Yazar "Paşa, Semir" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 9 / 9
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Breast carcinoma metastasis to the tail of pancreas(2009) Paşa, Semir; Urakçı, Zuhat; Işıkdoğan, Abdurrahman; Çil, Timuçin; Altıntaş, AbdullahMeme kanserinde en sık uzak organ metastaz bölgelerini karaciğer, akciğer, kemik ve beyin oluşturur. Ancak meme kanserinde atipik metastazlar nadir değildir. Meme kanserinde izole pankreas metastazı nadiren görülebilmektir. Literatürde izole pankreas metastazı sadece 7 vakada saptanmıştır. Biz burada oldukça nadiren görülen izole pankreas kuyruğuna metastaz yapan meme kanseri olgumuzu sunuyoruz. Dört yıl önce meme kanseri tanısı alan hastamızda rutin takipler sırasında CEA ve Ca15-3 düzeyinde (129 ng/ml (0-4,3ng/ ml) ve 84 U/ml (0-25 U/ml) sırasıyla) artış saptandı. Bununla birlikte hastanın hiçbir şikayeti mevcut degildi ve rutin takipler sırasında karın bilgisayarlı tomografi sinde (BT) 81x79x68 mm nekroz içeren kitle saptandı. Üst gastrointestinal sistem endoskopisi normal olarak değerlendirildi, akciğer BT'de veya kemik sintigrafisinde metastaz saptanmadı. Perkutan transabdominal pankreas kuyruğundaki kitleden yapılan biopsi sonucu meme kanseri metastazı olarak değerlendirildi. Tipik metastaz bölgelerinde metastaz saptanmayan tümör belirleyicilerinde yükseklik saptanan olgularda pankreas gibi atipik metastaz bölgelerinin araştırılması gerektiği kanaatindeyiz.Öğe A case of polycythemia vera accompanied with neurofibromatosis type 1(2010) Tüzün, Yekta; Bayan, Kadim; Altıntaş, Abdullah; Çil, Timuçin; Paşa, Semir; Ayyıldız, OrhanKlasik miyeloproliferatif sendromlar (MPS) daha sık erişkinlerde görülürse de çocukluk çağında da görülebilir. Bu sendromlar içinde jüvenil kronik miyelomonositik lösemi (JMML), çocukluktaki monozomi 7’nin MPS’u, familyer kronik myeloid lösemi, trizomi 21’li infantlarda görülen transient MPS ve miyelofibrozisin çocukluk formları sayılabilir. Nörofibromatozis tip 1 (NF1), pigmentasyon anomalileri, başta çocuklar olmak üzere benign ve malign neoplazi sıklığının artmış olduğu otozomal dominant kalıtılan genetik bir hastalıktır. NF1 hastası çocuklarda daha yüksek sıklıkta görülmektedir. Biz bu yazımızda erişkin bir NF1 hastasında gelişen polistemia vera olgusu sunduk. Çocukluk yaşta NF1 ile MPS’ ın birlikteliği iyi bilinen bir durumdur. Benzer birliktelik erişkin hastalarda ise gösterilememiştir. Literatür taramalarımıza göre, JMML ve monozomi 7 ile birliktelikler tanımlanmış olsa da muhtemelen polistemia vera ile ilk saptanmış birlikteliktir.Öğe Fetal loss in a patient with acute myeloblastic leukemia associated with FLAG-IDA regime(2009) Paşa, Semir; Çil, Timuçin; Ayyıldız, Orhan; Altıntaş, AbdullahGebelikte ve lösemi tedavisi, açık kılavuzların olmaması nedeni ile oldukça büyük bir çıkmazdır. Plasental trofoblastlarda lokalize bazı transporterler ilaç ve ürünleri için önemli bariyerlerdir. Biz bu yazımızda 34 haftalık gebeliği olan akut myeloblastik lösemi hastasında, yüksek doz sitozin arabinozid ve fludarabin kemoterapisi sonrası oluşan bir gebelik kaybı vakasını sunmayı ve sitotoksik ilaçların fetüs üzerine etkilerini tartışmayı amaçladık. Akut lösemi tanısı almış birçok gebede standart doz sitozin-arabinozid ve antrasiklinin kullanımına dair çok sayıda vaka tarif edilmiştir. Yüksek doz kemoterapinin, özellikle de FLAG-IDA rejiminin terme yaklaşmış gebelikte bile ölüme neden olabildiğini gördük. İlaç transporterlerinin rollerini araştırmaya yönelik çalışmalar pratikte ilaç seçimi ve gebe hastayı bekleyen riskleri daha iyi öngörmeyi sağlayabilir.Öğe İlk doz all-trans retinoik asit sonrası gelişen retinoik asit sendromu bir olgu sunumu(2006) Paşa, Semir; Tural, Belma; Ayyıldız, M. Orhan; Altıntaş, Abdullah; Ağgil, CüneytDiferansiye edici bir ajan olan all-trans retinoic acid (ATRA) ilk olarak 1987 yılında Shanghai’de APL tedavisinde kullanılmaya başlanmıştır. ATRA’nın kullanıma girmesi ile Retinoik Asit Sendromu (RAS) tedavi ile ilişkili önemli bir komplikasyon haline gelmiştir. Sendrom; tedavi esnasında %27 gibi azımsanmayacak bir oranda görülmektedir. Kesin nedeni bilinmemektedir. Tüm tedavi edilen APL hastalarının %1’inde mortalite nedenidir. Lösemik hastalarda sıklıkla karşılaştığımız sepsis, pnömoni, iyatrojenik sıvı yüklenmesi, kan transfüzyonu reaksiyonları RAS benzeri bulgulara neden olabildiğinden, bazen ayırıcı tanıda güçlüklere neden olmaktadır. Fatal progresyon gösterdiğinden kesin tanı kriterleri olmayan bu sendromdan şüphelenildiğinde, sözü edilen klinik antiteler dikkate alınarak deksametazon acilen başlanmalıdır. Bu olguda ilk başvuru anında beyaz küre sayısı binin altında olan , enfeksiyon tespit etmediğimiz hastamızda ilk doz all-trans retinoik asit uygulamasını takiben ortaya çıkan retinoik asit sendromu tartışılacaktır.Öğe Primary spindle cell sarcoma of the breast(2008) Çil, Timuçin; Altıntaş, Abdullah; Paşa, Semir; Büyükbayram, Hüseyin; Işıkdoğan, AbdurrahmanBackground: Primary pure breast sarcoma is a rare disease and constitutes 0.2-1.0% of all mammary malignancies. The establishment of a diagnosis of soft tissue sarcoma is difficult in adults. Immunohistochemical analysis usually proves to be helpful in indistinguishable cases. The simplistic step is to classify sarcomas on a simple descriptive basis as spindle cell sarcomas, myxoid sarcomas, pleomorphic sarcomas, and small round cell sarcomas. Case Report: Here, we present a rare case of primary spindle cell sarcoma of the breast. A 43-year-old woman was admitted to our clinic with a 2-month history of a left breast lump. Histopathological examination showed a tumor of 2.5 cm in diameter and of nuclear and histological grade 2. In the immunohistochemical examination, vimentin positivity, high nuclear overexpression of P53, high Ki-67 and S-100, desmin, leukocyte common antigen, keratin, and smooth muscle antigen, CD34, HMB45 and EMA negativity were detected. Conclusion: Most invasive breast neoplasms are epithelial tumors, and mesenchymal breast tumors are rarely seen. In primary breast sarcoma, adequate surgical tumor excision, tumor grade, and tumor diameter seem to be the most important prognostic factors.Öğe Screening for Celiac disease in Hodgkin and non-Hodgkin lymphoma patients(2009) Bayan, Kadim; Altıntaş, Abdullah; Büyükbayram, Hüseyin; Çil, Timuçin; Batun, Sabari; Paşa, Semir; Işıkdoğan, AbdurrahmanAmaç: Çölyak hastalığı (ÇH) genetik olarak yatkın kişilerde diyetle alınan glutene karşı anormal T hücreli immünite ile oluşmaktadır. Bizim bu prospektif çalışmamızda amacımız lenfoma hastalarımızda Çölyak hastalığı sıklığını değerlendirmek ve bu grup hastalarda anti-gliadin ve anti-endomisyum antikorlarının Çölyak hastalığı tanısında kullanılabirliğini saptamaktır. Yöntem: Dicle üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Medikal Onkoloji ve Hematoloji Kliniklerinde Aralık 2002-Ocak 2006 yılları arasında takipleri yapılmış 119 non-Hodgkin ve 60 Hodgkin lenfoma olgusu çalışmaya dahil edildi. Tüm olgulara Çölyak hastalığı’nın serolojik görüntülemesi için serum anti-gliadin immunoglobulin A and immunoglobulin G, ve anti-endomisyum immunoglobulin A (EMA IgA), immunoglobulin G’e bakıldı. Bulgular: Hodgkin lenfoma grubundaki hastalarada; anti-gliadin immunoglobulin A 9 (15%) hastada (3 erkek and 6 kadın), ve anti-gliadin immunoglobulin G 21 (35%) hastada (15 erkek ve 6 kadın) saptandı. Non-Hodgkin lenfoma grubundaki hasstalarda; anti-gliadin immunoglobulin A 6 (5%) hastada (2 erkek ve 4 kadın), ve anti-gliadin immunoglobulin G 30 (25.2%) hastada (18 erkek ve 12 kadın) saptandı. EMA immunoglobulin A ve immunoglobulin G Hodgkin lenfoma and non-Hodgkin lenfoma gruplarında saptanmadı. Sonuç: Bu çalışma Türkiye’nin güneydoğu Anadolu bölgesinde lenfoma hastalarında çölyak hastalığı sıklığını araştıran ilk çalışmadır.Bizim çalışmamızda Çölyak hastalığı’nın lenfoma için premalign bir hastalık olduğuna dair bir bulgu saptanamamıştır. Lenfoma hastalarında Çölyak hastalığı için serolojik tarama gerekmediği saptanmıştır.Öğe Sheehan sendromlu hastalarda endotel fonksiyonlarının değerlendirilmesi ve growth hormon dışı hormon replasman tedavisinin endotel fonksiyonlarına etkileri(2017) Paşa, Semir; Bahçeci, MithatGİRİŞ ve AMAÇ: Yaygın bir panhipofizer yetersizlik nedeni olan Sheehan sendromlu hasta grubunda endotel fonksiyonlarını değerlendirmeyi ve GH dışı hormon replasman tedavisinin endotel fonksiyonları üzerine etkilerini araştırmayı amaçladık. OLGULAR ve YÖNTEM: Yaş ortalaması 40.83±6.43 yıl olan 24 Sheehan sendromlu hasta ile yaş ortalaması 41.13±6.51 yıl olan 25 sağlıklı kontrol çalışmaya dahil edildi. Bazal değerlendirmeden sonra Sheehan sendromlu hastalara ortalama 15 ay süren GH dışı hormon tedavisi (prednizolon 5-7.5 mg/gün, L-tiroksin 100-200 µg/gün, 40 yaş altı hastalara 0.625 mg/gün konjuge östrojen ve 5 mg/gün medroksiprogesteron asetat) verildi. Tedavi sonunda endotel fonksiyonları tekrar değerlendirildi. Endotel fonksiyonları; yüksek akımlı doppler ultrason kullanılarak, akım aracılı dilatasyonun ölçümü ile değerlendirilirken, eş zamanlı olarak serum NO düzeyi de tayin edildi. Elde edilen veriler paired samples t test ve independent t test ile karşılaştırıldı. BULGULAR: Sheehan sendromlu hastaların tedavi öncesi düşük olan kan basıncı düzeylerinde GH dışı HRT sonrasında yükselme izlendi (sistolik p=0.02, diyastolik p=0.01). Ancak bu yükselmeye rağmen sağlıklı kontrol grubuna bakışla hala düşüktü (sistolik p=0.0001, diyastolik p=0.001). Sheehan sendromlu hastalarda tedavi ile serum VLDL-kolesterol ve trigliserid düzeylerinde anlamlı bir değişiklik oluşmazken; kontrol grubuna bakışla tedavi öncesinde saptanmış olan yükseklik (p=0.001 ve p=0.01) tedavi sonrasında da devam etti (p=0.002 ve p=0.04). Serum CRP düzeyi ise tedavi öncesinde sağlıklı kontrol grubuna göre yüksek iken (p=0.02); tedavi sonrasında sağlıklı kontrol grubu ile benzer seviyelere geriledi. Sheehan sendromlu hasta grubunda tedavi öncesi bazal ve FMD ile uyarılmış NO düzeyi sağlıklı kontrol grubuna göre daha yüksek (bazal NO düzeyi tedavi öncesi hastalarda 16.87±4.04 µmol/L, sağlıklı kontrol grubunda 11.8±2.14 µmol/L; FMD sonrası NO düzeyi tedavi öncesi hastalarda 18.79±4.4 µmol/L, sağlıklı kontrol grubunda 14.92±2.44 µmol/L), bazal arter çapı ise daha küçük (tedavi öncesi hastalarda 3.74±0.68 mm, sağlıklı kontrol grubunda 4.62±0.42 mm) bulundu (p=0.0001). Tedavi öncesi FMD uyarısı ile elde edilen NO düzeyi artış oranı ve arter çapı artış oranları da kontrol grubuna göre daha düşüktü (tedavi öncesinde FMD ile oluşan NO düzeyi artış oranı %13.16±5.57 ve arter çapı artış oranı %13.42±6.57, sağlıklı kontrol grubunda NO düzeyi artış oranı %26.38±8.89 ve arter çapı artış oranı %18.93±5.64; p=0.0001 ve p=0.003). Tedavi sonrasında bazal ve FMD ile uyarılmış NO düzeyinde 11 kontrol grubuna göre yükseklik devam etti (bazal NO düzeyi tedavi sonrası 17.58±4.3 µmol/L, sağlıklı kontrol grubunda 11.8±2.14 µmol/L ve FMD sonrası NO düzeyi tedavi sonrası grupta 21.12±4.85 µmol/L, sağlıklı kontrol grubunda 14.92±2.44 µmol/L; p=0.0001). NO düzeyi artış oranı ise sağlıklı kontrol grubu ile benzer düzeylere ulaştı. Bazal arter çapı tedavi sonrasında yine kontrol grubuna göre daha küçük olmasına rağmen (bazal arter çapı tedavi sonrası grupta 3.61±0.62 mm, sağlıklı kontrol grubunda 4.62±0.42 mm; p=0.0001); FMD uyarısı ile elde edilen artış miktarı tedavi sonrasında yükselerek sağlıklı kontrollere benzer düzeylere ulaştı. Sheehan sendromlu hasta grubunun tedavi öncesi ve sonrası bazal NO düzeyleri arasında fark saptanmazken, FMD uyarısı ile elde edilen NO düzeyi ve NO düzeyi artış oranı tedavi ile daha yüksek bulundu (FMD sonrası NO düzeyi tedavi öncesinde 18.79±4.4 µmol/L, tedavi sonrasında 21.12±4.85 µmol/L ve NO düzeyi artış oranı tedavi öncesinde %13.16±5.57, tedavi sonrasında %22,83±8.57; p=0.0001). Sheehan sendromlu hastalarda bazal arter çapları tedavi öncesi ve sonrasında benzerken; FMD sonrası arter çapı artış oranı tedavi ile yükseldi (FMD sonrası arter çapı artış oranı tedavi öncesi %13.42±6.57, tedavi sonrasında %21.73±10.13; p=0.0001). Sonuç olarak; 1.Sheehan sendromlu hastalarda GH dışı HRT’nin kan basıncı ve serum CRP düzeyi üzerine olumlu etkileri olmuştur. 2.Sheehan sendromlu hastalarda muhtemelen inflamasyon aracılı endotel fonksiyon bozukluğu saptanmıştır ve GH dışı HRT’nin endotel fonksiyonları üzerine olumlu etkileri olmuştur. 3.Hastalardaki endotel fonksiyon bozukluğundan inflamasyon ile ekspresyonu artan iNOS sorumlu görünmektedir. CRP düzeyindeki gerileme ile beraber saptanan endotel fonksiyonlarındaki iyileşme, GH dışı hormon replasman tedavisinin anti inflamatuar (anti aterosklerotik?) etkilerine bağlı olabilir.Öğe Two cases of bacterial meningitis accompanied by thalidomide therapy in patients with multiple myeloma: is thalidomide associated with bacterial meningitis?(2009) Paşa, Semir; Altıntaş, Abdullah; Çil, Timuçin; Üstün, Cemal; Bayan, Kadim; Danış, Ramazan; Urakçi, Zuhat; Tüzün, Yekta; Ayyıldız, OrhanMorbidity and mortality in multiple myeloma is often attributed to life-threatening infections. A defect in humoral immunity has been proposed for the predisposition to bacterial infections. Most of the infections are of bacterial origin, and the most serious are septicemia, meningitis, and pneumonia. Thalidomide is a drug with pleiotropic effects. The immunomodulatory effects of thalidomide are at least partially mediated through its ability to down-regulate the pathogenic over-production of tumor necrosis factor-alpha (TNF-?). TNF-? is a cytokine that plays a central role in the regulation of the host immune and inflammatory response to infection. In the central nervous system, TNF-? is involved in induction of a fever response and triggers the release of other cytokines, and may also influence transport of compounds into the brain, leading to cerebrospinal fluid leukocytosis, increased protein influx, and lactate accumulation. Thalidomide has been shown to down-regulate the production of TNF-?. On the other hand, knowledge of the effects of thalidomide on granulocyte functions is limited. Thalidomide has been shown to attenuate neutrophil adhesion and chemotaxis. We present herein two cases of Streptococcus pneumoniae bacterial meningitis that developed soon after the initiation of thalidomide treatment, and discuss the effect of thalidomide on the immune system. Although, it is not clear whether thalidomide caused the development of the bacterial infections and meningitis, or what its pathogenetic mechanisms are, physicians should be alert for signs and symptoms of meningitis in patients with multiple myeloma who are treated with thalidomide, especially those in neutropenic states.Öğe Yineleyen ve inatçı akut lösemilerde Flag-İDAa kemoterapi sonuçları(2009) Gerekir., İg/Kg/Gün Dozda Uygulandı. All Ve Aml Olguları Arasında Cinsiyet, Yaş Ortalaması, Beyaz Küre Sayısı, Nötrofil Sayısı, Hemoglobin Düzeyi, Hematokrit Düzeyi, Trombosit Sayısı, Laktat Dehidrogenaz Düzeyi, Fibrinojen Düzeyi, Ptz Düzeyi, Inr Düzeyi Ve Aptt Düzeyi Açısından İstatistiksel Olarak Anlamlı Bir Farklılık Yoktu. Bulgular: Mayıs 2005 Ve Nisan 2008 Tarihleri Arasında, Yineleyen/İnatçı 10 All, 37 Aml Olgusu Flag-İda Protokolü İle Tedavi Edildi. All Grubunda 3 Hasta İnatçı, 7 Hasta Yineleyen All Olgusuydu. 3'ü Erken (%42), 4'ü (%58) Geç Yineleyen Olgulardı. Flag-İda Rejimi Sonrası All Hastalarının Hiçbirinde Tam Gerileme Elde Edilemedi, Tedavi Sonrası Toplam Yaşam Süresi 4,2 ± 1,6 Ay Bulundu. Aml Olgularının 20'si Yineleme, 17'si İnatçı Aml Hastalarıydı. İnatçı/Yineleyen Hasta Sayıları Gruplar Arasında Benzerdi (P=0,157). Olguların 15'inde (%40,5) Tam Gerileme Elde Edildi. Gerileyen Olgularda Flag-İda Sonrası Ortalama Yaşam Süresi 11,64 ± 9,6 Ay, Girmeyen Olgularda 6,36 ± 5,9 Ay Olarak Saptandı (P=0,003). 17 Primer İnatçı Aml'li Hastanın 5'i (%29,4) Geriledi. 20 Yinelemeli Aml Olgusunun 10'unda (%50) Tam Gerileme Oldu. 12'si Erken, 8'i Geç Yineleyen Olgulardı. Erken Yineleyen Olgularda Gerileme Oranı 4/12 (%33), Geç Yineleme Olgularda 6/8 (%75) Olarak Bulundu (P=0,157). Primer Dirençli Hastalar (5/17) İle Yinelemeli Hastalar (10/20) Arasında Flag-İda Protokolü İle Gerileme Oranlan Arasında İstatistiksel Olarak Anlamlı Farklılık Bulunmadı (P=0,09). Flag-İda Uygulaması Esnasında Hiçbir Hastada Kullanılan İlaçlara Bağlı Toksik Ölüm İzlenmedi. Sonuç: Aml Olgularında Gerileme Gözlenmesi Dikkate Değer Ölçüdeydi. Bu Bulgular Bize Yineleyen Veya İnatçı Aml Olgularında Flag-İda Tedavisinin İyi Bir Seçenek Olduğunu, Buna Karşın All Olgularında Yeterli Olmadığını Telkin Etmektedir. Etkinliğin Flag-İda Rejiminin Yineleyen/İnatçı All Olgularında Daha Geniş Hasta Gruplarında Değerlendirilmesi; Demir, Cengiz; Altıntaş, Abdullah; Küçükzeybek, Yüksel; Paşa, Semir; Ayyıldız, OrhanAMAÇ: Yineleyen ve inatçı akut lenfoblastik lösemi (ALL) ve akut miyeloblastik lösemi (AML) olgularımızda, FLAG-İDA (Fludarabin, cytarabin, idarubisin, G-CSF) kemoterapisi sonuçlarımızı inceledik. GEREÇ VE YÖNTEM: Fludarabine 30 mg/m2 tek doz, sitarabin 2 gr/m2 5 gün, idarubicin 10 mg/m2 3 gün verildi. Kemoterapi tamamlandıktan sonra nötrofil düzeyi yükselinceye kadar koloni uyarıcı faktör (G-CSF) 5