Yazar "Dokucu, Ali İhsan" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 20 / 28
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Abdominal stab wounds in children: An 18-year experience(2002) Öztürk, Hayrettin; Önen, Abdurrahman; Otçu, Selçuk; Dokucu, Ali İhsan; Yaǧmur, Yusuf; Gedik, ŞenolObjective: Evaluation of the diagnosis, management, and the role of selective treatment in children with abdominal stab wounds. Patients and Methods: 59 children (56 male and three female) were included in the study. The patients' median age was 11.8 years (range, 5-14 years). Time between injury and admission was about 3 h. Laparotomy was performed in 44 patients (74%). Solid organ injury was detected in 32 of these patients (73%) and could not be observed in twelve (27%). 15 patients (26%) were treated conservatively, and only one (6.6%) underwent laparotomy during the follow-up. The stomach was the most frequently injured organ (ten patients), followed by the intestines (nine patients). Types of surgical treatment were as follows: primary suture in 28 patients, resection-anastomosis in three, and osteotomy in two. Results: Some prognostic factors such as presence of abdominal organ evisceration and pneumoperitoneum were not significantly correlated with intraabdominal organ injury, whereas some other risk factors such as acute abdomen on admission (p < 0.002) or abnormal clinical and hemodynamic finding (p < 0.001) showed significant correlation with intraabdominal organ injury. The relative risk (odds ratio) of developing an intraabdominal organ injury was > 2 for patients with signs of an acute abdomen on admission. Postoperative complications were observed in five patients with organ injuries. None of our patients died. Conclusions: Conservative treatment can be safely performed in most children with abdominal stab injuries. Signs of major internal hemorrhage or generalized peritonitis are an absolute indication for emergency operation for abdominal stab wounds. Peritoneal penetrations, free air on the abdominal X-ray, and omental or intestinal evisceration are poor indicators of significant organ injuries, and patients presenting these signs should be closely followed up for developing acute abdominal symptoms.Öğe Bilateral congenital lobar emphysema associated with imperforate anus "Case report"(1999) Gürkan, Fuat; Dikici, Bünyamin; Dokucu, Ali İhsan; Kılınç, Metin; Boşnak, Mehmet; Özateş, MustafaInfant at two months of age with the diagnosis of bilateral congenital lobar emphysema and accompanying imperforate anus is presented. The proportional intrauterine growth retardation, and history of previous sister mortality with meningomyelocel might have indicated the genetic factor or viral infection in the development of congenital lobar emphysemaÖğe Böbreğin sıcak iskemi-reperfüzyon hasarından korunmasında verapamil, kaptopril ve GBE' nin etkilerinin karşılaştırılması(2000) Otçu, Selçuk; Öztürk, Hayrettin; Özer, Mehmet; Yücesan, Selçuk; Gezici, Ayten; Dokucu, Ali İhsanBöbrek nakillerinde sıcak iskemiye bağlı kaşarlanma önemli bir sakıncadır. Çalışmamızda değişik etki mekanizmalarına sahip, verapamil, kaptopril ve Ginkgo-Biloba Ekstratı (GBE), böbrekte sıcak iskemi-reperfüzyon hasarı sonrası ortaya çıkan olumsuz etkileri ortadan kaldırabilmeleri yönünden karşılaştırılmıştır. Bu amaçla Sprague-Dawley cinsi 50 adet sıçandan oluşan 5 grup oluşturuldu. Sham grubunda sadece sağ nefrektomi, diğer gruplarda ise sağ nefrektomiye ek olarak sol böbrekte 30 dk'lık iskemi sonrasında 60 dk. reperfüzyon uygulandı. Kalan dört gruptan üçünde iskemi öncesi verapamil, kaptopril veya GBE verilirken dördüncü grup da kontrol grubunu oluşturdu. Tüm sıçanların postoperatif 8. günde Tc-99m DMSA sintigrafisi çekildikten ve serum üre, kreatinin ölçümleri yapıldıktan sonra sol nefrektomi uygulandı ve böbrekler histopatolojik değerlendirmeye alındı. Üç tedavi grubunda saptanan ortalama serum üre ve kreatinin değerleri kontrol grubundan belirgin olarak düşük, radyoizotop tutulumları da belirgin olarak yüksek bulunmuştur. Tedavi grupları kendi aralarında karşılaştırıldıklarında ise GBE grubunda serum üre ve kreatinin düzeyleri diğerlerine göre farklı bulunmazken (p>0.05), böbreğin radyoizotop tutulumu belirgin olarak daha yüksektir ve gruplar arasında saptanan bu fark istatistiksel olarak da anlamlıdır (p<0.05). Histopatolojik olarak kontrol grubunda yaygın nekroz saptanırken, kaptopril, verapamil grubunda nekrozun daha az geliştiği, GBE grubunda glomerül ve distal tubullerin korunduğu gözlendi. Sonuç olarak çalışmamızda kullanılan her üç ajan da böbreğin sıcak iskemiden korunmasında etkili bulunmuştur. Bu koruyucu etkinin GBE ile daha belirgin olduğu gözlenmektedir.Öğe Çocuk cerrahisinde nozokomiyal infeksiyonların epidemiyolojisi ve kontrolü(2002) Önen, Abdurrahman; Otçu, Selçuk; Çiğdem, Murat Kemal; Dokucu, Ali İhsan; Öztürk, Hayrettin; Geyik, Mehmet FarukAmaç: Çocuk cerrahisinde görülen nazokomiyal infeksiyoıılar (NKİ)'m epidemiyolojisini ve kontrol yöntemlerini araştırmak. Yöntem: Çocuk cerrahisi kliniğinde Ocak 1997Aralık - 2000 tarihleri arasında yatırılıp tedavi edilen 2844 olgu geriye dönük olarak değerlendirildi. NKİ tanımlamasında "Centers for Disease Control and Prevention (CDC)" kriterleri kullanıldı. Bu çalışmada, kliniğimizde görülen NKI'lerin sıklığı, yaş ile ilgisi, İnfeksiyon türleri ve etkenleri, uygulanan invaziv girişimler ve risk faktörleri arasındaki ilişki araştırıldı. Aynı dönem içerisinde NKİ gelişmeyen ancak yaşları ve cinsiyetleri NKİ geçirenler ile uyumlu olan ve hastalık türleri NKİ geçirenler ile aynı olan 78 hasta kontrol grubu olarak alındı. Bu iki grup mortalite ve hastanede yatış süreleri açısından karşılaştırıldı. Bulgular: 78 olguda NKİ tespit edildi. NKİ sıklığı % 2.74 C/997''de % 4.99, 1998'de % 3.89, 1999'da % 1.33 ve 2000'de % l.44) idi. NKİ grubunda yaş ortalaması 28 ay, kontrol grubunda ise 26 ay idi. En sık gelişen NKİ türü cerrahi yara infeksiyonu ve üriner sistem infeksiyonu idi. NKİ gelişen hastalarda en sık eşlik eden predispozan faktörler; üretral kateterizasyon (% 10.26), travma (% 9.25) ve parenteral nütrisyon (% 8.70) idi. 'Hastanede kalış süresi NKİ grubunda 16 gün (428 gün) iken kontrol grubunda 9 gün (222 gün) idi. NKİ ve kontrol grupları arasında mortalité ve hastanede yatış süresi açısından anlamlı fark vardı (sırasıyla p<0.05, p<0.001). Sonuç: Çocuk cerrahisinde en sık görülen NKİ türü cerrahi yara infeksiyonu idi. NKI'li olgularda en sık görülen risk faktörleri üretral kateterizasyon, travma ve parenteral nütrisyon idi. NKİ morialitede, hospitalizasyon süresinde ve tedavi maliyetinde önemli artışa neden oldu. İnfeksiyon hastalıkları birimi ile sıkı iş birliği, cerrahi personelin eğitimi, el yıkama ve dezenfeksiyon, izolasyon, antibiyotik kullanımının kısıtlanması, invazif girişim ve kateterizasyonların endikasyon ve sürelerinin minimuma indirilmesi, risk faktörleri açısından yakın takip ve erken enterai beslenme ile kliniğimizde son iki yılda NKİ hızı belirgin düzeyde azaldı.Öğe Çocuklarda diafragma yaralanmaları(2000) Bükte, Yaşar; Önen, Abdurrahman; Otçu, Selçuk; Dokucu, Ali İhsan; Öztürk, Hayrettin; Yücesan, SelçukÇocuklarda diafragma yaralanması nadirdir. Kliniğimizde 1983-1998 yılları arasında diafragma yaralanması nedeniyle tedavi edilen 23 hastada etiyoloji, tanı ve tedavi yöntemleri ile prognoza etki eden faktörler geriye dönük olarak değerlendirildi. Yaşları 3-15 arasında değişen hastaların 20'si erkek, 3'ü kız idi. Yaralanma 15 hastada penetran, 8 hastada künttü. Hastalarımızın ancak 11 'inde tam ameliyat öncesi kondu. Diafragma yırtılması 14 hastada solda, 9 hastada sağda idi. 20 hastada en sık karaciğer olmak üzere çeşitli ek organ yaralanmaları vardı, tek başına diafragma yaralanması yalnız 3 hastada gözlendi. Hastalarımızın ortalama travma şiddeti puanı (ISS) 38 olarak bulundu. Diafragma onarımı tüm olgularda laparotomi ile yapıldı. İki hasta diafragma yaralanmasına bağlı olmayan nedenlerle kaybedildi. Diafragma yırtılması çocuklarda göğüs-karın bölgesinin tüm künt ve penetran yaralanmalarında tipik bulgular olmasa da akla getirilmelidir. Her iki tip diafragma yırtılmasında da ek karın içi organ yaralanması çok sıktır ve tedavi laparotomi ile yapılmalıdır. Diafragma yaralanmalarına bağlı gelişebilecek morbidite ve mortalite ancak yüksek oranda şüphelenmek, hızlı tanı koymak ve en küçük diafragma yırtıklarında bile cerrahi tedavi yapmak yolu ile azaltılabilir.Öğe Çocuklarda konjenital musküler tortikollis: Geç başvuran 12 olgunun analizi(2008) Duran, Hatun; Okur, Hanifi; Çiğdem, Murat Kemal; Öztürk, Hayrettin; Dokucu, Ali İhsan; Öztürk, Hülya; Önen, AndurrahmanAmaç: Bu çalışmadaki amacımız geç başvuran konjenital musküler tortikollis (KMT)’li hastalarımızın klinik, tanı ve tedavi özelliklerini analiz etmek ve literatür ile karşılaştırmaktır. Yöntem: Retrospektif olarak hastalarımız yaş, cinsiyet, klinik bulgular, yüzde ikincil biçim değişiklikleri, şişliğin yerleşimi, tanı yöntemleri, ek anomaliler, cerrahi girişimde karşılaşılan bulgular, sağaltım amacıyla uygulanan cerrahi girişimler açısından değerlendirildi.Bulgular: Hastalarımızın (5 erkek, 7 kız) yaş ortalaması 6,7 (1,5-12 yaş) yıl idi. Lezyonların çoğunluğu solda (%58) görüldü. Olgularımızın ikisi küçük yaş grubundaydı. İki olguda (%17) boyunda kitle palpe edilebildi. Olguların çoğunluğunda boyun hareketlerinde kısıtlılık (%83) en sık bulgu idi. Serimizdeki hastaların tümü cerrahi girişimle tedavi edildi ve ayrıca fizik-tedavi egzersizleri de uygulandı.Sonuç: Bu çalışmada, geç başvuran KMT’li çocuklarımızın çoğunluğunda cerrahi tedavi ve konservatif tedavi ile boyun hareketleri ve boyun eğriliğinde belirgin bir düzelme oldu.Öğe Çocukta paraözofageal hiatus hernisine sekonder mide volvulusu: Olgu sunumu(2001) Öztürk, Hayrettin; Dokucu, Ali İhsan; Otçu, Selçuk; Kaya, MeteParaözofageal hiatus hernisine bağlı mide volvulusu çocuklarda nadir görülür. Burada paraözofageal hiatus hernisine sekonder gelişmiş mide volvulusu olan yirmi ay-lık bir erkek olgu sunulmaktadır. Tam sonrası laparotomi ile herni düzeltilmiş ve Boix-Ochoa tekniği ile antireflü işlemi yapılmıştır. Ameliyat sonrası üst gastrointestinal sistem pasaj grafisinde midenin normal yerleşiminde olduğu, ve reflünün kaybolduğu saptanmıştır. Sekiz aylık takipte olgu sorunsuz seyretmiştir.Öğe Çocukta paraözofageal hiatus hernisine sekonder mide volvulusu: Olgu sunumu(2001) Öztürk, Hayrettin; Dokucu, Ali İhsan; Otçu, Selçuk; Kaya, MeteParaözofageal hiatus hernisine bağlı mide volvulusu çocuklarda nadir görülür. Burada paraözofageal hiatus hernisine sekonder gelişmiş mide volvulusu olan yirmi ay-lık bir erkek olgu sunulmaktadır. Tam sonrası laparotomi ile herni düzeltilmiş ve Boix-Ochoa tekniği ile antireflü işlemi yapılmıştır. Ameliyat sonrası üst gastrointestinal sistem pasaj grafisinde midenin normal yerleşiminde olduğu, ve reflünün kaybolduğu saptanmıştır. Sekiz aylık takipte olgu sorunsuz seyretmiştir.Öğe Deneysel travmatik diyafragma rüptürü sonrası gelişen kardiyo-respiratuvar etkileri üzerine nitrik oksit prekürsörü L-arginin'in etkisi(2002) Öztürk, Hayrettin; Kırbaş, Gökhan; Yücesan, Selçuk; Gezici, Ayten; Otçu, Selçuk; Dokucu, Ali İhsan; Kaya, SedatAmaç: Bu çalışmanın amacı deneysel diafragma rüptüründe kardiyo-respiratuar fonksiyonlar üzerine L-Argininin koruyucu etkilerini incelemektir. Yöntem: Çalışmada 40 adet Sprague-Dawley cinsi sıçan kullanıldı. Grup l; Sadece torakotomi yapıldı. Grup 11, IH ve IV'de sol torakotomi sonrası mide toraks içine çekildi ve insııflatör kullanılarak karın içi basıncı yükseltildi. Glll'de 45. dk'dan itibaren L-Arginine (L-Arg), G IV'de ise L-NAME verildi. Tüm gruplarda bazal, 30, 45 ve 60. dk'larda arteriyal kan basıncı, kalp atımı, arteriyal kan gazı (PaO2, PaCC>2, pH), akciğer sintigrafi çalışması ve histopatolojik inceleme yapıldı. Bulgular: GII sıçanlarda mide herniasyonu ve karın içi basıncının artırılmasından sonra GI ile karşılaştırılmasında PaO2, ve pH değerlerinde düşme ve PaCO^de yükselme saptandı. GIII sıçanlarda L-Arg infüzyonu sonrası 60. dk'da ölçülen kan gazı değerlerinin GU'deki değerlerle karışlaştırılmasında ise PaC>2, ve pH değerinde yükselme ve PaCO^de düşme saptandı. GIV sıçanlarda L-NAME infüzyonu sonrası ölçülen kan gazı değerlerinin GII ile karşılaştırılmasında değişiklik saptanmadı. Akciğer sintigrafisinde GII, GIII ve GIV de kontrol grubuna göre pulmoner aktivite tutulumunun azaldığı, GIII ile GII ve GlV'ün karşılaştırılmasında pulmoner aktivite tutulumunun belirgin arttığı saptandı. Sonuç: Çalışmamızda, sıçanlarda diafragma rüptürü sonrası akut dönemde organ herniasyonuna bağlı ortaya çıkan kardiyo-respiratuar bozukluklar üzerine NO prekürsörü L-Arginin iyileştirici yönde etkisinin olduğu gözlenmiştir.Öğe The effects of the nitric oxide donor molsidomine prevent in warm ischemia-reperfusion injury of the rat renal - A functional and histopathological study(2001) Öztürk, Hayrettin; Aldemir, Mustafa; Büyükbayram, Hüseyin; Dokucu, Ali İhsan; Otçu, SelçukAim of this experimental study is to verify the protective effect of molsidomine on the renal function and structural modifications in the ischemia-reperfusion rat kidney. Sixty-eight male Sprague-Dawley rats, which were right nephrectomized and occluded left renal artery for 60 minutes were used. Group I (n = 10) sham-operated animals, which only underwent right nephrectomy. Group II (n = 20) Untreated ischemic rats, which underwent left renal ischemia by occlusion of the renal artery for 60 minutes before blood was restored. Group III (n = 18) molsidomine treated ischemic rats, Group IV (n = 20) L-NAME (NG-nitro-L-arginine methyl ester) treated ischemic rats. Serum creatinine and blood urea nitrogen (BUN) were measured daily and biopsies were obtained from the remaining left kidneys. At seventh day, 55% and 50% of the rats remained alive at the G-II and G-IV respectively. Molsidomine treated rats (G-III) were alive and healthy at day 7. The serum creatinine and BUN levels were significantly higher in G-II and G-IV when compared with the sham-operated group (G-I). G-III rats showed a rapid return to the normal serum creatinine and BUN values on postoperative days 1, 2, 3 and 4. The obtained values in G-III were significantly lower in comparison to the values of G-II and G-IV. The most severe damage (grade 3 to 4) was determined in the kidneys of rats from GII or GIV. The degree of renal tubular damage in GIII was evaluated as grade 1 or 2 tubular damage according to Jablonkski's scale. Our findings suggested that the administration of molsidomine may vanquish the pernicious effects of warm ischemia on kidney structure and function.Öğe Experimental study on effects of deferoxamine mesilate in ameliorating cisplatin-induced nephrotoxicity(Akademiai Kiado Rt., 2002) Özdemir, Enver; Dokucu, Ali İhsan; Uzunlar, Ali Kemal; Ece, Aydın; Yaldız, Mehmet Sadık; Öztürk, Hayrettin; 0000-0001-6764-8336Purpose: Cisplatin (CCDP), an indispensable agent of several chemotherapy protocols, has serious dose limiting side effects, including nephrotoxicity. In this experimental study, we used deferoxamine mesilate (DFO), an iron chelating agent, to ameliorate cisplatin-induced nephrotoxicity. Materials and methods: Sixty adult male bulb-c mice were divided in 6 equal groups. Group 1 received distilled water, group 2 received 100 mg/kg DFO, group 3 received 0.9 mg/kg CCDP, group 4 received 100 mg/kg DFO one hour before 0.9 mg/kg CCDP, group 5 received 1.8 mg/kg CCDP, and group 6 received 200 mg/kg DFO one hour before 1.8 mg/kg CCDP transperitoneally for 10 days. The next day, blood and urine samples were obtained, and all the animals were sacrificed, the kidneys and testes were removed, and histopathologic and biochemical analyses were performed. Results: Low-dose and high-dose CCDP treated mice had significantly more extensive proximal tubular degeneration (p < 0.001) when compared to control animals. Moreover, these changes were significantly less extensive in the mice taking DFO than mice taking CCDP. DFO showed no effect on cisplatin induced testicular histopathology. The cisplatin administration significantly increased the serum urea and plasma creatinin concentrations, and DFO administration prior to CCDP significantly decreased serum urea and plasma creatinin concentrations. Conclusion: Our findings suggest that DFO administration may be safe and useful for ameliorating cisplatin-induced nephrotoxicity.Öğe Farklı uzunluktaki incebarsak rezeksiyonu ile kısa barsak sendromu oluşturulan sıçanlarda enteral glutaminin adaptasyona etkisi(2006) Önen, Abdurrahman; Kılınç, Nihal; Öztürk, Hayrettin; Dokucu, Ali İhsan; Gedik, Şenol; Otçu, SelçukAmaç: Bu çalışmada farklı uzunlukta incebarsak rezeksiyonu yapılarak kısa barsak sendromu (KBS) oluşturulan sıçanlarda adaptasyon sürecinde glutaminin etkileri araştırıldı.Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda 35 adet sıçan kullanıldı. Grup 1'deki (sham) sıçanlara sadece laparatomi uygulandı. Grup 2 ve grup 3 'teki sıçanlara %65 incebarsak rezeksiyonu, grup 4 ve grup 5'teki sıçanlara %85 incebarsak rezeksiyonu yapılarak KBS oluşturuldu. Grup 3 ve grup 5'teki sıçanlara 2,5 g/kg/gün glutamin oral olarak 21 gün süresince verildi. Sıçanların kilo takibi yapıldı ve incebarsak biyopsileri alındı.Bulgular: KBS oluşturulan sıçanların tümünde 1-6. günden itibaren belirgin olarak ishal ve kilo kaybı gelişti (p< 0.05). Grup 3'teki sıçanlar ile grup 2 ve grup 4'teki sıçanlar arasında 18.günden sonra kilo artışı anlamlı idi (p< 0.05). Villus yüksekliği, kript derinliği, mukozal kalınlık ve mitoz sayısında grup 3'teki değerler ile diğer grupların değerleri arasında belirgin fark vardı (p< 0.05).Sonuç: Daha az incebarsak rezeksiyonu uyguladığımız grup 3 sıçanlarda geriye kalan barsağın ve glutamin tedavisinin olumlu etkilerinin sonucu olarak daha iyi adaptasyon geliştiği inancındayız.Öğe Genitoüriner sistem travmasında hematürinin tanısal değeri(2000) Otçu, Selçuk; Kara, İsmail Hamdi; Dokucu, Ali İhsan; Önen, Abdurrahman; Yücesan, Selçuk; Öztürk, HayrettinBu çalışmada 1983-1999 yıllan arasında GÜS yaralanması saptanan 139 hastanın idrar bulguları retrospektif olarak gözden geçirilerek, travmanın şiddeti ile olan ilişkisi araştırıldı. Yaralanma, olguların 119'unda (%86) künt, 20'sinde (%14) penetran travmaya bağlı oluşmuştu. Hastaların 69'unda böbrek, 2'sinde üreter, 11'inde mesane ve 57'sinde üretra yaralanması saptandı. Hastaların 41'inde mikroskopik hematüri görüldü. Bu hastaların 23'ünde minör ve 10'unda majör böbrek yaralanması, 2'sinde üreter, 6'sında majör mesane yaralanması saptandı. Makroskopik hematüri 27 hastada gözlendi. Bunların 16'sında minör ve 6'smda majör böbrek yaralanması ve 5'inde de majör mesane yaralanması izlendi. Kırkyedi olgumuzda üretroraji görüldü. Bu hastaların tümünde üretra yaralanması saptandı. Geriye kalan 24 hastanın 14'ünde idrar bulgusu normal bulunurken, 10 hastada idrar örneği alınamadı. İdrar bulguları normal olan bu 14 hastanın 10'unda minör böbrek, 4'ünde majör böbrek yaralanması bulunurken, idrar örneği alınamayan 10 hastaya tam üretra kopması tanısı koyuldu. İdrar analiz sonuçları ile genitoüriner organ yaralanması arasında yapılan istatistiksel değerlendirmede mikroskopik hematüri ile minör böbrek yaralanması ve üretroraji ile üretra yaralanması arasında anlamlılık saptandı (p=0,02, p<0,0001). Sonuç olarak, hematüri GÜS yaralanmalarının güvenilir bir belirtisi olup, travma şiddetinin derecesinin saptanmasında kullanılabilir. Bununla beraber özellikle radyolojik görüntüleme metodları başta olmak üzere diğer tanı metodları kesin tanıya ulaşmak için kullanılmalıdır.Öğe Hirschsprung hastalığı. 18 yıllık deneyimimiz(2002) Öztürk, Hayrettin; Gedik, Şenol; Önen, Abdurrahman; Yücesan, Selçuk; Otçu, Selçuk; Dokucu, Ali İhsanAmaç: Çalışmadaki amacımız kliniğimizde Hirschsprung hastalığı (HH) tanısı koyularak çoğunluğu Duhamel ameliyatının Martin modifikasyonu ile tedavi edilen hastalarımızın tam ve tedavi özelliklerini belirlemek, morbidite, mortalite ve uzun dönem fonksiyonel sonuçlar açısından değerlendirmektir. Yöntem: Haziran 1983 ile Şubat 2001 tarihleri arasında HH tanısı alan 64 hasta yaş, cinsiyet, başvuru zamanı, semptom ve bulgular, konjenital anomaliler, aganglionik barsak uzunluğu, tedavi metodu, fonksiyonel sonuçlar, morbidite ve mortalite açısından geriye dönük değerlendirildi. Bulgular: Hastaların 52'si erkek, 12'si kız idi. Olguların % 37'si yaşamın ilk bir ay'ı içerisinde tanı aldı. Başvuru şikayeti en sık karında şişlik (% 34) idi. Olguların 13'ünde (% 20) ek konjenital anomali saptandı. Aganglionik barsak en fazla rektosigmoid (% 82) bölgede görüldü. Enterostomi 56 hastaya uygulandı. Enterostomi sonrası 7 hasta Soave-Boley, 41 hasta Duhamel-Martin yöntemi ile tedavi edildi. Dört hastaya enterostomisiz tek seans Duhamel-Martin uygulandı. Ameliyat sonrası 16 (% 25) hastada komplikasyon gelişti. En sık gelişen komplikasyon intraabdominal yapışıklığa bağlı intestinal obstrüksiyon idi (% 33). Definitif ameliyat öncesi 3 (% 2) ve sonrası 5 (% 9) hastada enterokolit gözlendi. Hastalarımızın 8'i (% 12) öldü bu hastaların birinde ek konjenital anomali ve 6'sında sepsis vardı. Definitif operasyonu yapılan bir hastamız enterokolit atağı sonrası kaybedildi. Fonksiyonel skor 10-15 ve 15 yaş üzeri grup da 5-10 yaş grubu hastalara göre anlamlı derecede daha iyi idi (p<0.05). Fonksiyonel skor ile yaş arasında korelasyon bulunmadı. Sonuç: Sonuç olarak kliniğimizde HH'nın cerrahi tedavisinde çoğunlukla Duhamel-Martin tekniği uygulanmış olup, bu hastaların uzun dönem fonksiyonel sonuçları değerlendirildiğinde ortalama fonksiyonel skor yönünden 10 yaş sonrası çocuklarda daha küçük çocuklara göre anlamlı düzelmelerin olduğu görülmüştür.Öğe İnguinal herni tamirlerinde ameliyat öncesi ve sonrası uygulanan lidokain infiltrasyonunun ameliyat sonrası ağrı üzerine etkisi(2003) Kararmaz, Alper; Tosyalı, Ahmet Nadir; Öztürk, Hayrettin; Önen, Abdurrahman; Otçu, Selçuk; Dokucu, Ali İhsan; Kaya, MeteAmaç: İnguinal herni tamirlerinde ameliyat öncesi ve sonrası uygulanan lidokain infiltrasyonunun ameliyat sonrası ağrı üzerine etkisini karşılaştırmak. Yöntem: Inguinal herni tanısıyla ameliyat edilen 2-9 yaşlarında, 81 çocuk prospektif olarak değerlendirildi. Hastalar üç gruba ayrıldı: kontrol grubuna (n=20) sadece herniyektomi yapıldı. Preinsizyonel gruba (n=35) insizyondan 5 dk önce, postinsizyonel gruba (n=26) ise herniyektomi sonrası insizvon bölgesine 5 mg/kg lidokain % 1 infiltre edildi. Olguların ağrı şiddeti 4 kademeli ağrı skoru ile değerlendirildi. Bulgular: Olguların 69'u erkek, 12'si kız idi. Olguların 36'sında herni sağ kasıkta, 31'inde sol ve 14'smda bilateraldi. Ortalama yaş, kontrol grubunda 3.6±1.9 yıl, preinsizyonel grupta 4.3± 2.01 yıl ve postinsizyonel grupta 3.3±1.6 yıldı. Postoperatif ağrı skoru ortalamaları preinsizyonel grupta 0.65 ± 0.75, postinsizyonel grupta 0.80±0.87 ve kontrol grubunda l.7±0.78 idi. Preinsizyonel ve postinsizyonel gruplar arasında anlamlı farklılık yokken kontrol grubundaki olguların ağrı skorları anlamlı düzeyde yüksekti (p<0.00l). [s1] [s2] İlk ağrı kesici kullanma zamanı, preinsizyonel grupta 128.4±46.08 dk, postinsizvonel grupta 83.6±29.88 dk ve kontrol grubunda 27.2±14.9 dk olup, bu süre preinsizyonel grupta diğer iki gruba göre anlamlı ölçüde uzundu (p<0.00l). Sonuç: Ek araç ve deneyim gerektirmeyen peroperatif lokal lidokain infiltrasyonu, herniyektomi sonrası görülen ağrıvı azaltmada etkili, güvenli ve uygulanması kolay bir yöntem gibi görünmektedir. Ayrıca, lidokainin ameliyat öncesi infiltrasyonu ile daha uzun bir postoperatif ağrısız dönem sağlanmaktadır.Öğe Interaction of nitric oxide and cell adhesion molecules after 24 hours of complete ureteric obstruction in the rats on a solitary kidney(2001) Öztürk, Hayrettin; Dokucu, Ali İhsan; Büyükbayram, HüseyinWe aimed to show whether the administration of exogenous L-Arg would alter the morphological, functional changes and interaction of nitric oxide and cell adhesion molecules such as tenascin and lectin after release of twenty-four hours complete ureteric obstruction in the solitary rat kidney tissue. Forty prepubertal Wistar-Albino rats were separated into 4 groups, each containing 10 rats. In the group 1 (Sham-control, n = 10), right nefrectomy was performed; the left ureter was visualized but not ligated. In the remaining 30 rats, the abdomen was opened and undergone right nephrectomy and the left ureter was completely obstructed. After 24 hours, thirty rats were divided as group 2, 3, and 4, each containing 10 rats. In-group 2, no drug treatments were given. In-group 3 L-Arg (L-arginine methyl ester) was infused immediately after abolishing ureteric obstruction. In-group 4 L-NAME was given separately during L-Arg administration during 30 minutes immediately after abolishing ureteric obstruction. Than, the animals were prepared for functional and histopathological studies. BUN value was decreased significantly in L-Arg group when compared with untreatment and L-NAME groups (p < 0.05, p < 0.001 respectively). Creatinine values were decreased in L-Arg group when compared with untreatment group (p < 0.002). Urine flow and urinary Na value was increased significantly in L-Arg group when compared to other obstruction groups (p < 0.001, p < 0.001). The increase in the number of macrophages in Untreated and L-NAME group were significant (p < 0.001, p < 0.001) when compared to L-Arg group. Immunohistochemical study showed that tenascin and lectin expression was severe in tubulus basal membrane of untreated and L-NAME treated rats. In L-Arg group, tenascin and lectin expression was moderate in tubulus membrane. Our results suggest that the administration of exogenous L-Arg protect the functional and degenerative effects of acute complete obstruction in the solitary kidney tissue of the rats. Nitric oxide cause these positive effects by decreasing preglomerular vascular resistance, regulation of neutrophil function and preventing the expression of cell adhesion molecules such as tenascin and lectin.Öğe İnvajinasyon olgularında hastaneye başvuru süresinin morbidite ve mortalite üzerine etkisi: 123 olgunun analizi(2001) Öztürk, Hayrettin; Gedik, Şenol; Önen, Abdurrahman; Otçu, Selçuk; Dokucu, Ali İhsanÖnbilgi/Amaç: İnvajinasyon yenidoğan ve süt çocukluğu döneminde barsak tıkanıklığının en sık nedenlerinden biri olup, tanı ve tedavide gecikildiğinde ciddi, morbidite ve mortalite ile seyreder. Çalışmamızda invajinasyonlu hastalarımızın teşhis ve tedavi sonuçları ve özellikle, hastaneye başvuru süresinin morbidite ve mortalite üzerine etkileri araştırıldı. Yöntem: Kliniğimizde Haziran 1983-Mart 2000 tarihleri arasında İnvajinasyon tanısı koyulan ve tedavisi yapılan 123 hasta yaş, cinsiyet, başvuru zamanı, semptom ve bulgular, tanı, tedavi yöntemleri, invajinasyonun tipi, başlatıcı etken, nüks, komplikasyonlar ve mortalite açısından geriye dönük olarak incelendi. Ayrıca hastalar, semptomlarının başlamasından hastaneye başvurusu arasında geçen süreye göre ilk 12 saatte başvuran (Gl), 12-24 saat arası dönemde başvuran (G2) ve 24 saatten sonra başvuran (G3) hastalar olmak üzere üç gruba ayrıldı. Gruplar arasında morbidite ve mortalite açısından farklılık araştırıldı. Bulgular: Olguların % 76'sının yaşı 0-12 aylar arasındaydı. Başvuruda en sık belirlenen semptom ise kusma idi. Olguların % 80'i Nisan-Eylül aylarında başvurdu. Hidrostatik basınç ile redaksiyon olguların 25'inde denendi ve % 4'ünde başarılı olurken, kalan % 96 hastaya laparotomi uygulandı. İnvajinasyon en sık ileoçekokolik (% 77) tipteydi. Başlatın etken olguların % 7'sinde görüldü. Laparatomide hastaların % 63'ü elle redaksiyon, % 30'u rezeksiyon ve anastomoz, % 3'ü rezeksiyon ve stoma ile tedavi edildi. Olgularımızın % 27'sinde komplikasyon gelişti. Hastalarımızın % 6.5'i postoperatif dönemde kaybedildi. Olgularında G3 komplikasyon gelişme oranı G1 ve G2 ile karşılaştırıldığında belirgin yüksek bulundu (p<0.0001). Ölen hastaların tümü 24 saatten sonra başvuran grupta idi ve diğer gruplarla karşılaştırıldığında bu fark da anlamlı bulundu (p<0.000l). Sonuç: İnvajinasyonlu olguların hastaneye başvuru süresindeki gecikmeler önemli olup, morbidite ve mortaliteyi etkilemektedir. Tanıda gecikme çoğunlukla, tedavi şeklini cerrahi yönünde belirlemektedir.Öğe Kloakal anomalinin Hirschsprung hastalığı, doğumsal 'pouch' kolon ve vajinal duplikasyon ile seyreden nadir birlikteliği(2001) Öztürk, Hayrettin; Bükte, Yaşar; Dokucu, Ali İhsan; Azal, Ömer FarukKloakal malformasyonlar üriner, iç genital ve intestinal kanalın ürogenital sinüs yolu ile tek bir meadan perineye açılması ile karakterizedir. Kloaka anomalisi başka hiç bir doğumsal anomalide, görülemeyecek kadar anatomik çeşitlilik ile ortaya çıkabilir. Burada kloakal anomaliye eşlik eden doğumsal 'pouch' kolon, Hirschsprung hastalığı ve vajinal duplikasyon ile ortaya çıkan 13 yaşındaki kız olgu, nadir karşılaşılması ve uygulanan cerrahi tedavinin özelliklen açısından sunulmaktadır. Bu tip kloakal anomalili bir olgunun rekonstrüktif cerrahisi planlanırken, olası ek anomalilerin ve anatomik farklılıkların dikkate alınmasının gerekliliği vurgulanmıştır.Öğe Management of anorectal injuries in children: An eighteen-year experience(2003) Öztürk, Hayrettin; Önen, Abdurrahman; Dokucu, Ali İhsan; Otçu, Selçuk; Yaǧmur, Yusuf; Yücesan, SelçukAnorectal injuries (ARI) are rare in childhood and yet occur due to sexual abuse and firearm injuries in developed countries. The labeling of ARI remains controversial in spite of a number of divergent reports over the past decade. We evaluated the surgical indications for primary repair of ARI without stoma, and also the potential risk factors affecting morbidity and mortality in children with ARI. Between 1983 and 2001, 41 children were diagnosed as ARI in our institution due to blunt or penetrating trauma. There were 17 male and 24 female patients. Causes of anorectal injury were blunt injuries in the majority of cases (56%). Vagina and extremity fractures were the organs most frequently associated with ARI. There was isolated ARI in 49% of cases. Intraperitoneal organ injury was found in 3 patients (7%). The distribution of injury location according to the classification of ARI in our children was as follows: 10% in G I, 32% in G II, 51% in G III, and 10% in G V. Primary repair without colostomy was performed in 51% of cases. Primary repair and diversion of faecal stream by loop colostomy was required in 20 (49%) patients. Postoperative septic complications occurred in 29% of cases. Some potential risk factors such as trauma mechanism and associated organ injury were not significantly correlated to postoperative septic complications, while other risk factors such as mode of treatment, time of operative intervention and contamination were significantly related to postoperative septic complications (p < 0.05). The sensitivity of trauma scoring systems for the estimation of postoperative complication occurrence was significant for ISS (p < 0.05) and ARI score (p < 0.05). The relative risk of developing a postoperative septic complication was higher than 2 for patients with ARI grade III, ISS > 15, primary repair + colostomy group, and time of operative intervention > 8 hours. A child in the colostomy + primary repair group died on the first postoperative day from rapidly progressing septicaemia and multiple organ failure (2.4%). The management of ARI can be carried out by primary repair procedure without colostomy in the majority of cases if the needed selectivity is established.Öğe Primary gastric adenocarcinoma in a 2.5-year-old girl(2002) Dokucu, Ali İhsan; Öztürk, Hayrettin; Kılınç, Nihal; Önen, Abdurrahman; Bükte, Yaşar; Söker, MuratPrimary gastric adenocarcinoma is extremely rare in children. Here, we report an additional case of primary adenocarcinoma, located at the lesser curvature in a girl at the age of 2.5 years. She had no family history and no apparent underlying cause for the tumor. She died 4 months after admission despite complete resection of the mass and chemotherapy.