunmuştur.Öğe Hepatit B Virüsü'nün serolojik göstergeleri ile serum hepatit B virüs DNA düzeyleri arasındaki ilişki(2017) Tekay, Fikret; Atmaca, SelahattinHBV üne karşı etkin bir aşı bulunmasına ve çeşitli antiviral ajanlara rağmen halen dünyada 350 milyondan fazla HBV'ü ile infekte kişi bulunmakta ve bunların büyük çoğunluğu kronik hepatit, siroz, hepatosellüler karsinoma nedeniyle (yılda en az bir milyon kişi) ölmektedir. Türkiye'nin HBsAg seroprevalansı -en yüksek değerler doğudan olmak üzere- %1-14.3 arasında değişmektedir. HBV infeksiyonunda geniş serolojik göstergelere ve bunları yorumlama olanaklarına sahip olmamıza rağmen, moleküler yöntemlerin bu alanda kullanılması ile görülmüştür ki, HBV infeksiyonun tanısında ve takibinde tek basma serolojik göstergeler yetersiz kalmaktadır. Mutasyonlann tammlanmasmdan sonra viral replikasyonun belirlenmesinde HBsAg, HBeAg ve anti-HBe' nin güvenilir parametreler olmadıkları anlaşılmıştır. Viral replikasyonun en sensitif göstergesi olması nedeni ile HBV DNA' nın moleküler tanı yöntemleri ile belirlenmesi gerekmektedir. Moleküler yöntemler bir balama HBV ünde serolojik ezberimizi bozmuştur. Çalışmamızda HBV DNA 4 farklı aralık içerisinde (O, 1-4, 5-100 ve >100 pg/ml) ve 7 farklı kombinasyondaki serolojik parametrelerle ilişkisi değerlendirilmiştir.. Birinci grubu oluşturan HBsAg negatif 124 serum örneğinin %92' sinde O pg/ml, %!' inde 1-4 pg/ml arasında, HBsAg negatif olmasına rağmen %7 serumda ise 5 pg/ml' nin üzerinde HBV DNA tespit edilmiştir. İkinci grubu oluşturan anti-HBs pozitif 96 serum örneğinin %92'sinde O pg/ml, %3' ünde 5-100 pg/ml arasında, anti-HBs pozitif olmasına rağmen %4 serumda 100 pg/ml' nin üzerinde HBV DNA miktarı tespit edilmiştir. Üçüncü grubumuz olan HBsAg' nin pozitif olduğu 831 serumun %35' inde HBV DNA tespit edilirken, 5 pg/ml ve üzerindeki HBV DNA miktarı ise 831 örneğin sadece %33' ünde tespit edilmiştir. Dördüncü grupta akut enfeksiyon olarak tanımlanan 66 HBsAg, HBeAg ve anti-HBcigM pozitif 12 serumun %33' ünde O pg/ml, %8' inde 5- 100 pg/ml arası, %59' unda ise 100 pg/ml' nin üzerinde HBV DNA miktarı tespit edilmiştir. Sadece HBsAg ve anti-HBcigG pozitif, diğer serolojik parametreleri negatif olan beşinci grubumuzda 5 serum örneğinin hiç birinde HBV DNA tespit edilmemiştir. Altıncı grupta HBsAg pozitif, HBeAg pozitif, anti-HBe negatif ve replikatif infeksiyon olarak tanımlanan 245 serum örneğinde %77 oranında 5 pg/ml' nin üzerinde HBV DNA tespit edilirken, yedinci grubumuzu oluşturan HBsAg pozitif, anti-HBe pozitif, HBeAg negatif olan ve non-replikatif infeksiyon olarak tanımlanan 530 serumda bu oran sadece %12 olarak tespit edilmiştir. Bütün bunlar HBV infeksiyonlannda serolojik göstergelerin infeksiyon hakkında genel anlamda bir fikir vermekle birlikte, HBV DNA' nin HBsAg negatif serumlarda, anti-HBs pozitif serumlarda ve anti-HBe pozitif, HBeAg negatif olan serumlarda bile tespit edilebilmesi nedeni ile serolojik göstergelerin yeterli duyarlılıkta olmadıklarını göstermektedir. Moleküler yöntemlerle HBV DNA tespiti en duyarlı yöntem olup serolojik göstergelerin bununla birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir.Öğe Phenotypical examination of the macrolide-lincosamide-streptogramin B resistance in Staphylococcus isolates(Academic Journals, 2012) Ozbek, Erdal; Temiz, Hakan; Tekay, Fikret; Kalayci, Raike; Akkoc, HasanThe aim of the present study was to evaluate the phenotypic characteristics of the macrolide-lincosamide-streptogramin B (MLSB) resistance in Staphylococcus aureus and coagulase-negative staphylococci (CNS) strains isolated from various clinical samples in our hospital. The study was conducted on 516 Staphylococcus isolates isolated from various clinical samples in Microbiology Laboratory of Diyarbakir State Hospital between January, 2009 and December, 2009. After the identification of microorganisms via conventional methods and the evaluation of their methicillin resistance profile, disk approximation test was performed using erythromycin (15 mu g) and clindamycin (2 mu g) disks in order to determine MLSB resistance phenotypes. Of 516 Staphylococcus isolates, 208 were determined to be S. aureus and 308 were CNS. The MLSB resistance of isolates was 56.2%, whereas the resistance due to the efflux pump was determined to be 3.5%. The MLSB resistance phenotype was determined in 38% of S. aureus strains and 68.5% of CNS strains. The presence of MLSB resistance was determined to be higher in methicillin-resistant group (74.7%) compared to the methicillin-susceptible group (23.9%). While constitutive MLSB resistance (cMLS(B)) and inducible MLSB resistance (iMLS(B)) were determined in 48.9 and 19.1% of methicillin-resistant S. aureus strains, respectively, these rates were 2.6 and 10.5% for methicillin-susceptible strains, respectively. The rate of constitutive resistance was determined to be 41.5% in methicillin resistant CNS, whereas the rate of inducible resistance was determined to be 35.9%. In methicillin-susceptible CNS group, cMLS(B) and iMLS(B) resistances were determined to be 17.6 and 23%, respectively. The cMLS(B) phenotype was more common among methicillin-resistant S. aureus and CNS group, whereas iMLS(B) phenotype was more common among methicillin-susceptible S. aureus strains. In conclusion, we suggest that the determination and reporting of the presence of inducible resistance is of great importance regarding the success of therapy; therefore, it would be beneficial to use D test in routine antibiogram studies.Öğe Yenidoğan Ünitesinde GSBL Pozitif Klebsiella Pneumoniae Salgını(2015) Uluca, Ünal; Tekin, Recep; Bozkurt, Fatma; Aslan, Emel; Mutlu, Birgül; Tekay, FikretGiriş: Klebsiella pneumoniae morbidite ve mortaliteden en çok sorumlu tutulan ve hastane enfeksiyonlarında en sık izole edilen Klebsiella türüdür. İmmün sistemi baskılanmış, damar içi kateter ve idrar sondası uygulanan ve geniş spektrumlu antibiyotik alan yoğun bakım hastaları K. Pneumoniae enfeksiyonları gelişimi açısından risk altındadırlar. Yenidoğan ünitesinde sepsis gelişmesi beklenilmeyen olgulardan şüpheyle yola çıkarak gelişen salgının erken tespit ve önlenmesi irdelendi. Gereç ve Yöntem: Haziran 2011-Ağustos 2011 tarihleri arasında YYBÜ'de görülen K.pneumoniae salgınında tıbbı kayıtlar ve Enfeksiyon Kontrol Komitesi'nin kayıtlı verileri kullanılarak retrospektif, gözlemsel bir çalışma yapıldı. Serviste yatmakta olan 56 hastadan (27 kız, 29 erkek) kan, rektal sürüntü ve ventilatöre bağlı hastalardan derin trekeal aspirat kültürleri ve 62 çalışandan el yıkama ve çevre kültürü alındı. Son üç aylık dönemde ünitede kültür pozitif olgular ve üreyen mikroorganizmaların antibiyotik duyarlılıkları incelendi. Bulgular: Olguların 5'i erkek, 6'sı kız olup yaş ortalamaları 16 gün (5-68 gün) ve ağırlık ortalamaları 1224 gr (662-2600gr) idi. Bir hastanın derin trekeal aspiratında, 10 hastanın kan kültürlerinde ve bu hastaların 6'sında eş zamanlı derin trekeal aspiratında Genişletilmiş spektrumlu beta laktamaz (+) K.pneumoniae izole edildi. Bu suşlarının tamamı aynı antibiyotik duyarlılık paternine sahip olup, sadece amikasin ve meropenem duyarlılığı vardı. Olguların tümüne erken dönemde uygun anti-mikrobiyal tedavi başlandı ve mortalite gözlenmedi. Üreme saptanan vakalardaki ortak özellikler mekanik ventilatöre bağlanmaları, total parenteral beslenme almaları, göbek kateteri takılmış olmaları, prematür ve düşük doğum ağırlıklı olmalarıydı. Sonuç: Günlük sürveyans yapılması salgının erken tespitini sağlayarak, enfeksiyon kontrol önlemlerinin titizlikle uygulanması, ünitenin ayrıntılı temizlenmesi ve dezenfeksiyonu hastane kaynaklı salgınların oluşmasını, yayılmasını ve süresinin uzamasını önleyecektir