Yazar "Karabulut, Aziz" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 20 / 23
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Akromegali hastalarında Growth hormon ve insülin like growth faktör-1 düzeyi ile aterosklerotik risk belirteçleri arasındaki ilişki(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2023) Bodakçi, Erdal; Kılınç, Faruk; Tuna, Mazhar Müslüm; Pekkolay, Zafer; Karabulut, Aziz; Tuzcu, Alpaslan KemalAmaç: Akromegali hastalarında büyüme hormonu (BH) ve insülin benzeri büyüme faktörü- 1(IGF-1) düzeyi ile hastalık süresi ile aktif ve remisyonda bulunan hastaların epikardiyal yağ kalınlığı ve karotis intima-media kalınlığı arasındaki ilişkiyi araştırmayı amaçladık. Yöntemler: Bu çalışmaya 40 akromegalik hasta (23 kadın, 17 erkek) ve 40 kontrol grubu (23 kadın, 17 erkek) dahil edildi. Hastaların kilo, boy, vücut kitle indeksi, bel çevresi, sistolik ve diastolik kan basınçları, lipid paneli, insülin, glukoz, üre, kreatinin, BH, IGF-1 düzeyi ölçüldü ve tam kan sayımı yapıldı. Ekokardiyografik olarak epikardiyal yağ kalınlığı ve doppler ultrasonografi ile karotis intima-media kalınlığına bakıldı. Bulgular: Hastaların yaş ortalaması 39.5 ± 10.1, kontrol grubunun yaş ortalaması 39.3 ± 10.1 yıldı. Tüm hastaların BH ve IGF-1 düzeyi kontrol grubundan yüksekti(p<0.001). Hastaların epikardiyal yağ kalınlığı kontrol grubundan anlamlı düzeyde yüksekti(p<0.001). Hastaların karotis intima-media kalınlığı kontrol grubundan daha kalındı(p<0.001). Hastaların epikardiyal yağ kalınlığı ve karotis intima-media kalınlığı arasında pozitif bir korelasyon vardı(R2 linear: 0,495). Sonuç: Akromegali hastalarında kontrol sağlıklı grubuna göre epikardiyal yağ ve karotis intima-media kalınlığının daha yüksek bulunması akromegalide aterosklerozun erken gelişebileceğinin göstergesi olabilir.Öğe Akut miyokard infarktüsünde kullanılan trombolitik ve primer perkütan koroner girişim tedavi yöntemlerinin miyokardiyal performans İndeksine etkileri açısından karşılaştırılması(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2008) Çiftçi, Mahir; Karabulut, Aziz; Akkoç, HasanAkut miyokard infarktüsünde koroner reperfüzyonun sağlanması, farmakolojik olarak intravenöz yoldan uygulanan trombolitik ilaçlar ya da mekanik olarak primer perkutan koroner girişim ile sağlanabilir. Biz de çalışmamızda her iki reperfüzyon yaklaşımını, son yıllarda akut miyokard infarktüsünde prognostik gösterge olarak kullanılan, miyokardiyal performans indeksine etkileri açısından karşılaştırmayı hedefledik. Çalışmamıza akut miyokard infarktüsü tanısı alıp, reperfüzyon tedavisi gören 100 hastayı dahil ettik. Bunlardan 29 tanesine primer perkütan koroner girişim, 71 tanesine trombolitik tedavi uyguladık. Çalışmanın sonucunda primer perkütan koroner girişim uygulanan gruptaki miyokardiyal performans indeksi değerlerini, trombolitik tedavi uygulanan gruba göre daha düşük bulduk. Sonuç olarak akut miyokard infarktüsünde prognostik gösterge olarak kullanılan miyokardiyal performans indeksinin, reperfüzyon stratejilerinden etkilendiğini ve primer perkütan koroner girişim yönteminin trombolitik tedaviye göre daha iyi miyokardiyal performans indeksi değerleri sağladığını söyleyebiliriz.Öğe Antikoagulan tedavi almayan ve sol atriyumda trombus saptanan iki mitral stenoz vakası(2004) Toprak, Nizamettin; İltimur, Kenan; Karabulut, Aziz[Abstract Not Available]Öğe Bıçak yaralanması sonucu gelişen VSD'li 2 olgu(2005) Ülkü, Refik; Güloğlu, Cahfer; Toprak, Nizamettin; Karabulut, Aziz; İltümür, KenanKalp yaralanmaları özellikle hastane öncesi dönemde yüksek mortalite ile birliktedir. Hastaneye ulaşabilen hastalarda ise hızlı ve etkili tedavi yöntemleri ile mortalitede önemli bir azalma sağlanmıştır. Genellikle kardiyak tamponad tablosu ile başvuran hastalara yapılan acil müdahale ile perikardiyosentez ve/veya kalp yaralanma bölgesine onarım uygulanır. Kalp yaralanması ile birlikte intrakardiyak fistül ve ventriküler septal defekt (VSD) gibi ek sorunlar da oluşabilir. Literatürde VSD ve intrakardiyak fistül gelişen hastaların tama yakın bir kısmı acil müdahale sonrası elektif şartlarda teşhis ve tedavi edilmişlerdir. Biz de bu yazımızda kalp yaralanması sonrası yapılan acil torakotomi ve sağ ventrikül duvarına primer sütur uygulanıp sonrasında VSD tespit edilen 2 olguyu sunmaktayız.Öğe Co-occurrence of cardiac and cerebral hydatid cysts: A case report(Hermiston Publications Ltd, 2006) Itumur, K.; Tamam, Yusuf; Karabulut, Aziz; Güzel, Aslan; Kılıç, NihalCardiac and cerebral hydatid cysts are rarely encountered. In this case, we report a male patient admitted to our hospital with hemiparesis, headache and dysphasia which occurred as a result of complications of both 3,1x3,5 cm single hydatid cyst in the left cardiac ventricle and multiple cerebral hydatid cysts (approximately 18 particles, the largest being 3 × 2,2cm). He had undergone surgery 17 month earlier due to a multiple brain hydatid cysts. Although he had been treated with albendazole, multiple cerebral hydatid cysts re-appeared 17 months after operation. This was a rare case in which left ventricular intracavitary hydatid cyst occurred together with brain multiple cysts at the same time. Physicians should be alert about the probability of cardiac involvement when a cerebral hydatid cyst is diagnosed and appropriate investigations should always be conducted.Öğe Dilate kardiyomiyopatide biatriyal trombus(2006) Karahan, Zülküf; Toprak, Nizamettin; Karabulut, Aziz; İltimur, Kenan[Abstract Not Available]Öğe Elevated plasma N-terminal pro-brain natriuretic peptide levels in acute ischemic stroke(Mosby-Elsevier, 2006) Iltumur, Kenan; Karabulut, Aziz; Apak, Ismail; Aluclu, Ufuk; Ariturk, Zuhal; Toprak, NizamettinBackground B-type natriuretic peptide (BNP) is a neurohormone secreted mainly in the cardiac ventricles in response to volume expansion and pressure overload. The aim of this study was to assess plasma N-terminal proBNP (NT-proBNP) changes in acute ischemic stroke (AIS). Methods The study group consisted of 57 (37 women aged 64 12 years) patients who had their first AIS and no history or signs of cardiovascular disease. An age-matched control group was also included (n = 57, 36 women aged 61 6 years). NT-proBNP, troponin I (TnI), and creatine kinase-MB were evaluated. A thorough cardiovascular and neurological investigation, including imaging techniques and lesion size determination, was also performed. Results The log NT-proBNP peak levels, TnI, and creatine kinase-MB levels were significantly higher in AIS compared with controls (7.25 +/- 1.77 vs 3.48 +/- 0.76 mu g/mL, P < .0001; 0.76 +/- 0.54 vs 0.5 +/- 0.0 ng/mL, P < .001; 57 +/- 37 vs 13 +/- 4 U/L, P < .001, respectively). The log NT-proBNP correlated positively with TnI (r = 0.29, P = .03) and heart rate (r = 0.41, P = .002), and negatively with left ventricular ejection fraction (r = -0.67, P < .0001). Patients with signs of marked myocardial ischemia and patients with insular cortex involvement had even higher NT-proBNP levels. After adjustment for relevant factors, the relation between the log NT-proBNP and AIS as well as insular cortex involvement was observed to be insignificant (P > .05 for both). Conclusions Our results show that NT-proBNP plasma levels are significantly elevated in AIS and might be of clinical importance as a supplementary tool for the assessment of cardiovascular function in patients with AIS.Öğe Evaluation of risk factors associated with epicardial fat tissue thickness in patients with stage 4 and stage 5 chronic kidney disease(Springer Science and Business Media B.V., 2025) İnce, Hasan; Yılmaz, Zülfükar; Karabulut, Aziz; Aydın, Emre; Yıldırım, Yaşar; Kara, Ali Veysel; Kadiroğlu, Ali KemalPurpose: Chronic kidney disease (CKD) is a global public health issue, often associated with high mortality and morbidity, especially due to cardiovascular diseases. Epicardial adipose tissue (EAT), the visceral fat surrounding the heart, has been recognized as a significant factor in cardiovascular risk. This study aims to assess the relationship between EAT and body composition in patients with stage 4 and 5 CKD using bioelectrical impedance analysis (BIA). Methods: The study included 80 patients with stage 4 and 5 CKD who were not on dialysis. Body composition was measured using BIA, and EAT was assessed using transthoracic echocardiography(ECHO). Exclusion criteria included heart failure, morbid obesity, pregnancy, and pacemaker use, among others. Various demographic, clinical, and biochemical parameters were also recorded. Results: Patients with stage 5 CKD (6.7 ± 0.12) had significantly higher EAT compared to stage 4 CKD (5.9 ± 0.09) patients. EAT showed a positive correlation with age, BMI, blood pressure, C-reactive protein (CRP), and triglyceride levels, and a negative correlation with albumin and HDL levels. Multivariate analysis revealed that increased systolic blood pressure(SBP)(p:0.019),fat tissue mass (FTM)(p < 0.001), low HDL(p: 0.027), and low albumin(p < 0.001) were independent predictors of EAT. Conclusion: EAT is higher in advanced CKD patients and is associated with several cardiovascular risk factors. Measuring EAT in CKD patients using non-invasive methods like ECHO could be valuable in predicting cardiovascular risks. Addressing the factors that contribute to increased EAT may improve clinical outcomes for CKD patients. © The Author(s), under exclusive licence to Springer Nature B.V. 2025.Öğe Evaluation of testosterone levels in men with metabolic syndrome(Turkish Soc Cardiology, 2005) Iltumur, Kenan; Karabulut, Aziz; Toprak, Gulten; Yokus, Beran; Toprak, NizamettinObjectives: Low plasma levels of testosterone in men are associated with increased risk for atherosclerosis. In this study, we assessed plasma testosterone levels in patients with metabolic syndrome (MS) and its relationship with MS parameters. Study design: The study consisted of 36 men (mean age 50.2 +/- 7.2 years) with a diagnosis of MS according to the NCEP (National Cholesterol Education Program) criteria. An age-matched control group comprising 39 healthy volunteers (mean age 48.3 +/- 8.1 years) was also included. Plasma testosterone levels were determined by electro-chemiluminescence immunoassay on the Roche Elecsys 2010 analyzer. Fasting blood samples were analyzed for glucose and insulin levels, and lipid profiles (total cholesterol, triglyceride, LDL, and HDL). In addition, HOMA (Homeostasis Model Assessment) index was calculated. Results: The mean plasma testosterone level was significantly lower in the patient group (3.6 +/- 0.8 vs 4.8 +/- 1.9 ng/ml, p=0.001). There was a significant correlation between the levels of testosterone and HDL cholesterol (r=0.25, p<0.05). Testosterone levels were inversely correlated with the following: body mass index (r=-0.41, p<0.001), waist circumference (r=-0.40, p<0.001), HOMA index (r=-0.31, p=0.008), insulin (r=-0.28, p<0.05), glucose (r=-0.29, p<0.05), triglyceride (r=-0.28, p<0.05), and very low density lipoprotein (r=-0.28, p<0.05). Multivariate analysis identified only body mass index as an independent correlate of testosterone (beta=-0.36, p=0.038). Conclusion: Our results show that plasma testosterone levels are significantly decreased in MS. This may be of clinical importance for the assessment of cardiovascular risks in male patients with MS.Öğe Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde doğuştan koroner arter anomalilerinin sıklığı(2005) Gülsüm, A. Samet; Toprak, Nizamettin; Karabulut, Aziz; İltümür, KenanAmaç: Bu çalışmada, kateterizasyon laboratuvarımızda rutin koroner anjiyografi yapılan olgular, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde doğuştan koroner arter anomalilerinin dağılım ve sıklığını belirlemek için geriye dönük olarak incelendi.Çalışma planı: Ocak 1998-Nisan 2005 tarihleri arasında koroner anjiyografi yapılan 5018 hastanın kayıtları gözden geçirildi. Bu taramada doğuştan koroner arter anomalisi saptanan olguların sineanjiyogramları ve bilgisayar kayıtları incelendi. Anomalili koroner arter ve seyri Serota ve ark.nın önerilerine göre değerlendirildi. Hastalar anomalili damarın kökenine ve koroner arterlerde anlamlı darlık (%50’den fazla) olup olmamasına göre gruplandırıldı.Bulgular: On dokuz hastada (%0.4; 13 erkek, 6 kadın; ort. yaş 48.2; dağılım 32-74) doğuştan koroner arter anomalisi saptandı. En sık sol sirkumfleks arter anomalisi görüldü (%57.9; n=11). Sol sirkumfleks arter tüm hastalarda sağ koroner sinustan köken almaktaydı. İkinci sırada sağ koroner arter anomalisi geliyordu (%31.6; n=6). Bu olguların tümünde sağ koroner arter sol koroner sinustan köken almaktaydı. İki hastada (%10.5) ise sol ön inen ve sol sirkumfleks arterlerin ikisi de ayrı ostiumlar ile sağ koroner sinustan köken almaktaydı. Toplam 10 hastada (%52.6) koroner arter hastalığı görüldü. Yedi hastada (%36.8) tek damar hastalığı, iki hastada (%10.5) iki damar hastalığı, bir hastada ise (%5.3) üç damar hastalığı vardı. Sekiz hastada (%42.1) anomalili damarda ateroskleroza rastlandı.Sonuç: Doğuştan koroner arter anomalilerinin görülme oranları bölgeler ve toplumlar arasında farklılıklar göstermektedir. Çalışmamızda bu anomalilerin oranları genel literatür verilerinin biraz altında idi. Bu hastalarda tedavinin doğru ve eksiksiz uygulanabilmesi için doğuştan koroner arter anomalilerinin varlığı ve seyrinin bilinmesi gerekir.Öğe The incidence of congenital coronary artery anomalies in the Southeast Anatolia Region(Turkish Soc Cardiology, 2005) Karabulut, Aziz; Iltumur, Kenan; Gulsum, Samet; Toprak, NizamettinObjectives: We retrospectively reviewed patients who underwent routine coronary angiography in our catheterization laboratory in order to determine the incidence of congenital coronary artery anomalies in the Southeast Anatolia Region of Turkey. Study design: Catheterization reports of 5,018 patients who underwent coronary angiography from January 1998 to April 2005 were reviewed. Cineangiographies and records of patients in whom anomalous coronary arteries were detected were further analyzed. The anomalies were evaluated according to the recommendations of Serota et al. Patients were classified according to the origin of the anomalous coronary artery and accompanying coronary artery stenosis of greater than 50%. Results: Congenital coronary artery anomalies were documented in 19 patients (0.4%; 13 men, 6 women; mean age 48.2 years; range 32 to 74 years). The most frequent anomaly was that of the left circumflex artery in 11 patients (57.9%), all of which originated from the right coronary sinus. Six patients (31.6%) had an anomalous right coronary artery originating from the left coronary sinus. In two patients (10.5%), the left anterior descending and the left circumflex arteries originated from the right coronary sinus with separate ostia. Ten patients (52.6%) were found to have coronary artery disease including single-, two-, and three-vessel disease in seven patients (36.8%), two patients (10.5%), and one patient (5.3%), respectively. Atherosclerosis was present in the anomalous coronary artery in eight patients (42.1%). Conclusion: The incidence of congenital coronary artery anomalies shows geographical variations in individual populations. In our population, it is slightly lower than those reported in the literature. For appropriate and complete treatment, congenital coronary artery anomalies should be identified with their origin and course.Öğe İnfarktüs lokalizasyonu ile geç potansiyel arasındaki ilişki(2001) Toprak, Nizamettin; Karabulut, Aziz; Ülgen, M. Sıddık; İltümür, Kenan; Temamoğulları, Ali Vahip; Karadede, Abdülaziz; Alan, SaitAmaç: Miyokard infarktüsü lokalizasyonu ile geç potansiyeller (GP) arasındaki ilişki tartışmalıdır. Bu konuyu değerlendirmek amacıyla planlanan sinyal ortalamalı EKG (SOEKG) çalışmasına daha önce miyokard infarktüsü anamnezi olmayan 124 ardışık Q dalgalı akut miyokard infarktüsü (AMİ) hastası (104 erkek, 20 kadın; ortalama yaş 56 ± 10) katıldı. Yöntem: Hastalar infarktüs lokalizasyonuna göre üçe ayrıldı: anteriyor (Grup I, n = 62 ; % 50 ), inferiyor (Grup II, n = 42; %34) ve inferiyor +sağ (Grup III, n = 20 ; % 16 ). SOEKG ikinci hafta içinde yapıldı. GP pozitifliği üç major kriterden (QRS > 114 ms, LAS 40 >38 ms , RMS< 20 mV) en az ikisinin sağlanması olarak kabul edildi. Tukey - Cramer multivaryans analizi yapıldı. Bulgular: İnferiyor + sağ AMİ olan vakalarda GP pozitifliği, diğer gruplara göre anlamlı olarak daha yüksek bulundu (Grup I de %29 , II de %35.7 ve III de %55, p < 0.05). Bu fark sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonundan bağımsız idi. Sonuç: Bu bulgulardan hareketle inferiyor ve sağ ventrikül infarktüsünün birlikte olduğu hastalarda aritmi riskinin artmasının söz konusu olabileceği düşünülebilir.Öğe Karotis sinüs masajı ile oluşan hemodinamik değişikliklerin arter hastalığı tanısındaki değeri(2000) Ülgen, Mehmet Sıddık; Alan, Sait; Toprak, Nizamettin; Karadede, Aziz; Karabulut, AzizAMAÇ: Bu çalışmada karotis sinüs masajı (KSM) ile ortaya çıkan hemodinamik değişikliklerin koroner arter hastalığı (KAH) tanısındaki değeri araştırılmıştır. GEREÇ VE YÖNTEM: KAH şüphesi ile anjiografi yapılan ve doppler ultrasonografi (USG) ile karotis arterinde önemli darlık olmayan, 69'u erkek toplam 108 olgu (ortalama yaş: 54±10 yaş aralığı 33-70) çalışmaya alındı. KSM koroner anjiografi öncesinde kan basıncı ve elektrokardiyografi monitörizasyonu altında önce sağ sonra sol karotid artere uygulandı. KSM ile oluşan kan basıncı, ve kalp hızındaki azalmanın derecesine göre olgular üç gruba ayrıldı. KSM ile kan basıncında < l0mm Hg veya kalp hızında <10/dak. azalma gösteren olgular grup-I, 10-20 arası azalma gösteren olgular grup-II, >20 azalma gösteren olgular ise grup III olarak sınıflandırıldı. BULGULAR: KSM sonrasında yapılan koroner anjiografi sonucunda 23 olguda bir damar hastalığı (1DH), 24 olguda 2DH, 35 olguda ise 3DH saptandı. 26 olguda ise koroner arter hastalığı saptanmadı. KSM ile oluşan sistolik. diyastolik kan basıncı ve kalp hızındaki fark ile hastalıklı damar sayısı ve koroner arter skoru ile doğru yönde korelasyon saptandı. Bu farklar, normal koroner anjiografi saptanan grupta en düşük, 3DH grubunda en yüksek olarak bulundu. Ayrıca hastalıklı damar sayısı ve koroner arter hastalığı skoru en düşük değer grup I de, en yüksek değer ise grup III'te olduğu saptandı. KSM ile oluşan kan basıncında >10 mmHg, ve/veya kalp hızında > l0/atım/dakika azalmanın KAH'nı göstermedeki duyarlılığı %71, özgüllüğü %85, pozitif prediktif değeri %93, negatif prediktif değeri ise %49 olarak bulundu. SONUÇ: Bu çalışmanın sonucunda, KSM ile oluşan kan basıncı ve kalp hızındaki azalmanın, hastalıklı damar sayısı ve koroner arter skoru arasında pozitif yönde bir ilişki olduğu, dikotomize değer olarak kan basıncındaki >10 mmHg ve/veya kalp hızındaki >10 atım/dakika azalmanın KAH tanısında yüksek özgüllük ve pozitif prediktif değerine sahip olduğu sonucuna varıldı.Öğe Koroner arter hastalığının değişik klinik yelpazelerinde C-reaktif protein, fibrinojen ve klamidyaların rolü(2001) Karadede, A. Aziz; Toprak, Nizamettin; Öztürk, Önder; Karabulut, Aziz; Ülgen, Sıddık; Aydınalp, Özlemİnflamasyon atheroskleroz gelişimine katkıda bulunabilir. Ancak yüksek C-reaktif protein (CRP), fibrinojen ve klamidya serolji düzeyleri ile koroner olay riskleri arasında oldukça çelişkili sonuçlar bildirilmiştir ve bu konu hala tartışılmaktadır. Bu amaçla, CRP ve fibrinojen değerlerini, koroner arter hastalığı anjiyografik olarak gösterilen hastalar ve bunların alt gruplarıyla, sağlıklı gönüllüler ve koroner anjiyografi sırasında koroner arterleri normal çıkan hastalar arasında karşılaştırdık. Koroner arter hastalığı olan 95 hasta (grup 1), normal koroner anjiyografili 30 hasta (grup 2) ve 35 sağlıklı gönüllü kontrol hastanın (grup 3) CRP ve fibrinojen düzeyleri tubidimetric ve kuagulometric metod ile değerlendirildi. Grup 1'in CRP düzeyi grup 2 ve 3'e göre daha yüksekti (sırasıyla 14.5±20 mg/L, 7.5±10 mg/L; p<0,05 grup 1ve 3'e göre ve 2.3±3.6 mg/L; p<0.001grup 1'e göre). Grup 1 içindeki akut miyokard infarktüsü (MI) geçiren (28.6±29 mg/L p<0.01) yada son iki ay içinde MI geçirmiş olan (9.1±12mg/L p=NS) ve unstabil anjina pektorisili (16,7±19mg/L p<0,05) hastaları içeren alt gruplarda CRP seviyesi daha yüksekti. Ancak grup 1 içinde stabil anjina pektorisi olan alt grubun CRP düzeyi hem sağlıklı kontrol grubuyla (5.5±7.7 mg/L ve 5.3±3.6 mg/L) hem de koroner anjiyosu normal olanlarla benzer idi. Fibrinojen düzeyleri ise grup 1 ve 2 de sağlıklı gönüllülere göre daha yüksek olmakla birlikte kendi aralarında ve grup 1'in alt grupları arasında anlamlı farklılık yoktu. Ayrıca Klamidya ve Mikoplazma serolojileri ile koroner arter hastalığı arasında hiçbir grupta ilişki bulunamadı. CRP ve fibrinojen düzeyi arasında pozitif korelasyon olduğu halde (r=0.35 p<0.01), klamidya ve mikoplazma serolojileri ile CRP arasında böyle bir korelasyon yoktu.Sonuç olarak, koroner arter hastalığının akut koroner sendrom alt gruplarıyla, CRP arasında kuvvetli ilişki olmasına rağmen, kronik stabil koroner hastalıklarını belirlemede CRP'nin potansiyel bir rolünün olmadığı tespit edildi. Fibrinojenin ise akut koroner sendromları belirlemede anlamlı rolü yoktur. Koroner arter hastalığı ile klamidya ve mikoplazmalar arasında da herhangi bir ilişki bulunamamıştır.Öğe Metabolik sendromlu erkeklerde testosteron düzeylerinin değerlendirilmesi(2005) Toprak, Gülten; Toprak, Nizamettin; İltümür, Kenan; Karabulut, Aziz; Yokuş, BeranAmaç: Erkeklerde düşük testosteron düzeyleri artan ateroskleroz riskine eşlik eder. Bu çalışmada metabolik sendromlu (MS) hastalarda serum testosteron düzeyleri araştırıldı ve bunun MS ve ilgili parametreleriyle ilişkisi değerlendirildi.Çalışma planı: Çalışmaya NCEP (National Cholesterol Education Program) ölçütlerine göre MS tanısı konan 36 erkek hasta (ort. yaş 50.2±7.2) alındı. Benzer yaşta 39 sağlıklı erkek gönüllüden (ort. yaş 48.3±8.1) kontrol grubu oluşturuldu. Serum testosteron ölçümleri elektrokemilüminesans immünoassey yöntemiyle Roche Elecsys system 2010 cihazında yapıldı. Glukoz, insülin ve lipid profili (total kolesterol, trigliserid, LDL ve HDL) için açlık kan örnekleri alındı. Ayrıca, HOMA (Homeostasis Model Assessment) indeksi hesaplandı.Bulgular: Serum testosteron düzeyleri MS grubunda kontrol grubuna göre anlamlı derecede düşük bulundu (sırasıyla, 3.6±0.8 ve 4.8±1.9 ng/ml, p=0.001). Serum testosteron düzeyi ile HDL arasında pozitif (r=0.25, p<0.05); beden kütle indeksi (r= -0.41, p<0.001), bel çevresi (r= -0.40, p<0.001), HOMA indeksi (r= -0.31, p=0.008), insülin (r= -0.28, p<0.05), glukoz (r= -0.29, p<0.05), trigliserid (r= -0.28, p<0.05) ve çok düşük yoğunluklu lipoprotein (r= -0.28, p<0.05) arasında negatif ilişki saptandı. Çokdeğişkenli analizde testosteron ile sadece beden kütle indeksinin bağımsız ilişkide olduğu görüldü ($beta$= -0.36, p=0.038).Sonuç: Metabolik sendromlu erkek hastalarda testosteron düzeyinin düşük olduğu görülmektedir. Bu özellik, MS’li erkek hastalarda kardiyovasküler risk değerlendirmesinde yardımcı bir belirleyici olarak kullanılabilir.Öğe Myocardial Performance Index for Patients with Overt and Subclinical Hypothyroidism(Int Scientific Literature, Inc, 2017) Karabulut, Aziz; Dogan, Abdullah; Tuzcu, Alparslan KemalBackground: Hypothyroid has several effects on the cardiovascular system. Global myocardial performance index (MPI) is used in assessment of both left ventricular (LV) systolic and diastolic function. We compared MPI in hypothyroidism patients vs. normal control subjects. Material/Methods: Eighty-two hypothyroid patients were divided into 2 groups: a subclinical hypothyroid (SH) group (n=50), and an overt hypothyroid (OH) group (n=32). The healthy control group (CG) constituted of 37 patients. TSH, FT3, and FT4, anti-TPO, anti-TG, insulin, lipid values, and fasting glucose levels were studied. All patients underwent an echocardiographic examination. Myocardial performance indexes were assessed and standard echocardiographic examinations were investigated. Results: MPI averages in OH, SH, and control groups were 0.53 +/- 0.06, 0.51 +/- 0.05, and 0.44 +/- 0.75 mm, respectively. MPI was increased in the OH and SH groups in comparison to CG (p < 0.001, p < 0.001, respectively). Conclusions: MPI value was significantly higher in hypothyroid patients in comparison to the control group, showing that regression in global left ventricular functions is an important echocardiographic finding. Future studies are required to determine the effects of this finding on long-term cardiovascular outcomes.Öğe Normoalbuminurik ve mikroalbuminürik NIDDM'lu hastaların sessiz iskemi mevcudiyeti açısından karşılaştırılması(Dicle Üniversitesi, Tıp Fakültesi, 1999) Karabulut, Aziz; Toprak, NizamettinDiyabetik hastalarda mortalite ve morbiditenin en önemli belirleyicileri makrovasküler hastalığın bir komplikasyonu olan KAH ve mikrovasküler hastalığın bir komplikasyonu olan nefropatidir. Mikroalbüminüri diyabetik nefropatinin 3. Evresi olup,diyabetik hastalarda tüm sebeplere bağlı olumsuz sonlammın da erken bir göstergesidir. Çalışmamızda amaç mikroalbüminüri ile KAH ve diyabetik hastalarda sıkça rastlanan sessiz iskemi arasında bir korelasyon olup olmadığınım araştırmak idi. Bu amaçla 01.02.1999/01.08.1999 tarihleri arasında DÜTF endokrinoloji ve kardiyoloji birimlerine başvuran toplam 60 hastadan oluşan çalışma grubu oluşturulmuştur. Hastaların 31 'i kadın,29'u erkek, 31 hasta mikroalbüminürik 29 hasta ise normoalbüminürik'tir. Hastalar albümin atılım miktarlarına göre iki ana gruba ayrıldıktan sonra,klinik,labaratuvar ve egzersiz testi sonuçlan ve bunların iki grup arasındaki korelasyonları araştırıldı. Çalışmamızda mikroalbüminürik gruptaki hastalarda daha önceden herhangi bir anginal ağrı veya semptom olmamasına rağmen, yüksek oranda egzersiz testi pozitifliği(+) saptandı. Mikroalbüminürik grupta egzersi testi pozitif olan hastaların oranı %65, normoalbüminürik grupta ise %34 idi(P<0.02). Yine iki grup arasında egzersiz ile ortaya çıkan maksimum ST segment depresyonu,egzesizle ulaşılan MET değerleri ve egzersiz süreleri arasında da anlamlı istatitiksel farklılıklar saptandı. Yine iki grup arasında diyabetteki glisemik kontrolün bir göstergesi olan HbAlc değerleri,diyabet süreleri ve diyabetik gözdibi tutulumu açısından da anlamlı farklılıklar saptandı. Sonuç olarak mikroalbüminüri ile koroner iskemi sıklıkla birarada bulunmaktadır.Bu nedenle diyabetik hastalarda mikroalbüminüri sapatandıktan sonra tedavi planlanırken KAH mevcudiyetinin de araştırılması uygun bir yaklaşım olacaktır.Öğe Recurrent multiple cardiac hydatidosis(2005) Iltümür, Kenan; Karabulut, Aziz; Toprak, NizamettinCardiac hydatid cyst is an uncommon disease. We report on a woman admitted to our clinic with chest pain and palpitations. The ECG showed anterior ischemia, and coronary anatomy was normal. The diagnosis was: multiple cardiac hydatid cysts, for which she had undergone surgery 4 years earlier for a 5×5 hydatid cyst and treated with albendazole. Despite this, there was a recurrence of multiple cysts. Recurrence of intracavitary hydatid cyst is rare, and surgical treatment of multiple, small cysts remains controversial.Öğe Relationship between epicardial adipose tissue and body composition as determined by multi-frequency bioelectrical impedance analysis in patients with stage 5 chronic kidney disease(International Scientific Information, Inc., 2020) Yılmaz, Zülfükar; İnce, Hasan; Aydın, Emre E.; Yıldırım, Yaşar; Aydın, Fatma Yılmaz; Yüksel, Enver; Karabulut, Aziz; Dursun, Lezgin; Kadiroǧlu, Ali Kemal; Yılmaz, Mehmet EminBackground: The main cause of mortality among chronic kidney disease (CKD) patients is cardiovascular disease (CVD). Epicardial adipose tissue (EAT) is considered to be novel cardiovascular risk factor. We assessed EAT in non-dialyzed stage 5 CKD patients and explored the association of EAT with body composition as determined by multi-frequency BIA. Material/Methods: The present included 70 stage 5 CKD patients who had not undergone dialysis and 40 healthy control subjects. EAT thickness was assessed by echocardiography. Hydration status and body composition were evaluated by multi-frequency bioelectrical impedance analysis. Results: Stage 5 CKD patients had significantly higher EAT thickness than healthy subjects (6.56±1.18 vs. 4.05±1.45, p<0.001). Fat tissue mass, systolic blood pressure (SBP), age, fat tissue index, and body mass index were positively correlated with EAT thickness in the CKD patient group (p<0.05). Lean tissue mass, lean tissue index (LTI), and high-density lipoprotein (HDL) were negatively correlated with EAT thickness in the CKD patient group (p<0.05). Stepwise multiple regression analysis showed that age, SBP, and LTI were independently associated with EAT thickness in CKD patients. Conclusions: We found significantly higher EAT thickness in stage 5 CKD patients who were not on dialysis compared to healthy controls. EAT was significantly associated with age, SBP, and LTI in CKD patients. Interventions to reduce the risk factors associated with EAT thickness might protect against CVD disease in CKD patients.Öğe The relationship of fluid overload as assessed by bioelectrical impedance analysis with pulmonary arterial hypertension in hemodialysis patients(International Scientific Literature Inc., 2016) Yılmaz, Süreyya; Yıldırım, Yaşar; Taylan, Mahsuk; Demir, Melike; Yılmaz, Zülfükar; Kara, Ali Veysel; Aydın, Fatma; Şen, Hadice Selimoǧlu; Karabulut, Aziz; Topçu, FüsunBackground: Pulmonary arterial hypertension (PAH) is common disease among hemodialysis (HD) patients and is associated with increased morbidity and mortality. However, its pathogenesis has not been completely elucidated. We aimed to evaluate the frequency of PAH in HD patients, as well as the relationship between fluid status and PAH. Material/Methods: We enrolled 77 HD patients in this study. Multifrequency bioimpedance analysis (BIA) was used to assess fluid status. BIA was performed before and 30 min after the midweek of HD. Overhydration (OH)/extracellular water (ECW)% ratio was used as an indicator of fluid status. Fluid overload was defined as OH/ECW ?7%. Echocardiographic examinations were performed before and after the HD. Pulmonary arterial hypertension was defined as systolic pulmonary artery pressure at rest (sPAP) higher than 35 mmHg. Results: PAH was found in 33.7% of the HD patients. OH/ECW and the frequency of fluid overload were significantly higher in HD patients with PAH than those without PAH, whereas serum albumin and hemoglobin levels were significantly lower. sPAP level was significantly higher in HD patients with fluid overload than in those without fluid overload after hemodialysis session. Furthermore, sPAP, OH/ECW levels, and the frequency of PAH were significantly reduced after HD. We also found a significant positive correlation between sPAP and OH/ECW. Multivariate logistic regression analysis demonstrated fluid overload to be an independent predictor of PAH after HD. Conclusions: PAH is prevalent among HD patients. This study demonstrated a strong relationship between fluid overload and PAH in HD patients.