Yazar "Dağgülli, Mansur" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 17 / 17
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Adölesan dönemi ve öncesinde yapılan sünnetlerin karşılaştırılması(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2013) Utanğaç, Mehmet Mazhar; Dağgülli, Mansur; Yağmur, İsmailAmaç: Bölgemizde adölesan döneminde ve öncesinde yapılan sünnetlerin komplikasyon oranlarının karşılaştırılması amaçlandı. Yöntemler: Yaşları 8 ay ile 20 yaş arasında olan 296 sünnet olmamış erkek çalışmaya dahil edildi. Hastalar 12 yaş altı ve 12 yaş üstü olmak üzere 2 gruba ayrıldı. Bütün hastalara aynı üroloji uzmanı tarafından ürogenital muayeneleri yapıldı. Ek ürogenital patolojileri olan hastalar çalışmaya dahil edilmedi. Çalışmaya alınan hastalara lokal anestezi ile sünnet yapıldı. Erken dönem postoperatif takipleri yapılarak görülen komplikasyonlar kaydedildi. Bulgular: İlk gruptaki 197 hastanın yaş ortalaması 6,19±3,42, ikinci gruptaki 99 hastanın yaş ortalaması 15,09±2,27 yıl olarak hesaplandı. İlk grupta görülen komplikasyonlar; kanama, lokal enfeksiyon, ekimoz, cilt köprüsü. İkinci grupta görülen komplikasyonlar; kanama ve ekimoz. En sık görülen komplikasyon her iki grupta da sünnet sonrası kanama olup sırasıyla ilk grupta %5,6, ikinci grupta %5,1 olarak gözlendi (p>0.05). Cilt köprüsü olan hastalarda penis retrakte edilerek yapışıklık açıldı. Gruplar arasında lokal enfeksiyon ve ekimoz açısından fark saptanmadı (p>0.05). Gruplar arasında korelasyona bakıldığında yaş ile lokal enfeksiyon ve cilt köprüsü arasında negatif korelasyon olduğu gözlendi (sırasıyla r değeri: -0.136 ve -0.176). Ayrıca cilt köprüsü ile lokal enfeksiyon arasında pozitif korelasyon olduğu gözlendi (r değeri: 0.161). Sonuç: Biz adölesan döneminde ve öncesinde yapılan sünnet işlemlerinin arasında komplikasyon ve başarı açısından önemli bir fark bulamadık. Sonuç olarak, ileri yaşta yapılması durumunda bile sünnet, cerrahi bir işlem olarak kabul edilmelidir ve ehil ellerde yapılması durumunda kabul edilebilir komplikasyon oranlarına sahiptir.Öğe Comparison of Negative Pressure Wound Therapy and Conventional Dressing of Fournier's Gangrene(2024) Aktaş, Mehmet; Dağgülli, MansurObjectives: The aim of this study is to compare two patient groups diagnosed with Fournier's Gangrene (FG) and treated with negative pressure wound therapy (NPWT) and conventional wound dressing (CWD) methods. Materials and Methods: 64 patients with FG, who were followed up and treated at the Urology clinic of University Hospital between January 2011 and July 2020, were included in the study. Patients were divided into two groups: While group 1 received CWD treatment, group 2 received NPWT. Demographic characteristics, etiology, length of stay, number of debridements, additional surgeries, Fournier Gangrene Severity Index (FGSI) scores, analgesic needs, area of necrosis and amount of involvement of the patients were retrospectively analyzed. Results: 37 patients in group 1 and 27 patients in group 2 were included in the study. All patients were male. The mean hospital stay was 17.9 ± 1.8 days in group 1, while it was 12.7 ± 1.1 days in group 2 (p:0.91). The mean debridement numbers in Group 1 and Group 2 were 7.1 ± 0.8 and 3.7 ± 0.3, respectively (p:0.004). The mean number of daily analgesic use in Group 1 and Group 2 was 2.4 ± 0.12 and 1.44 ± 0.08, respectively (p<0.001). The mean area of necrosis was 124 ± 11.3 cm2 and 147 ± 18.1 cm2, respectively (p:0.614). In group 1 and group 2, 4 and 2 patients died, respectively (p:1.00). Conclusion: NPWT reduced the treatment burden of this disease by reducing the number of debridements and analgesic use. However, NPWT did not reduce the length of hospital stay.Öğe Holmium: Yttrium-aluminum-garnet (Ho:YAG) laser for resection of bladder tumor in a pediatric patient(2015) Çakmakçı, Süleyman; Penbegül, Necmettin; Utanğaç, Mehmet Mazhar; Dağgülli, Mansur; Dede, Onur; Bodakçı, Mehmet Nuri; Sancaktutar, Ahmet Ali; Bozkurt, YaşarBladder tumours are rare in children, with only 0.4% of cases occurring in the first 2 decades of life. Herein, a pediatric patient who underwent TUR-B with a holmium: yttrium-aluminum-garnet (Ho:YAG) laser is presented. Its histopathology was reported as urothelial papilloma.Öğe İyatrojenik parsiyel üreter ligasyonu sonrası görülen üreter taşı: Olgu sunumu(Avrasya Üroonkoloji Derneği, 2016) Altın, Selçuk; Dağgülli, Mansur; Topaktaş, Ramazan; Aydın, Cemil; Akkoç, AliÜreter yaralanması veya bağlanması diğer üriner sistem organlarına göre nadirdir ve sıklıkla jinekolojik veya ürolojik işlemler sırasında gelişir. Üreter yaralanmaları genellikle tek taraflıdır. Bazen tek taraflı üreterin sütür ya da klips ile bağlanması, uzun zaman sonra üreter taşına sebep olabilir. Üreter bağlanması erken teşhis edilirse, böbrek kaybı gibi ciddi komplikasyonlar gelişmeden erken tedavi edilebilmektedir. Bu olguda, jinekolojik operasyon sırasında üreteri kısmi olarak bağlanan kadın hastanın, üreter ligasyonunun ve iki yıl sonra gelişen üreter taşının tedavisini sunmayı amaçladık.Öğe Laparoskopik radikal nefrektomi deneyimlerimiz(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2014) Dağgülli, Mansur; Utanğaç, Mehmet Mazhar; Bozkurt, Yaşar; Dede, Onur; Bodakçi, Mehmet Nuri; Sancaktutar, Ahmet Ali; Penbegül, Necmettin; Hatipoğlu, Namık KemalAmaç: Bizim bu çalışmadaki amacımız, 4 yıldan beri kliniğimizde böbrek kitleleri için uyguladığımız laparoskopik radikal nefrektomi (LRN) cerrahisinin sonuçlarını sunmaktır. Yöntemler: Ekim 2010 ve Nisan 2014 tarihleri arasında Dicle Üniversitesi Üroloji kliniğinde LRN uygulanan 54 vakayı geriye dönük olarak inceledik. Hastalar yaş, cinsiyet, lateralite, kitle boyutu, obezite, sigara ve hipertansiyon öyküsü, patoloji sonucu, kan transfüzyonu, operasyon zamanı, hastanede kalış süreleri, peroperatif ve postoperatif komplikasyonlar, dren çekilme zamanı ve nefrektomi materyalinin dışarı alınış biçimi açısından geriye dönük olarak incelendi. Bulgular: 54 hastanın 21’i erkek ve 33’ü kadındı. Ortalama hasta yaşı 58,8 (29-82) yıl idi. 23 hastada sigara, 15 hastada HT ve 32 hastada obezite saptandı. 23 olguda renal kitle sol tarafta ve 31’inde sağ tarafta idi. Ortalama tümör boyutu 6,2 cm (4,5-16,5) idi. Bütün olgularda transperitoneal, yaklaşım tercih edildi. 3 vakada açığa geçilme ihtiyacı duyuldu. 8 hastada kan transfüzyonu ihtiyacı oldu. On sekiz hastada, karaciğer ekartasyonu için 4. port kullanılırken, diğer tüm vakalarda 3 port kullanıldı. Ortalama operasyon süresi 115,6 dk (75-192) idi. Ortalama hastanede kalış süresi 3,9 gün (3-16) idi. 1 olguda splenik arter yaralanmasına bağlı abondan kanama gelişti. Sonuç: Transperitoneal LRN, hızlı ve etkin bir şekilde yapılabilen minimal invaziv bir cerrahi yöntemdir. Laparoskopik cerrahi prensiplere bağlı kalarak yapılan cerrahi işlemlerde başlangıç deneyimlerde bile LRN düşük komplikasyon oranları ile güvenle yapılabilecek bir cerrahi olduğunu düşünmekteyiz.Öğe Myelodisplazik hastalarda nöroürolojik komplikasyonlar(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2014) Kaplan, Sümeyye Çoruh; Göçmez, Cüneyt; Dağgülli, MansurSpina bifida yaşamla bağdaşan konjenital anomaliler arasında sık rastlanılan patolojilerdendir. Embriyolojik dönemde nöral tüpün kapanma defektleri açık ya da kapalı spinal disrafizmle sonuçlanır. Günümüzde nöroşirurjikal tekniklerin ilerlemesiyle hastaların multidisipliner takibi, yaşam kaliteleri açısından önem kazanmıştır. Ürolojik komplikasyonların önlenmesi ve tespit edilmesi bakımından da bazı yaklaşımlar standardize edilmiştir. Olguların uzun dönem takibinde nöroşirurjikal açıdan prognozun yanı sıra eşlik edebilen tüm patolojilerin akılda tutulması ve bu amaçla hastaya yön gösterilmesi önemlidir. Bu yazıdaki amaç Spina bifida hastalarında mevcut olabilecek ürolojik problemleri ve bunlarla ilgili son çalışmaları gözden geçirmektir.Öğe Paraganglioma of urinary bladder: A case report(Avrasya Üroonkoloji Derneği, 2023) Bıçak, Tuğçem; Özekinci, Selver; Bıçak, Yekta; Dağgülli, MansurObjective: The majority of bladder lesions are papillary and/or flat-appearing urothelial neoplasms. Neoplasms other than urothelial tumors are extremely rare. Paragangliomas are rare catecholamine-releasing tumors of sympathetic ganglion or chromaffin cell origin. Approximately 10% of paragangliomas occur in the non-adrenal region, of which 10% are seen in the bladder and constitute 0.05% of all bladder tumors. About 10% of paraganglioma occur in extra-adrenal sites, of which, 10% are located in bladder wall accounting for 0.05% of all bladder tumors. In a 42-year-old female patient, a mass on the anterolateral wall of the bladder, measuring 50x43 mm solid mass protruding into the lumen with necrotic center and increased vascularity on the periphery was reported. The specimens of the, transurethral resection bladder material obtained from an external center and our hospital were examined by pathology and diagnosed as paraganglioma. Because of its rarity and confusion with urothelial carcinoma, paraganglioma should always be recognized when dealing with bladder tumorsÖğe A pediatric patient had giant multifocal nephrogenic adenoma in the bladder: A case report(2015) Dede, Onur; Utangaç, Mazhar; Penbegül, Necmettin; Hatipoğlu, Namık Kemal; Dağgülli, MansurNefrojenik adenom üriner sistemde kronik irritasyon,enfeksiyon, travma, cerrahi, yabancı cisim ke kimyasal ajanlara bağlı gelişebilen nadir metaplastik lezyonlardır. Bu yazıda çocuk hastada karşılaştığımız yaygın mesaneyi dolduran nefrojenik adenom vakasını paylaştık.Öğe Penil protez implantasyon cerrahisi klinik sonuçları(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2016) Dede, Onur; Utangaç, Mansur; Atar, Murat; Dede, Gülay; Dağgülli, MansurAmaç: Bu çalışmada çok parçalı şişirilebilir penil protez cerrahisi yapılan hastaların sonuçlarını değerlendirmeyi amaçladık. Yöntemler: Mayıs 2010 Aralık 2015 tarihleri arasında penil protez cerrahisi yapılan 52 hastanın verileri geriye dönük değerlendirildi. Protezlerin cinsi, başarı ve komplikasyon oranları kaydedildi. Hasta memnuniyetini değerlendirmek için EDITS (Erectile Dysfunction Inventory of Treatment Satisfaction) formu kullanıldı. Bulgular: Ortalama hasta yaşı 49,2±14,7 yıl idi. Ortalama takip süresi 34,3±12,5 ay idi. Ortalama hastanede kalış 3,84±1,52 gün olarak bulundu. Çiftlerin değerlendirilmesinde 44 (%84) çift oldukça memnun olduklarını söyledi. Penil protez yerleştirildikten sonra hiçbir hastada protez çıkarılması gerektirecek komplikasyon olmadı. Sonuç: Şişirilebilir penil protez cerrahisi organik erektil disfonksiyon tedavisinde yüksek başarı oranı, hasta ve partner memnuniyeti ve kabul edilebilir komplikasyon ve revizyon oranlarıyla etkili ve güvenli bir tedavi seçeneğidir.Öğe PNL ve açık böbrek taşı cerrahisi sonrası rekürrens(2015) Sancaktutar, Ahmet Ali; Penbegül, Necmettin; Bozkurt, Yaşar; Utanğaç, Mehmet Mazhar; Dağgülli, Mansur; Dede, Onur; Cakmakcı, SuleymanAmaç: Nefrolitiazis nedeniyle perkütan nefrolitotripsi (PNL) veya açık cerrahi geçiren hastalarda taş rekürrens oranını karşılaştırmak.Gereç ve Yöntemler: Ocak 2006-Mayıs 2009 tarihleri arasında cerrahi tedavi uygulanan böbrek taşı tanılı hasta geriye dönük olarak incelendi. Toplam 38 hasta çalışmaya alındı . Grup 1 (n:20) hastaya açık cerrahi uygulanırken Grup 2 (n:18) hastaya ise PNL uygulandı. Cerrahi sonrası non-opak ve rezidü taşı olan hastalar çalışma dışı bırakıldı. Taş taraması için idrar analizi, radyografi ve non-kontrast bilgisayarlı tomografi yapıldı. Hastaların yaş, cinsiyet, hastanede kalış süresi, preoperatif taş yükü, postoperatif takip süresi ve postoperatif taş yükü kaydedildi.Bulgular: Grup 1 ve grup 2 deki erkek / kadın oranı sırasıyla 11/9 ve 10/8 dir. Yaş ortalaması 1. grupta 41,9 ± 13,58 ve 2. grupta 36,22 ± 14,3 yıl idi. Ameliyat öncesi taş yükü PNL grubunda 329,46 ± 249,66 mm2 iken açık cerrahi grubunda 390,72 ± 200,12 mm² idi. Taş rekürrensi açık cerrahi grubunda sadece % 20 iken PNL grubunda % 61olarak saptandı. Ameliyat sonrası kontrollerde taş yükü Grup 2'de Grup 1'e nazaran anlamlı derecede daha yüksek bulundu (p= 0.40). Sonuç: PNL son zamanlarda böbrek taşı ameliyatları için daha sık kullanılır olmuştur. Taş nüks oranı rezidüel fragmanlar nedeniyle perkütan nefrolitotripsi sonrası artabilir.Öğe Prematür ejakülasyon sıklığı ve tedavi oranı; kesitsel bir anket çalışması(Avrasya Üroonkoloji Derneği, 2014) Doğantekin, Engin; Dağgülli, Mansur; Söylemez, HalukAmaç: Prematür Ejakülasyon (PE) muhtemelen en sık ve aynı zamanda en az anlaşılmış erkek seksüel disfonkisyonudur. Aynı zamanda özellikle Türkiye’de PE’ nin tedavi oranları da bilinmemektedir. Bu çalışmanın amacı PE’nin sıklığını ve tedavi oranlarını ortaya koymaktır. Gereçler ve Yöntem: Mayıs 2007-Ocak 2008 tarihleri arasında üroloji kliniğine başvuran hastaların refakatçilerinden seçilen evli 107 erkek çalışmaya dahil edildi. PE varlığını ortaya koymak için 25-50 yaşları arasında olan katılımcıların önce prematür ejakülasyon değerlendirme formunu (PEDT) doldurmaları istendi. PE şikayeti olan 33 katılımcıya da bu şikayet nedeniyle tedavi alıp almadıklarını ve bunların sebeplerini soran ikinci bir anket verildi. Bulgular: Katılımcıların ortalama yaşı 34.68 yıl idi. Ortalama PEDT skoru 6.5±2.4 olarak ölçüldü. Katılımcıların 74’ünün PEDT skoru 8 ve 8’in altında idi (% 69.15). 8 kişinin PEDT skoru 9 ve 10 idi (% 7.47). 25 kişinin ise 11 ve daha yüksekti (% 23.36). PE şikayeti olan 33 kişiden 28’i bu şikayet için tedaviye başvurmadığını belirtti. Bunun nedeni sorulduğunda alınan en sık cevap ise “Utandım” idi. Sonuç: Çalışmamızın sonuçlarına göre Türkiye’de orta yaşlı erkeklerde PE sıklığı yaklaşık % 23 oranındadır. Aynı zamanda çalışmamız PE için başvurulan tedavi oranlarının çok düşük olduğunu göstermiştirÖğe Psoas apselerinde etyolojik faktörler(Modestum Publishing Ltd., 2004) Bodakçı, Mehmet Nuri; Hatipoğlu, Namık Kemal; Dağgülli, Mansur; Utangaç, Mazhar; Çetinçakmak, Mehmet Güli; Hatipoğlu, Nebahat; Söylemez, HalukAmaç: Psoas apsesi (PA) nadir görülen, zor tanı konulabilen bir enfeksiyon hastalığıdır. Bu çalışmada PA tanısı olan hastaları etyolojik faktörler ve tedavi sonuçları açısından değerlendirmeyi amaçladık. Yöntemler: Aralık 2006-Ocak 2013 tarihleri arasında PA tanısı konulan 20 hastanın dosyaları geriye dönük olarak tarandı. Çalışmaya ultrasonografi ve/veya bilgisayarlı tomografi ile kesin PA tanısı konulan ve tüm verilerine ulaşılan hastalar dahil edildi. Bulgular: Çalışmaya alınan 20 hastanın yaş ortalaması: 48,8 (17-82) yıl, 6’sı kadın, 14’ü erkek idi. Hastaların 12’sinde (%60) sağ tarafta, 7’sinde (%35) sol tarafta ve 1’inde (%5) bilateral olarak PA görülmekteydi. Olguların 4’ünde (%20) diyabet, 2’sinde (%10) hipertansiyon, 1’inde (%5) serebrovasküler hastalık, 1’inde (%5) tüberküloz, 1’inde (%5) hipertroidi, 1’inde (%5) mental retardasyon, 1’inde (%5) parapleji olduğu kaydedildi. Olguların 6 tanesi primer (%30) ve 14 tanesi sekonder (%70) psoas apsesi (pPA, sPA) olarak değerlendirildi. 13 hastaya (%65) perkütan drenaj, 3 hastaya (%15) eksplorasyon yapıldı. Psoas apsesi olan 4 hastaya (%20) sadece medikal tedavi verildi. Sonuç: Psoas apsesinin nadir görülmesi, değişken ve özgün olmayan kliniği tanı koymada güçlüğe neden olabilmektedir. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde sPA’inde en sık neden Pott hastalığı ve Chron hastalığı olarak bildirilmekle beraber açık cerrahi ve üriner sistem taş hastalığının da etyolojik faktörler arasında önemli bir yer alabildiği dikkate alınmalıdır.Öğe Retrograd intrarenal cerrahi deneyimlerimiz(2014) Sancaktutar, Ahmet Ali; Söylemez, Haluk; Hatipoğlu, Namık Kemal; Atar, Murat; Dağgülli, Mansur; Bozkurt, Yaşar; Penbegül, NecmettinAmaç: Kliniğimizde retrograd intrarenal cerrahi (RIRS) uygulanan olguların sonuçlarını değerlendirmek. Yöntemler: Şubat 2012 ile Mayıs 2013 tarihleri arasında, böbrek taşı nedeniyle RIRS yapılan 100 olgunun sonuç- ları retrospektif olarak değerlendirildi. Bulgular: Olguların 35sı kadın, 65sı erkek, yaş ortalaması 36,81 (1-76) yıl idi. Bir olguya rest double J (D-J), 99 olguya da böbrek taşı nedeniyle RIRS işlemi uygulandı ve ortalama taş boyutu 15,26 (5-27) mm idi. Olguların 61inde (% 61) işlem öncesi double- j (D-J) stent varken, 39unda (39%) ise işlem öncesi stent uygulanmamıştı. İşlemlerin 86sında (%86) üretral giriş kılıfı kullanılırken, 14ünde (%14) ise işlem kılıfsız uygulandı. Ortalama operasyon süresi 52,72 (10-120) dakika, floroskopi süresi ise 57,32 (10-180) saniye olan işlemlerin, 88inde (%88) operasyon sonrası D-J stent takılırken, 12 (%12)sine ise takılmadı. Hastanede kalış süresi ortalama 1,3 (1-7) gün olan olguların, 1. ay kontrolerinde, 87 (%87)inde taşsızlık sağlanırken, 6sında (%6) klinik önemsiz rezidüel taş (CIRF) ve 7sinde (%7) de rest taş saptandı. Rest taş kalan olgulardan biri atnalı, biri pelvik böbrek, bir tanesi kifoskolyozlu, iki tanesi ise işlem sırasında kanama nedeniyle görüntünün bozulmasından dolayı işleme son verilen olgulardı. Bu hastalar dışında perop hiçbir hastada komplilkasyon gelişmedi. Takiplerde üç hastada üriner sistem infeksiyonu ve bir hastada ise D-J üretere migre olmuştu. Sonuç: Retrograd intrarenal cerrahi böbrek taşı tedavisinde etkili ve güvenli bir cerrahi tekniktir.Öğe Subdiyafragmatik ektopik böbrek: Olgu sunumu(2015) Söylemez, Haluk; Kılıç, Süleyman; Dağgülli, Mansur; Utanğaç, Mehmet MazharSubdiyafragmatik ektopik böbrek nadir görülen gelişimsel bir anomalidir. Böbreğin yetişkindeki subkostal retroperitonal pozisyona yerleşmek üzere damarsal gelişimi ile yukarı çıkışındaki uzama, böbreğin yeterince gelişmemiş diyaframa baskı yapmasına ve bu ince diyafram tarafından sarılarak torasik kaviteye yerleşmesine neden olur. Burada sol subdiyafragmatik ektopik böbreği olan 22 yaşında kadın hastayı sunuyoruz. Hastanın fizik muayenesinde sadece hafif künt sol yan ağrısı mevcuttu. Bu yazıda, konjenital subdiyafragmatik böbreğin özelliklerinin tartışılması ve literatürün gözden geçirilmesi amaçlanmıştır.Öğe The relationship between 68Ga-PSMA uptake and Gleason Score and PSA levels in patients with prostate cancer(MediHealth Academy Yayıncılık, 2021) Altuntuzcu, Şadiye; Taşdemir, Bekir; Kaplan, İhsan; Uyar, Ali; Güzel, Fatih; Güzel, Yunus; Dağgülli, MansurAim: PSMA expression has been observed in increased levels in patients with high Gleason scores. Current information on Ga-68 PSMA PET/CT shows that primary staging with PET/CT is important in patients with high-risk PC. Ga-68 PSMA PET/CT may also have a place in patients with intermediate risk PC, but only a few data are available at present. In this study, we aimed to elucidate the relationship between PSMA expression value in the prostate gland, total PSA levels and GS in patients diagnosed with prostate cancer. Material and Method: A total of 98 patients who were pathologically diagnosed with prostate cancer that did not receive any treatment and underwent Ga-68 PSMA PET/CT imaging for staging were included in the study. Findings detected in Ga-68 PSMA PET/CT imaging were categorized as prostate, lymph node, bone, and visceral organ. The focal increased PSMA expression values ??observed in the prostate gland were recorded as SUVmax. The patients were divided into two separate groups according to their GS score (GS>7 and GS?7). Correlations between prostate PSMA SUVmax, GS score and total PSA scores were investigated. Results: PSMA SUVmax levels of the group with a Gleason score of >7 were found to be significantly higher than the group with a Gleason score of ?7 (p=0.03). The rates of lymph node metastasis, bone metastasis and visceral organ metastases were found to be significantly higher in the group with a Gleason score >7 compared to the group with a Gleason score ?7. A positive correlation was observed between PSMA SUVmax and Total PSA (r=0.260, p=0.01). A positive correlation was observed between PSMA SUVmax and Gleason score (r=0.260, p=0.01). A positive correlation was observed between total PSA and Gleason score (r=0.320, p=0.001). Conclusion: In conclusion, PSMA SUVmax and Total PSA levels were higher in the group with high Gleason score. There is a positive correlation between PSMA SUVmax and total PSA. Clinicians should be careful in this regard, as the possibility of metastasis will be high in groups with high Gleason scores.Öğe Transrektal prostat biyopsisinde anestezi seçimi: rektal lidokain jel instillasyonu ve lidokainle periprostatik sinir blokajı karşılaştırması(Avrasya Üroonkoloji Derneği, 2014) Turgut, Hasan; Aydın, Hasan Rıza; Adanur, Şenol; Ziypak, Tevfik; Bağcıoğlu, Murat; Dağgülli, MansurAmaç: Prostat patolojilerinin benin ya da malin ayrımının kesin olarak yapılabilmesi için prostat biyopsisi altın standarttır. Ancak işlem sırasında duyulan ağrı ciddi bir sorun teşkil etmektedir. Bu çalışmanın amacı; iki farklı yöntemle transrektal ultrasonografi (TRUS) rehberliğinde, prostat biyopsisi sırasında duyulan ağrının derecesine etkili olabilecek anestezi tekniklerini karşılaştırmaktır Gereç ve Yöntemler: Kliniğimizde prostat spesifik antijen (PSA) yüksekliği ve parmakla rektal muayenede şüpheli bulgusu olan toplam 92 hastaya prostat biyopsisi yapıldı. Hastaların duydukları ağrı vizüel analog ağrı skalası (VAS) (şekil 1) ile değerlendirildi. İşlem, hastalara lateral dekübitis pozisyonunda 7 MHz transrektal ultrason probu eşliğinde, 18 G Tru-cut otomatik biyopsi ataçmanları kullanılarak yapıldı. Bir gruba TRUS probunun yerleştirilmesinden 5 dakika önce rektum içine 10 ml %2’ lik Lidokain HCL jel verildi. Diğer gruba yine işlem öncesi %2’lik lidokain HCL jel ve periprostatik sinir blokajı yapılmak üzere sağ ve sol lop için ayrı ayrı 5 cc lidokain enjeksiyonu yapıldı. Bulgular: Hiçbir hasta şiddetli veya dayanılmaz ağrı tarif etmedi. Gruplar VAS skorları dikkate alınarak karşılaştırıldığında sinir blokajı yapılan hastalar lehine anlamlı fark belirlendi (p<0.05). Sonuç: Rektal lidokain jel anestezisi ile yapılan TRUS rehberliğinde prostat biyopsileri tolere edilebilir bulunmuştur. Lidokain instilasyonunun ardından yapılan periprostatik sinir blokajı işlemin ve hastanın konforunu arttırmaktadır ve sadece lidokain jel instilasyonuna göre daha az ağrılı olduğu tespit edilmiştir. Biz prostat biyopsileri öncesi lidokain jel instilasyonuna ilave olarak periprostatik lidokain enjeksiyonunu öneriyoruz.Öğe The value of procalcitonin in the diagnosis of acute scrotum(Avrasya Üroonkoloji Derneği, 2014) Bodakçı, Mehmet Nuri; Hatipoğlu, Namık Kemal; Penbegül, Necmettin; Atar, Murat; Dağgülli, Mansur; Erdamar, HüsamettinAmaç: Bu prospektif çalışmanın amacı akut skrotumun ayrıcı tanısında akut faz proteinleri, prokalsitonin ve antioksidan enzimlerin önemini belirlemektir. Yöntem ve Gereçler: Çalışmaya akut skrotumu olan 23 hasta (Grup 1) (epididimit n=17, testis torsiyonu n=6) ve aynı yaş grubundan 23 sağlıklı erkek (Grup 2) dâhil edildi. Tüm hastaların ve kontrol grubunun kan ve serumları beyaz küre (WBC), albumin, nötrofil oranı, C-reaktif protein (CRP), eritrosit sedimentasyon hızı (ESR), süperoksit dismutaz (SOD), katalaz (CAT), glutatyon peroksidaz (GPX) ve prokalsitonin açısından değerlendirildi. Sonuçlar klinik bulgular, rutin kan ve idrar tetkikleri ve doppler ultrasonografi ile kontrol edildi. Bulgular: Tüm hastaların ortalama yaşı 30.17±12.46 yıl iken grup 1 de 29,96±15,85 ve grup 2 de 30,40±7,21 yıl idi. Bütün hastalarda şikayetin başlamasından hastaneye müracaat ettikleri zamana kadar geçen süre ortalama 89,6 saat (10-240) iken, epididimoorşit olan hastalarda bu süre 100 saat ve testis torsiyonu olanlarda ise 42 saat olarak tespit edildi. Ek olarak testis torsiyonu tanısı konulan hastalardan sadece 1 tanesi 18 yaşından büyük iken (42 yaş) epididimo-orşit tanısı alan hastaların 8 tanesi 18 yaşından küçüktü. Grup 1 ve grup 2 sonuçları karşılaştırıldığında WBC, nötrofil oranı, albumin, ESR, CRP, SOD, CAT ve GPX değerleri grup1’de istatiksel olarak anlamlı derecede yüksek idi. Ancak testis torsiyonu olan hastalarda, sadece prokalsitonin hem epididimoorşit olan hastalardan hem de kontrol grubundan istatiksel olarak anlamlı derecede yüksek bulundu (p0.05). Sonuç: Akut faz proteinleri özellikle prokalsitonin akut skrotumun ayırıcı tanısında testis torsiyonunu epididimin diğer enflamatuar hastalıklarından ayırt etmede kullanılabilir.