Yazar "Bayar, Mesut" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 7 / 7
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe İCÂRE AKDİ’NDE TAZMİNATLAR (DAMÂN): MECELLE ÖRNEĞİ(2024) Fırat, M. Zülfikar; Bayar, MesutTazminat, medeni hukuk alanına giren bir yaptırım olup oluşabilecek zararların telafi edilmesini ifade eder. İslam medeni hukukunda önemli bir yeri olan Mecelle’de; Bey’(satış sözleşmesi), İcâre (kira sözleşmesi), kefalet ve emanet gibi konularda tazminatlar ile ilgili hükümler bulunmaktadır. Bu çalışmanın amacı İcâre Akdinde yer alan tazminatların incelenmesidir. Mecelle’de icâre akdi incelendiğinde tazminatlar ile ilgili üç ana başlığın olduğu görülmüştür. Bunların ilki, kiralanan maldan elde edilecek olan ve zamanla ortaya çıkacak olan menfaatlerin tazminine ilişkin hükümler; ikincisi, kiracının tazminat noktasındaki sorumluluklarına ilişkin hükümler ve son olarak işçinin tazminatına ilişkin hükümler şeklindedir. Mecelle’de İcâre akdinde tazminatlar konusu ele alınırken Mecelle Komisyonu Mecelle maddelerini önce Hanefî mezhebinin daha çokta Ebu Hanifenin görüşleri çerçevesinde kaleme almıştır. Fakat zamanın şartlarının değişimi ve İslam içtihad geleneğinin vüs’at ve derinliği içerisinde konular ele alındığında daha sağlıklı sonuçlara varılacağı aşikârdır. Zira daha sonraları oluşturulan Mecelle Ta’dil Komisyonları da bu çerçevede değişiklik, ekleme ve çıkarmalara gitmiştir. Gerek mal sahiplerinin gerekse kiracıların mağdur edilmemesi için tazminatlar konusunda diğer mezheplerin görüşlerinden de istifade edilmesi İslam fıkhının günümüz sorunlarına çözüm üretmesi açısından önemli bir adım olacaktır.Öğe İslam Fıkhında Ölünün Yaşayanlar Üzerindeki Hakları(2021) Bayar, MesutÖlüm, her insanın başına gelecek olan bir gerçektir. Kişi bu dünyada olduğu sürece sorumluluklar yüklenmekte ve haklara sahip olmaktadır. Ölümle birlikte kişinin sorumluluğu bitmektedir. Fakat hakları belli bir süre devam etmektedir. Bu haklara literatürde ölünün hakları denilmektedir. Makalemizde söz konusu haklar açıklanmıştır. Makalenin amacı, ölünün yaşayanlar üzerinde haklarını tespit etmek ve bu hakların fıkıh açısından hükümlerini açıklamaktır. Hükümlerin anlaşılabilmesi için ölünün hakları; ölünün terikesine yönelik haklar, ölünün bedenine yönelik haklar ve ölünün ruhuna yönelik haklar olmak üzere üç kısımda ele alınmıştır. Ölümden sonra da kişi ile ilgili hukuki düzenlemelerin devam etmesi insanın Rabbi tarafından hiçbir zaman ihmal edilmediğini göstermektedir. Çünkü ölü için haklar O’nun tarafından verilmiştir. Hiç kimsenin bu hakkı ortadan kaldırma yetkisi yoktur. Ölünün bedenine yönelik hakların var olması insana verilmiş olan değeri göstermektedir. İnsanın dirisine değer verildiği gibi ölüsüne de değer verilmiştir. Bu sebeplerle dirinin de ölünün de bedenine zarar vermek haram kılınmıştır. Ölünün cenaze namazının kılınması, kefenlenmesi, yıkanması ve gömülmesi gibi uygulamalar ölünün bedenine verilen manevi değerin diğer belirtileridir. Ölümle birlikte ölünün hakları belli bir süre sonra zimmetinden terikesine geçer. Ölünün sırf mali hakları ve sırf şahsi hakları olduğu gibi bazen de bu iki hakk beraber bulunmaktadır. Şahsa bağlı haklar ölümle sona ermekte ve mirasçılara intikal etmemektedir. Buna karşılık sırf mali hakları varislere intikal etmektedir. Bundan hareketle ölünün mali hakları ödenmeden terikesi varislere taksim edilmemektedir. Allah haklarına gelince; normal şartlarda Allah hakkı sakıt olmaz. Ancak kişi yaşadığı sürece bunu yapamayacak durumda ise oruçta olduğu gibi fidye vermek suretiyle bu borcu düşürme hakkına sahiptir. Öldükten sonra bunun imkânına gelince; bu konuda ibadete göre değişen hükümler ve fakihlerin detaylarda farklı görüşleri bulunmaktadır. Ölümden sonra ruh cesetten ayrılmakta, ruhun kabzedilmesi ile beden üzerindeki tasarrufu sona ermektedir. Ruhun bedendeki tasarrufu kesilince amel etme sahası da ortadan kalkmaktadır. Diğer yandan ölünün yaşarken üzerinde herhangi bir etkisinin olmadığı ve ölümünden sonra yaşayanların kendisi için yerine getirdikleri bazı ameller mevcuttur. Bu amellerin diriler tarafından ifası ölünün ruhu için bir hak olarak değerlendirilebilir. Çalışmamızda ruha yönelik haklar ile ruha etki edildiğine inanılan meselelerin de fıkhi hükümleri açıklanmıştır. Buna göre dirilerin ölülerin ruhları için dua okumaları ve günahlarının bağışlanması için istiğfarda bulunmaları ittifakla bir hak olarak kabul edilmektedir. Okunan Kur’an’ın ölülerin ruhlarına bağışlanacağı da çoğunluk tarafından kabul edilmiştir. Bu hükümler ölünün ruhlarına yönelik hakların mevcut olduğunun en önemli delillerini oluşturmaktadır. Ölümün mahiyeti hakkında her geçen gün yeni gelişmeler meydana gelmektedir. Ölüm, bu dünya hayatını tamamlayan kişinin tekrar diriltileceği güne kadarki bir süreci içine alması, ölümlü olan insan için konuyu önemli hale getirmektedir. Bu açıdan Müslümanların ölümün sonuçları konusunda bilgi sahibi olmaları bir vecibedir. Günümüzde bu konuda bilgi kirliliğinin de mevcut olduğu düşünüldüğünde ölüye karşı vazifelerimizi bir çalışmada bir araya getirmenin gerekliliği ve önemi bariz bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Bu çalışmayla ölünün hakları çerçevesinde ölüm konusuna katkıda bulunulduğu düşünülmektedir. Makale, girişi takip eden üç başlıktan oluşmaktadır. Birinci başlıkta, araştırmanın temel kavramlarını oluşturan ölüm ve hak kavramları konu ile ilgileri oranında açıklanmıştır. İkinci başlık altında ölümün genel olarak sonuçları verilmiştir. Üçüncü başlıkta ise bu sonuçlardan biri olarak ölünün yaşayanlar üzerindeki hakları tasnif edilmiş ve ölünün bedenine, terikesine ve ruhuna yönelik haklar sırayla zikredilmiştir.Öğe İslam hukukunda banka kartları ve kredi kartları(2017) Bayar, Mesut; Ünalan, AbdülkerimTicaret, insanlık hayatında önemli bir uğraştır. ?nsanlığın yerleşik hayata geçmesiyle beraber işbölümü başlamış, ticaret yaygınlaşmıştır. Ticaretin gelişimine paralel olarak ticari araçlar da gelişme göstermiştir. ?nsanlık tarihinde, ticari alışverişlerde takas, para, çek gibi ödeme araç ve metotları görülmüş ve sonunda plastik kredi kartları kullanılmaya başlanmıştır. Günümüzde Akıllı(smart)plastik kart, mal ve hizmet alımı ve kredili işlerde kullanılan en modern ticari araçtır. ?slam dini, insan hayatını düzenleyen bir kurallar bütünü olduğundan dolayı insan hayatının bir uğraşı olan ticaretin de kurallarını çıkarmıştır. Kredi kartları sonradan kullanılan bir ticari araç olduğu için tabii olarak Kuran ve Sünnette ele alınmaz, ancak bunların genel kuralları ışığında, kıyas gibi metotlarla araştırılacak konulardan biridir. ?slami kurallara uygunluğunun tespit edilmesi, konu ile ilgili kurumların çalışma sisteminin bilinmesi ve işlemlerin ?slam fıkhında hangi akde girdiği konusunun kavranmasıyla mümkündür. Bu sebeple kredi kartı ile ilgili hukuki araştırmaya yönelik hazırlanmış olan tezimizde banka kartları ve kredi kartlarının çeşitleri ve sistemlerinin işleyişi hakkında da bilgiler verilerek hukuki yönünün daha kolay kavranılması amaçlanmıştır. Bunun gibi modern hukukta da hukuki ilişkilere değinilmiş, 5464 sayılı Banka Kartları ve Kredi Kartları Kanunu’nun metni eklenip etrafındaki değerlendirmelere de geniş yer ayırarak konunun pratik olarak ta faydalı olacağı düşünülmüştür. Son zamanlarda alışverişin bir parçası haline gelmiş olan banka kartları ve kredi kartlarının yeni olması, kartların gerek kullanım amacı ve gerekse de nitelikleri bakımından değişik olmalarından dolayı uygulamalarının çoğu tartışmalı olmaya devam etmektedir. Çalışmamız da bunlar değerlendirilmektedir.Öğe Neslin Korunması İlkesinin Kapsamına Dair Bir İnceleme(Düzce Üniversitesi, 2020) Bayar, Mesutİnsanın imtihan edilmek üzere yaratıldığı bu dünyada kendisine verilen emaneti layıkıyla yerine getirebilmesi, hem dünya hayatının hem de ahiret hayatının saadetini sağlamaktadır. Bu emanetlerin ifası için insanın Rabbine, topluma ve tüm eşyaya karşı yerine getirmesi gereken görevler ve sorumluluklar vardır. Bu sorumlulukların en önemlilerinden biri, insan neslinin kıyamete kadar korunmasına çalışmaktır. Bu itibarla neslin muhafazası İslam’da korunması gereken zaruri ilkelerden biri olarak görülmüştür. Bu ilkenin uygulanabilmesini sağlamak üzere Allah, her iki cinse de fıtrattan gelen meyil duygusunu yerleştirmiş ve bu duygunun tatmin edilmesini insan neslinin devam etmesine vesile kılmıştır. Bunun yegâne yolunun olarak nikâh müessesi teşvik edilmiş böylece neslin hem yok olmasının hem de nesebin yok olması suretiyle karışmasının önüne geçilmiştir. Bu ilkenin zayıfladığı günümüzde insanlığın birçok sorunla karşı karşıya kaldığı aşikârdır. Bu ilkenin ihmalinin insanlığa ait diğer değerleri de yıktığını ve insanı amaçsız bir hale getirdiğini görmek zor değildir. Başta nikâh müessesinin zayıflatılması olmak üzere müslüman gençler üzerinde nesli yok edici çalışmalar yapılmaktadır. Bu itibarla İslam’ın neslin devamına verdiği öneme katkıda bulunmak önem arzetmektedir. Nitekim İslam hukukçuları bu gerçekten hareket ederek, neslin korunması ilkesini muhafaza edilmesi gereken beş temel değerden biri olarak değerlendirmişlerdir. Konu ile ilgili olarak nikâh, nesebin sübutu, makasıd- şeria, nüfus ve aile planlaması gibi değişik başlıkların altında bahsi geçen neslin korunması ile ilgili bu hükümler, çalışmamızda bir araya getirilmiş ve kapsamının ortaya çıkarılması amaçlanmıştır.Öğe Sünnet olarak nitelendirilmesi açısından sahâbe ameli(Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, 2022) Bayar, MesutDinin esaslarının bize ulaşmasında Hz. Peygamber’den (s.a.v) sonra en büyük katkı sahâbeye aittir. Hz. Peygamber’e (s.a.v) en zor zamanlarda iman etmiş ve O’nunla beraber olmuş bu güzide neslin dinî hükümlerdeki fonksiyonu tabiî olarak büyük önem teşkil etmektedir. Söz konusu merkezî konumları sayesinde sahâbe, tarihsel süreçte Müslümanlar nezdinde haklı bir saygınlık kazanmış ve İslâmî ilimlerin tamamında kendilerine özel bir değer atfedilmiştir.Fukahâ nezdinde de sahâbenin amelleri özel bir değerlendirmeye tabi tutulmuş, görüşleri sahâbî kavli adıyla hüccet olarak görülmüş ve belirli şartlarla deliller hiyerarşisinde yerini almıştır. Fıkhın ikinci kaynağı olan hadislerin nakledilmesinde sahâbe kuşağının cerh ve ta’dîl uygulanmadan rivayetlerinin kabul edilmesi onların hukukî otoriter kişiliklerine verilen değerin başka bir örneğidir. Onlara verilen değerin bir göstergesi de onların amellerinin sünnet olarak kabul edilmesi görüşünün ortaya çıkmasıdır. Bu görüşün oluşmasında Hz. Peygamber’den (s.a.v) farklı bir şey yapamayacakları ön kabulü bulunmaktadır. Sünnet kavramı tarihsel süreç içerisinde kutsal bir hüviyet kazanmış, Hz. Peygamber’den (s.a.v) sahîh bir nakille gelen her türlü söz ve davranış için kullanılmıştır. Sahâbeye verilen hukuki değerin bir sonucu olarak bazı fakihler, sahâbenin amelini de sünnetin kapsamında değerlendirmişlerdir. Tabiûn döneminden itibaren sahâbe ameli, sünnet kategorisinde değerlendirilmeye başlanmış ve bu anlayış Hanefî, Mâlikî ve Hanbelî mezheplerinin kuruluş döneminde yaygınlaşmıştır. İmam Şâfiî’nin sünnet lafzının sadece Hz. Peygamber’e (s.a.v) has kullanılması gerektiği yönündeki görüşü ile birlikte ibre de bu yönde gelişmiş, sonraki dönemlerde sahâbe amelinin sünnet çerçevesinde değerlendirilmesi unutulmaya başlanmıştır. Birkaç asır sonra ise özellikle Mâlikî usûlcüler, sünnetin iki anlamda da kullanılabileceğine dair görüş beyan etmişlerdir. Bazı hukukçular sahâbe amelinin sünnetle ilişkisine açıktan değinip konu ile ilgili görüşlerini beyan etmişlerdir. Ancak diğerlerinde açık bir görüş beyanı bulunmamaktadır. Onların görüşleri sahâbe kavli, hadislerin rivayetlerine verilen isimler ve başka meselelerde ortaya çıkmıştır. Sünnetin kapsamı ile ilgili söz konusu iki görüş sahiplerinin de kendi görüşlerini desteklemek için getirmiş oldukları bazı delilleri vardır. Bu delillerin bir kısmı makalede zikredilmiştir. Geç dönemde ise sünnet, tamamen gidilen yol anlamında kullanılmaya başlanmış ve daha geniş bir içeriğe bürünmüştür. Ancak olumlu anlamı devam etmiş olumsuz yolları ifade etmek için bidat sözcüğü kullanılmaya başlanmıştır. Sünnet gibi İslâm’ın temel kavramlarının incelenmesi önemlidir. Bu incelemelerin de önce lafız manalarından başlanması kavramın genel mahiyetini daha doğru bir şekilde açıklayacaktır. Lafız manaları konusunda görüşler ışığında lafzın manası daha iyi öğrenilecektir. Bu sebeple çalışmamızda her ne kadar lafız açıklanıyor ise de lafzın anlamına yönelik görüşler ve bu görüşlerin tarihsel süreci ön planda tutulmuştur. Konunun anlaşılabilmesi için ilk önce kavramlar açıklanmış, kavramların açıklanmasından sonra konu ile ilgili olan bazı terimler ilgileri oranında izah edilmiştir. Ardından esas konumuz olan sahâbe amelinin sünnet ile ilişkisine geçilmiştir. Ancak sünnetin dar anlamıyla çerçevesi genel olarak bilindiği için geniş anlamıyla sünnet görüşünün anlaşılması gaye edilmiştir. Bu çalışmayla çok önemli bir kavramın İslâm tarihinde önemli bir yeri olan kuşakla ilişkisinin bir nebze de olsa anlaşılacağı ümit edilmektedir.Öğe Zannın mahiyeti delil ve amelî değeri(2021) Bayar, Mesutİslâm fıkhında zan, hem usûlün hem de fürû‛un konusudur. Usûlde zan, delil içerdiği hükmünkaynağı olması açısından, fürû’da ise kaynağını teşkil ettiği hükümlere etkisi açısındanincelenmektedir. İslam fıkhında bilginin, şerʽî hükmün kaynağı sayılabilmesi için bazı şartlarıtaşıması gerekir. Buna göre itikâdî hükme konu olabilmesi için bilgi, hem sübût hem de delaletaçısından kesin olmalıdır. Amelî hükümlerde ise kesinlik derecesine ulaşmamış bilgi olarak zannîbilgi yeterlidir. Ancak bu zan, salt bir şüphe halinden ibaret olmayan, mükellefte bir kanaatoluşturan ve bazı fakihlerin zann-ı galib diye tabir ettikleri bir bilgi düzeyini ifade etmektedir.Birden fazla anlama gelen bir kelime olması ve tüm anlamlarıyla âyet ve hadislerde geçmesi gibisebeplerle zannın bilgi ve delil olma değeri konularında fakihlerin bakış açısından kaynaklananihtilaflar meydana gelmiştir. Zannî bilginin hücciyeti meselesinde biri hükmün kaynağı olduğunukabul eden, diğeri hükümlere kaynak teşkil etmediğini savunan iki görüş ortaya çıkmıştır. Fakattarihsel süreç içerisinde zan içeren bilginin de şerʽî hükmün kaynağı olabileceği görüşü ağırlıkkazanmıştır. Zan, müçtehid seviyesinde olan bir âlim ile mukallid mükellefler için farklı hükümleriçermektedir. Bu farklı hükümler zannî bilginin oluşumunda da zannî bilgi ile amel etmekonusunda da görülebilmektedir. Bu bilgilerden hareketle çalışmamızda önce zan kavramınınmahiyeti ve zannî bilginin kaynak değeri hakkında genel bilgiler verilmiştir. Elde edilen bilgilerışığında zan içeren bir bilginin hükümlere etkisi ele alınmış, müçtehid kişiye mahsus zanhakkındaki hükümler ile normal bir bilgi seviyesine sahip herhangi bir mükellef için geçerli olanzanna ilişkin hükümler farklı başlıklarda değerlendirilmiştir.Öğe Zifafın hükümlere etkisi(Çukurova Üniversitesi, 2020) Bayar, Mesutİslam dininin hedefi insanları dünya ve ahiret hayatlarında saadete kavuşturmaktır. Bu bağlamda mükellefin Allah’a karşı yükümlülükleri vardır. Bu yükümlülükler; ya insanın Rabbine iman ve ona ibadet etmesi suretiyle veya onun diğer insanlarla olan ilişkilerini Rabbinin direktifleri doğrultusunda düzenlemesiyle ifa edilmiş olur. İnsanların birbirleriyle ilişkilerinin en mühim kısmını aile kurumundaki ilişkiler oluşturmaktadır. Ailenin işlevi, neslin karışmasını önleyerek ve devam etmesini sağlayarak dinin zaruretlerinden biri olan neslin korunması gayesini gerçekleştirmektir. Bunun temin edilmesi için nikâhaşamasında tarafların bazı vasıflara sahip olmaları şart koşulmuş, nikâhtan sonra ise kendilerine birkısım hak ve sorumluluklar belirlenmiştir. Cinsel münasebet, bu hak ve sorumluluklardan biridir.Eşler arasında gerçekleşen ilk cinsel ilişkiye Arapça’da duhûl, Türkçe’ de ise zifaf denilmektedir.Zifaf, nikâh akdi ile mübah hale gelmekte ve hukukî sonuçlar doğurmaktadır. Zifaftan doğan hak vesorumlulukların bir kısmı şahsî, diğer kısmı malî özellik taşımaktadır. Zifafın, mehir, evlenme yasakları veiddet bekleme meselelerindeki hükümleri ayette açıkça beyan edilmiştir. Nesebin tespitinin hükmü içinhadis delil teşkil etmektedir. Bu sebeple sözkonusu meselelerde fukahâ arasında bir ihtilafbulunmamaktadır.Karı-kocanın nikâh akdinden sonra herhangi bir engel olmadan başbaşa kalmaları anlamındakisahih halvet, bazı fakihler tarafından zifaf hükümlerini doğuran bir eylem olarak kabul edilmektedir. Busebeple; sahih halvete hükmî zifaf, fiili birleşmeye ise hakikî zifaf denilmektedir. Sahih halvetin, mehrintamamının verilmesi ve kadının iddet beklemesini gerektirmesi hükümlerinde olduğu gibi zifafa benzersonuçları bulunmaktadır. Ancak kocaya ric‘î talak hakkını vermemesi meselesinde hakikî zifaftan dahahafif sonuçları vardır.Zifaf, sahih nikâh vasıtasıyla mübah hale geldiğinden, zifaftan doğan hükümler, sahih nikâhınhükümlerini tamamlayıcı ve nikâhın kalıcı hale gelmesini sağlayan özellikler taşımaktadır. Bu durum,zifafın mehir ve iddete etkisinde açıkça görülmektedir. Ancak zifafın nikâh akdinden bağımsız hükümleride bulunmaktadır. Mesela bir nikâhın sahih olmadığı zifaftan sonra ortaya çıkarsa veya kişi kendisiylezifaf yaşadığı şahsın kendi nikâhlısı olmadığını zifaf bittikten sonra öğrenirse bu zifafın mehir, nesebinsübutu, iddet bekleme ve evlenme yasakları gibi konularda nikâh akdinden bağımsız sonuçlarıolmaktadır. Fıkıh eserlerinde mehir, evlenme yasakları, iddet, talak ve fasit nikâhlar gibi değişikbaşlıkların altında bahsi geçen zifaf ile ilgili bu hükümler, çalışmamızda bir araya getirilmiş ve değerlendirilmiştir.