Yazar "Baç, Bilsel" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 11 / 11
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Acute appendicitis in pregnancy - risk factors associated with principal outcomes: A case control study(2007) Yılmaz, Hatice Gülşen; Akgün, Yılmaz; Baç, Bilsel; Çelik, Yusuf; 0000-0003-2849-4033Background: The aim of this study was to determine the risk factors associated with the principal outcomes in acute appendicitis during pregnancy: appendix-perforation, and maternal and fetal mortality and maternal morbidity. Methods: Fifty-two pregnant women who were diagnosed and operated upon acute appendicitis in Dicle University Hospital, Diyarbakir, Turkey were presented. Results: The frequency of appendicitis was higher in second trimester. On laparotomy 21 patients had perforated, 29 patients had non-perforated and 2 patients had normal appendix. Interval between symptom onset and operation was found as the only predictive variable, which was independently associated with the presence of appendiceal perforation. There was a significant difference between perforated and non-perforated patients about the rate of complications (52% vs. 17%). Gestational age (p = 0.036), interval between symptom onset and operation (p = 0.018) and white blood cell count (p = 0.025) were the variables related with preterm labor. Tocolytic treatment after the onset of contractions could not prevent preterm labor. The rate of fetal mortality was 8%. Conclusions: Presence of perforation is the only predictive factor for maternal morbidity. The aim of the surgeon should be operating the patient before perforation. An observation period may be essential in equivocal patients, but should be individualized according to duration of symptoms and findings of physical examination. The interval between the symptom onset and operation should never exceed 20 hours. Tocolytics should be ordered for the patients with delayed presentation and advanced gestational age in order to prevent preterm labor and fetal loss.Öğe Erişkin çağı periferik lenfadenopatileri: Eksizyonel biyopsi uygulanan 67 hastanın sonuçları(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2013) Gül, Mesut; Aliosmanoğlu, İbrahim; Türkoğlu, Ahmet; Dal, Sinan; Taş, İlhan; Baç, BilselAmaç: Lenfadenopati pek çok hastalığın ilk bulgusu olabilir. Büyümüş lenf nodlarının etyolojik profili önemli ölçüde bölgesel farklılıklar gösterebilmektedir. Bu çalışmada kliniğimizde eksizyonel biyopsiyle tanı konmuş periferik lenfadenopatili hastalar incelendi. Yöntemler: Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Kliniği’nde 5 yıllık dönemde periferik lenfadenopati nedeniyle eksizyonel biyopsi yapılan 67 hastaya ait veriler geriye dönük olarak incelendi. Sonuçlar: Hastaların yaş ortalaması 37,9±15 olup, 29’u (%43,3) erkekti. Eksizyonel biyopsi uygulanan lenfadenopati bölgeleri sıklık sırasına göre aksiller (n=36; %53,7), inguinal (n=22; %32,8) ve servikal bölgeydi (n=9; %13,4). Patolojik incelemede, en sık maligniteler (n=23; %34,3) gözlendi. Maligniteler sıklık sırasına göre non-hodgkin lenfoma (n=11; %16,4), hodgkin lenfoma (n=7; %10,4) ve metastaz (n=5; %7,5) idi. İkinci sıklıkta tüberküloz lenfadenopati (n=20; %29,9) görüldü. Non-spesifik lenfadenit üçüncü sırada (n=19; %28,4) görülmüş olup; reaktif hiperplazi, benign foliküler hiperplazi, ve miksed foliküler hiperplaziyi içermekteydi. Granulomatöz lenfadenit (n=4; %5,9) ve sistemik lupus eritomatozis (n=1; %1,5) en az sayıda görüldü. Malign olgularda lenfadenopati çapı ve generalize lenfadenopati varlığı anlamlı olarak daha fazlaydı. Sonuç: Lenfadenopati tanısı için ince-iğne aspirasyon biyopsisi benign-malign ayrımında yararlı olabilir ancak tanı için yetersizlik durumuyla sık karşılaşılmaktadır. Ayrıca lenfoma tanısı için eksizyonel biyopsi gerekir. Eksizyonel biyopsi, minimal morbidite ve mortalite ile güvenli bir şekilde uygulanabilen bir tanı yöntemidir. Öte yandan, özellikle tüberküloz lenfadenopati olgularında insizyonel biyopsi sinüs ve fistül oluşumuna yol açabildiğinden dolayı kontrendikedir.Öğe Erişkinlerde görülen invajinasyon olgularının değerlendirilmesi(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2007) Korkmaz, Özgür; Yılmaz, H.Gülşen; Taçyıldız, İbrahim; Baç, Bilsel; Çevik, SedatBu çalışma ile 1998–2005 yılları arasında klniğimizde invajinasyon nedeniyle takip ve tedavisi yapılan, dördü kadın, sekizi erkek toplam 12 hastanın dosyaları retrospektif olarak incelendi. Ortalama yaş: 24,7 (±5.47) olup, şikâyetlerin başlangıç süresi ortalama 15,6 gün (±12.12)’dü. Hastaların tümünde karın ağrısı, altı hastada gaz-gaita çıkaramama şikâyeti mevcuttu. Fizik muayenede on hastada peritoneal irritasyon bulguları, iki hastada palpabl kitle ve bir hastada ise rektal tuşe ile nekrotikhemorajik dışkı saptanmıştır. Dokuz hastada benign, iki hastada malign nedenlere bağlı invajinasyon tespit edilirken, bir hasta idiopatik invajinasyon olarak değerlendirildi. Onbir hastada ileo-ileal ve ileo-jejunal, bir hastada ise ileokolik invajinasyon mevcuttu. Sekiz hastaya rezeksiyonanastomoz, iki hastaya deinvaginasyon, iki hastaya ise rezeksiyon ve sonrası çifte namlulu enterostomi uygulandı. Erişkinde invajinasyon; çocuk yaş grubuna göre daha az görülmesine karşın, geniş bir etiyolojik yelpazesi ve değişken klinik tablosu olduğundan, özellikle akut karın tablosuyla karşılaşan her hekim ayırıcı tanıda invajinasyon tanısını da göz önünde bulundurmalı ve ameliyatta seçilmiş olgular dışında invajinasyona uğramış barsak ansı en-blok çıkarılmalıdır.Öğe Gallstone obstruction in anastomotic stricture: A very rare case(Modestum Ltd., 2014) Ülger, Burak Veli; Uslukaya, Ömer; Oğuz, Abdullah; Gündüz, Ercan; Teke, Memik; Baç, BilselGallstone ileus is a rare but serious complication of cholelithiasis. It is a rare cause of small bowel obstruction but it accounts up to 25% of non-strangulated small bowel obstructions in elderly. Obstruction usually occurs in the terminal ileum. Although the most frequent mechanism of gallstone ileus is migration of the gallstone through a gallbladder-duodenal fistula, there have been cases of bowel obstruction caused by gallstones without any findings of bilio-enteric fistula during the operation. The diagnosis is usually delayed due to nonspecific clinical signs and symptoms. Abdominal computerized tomography (CT) scan is the optimal way to diagnose the gallstone ileus. It can identify the site and nature of the obstruction. The optimal surgical approach is a matter of debate. Enterolithotomy is the most performed operation. One stage operation should be performed in selected low risk patients. In this study, we report a 55 years old male patient who underwent surgical intervention due to gallstone ileus. During the operation, we observed that two individual gallstones lead to obstruction in anastomotic stricture which was due to the patient's prior small bowel resection. Also, no fistula was found during the operation between the gall bladder and the gastrointestinal tract of patient. The gallstones were removed by enterolithotomy. Because there was no gallstone in the gallbladder, we did not perform cholecystectomy. J Clin Exp Invest 2015; 6 (1): 72-74.Öğe Hipertiroidizm ile tiroid kanseri birlikteliği(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2014) Taşkesen, Fatih; Uslukaya, Ömer; Oğuz, Abdullah; Ay, Enver; Kuzu, Hekim; Gümüş, Metehan; Girgin, Sadullah; Baç, BilselAmaç: Tiroid kanseri hipertiroidizmin nedeni olabilen Graves hastalığı, toksik multinodüler guatr veya toksik nodüler guatr ile ilişkili olabilir. Bu çalışmanın amacı endemik guatır bölgesi olarak kabul edilen bölgemizde hipertiroidi tanısı almış, tiroidektomi yapılmış ve tiroid kanseri tespit edilen hastaları retrospektif olarak değerlendirmektir. Yöntemler: 2006 ve 2012 yılları arasında hipertiroidili 69 hasta retrospektif olarak incelendi. Klinik hipertiroidizm Triiyodotironin/Tiroksin (T3/T4) seviyelerinin yüksekliği ve TSH düzeyinin düşüklüğü, klinik bulgular ve semptomlar ile tanı konuldu. Cerrahi operasyon için kriterler; malignitenin sitolojik olarak kanıtlanması, guatırın özafagusa veya trakeaya bası semptomlarına neden olması, antitiroid ilaç tedavisinin yan etkileri veya antitiroid ilaçlara cevapsızlıktı. Bulgular: Hastaların 20 (%28,9)’de toksik multinodüler guatr, 28 (%40,6)’de Graves hastalığı, 21 (%30,5)’de toksik nodüler guatr tanısı almış 69 hasta vardı. Bu hastalardan 12 (%17,4)’de tiroid kanseri tespit edildi. Sonuç: Hipertiroidili hastalarda malignite ihtimali düşük olsa da şüpheli lezyonlar, nodüller ve boyunda saptanan lenf adenopatiler ayrıntılı olarak incelenmelidir.Öğe Intraoperative colonic irrigation in the treatment of acute sigmoid volvulus(Blackwell Science Ltd, 1989) Gürel, Mehmet; Aliç, Bülent; Baç, Bilsel; Keleş, Celalettin; Akgün, Yılmaz; Boylu, Şükrü[Abstract Not Available]Öğe Kolokolik anastomoz güvenliğinde fibrin doku yapıştırıcının etkinliği(2001) Yılmaz, H. Gülşen; Odabaşı, Mustafa; Baç, Bilsel; Büyükbayram, Hüseyin[Abstract Not Available]Öğe Management of duodenal injury: our experience and the value of tube duodenostomy(2009) Baç, Bilsel; Gedik, Ercan; Girgin, Sadullah; Yağmur, Yusuf; Uysal, ErsinAMAÇ Şiddetli duodenal yaralanmalarda primer onarım ve/veya tüp duodenostomi uygulamalarının etkinliği değerlendirildi ve bu konudaki deneyimlerimiz sunuldu. GEREÇ VE YÖNTEM Duodenum yaralanması nedeniyle ameliyat edilen 67 hasta değerlendirildi. Ameliyat tekniği, primer onarım ve tüp duodenostomi uygulanan hastalar olarak sınıflandırıldı. BULGULAR Elli dokuz hastada penetran ve sekiz hastada ise künt duodenum yaralanması mevcuttu. En sık yaralanan duodenum kısım ikinci segmentti. Her iki tedavi grubu arasında morbidite ve mortlite oranı açısından bir fark yoktu. Morbidite gelişmeyen 35 hastada hastanede yatış süresi, tüp duodenostomi uygulanan grupta 18,53±1,85 gün ve primer onarım uygulanan grupta ise 11,45±1,92 gün olup, bu sonuç istatistiksel olarak anlamlıydı. Morbidite gelişen 32 hastada hastanede kalış süresi ise tüp duodenostomi uygulanan grupta 47.05±10.46 gün ve primer onarım uygulanan grupta 47,05±10,46 gün idi. Bu sonuç istatistiksel olarak anlamlı değildi. SONUÇ Şiddetli duodenum yaralanmalarında primer onarım uygun bir tedavi yöntemidir. Tüp duodenostomi uygulaması, hastanede kalış süresini artırdığı gibi hastanın klinik gidişatına ek bir katkısı olmadığı görülmüştür.Öğe Perioperatif ibuprofen tedavisinin cerrahi stres üzerindeki hormonal ve metabolik etkileri(2002) Aydın, Önder; Taçyıldız, İbrahim; Girgin, Sadullah; Baç, Bilsel; Şen, Tahir; Aldemir, MustafaAmaç: Cerrahi stres, hasarın boyutu ile orantılı olarak hormonal ve sitokin yanıtlarına sebep olur. Siklooksijenaz inhibitörlerinin perioperatif alımını, nitrojen kayıplarını ve sitokin üretimini azaltır. Bu çalışmanın amacı, siklooksijenaz inhibitörü olan ibuprofen'in cerrahi stres üzerindeki hormonal ve metabolik etkilerini klinik olarak değerlendirmektir. Gereç ve Yöntem: Tiroidektomi geçiren 20 hastada prospektifklinik çalışma gerçekleştirildi. Hastalar randomize olarak ibuprofen fn= W) ve kontrol (n =10) gruplarına ayrıldı. Kontrol grubuna ilaç verilmeksizin, ibuprofen grubu hastalara ameliyattan 12 ve 2 saat önce ve postoperatif3. güne kadar her 8 saatte bir 400 mg ibuprofen oral olarak verildi. Her iki grup hastalardan, cerrahiden 24 ve 2 saat önce, cilt insizyonundan sonra 1. 4. 6.24. 48. ve 72. saatlerde glikoz, CRP (C Reaktif Protein), lökosit, ACTH (Adrenokortikotropik hormon), kortizol için kan örneklen alındı. Bulgular: Preoperatif değerlerle karşılaştırıldığında, cerrahi her iki grupta da tüm endokrin ve metabolik parametrelerde anlamlı değişikliklere neden oldu. ACTH L saatte ve kortizol 6. saatte en yüksek seviyelere çıktı. Birinci saatten sonra plazma ACTH seviyeleri düşerken, kortizol seviyeleri 72 saat kadar yüksek kaldı. İbuprofen grubunda ACTH ve kortizol yanıtları, kontrol grubuna göre daha düşük bulundu (p < 0.001 ve p < 0.001). İbuprofen grubunda glukoz (p < 0.001) ve lökosit sayısı (p<0.001) hafifçe yükseldi. Serum CRP seviyeleri sadece postoperatif l. günden itibaren yükseldi ve 3. güne kadar yüksek seyretti (p < 0.01). İbuprofen grubunda ateş daha az vükseldi(p<0.01). Sonuç: Sonuçta, perioperatif dönemde ibuprofen ile tedavi humoral ve nöroendokrin yanıtları azaltabilir, ancak tamamen baskılayamaz. Çalışmamızda elde ettiğimiz sonuçlar, ibuprofen'in ağır cerrahi hastalarda stres cevabı azaltmada yararlı olabileceğini göstermektedir.Öğe Protective effects of some antineoplastic agents on ischemia-reperfusion injury in epigastric island skin flaps(Wiley-Liss, 2006) Aşkar, İbrahim; Oktay, Mehmet Faruk; Gürlek, Ali; Baç, BilselNeutrophil depletion has a beneficial effect on ischemic myocardium and skeletal muscle upon reperfusion. Antineoplastic agents reduce blood neutrophils effectively, and lead to neutrophil depletion. The purpose of this study was to investigate the effects of four antineoplastic agents in low doses (cyclophosphamide, cisplatinum, mitomycin-C, and 5-fluorouracil) on ischemia-reperfusion injury, using an epigastric island skin-flap model in rats. Fifty male Sprague-Dawley rats, weighing 250-300 g, were randomly divided into five groups, each consisting of 10 rats: control, cyclophosphamide, cisplatinum, mitomycin-C, and 5-fluorouracil groups. Epigastric island skin flaps (measuring 3.5 x 4 cm) were raised and subjected to 10 h of in situ ischemia, followed by 7-day reperfusion and evaluation. Treatment with antineoplastic agents (cyclophosphamide, cisplatinum, mitomycin-C, and 5-fluorouracil) was used to introduce neutropenia. Complete blood counts, cutaneous bleeding time, and skin-flap survival were evaluated. Additionally, levels of malonyldialdehyde (MDA), nitric oxide (NO), glutathione (GSH), glutathione peroxidase (GSH-Px), and superoxide dismutase (SOD) were measured from extracted skin tissue. Numbers of leukocytes and platelets were decreased in all experimental groups. However, neutropenia and thrombocytopenia were not seen. Cutaneous bleeding activity was prolonged in all experimental groups, but not above the normal value. MDA and NO levels were found to be lower in all four antineoplastic agent groups than in the control group, while GSH, GSH-Px, and SOD enzyme activities were significantly higher (P < 0.05). However, MDA and NO levels were significantly decreased in the cyclophosphamide and 5-fluorouracil groups, as compared to the cisplatinum and mitomycin-C groups (P < 0.01). Also, GSH, GSH-Px, and SOD enzyme activities were significantly increased in the cyclophosphamide and 5-fluorouracil groups, compared to the other two antineoplastic agent groups (P < 0.01). We conclude that antineoplastic agents have beneficial effects on ishemia-reperfusion injuries when their doses are carefully adjusted, by decreasing the number of leukocytes and platelets, and altering the activity of free oxygen radicals. (c) 2006 Wiley-Liss, Inc.Öğe Typhoid enteric perforation(Blackwell Science Ltd, 1995) Akgün, Yılmaz; Baç, Bilsel; Boylu, Şükrü; Aban, Nedim; Taçyıldız, İbrahim Halil; 0009-0009-9204-7810Of 306 cases of typhoid enteric perforation, 267 were reviewed retrospectively to determine prognostic indices and therapeutic options influencing outcome. The morbidity and mortality rates were 55.4 and 28.5 per cent respectively, and the median duration of hospitalization was 18 days. On the basis of these findings, a prospective series of 39 patients was studied, In the preoperative period, aggressive resuscitation and antibiotic therapy with a combination of chloramphenicol, ampicillin/sulbactam and ornidazole were administered. All patients were given total parenteral nutrition to provide adequate metabolic support in the postoperative period. The morbidity and mortality rates decreased to 25 and 10 per cent respectively, and the median hospitalization time was 12 days. The results of this study suggest that aggressive resuscitation and a combined antibiotic regimen in the preoperative period, selected operative procedure and metabolic support decrease the morbidity and mortality of typhoid enteric perforation.