Yazar "Arslan, Mehmet Şerif" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 16 / 16
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Acute abdomen caused by spontaneous perforation of the urinary bladder in childhood: Report of one case(2015) Uygun, İbrahim; Arslan, Mehmet Şerif; Arslan, Serkan; Zeytun, Hikmet; Basuguy, Erol; Okur, Mehmet Hanifi; Aydoğdu, BahattinSpontaneous urinary bladder rupture in children is a very rare clinical occurrence that can be life threatening if left untreated. Patients usually present with symptoms of peritonitis and the correct diagnosis is usually made at surgery. Here, we present a case of spontaneous bladder perforation that was operated with a diagnosis of acute abdomen. No etiological factor for bladder perforation was found, and after the operation, the patient experienced no further problemsÖğe Adölesan varikosel tedavisinde laparoskopik Palomo yöntemi sonuçlarımız(MEDİTAGEM Ltd. Şti., 2017) Arslan, Serkan; Basuguy, Erol; Zeytun, Hikmet; Arslan, Mehmet Şerif; Aydoğdu, Bahattin; Bayram, Salih; Okur, Mehmet Hanifi; Önen, AbdurrahmanÖz:Amaç: Bu çalışmanın amacı adölesan yaş grubunda varikosel nedeniyle cerrahi tedavi yapılan hastaların sonuçlarını sunmaktır.Gereç ve Yöntem: Şubat 2012- Şubat 2016 tarihleri arasında varikosel nedeniyle ameliyat edilen hastaların dosyaları geriye dönük olarak incelendi. Hastalar, demografik verileri, klinik şikâyetleri, fizik muayene bulguları ve radyolojik olarak skrotal renkli doppler ultrasonografi (US) sonuçları ile değerlendirildi. Varikosel, Hoekstra ve ark. yaptığı dilate ven çapının değerlendirildiği sınıflamaya göre evrelendirildi. Semptomatik evre 2-3 varikosel ve testis boyutlarında küçülme olan hastalara cerrahi yapıldı. Tedavi sonuçları ve komplikasyonları kaydedildi. Bulgular: Yaş ortalaması 13±2 olan 14 hasta değerlendirildi. Hastaların tamamı skrotumda ağrı ve şişlik şikayetleri ile başvurmuşlardı. Hastaların tümünde varikosel sol tarafta idi. Hastaların 7'si (%50) evre 2, 7'si (%50) evre 3 idi. Cerrahi yöntem olarak laparoskopik Palomo yöntemi uygulandı. Ortalama ameliyat süresi 28±4 dakika. Ameliyat sırasında hiçbir hastada komplikasyon yaşanmadı. Ortalama hastanede kalış süresi 2 gün idi. Ortalama ameliyat sonrası izlem 12±9 ay idi. Kontrolde hastaların 11'inde varikosel düzeldi, 3 hastada ise evre 3'ten evre 1'e geriledi. Nüks görülmedi. Sadece bir hastada (%7) hidrosel gelişti. Sonuç: Laparoskopik Palomo yöntemini yüksek başarı, düşük komplikasyon oranı, daha az ağrı, kısa sürede sosyal yaşama dönüş, iyi kozmetik sonuç gibi faydaları sebebiyle avantajlı bir yöntemdir. Ayrıca single port laparoskopide ise eldiven yardımı ile hazırlanan torakoport düşük maliyet ve kolay ulaşılabilir olması sebebiyle tercih edilebilir.Öğe The adrenal gland: An organ neglected in pediatric trauma cases(Urology and Nephrology Research Centre, 2016) Aydoǧdu, Bahattin; Okur, Mehmet Hanifi; Arslan, Serkan; Arslan, Mehmet Şerif; Zeytun, Hikmet; Basuguy, Erol; İçer, MustafaPurpose: Adrenal Gland Injury (Agi) Caused By Trauma May Cause Bleeding And Life-Threatening Problems In Children. The Objective Of This Study Was To Analyze The Prevalence Of Agi In Final Diagnoses Of Trauma. Materials And Methods: The Records Of 458 Patients With Abdominal Trauma (Out Of A Total 8,200 Pediatric Patients With Trauma Of Any Sort), Who Were Referred To Our Clinic Between January 2009 And July 2014, Were Reviewed Retrospectively. The Numbers Of Patients With Agi And Their Ages, Gender, Trauma Patterns, Affected Organs, Pediatric Trauma Scores (Ptss), And Injury Severity Scores (Isss) Were Recorded, As Well As The Associated Ultrasound (Us) And Tomographic Scan Data, Treatments, And Complications. Computed Tomography (Ct) Scans Obtained After Trauma Were Subjected To Both Primary And Secondary Evaluation. Results: In Total, 28 Patients With Agi Were Detected; Their Average Age Was 8.54 ± 4.09 (3–17) Years. Twenty (71%) Patients Were Male And 8 (29%) Were Female. Nineteen (68%) Patients Had Fallen From Heights; The Most Commonly Injured Organs Were The Kidneys, Spleen, And Lungs. Injuries Were Right-Sided In 26 (92.9%) Patients. The Mean Iss Was 13.2 (Range 5–50) And The Mean Pts 8.6 (Range 0–11). Seven Patients Had Iss > 16 And Nine Had Pts < 8. Agi Was Diagnosed By Ct In 14 (50%) Patients And In 3 (9%) By Us At Primary Evaluation. Upon Secondary Scan Inspection Focusing On The Possibility Of Adrenal Gland Injury, Such Injury Was Ultimately Detected In 28 Patients. All Patients Underwent Conservative Follow-Up, And One Died. Conclusion: We Recommend Calculation Of The Pts, As Well As Other Trauma Scores, When Pediatric Patients SufferIng Multiple Or Blunt Abdominal Trauma(S) Present To The Emergency. In Addition, We Believe That In Children With Trauma Involving The Liver, Spleen Or Kidneys, Careful Evaluation Using A Ct Scan Would Increase The Diagnosis Of Agi And Reveal A Realistic Rate Of Agi In Trauma Cases.Öğe Analysis of risk factors for appendicitis in children: A multicenter epidemiological study(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2016) Arslan, Serkan; Aydoğdu, Bahattin; Arslan, Mehmet Şerif; Zeytun, Hikmet; Okur, Mehmet Hanifi; Basuguy, Erol; Karakaya, Ali Erdal; Uygun, İbrahim; Otcu, SelcukObjectives: In our study, the assessment of age, gender, incidence and seasonal differences in the regions related to appendicitis were investigated. Methods: 676 patients that received an operation following a diagnosis of appendicitis in 3 hospitals from 3 different regions of Turkey occurring at different dates were examined retrospectively after being categorized by region. The differences among groups were compared to each. Results: The mean age of male (63%) (n = 426) and female (37%) (n = 250) patients (total = 676) was 10.8 years (range, 1–18 years). The percentage of female patients in the The Black Sea Region (BR) group was significantly higher (48%) than that in the other two groups (%33 for SR, 30% for MR) (P = 0.001). The frequency of appendicitis was higher (36%) in the spring and winter (25%) than that during summer or fall. The number of cases increased the most in the BR group in spring (47%) (P < 0.001). When the types of appendicitis in the different age groups were compared with season, acute appendicitis (P < 0.02) was more frequently (93%) seen in the child-adolesan (CA) group in the spring; however, perfore apandicitis (45%) was greater in the Infant-Preschool (IPS) group (P < 0.02). Acute appendicitis comprised 55% and perforated appendicitis comprised 45% of cases in the IPS group, whereas acute appendicitis comprised 78% and perforated appendicitis comprised 22% in the CA group. Conclusion: According to the results of our study, appendicitis was most frequently seen in the spring and winter seasons and more frequent in boys between the ages of 10-13 years. As age decreases, the frequency of perforated appendicitis increases. Appendicitis is affected by environmental factors. Reducing the incidence of appendicitis may be possible by establishing regional and specific studies related to this subject and the etiologies of the disease.Öğe Çocuk cerrahisi kliniğinde ultrasonografinin yeri ve önemi(Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2014) Arslan, Serkan; Okur, Mehmet Hanifi; Zeytun, Hikmet; Basuguy, Erol; Arslan, Mehmet Şerif; Aydoğdu, Bahattin; Goya, CemilÖz:Amaç: Son bir yılda çocuk cerrahisi kliniğimizde Ultrasonografi (USG) rehberliğinde yapılan işlemlerin ve çocuk cerrahları tarafından USG'nin kullanım alanlarının değerlendirmesi yapıldı. Klinisyenler tarafından USG'nin kullanımının ne derece yaygın olması gerektiği, radyologlar ve klinisyenlerin USG kullanımındaki yerlerinin belirlenmesi amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada Ocak 2013-2014 yılları arasında 63 hasta geriye dönük olarak değerlendirildi. Üriner sistem patolojisi ve/veya santral damar yolu gibi girişimsel işleme gereksinim olan hastalar USG ile değerlendirildi. Üriner sistem ile ilgili patoloji olduğu düşünülen hastalara başvuruları sırasında poliklinikte, klinisyen tarafından USG ile hastaların böbrek, üreter, ve mesaneleri değerlendirildi. Daha sonra radyolog tarafından USG'leri tekrarlanarak ikinci kez değerlendirme yapıldı. Santral kateter gereksinimi olan hastaların karotis arter ve internal juguler ven USG ile görüntülendikten sonra 45 derece açı ile seldinger yöntemi ile kateterizasyon sağlandıktan sonra işlem sonlandırıldı. Üriner sistem patolojilerinde nefrostomi veya sistofiks gerekli olan hastalara USG eşliğinde kateter takıldı. Tüm bu işlemler Çocuk Cerrahisi Kliniğinde gerçekleştirildi. Bulgular: 2013-2014 yılları arasında 30'u erkek, 33'ü kız olmak üzere toplam 63 hastanın bilgileri geriye dönük olarak değerlendirildi. Hastaların 42'sine tanısal amaçlı USG yapılırken, 21 hastaya invaziv girişimler USG eşliğinde yapılmıştır. Sonuç: Üriner USG'ler her zaman hem radyolog, hem de klinisyen tarafından ayrı ayrı yapılarak çift kontrollü olarak değerlendirilmelidir. Ayrıca Santral Venöz Kateterizasyon (SVK), kateter ihtiyacı takılması gibi invaziv girişimlerin USG eşliğinde yapılması non invaziv olup işlem süresini kısaltmakta, hem de komplikasyonları azaltmaktadır. İnvaziv girişimler öğrenme eğrisine bağlı olarak değişmekle beraber yeterli sayıda tanısal amaçlı yapılan USG'lerden sonra yapılmalıdır.Öğe Çocuklarda başlangıç perkütan nefrolitotomi deneyimimiz(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2014) Okur, Mehmet Hanifi; Arslan, Mehmet Şerif; Aydoğdu, Bahattin; Arslan, Serkan; Uygun, İbrahim; Önen, Abdurrahman; Otçu, SelçukAmaç: Mart 2012 ve Kasım 2013 tarihleri arasında Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Kliniğinde çocuk yaş grubunda yapılan perkütan nefrolitotomi (PNL) deneyimlerimizi sunmaktır. Yöntemler: On üç böbrek ünitesine (12 hasta) PNL uygulandı. Hastalar, yaş, ameliyat öncesi idrar, idrar kültürü, tam kan sayımı, serum biyokimyası, rutin koagülasyon ile radyolojik tetkikler, taş yerleşimi, taş yükü (direk grafiye göre), operasyon öncesi nefrostomi kullanımı, ortalama floroskopi süresi yönünden değerlendirildi. Nefrostomi traktından erişim mekanik dilatasyon sonrası sağlandı. PNL prosedürü sonrası hastalar, rezidü (>4 mm), komplikasyonlar (Clavien sınıflamasına göre) ve tedavi sonuçları yönünden değerlendirildi. Tüm hastalara postoperatif nefrostomi yerleştirildi. Bulgular: Hastaların yaş ortalamaları 11(6-14) yıl olarak saptandı. Laboratuar testleri normal idi. Taşların 11’i pelvis renalis, 2’si pelvis + kaliks yerleşimliydi. Ortalama taş boyutu 260 mm2 idi. 10 renal üniteye intraoperatif, 3 renal üniteye preoperatif renal giriş sağlandı. Ortalama floroskopik manipülasyon süresi 4,8 dakika (2-11) idi. Post operatif 1 günde taşsızlık oranı %85 idi. Komplikasyonlar toplam 3 hastada görüldü; bir hastada renal erişim sağlanamadı (Grade 3b), bir hastada ameliyat esnasında işlem sonunda pelvis ekstravazasyonu görüldü (Grade 3a). Bir hastada post op transfüzyon gerekti (Grade 2). Ortalama hastanede yatış süresi 5.5 gün (5-7 gün) idi. Sonuç: Pediatrik PNL işlemi, yüksek taşsızlık oranı, belirgin estetik üstünlük ve minimal invaziv cerrahi girişim sağlar. Yeterli donanım ve ekipmanın bulunduğu çocuk cerrahi kliniklerinde deneyimli kişiler tarafından, PNL prosedürü kolaylıkla kullanılabilir.Öğe Çocuklarda böbrek taşlarında Retrograd Intrarenal Cerrahinin (RİRC) erken dönem sonuçları: Ön çalışma(Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2017) Zeytun, Hikmet; Arslan, Serkan; Arslan, Mehmet Şerif; Basuguy, Erol; Aydoğdu, Bahattin; Okur, Mehmet Hanifi; Önen, Abdurrahman; Otçu, SelçukÖz:Amaç: Bu çalışmada kliniğimizde böbrek taşı nedeniyle Retrograd İntrarenal Cerrahi (RİRC) uygulanan hastaların sonuçlarının sunulması amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Dicle Üniversitesi Çocuk Cerrahisi-Çocuk Ürolojisi kliniğinde, 2015-2016 yılları arasında RİRC uygulanan hastaların demografik verileri geriye dönük olarak değerlendirilip analiz edildi. Taş boyutu ultrasonografi ve direkt üriner sistem grafisi ile tek boyutta hesaplanan en uzun ölçüm olarak belirtildi. RİRC işlemi, genel anestezi altında üretere yerleştirilen sheath içinden fleksibl üreteroskop ile böbreğe ulaşılıp, holmium lazer ile taşlar fragmante edilerek yapıldı. Nispeten büyük parçalar forseps yardımıyla dışarı alınırken küçük parçalar doğal yolla atılmaya bırakıldı. Bulgular: Yaş ortalaması 8 yıl (2-12 yaş) olan 10 hastaya RİRC uygulandı. Hastaların 7 (%70)'si erkek, 3 (%30)'ü kız idi. Taşlar, hastaların yarısında sağ, yarısında sol böbrek yerleşimli idi. Özgeçmişlerinde 4 hastaya estrakorporeal şok dalga litotiripsi , 2 hastaya ise perkütan nefrolitotomi yapılmış- tı. Taşlar 7 hastada alt kaliks, 2'sinde pelvis, 1 hastada ise orta kaliks yerleşimli idi. Taş boyutları ortalama 9,7 mm (7-12) idi. Yedi (%70) hastada RİRC öncesi pasif dilatasyon yapıldı. Yedi (%70) hastada RİRC esnasında sheath kullanıldı. Operasyon süresi ortalama 54 (46-83) dakika idi. İki (%20) hastada konservatif tedavi ile düzelen hematüri görüldü. Taşsızlık oranı tek seansta %90 olup, 1 hastada ise ikinci kez RİRC yapılarak %100 taşsızlık sağlandı. Sonuç:RİRC'in, seçilmiş çocuk hastalarda başarı şansı yüksek, hastanede kalış süresi kısa, komplikasyon oranı düşük bir endoüroloji seçeneği olduğunu düşünmekteyiz.Öğe Çocuklarda Böbrek Taşlarında Retrograd İntrarenal Cerrahinin (RİRC) Erken Dönem Sonuçları: Ön Çalışma(2017) Basuguy, Erol; Arslan, Mehmet Şerif; Zeytun, Hikmet; Arslan, Serkan; Okur, Mehmet Hanifi; Önen, Abdurrahman; Aydoğdu, BahattinAmaç: Bu çalışmada kliniğimizde böbrek taşı nedeniyle Retrograd İntrarenal Cerrahi (RİRC) uygulanan hastaların sonuçlarının sunulması amaçlandı.Gereç ve Yöntem: Dicle Üniversitesi Çocuk Cerrahisi-Çocuk Ürolojisi kliniğinde, 2015-2016 yılları arasında RİRC uygulanan hastaların demografikverileri geriye dönük olarak değerlendirilip analiz edildi. Taş boyutu ultrasonografi ve direkt üriner sistem grafisi ile tek boyutta hesaplanan en uzunölçüm olarak belirtildi. RİRC işlemi, genel anestezi altında üretere yerleştirilen sheath içinden fleksibl üreteroskop ile böbreğe ulaşılıp, holmiumlazer ile taşlar fragmante edilerek yapıldı. Nispeten büyük parçalar forseps yardımıyla dışarı alınırken küçük parçalar doğal yolla atılmaya bırakıldı.Bulgular: Yaş ortalaması 8 yıl (2-12 yaş) olan 10 hastaya RİRC uygulandı. Hastaların 7 (%70)'si erkek, 3 (%30)'ü kız idi. Taşlar, hastaların yarısındasağ, yarısında sol böbrek yerleşimli idi. Özgeçmişlerinde 4 hastaya estrakorporeal şok dalga litotiripsi , 2 hastaya ise perkütan nefrolitotomi yapılmış-tı. Taşlar 7 hastada alt kaliks, 2'sinde pelvis, 1 hastada ise orta kaliks yerleşimli idi. Taş boyutları ortalama 9,7 mm (7-12) idi. Yedi (%70) hastadaRİRC öncesi pasif dilatasyon yapıldı. Yedi (%70) hastada RİRC esnasında sheath kullanıldı. Operasyon süresi ortalama 54 (46-83) dakika idi. İki(%20) hastada konservatif tedavi ile düzelen hematüri görüldü. Taşsızlık oranı tek seansta %90 olup, 1 hastada ise ikinci kez RİRC yapılarak %100taşsızlık sağlandı.Sonuç:RİRC'in, seçilmiş çocuk hastalarda başarı şansı yüksek, hastanede kalış süresi kısa, komplikasyon oranı düşük bir endoüroloji seçeneği olduğunu düşünmekteyiz.Öğe Çocuklarda dirençli ürinom'un perkütan kateter veya üreteral stent ile tedavisi: Olgu sunumu(Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2016) Arslan, Serkan; Arslan, Mehmet Şerif; Okur, Mehmet Hanifi; Aydoğdu, Bahattin; Zeytun, Hikmet; Basuguy, Erol; Önen, Abdurrahman; Uygun, İbrahim; Otçu, SelçukÜrinom, ciddi üriner obstrüksiyon, travma veya endoüroloji girişimleri sonucu oluşmaktadır. Ürinom tanısı, altta yatan problemi düzeltmek ve gelişebilecek ürosepsis veya intraabdominal sepsis gibi komplikasyonları önlemek açısından önemlidir. Bu çalışmada perkütan tedavi ile düzelmeyen ürinomun cerrahi tedavi yönetimini sunmayı amaçladık. Travma sonrası ürinom gelişen hastaya perkütan drenaj takıldı. Perkütan drenajın uzun sürmesi üzerine Double J stent yerleştirilmeye karar verildi. Sistoskopiyle skopi altında çekilen retrograd pyelografide (RPG) üreteropelvik bileşkede ciddi ekstravazasyon saptandı. Skopi altında 3.8 Fr Double J stent renal pelvise gönderildi. 3 aylık takiplerinde klinik şikayeti olmayan hastanın üriner USG’sinde hafif hidronefroz dışında patoloji saptanmadı. Renal travmalı hastalarda geç dönemde ürinom görülebileceği, takiplerde akıldan çıkarılmamalıdır. Dirençli ürinomlu hastalarda infeksiyon ve apse gelişimini önlemek için girişim gerekebilir. Bu girişimin tipi hastaya göre perkütan drenaj veya Double J stent olabilir.Öğe Disfonksiyonel işemeli çocuklarda üriner biofeedback tedavisinin(2014) Okur, Mehmet Hanifi; Arslan, Mehmet Şerif; Aydoğdu, Bahattin; Arslan, Serkan; Zeytun, Hikmet; Basuguy, Erol; Önen, Abdurrahman; Uygun, İbrahim; Çiğdem, Murat Kemal; Otçu, SelçukÖzet: Giriş: İşeme disfonksiyonları (İD), çocuk üroloji polikliniklerindeki hastaların yaklaşık %40’ını oluşturan oldukça yaygın bir problemdir. Üroflometri tanı ve takipte kullanılabilen non invaziv bir testtir. Bu çalışmada, İD tedavisinde aktif pelvik taban kaslarının (PTK) gevşetilmesini amaçlayan biofeedback ve Kegel egzersizleri kombinasyon tedavisinin etkinliğini göstermeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: Bu retrospektif çalışma da elektromyografi (EMG)’li üroflometride ile işeme esnasında EMG’de PTK aktif olarak saptanan İD tanısı konan hastalar çalışmaya dahil edildi. İşeme paternleri stacatto, interrupted, plato ve normal olarak sınıflandırıldı. Biofeedback tedavisinde çocuklara gluteal ve karın kaslarını kullanmadan sadece sfinkter kontraksiyonu yapması öğretildi. Her seans 3 saniye kontraksiyon ve 10 sn gevşeme peryotları şeklinde 10 dakika uygulandı. Ayrıca kombine tedavi olarak Kegel egzersizleriyle aktif PTK gevşetilmesi öğretildi. Sonrasında evlerinde egzersizlere, günde 2 defa 10’ar dakika 3 sn sıkma 10 sn gevşeme seanslarına ebeveyn gözetiminde 6 ay boyunca devam edildi. Bulgular: Gündüz idrar kaçırması, ani işeme ihtiyacı, kaka yapmada zorluk, gece idrar kaçırması, tekrarlayan İYE, işeme esnasında ıkınma şikayetleriyle başvuran 150 hastadan EMG’li üroflometrilerinde aktif PTK tespit edilen 78 hasta İD tanısıyla çalışmaya dahil edildi. Olguların yaşları 6 ile 17 yıl arasında değişmekte olup, ortalama yaş 6,5 yıl idi. Olguların 31 (%39,7)’i erkek, 47 (%60,3)’si kız idi. Üroflometride 78 hastanın; 37 (%47,4) staccato, 24 (%30,7) normal, 12 (%15,3) plato ve 5 (%6,4)’inde interrupted işeme paternleri saptandı. 6 aylık tedavi sonrasında uykuda işeme şikayeti olan olguların %68,8’inde, urge inkontinanslıların %72,8’inde, tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonluların %81’inde, kabızlığı olanların %85’inde, vezikoüreteralreflüsü olanların %77’inde, rezidü idrar saptanan olguların %79’unda tam düzelme sağlandı. Sonuç: İD kliniğine kabızlık, üriner inkontinans, enürezis noktürna, tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonları eşlik edebilir. Dikkatli bir planlama ve düzenli kontrollerle 5 yaş ve üzeri çocuklarda uygulanacak biofeedback ve Kegel egzersizlerinin kombine tedavisi ile hastaların çoğunu bir kısmını tedavi edebiliriz.Öğe Intra-peritoneal administration of Ecballium elaterium diminishes postoperative adhesions(Sociedade Brasileira para o Desenvolvimento de Pesquisa em Cirurgia, 2014) Okur, Mehmet Hanifi; Aydoğdu, Bahattin; Arslan, Mehmet Şerif; Alabalık, Ulaş; Arslan, Serkan; Kara, İbrahim; Canpolat, Fethiye; Şahin, Atalay; Otçu, SelçukRESULTS: The adhesion score was significantly decreased in the EE group (p=0.001) in comparison with the control group. Microscopically, the EE and sham groups were significantly lower than that of the control group (p[removed] METHODS: Thirty rats were divided into three groups and underwent midline laparotomy under 35 mg/kg ketamine and 5 mg/kg xylazine anaesthesia. In group 1 (n=10), the sham operation group, the abdominal walls were closed without any process. In group 2 (n=10), the control group, the antimesenteric border of the ceacum and the corresponding parietal peritoneum were abraded with dry sterile gauze. In group 3 (n=10), the EE group, 2.5 mg/kg dose of EE was administered as intraperitoneally to the rats after abrasion. All rats were sacrificed on postoperative day 15. Samples were obtained. CONCLUSION: The grade and severity of abdominal adhesion could be significantly reduced through administered Ecballium elaterium and therefore be a suitable anti-inflammatory agent for the prevention of postoperative peritoneal adhesion in the future. PURPOSE: To evaluate the effects of Ecballium elaterium (EE), Elaterium officinarum, in postoperative intraperitoneal adhesions in rats.Öğe Meckel divertikülünde tanı ve tedavide laparoskopi: Olgu sunumu(Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2015) Arslan, Serkan; Arslan, Mehmet Şerif; Okur, Mehmet Hanifi; Aydoğdu, Bahattin; Zeytun, Hikmet; Basuguy, ErolMeckel divertikülü gastrointestinal sistemin sık rastlanan konjenital anomalilerden biridir. Bu çalışmada laparoskopi yardımı ile hem tanı konulup hem de tedavi edilen olgu sunuldu. 12 yaşında erkek hastada yaklaşık bir haftadır sol alt kadranda düzelmeyen karın ağrısı mevcuttu. Hastaya tanısal laparoskopi yapıldı. Göbekten 10 mm lik bir trokar ve sol alt ve üst kadrandan olmak üzere 2 adet 5 mm lik trokar ile tanısal laparoskopi yapıldı. Meckel divertikülü tespit edilerek transumblikal olarak göbekten çıkarıldı. Wedge rezeksiyon yapılarak hem tanı hem tedavi sağlandı. Sonuç olarak, Meckel divertikülünde laparoskopi hem tanıda hem de tedavide önemlidir. Laparoskopi deneyimi az olan cerrahlar, laparoskopi ile tanı koyduktan sonra açık ameliyata geçerek ameliyatı tamamlayabilir veya göbekten çıkararak ekstrakorporal yapabilir. Deneyimli cerrahlar ise laparoskopik Meckel divertükülü eksizyonu yapabilir. Meckel divertikülünden şüphelenilen olgularda USG, BT gibi görüntüleme yöntemlerinin tanı değeri düşüktür. Tc- 99m sintigrafi yapılamayan merkezlerde de tanıda kullanılabilir. Ayrıca batındaki ek patolojilerin tespitinde de yararlıdır.Öğe Operative and non-operative management of children with abdominal gunshot injuries(Ulusal Travma ve Acil Cerrahi Derneği, 2018) Arslan, Mehmet Şerif; Zeytun, Hikmet; Arslan, Serkan; Basuguy, Erol; Okur, Mehmet Hanifi; Aydoğdu, Bahattin; Göya, Cemil; Uygun, İbrahim; Otçu, SelçukABSTRACT: BACKGROUND: Non-operative management (NOM) is a standard treatment method for solid organ injuries worldwide. There is no consensus on the management of gunshot wounds (GSW) because of the higher frequency of hollow viscus injuries (HVI) and the unpredictable depth of tissue damage produced by kinetic energy transfer during retardation of the bullet. Here we aimed to reevaluate indications for surgery and NOM based on our pediatric patients with abdominal GSW. METHODS: We performed a retrospective analysis of patients evaluated and treated for abdominal GSW at University of Dicle between January 2010 and October 2016. Patients with hemodynamic instability, signs of peritonitis on serial abdominal examination, and free air in the abdomen underwent laparotomy; these were included in group I (n=17). Patients managed non-operatively were included in group II (n=13). RESULTS: Our statistical analysis showed significantly lower Hb levels and systolic blood pressure levels (p<0.001) and higher pulse rate, higher mean injury severity score, and longer length of stay at intensive care unit in patients in group I than in those in group II (p<0.001). We further detected colon perforation (n=10) and small bowel perforation (n=7) in patients in group I; liver laceration (n=4), splenic injury (n=1), and renal injury (n=3) but no solid organ injury or HVI (n=5) were detected in patients in group II. CONCLUSION: The major drawback of NOM is the difficulty in diagnosing HVI in abdominal GSW, which may delay treatment. We suggest that patients with solid organ damage who are hemodynamically stable and exhibit no signs of peritonitis upon serial abdominal exam may be treated with NOM.Öğe Prokinetik ajanların proksimal ve distal kolon motilitesi üzerine etkileri(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2016) Arslan, Mehmet Şerif; Altun, Ahmet; Güney, Cengiz; Cankorkmaz, Levent; Köylüoğlu, Gökhan; Bağcivan, İhsanAmaç: Prokinetik ajanların mide ve ince barsaklarda motiliteyi artırdığı bilinmektedir. Bu ajanların kolon motilitesi üzerine bir çok çalışma olmasına rağmen, konu henüz tam anlamıyla açıklanamamıştır. Bu çalışmanın amacı, prokinetik ajanların proksimal ve distal kolon kaslarının aktivitesi üzerindeki etkilerini incelemektir. Yöntemler: Çalışmada her grup için 8 toplam 40 adet Winstar Albino türü erkek rat kullanıldı. Ratlar; kontrol, eritromisin, ampisilin, domperidon ve metoklopramid olarak 5 gruba ayrıldı. Uygun dozlarda bu ilaçlar 3 gün boyunca orogavajla ilaçlar ratlara verildi. Kontrol grubuna sadece serum fizyolojik verildi. Ratlar sakrifiye edilerek proksimal ve distal kolonları eksize edildi. Kolonik segmentler 10 ml’lik organ banyosuna sirküler kas istikametinde asılarak, spontan kontraksiyonlar bir poligraf yardımı ile kaydedildi. Kontraksiyonların amplitüd (% KCl) ve frekansındaki (sayı/ dk) değişiklikler ortama antagonistler eklenmeden önce ve sonra ayrı ayrı analiz edildi. Organ banyosuna L-NNA, indometazin, nimesulid, hexamethonium ve tetradodoxin, antagonistleri konularak antagonist cevap ilişkisi elde edildi. Bulgular: Proksimal ve distal kolondan alınan doku örneklerine antagonistler ekleyerek oluşan değişikliklerin mekanizmasının incelemesinde hem proksimal kolon hem de distal kolon dokusunda, her dört grupta L-NNA, indometazin ve nimesulid, amplitüd değerlerini kontrol grubuna göre anlamlı olarak artırırken, hekzametonyum ve tetradotoksin ile değişiklik saptanmadı. Frekans cevapları incelendiği zaman sadece Eritromisin grubunun frekanslarının kontrol grubundan istatistiksel olarak yüksek olduğu saptandı. Sonuç: Sonuç olarak, GIS’de motilite artışı gerektiren durumlarda motiliteyi artırmak amacı ile eritromisin, ampisilin, domperidon ve metoklopramid kullanımı faydalı olabilir. Ay,rıca bu ilaçları nitrik oksit sentetaz inhibitörleri ve prostaglandin sentez inhibitörleri ile birlikte vermenin etkilerinin artışına katkısı olabilir.Öğe Sünnet esnasındaki sürpriz: Prepisyum intakt distal hipospadias(2014) Okur, Mehmet Hanifi; Uygun, İbrahim; Arslan, Mehmet Şerif; Köksal, ErsinAmaç: Bu çalışmada, bölgemizde prepisyum intakt distal hipospadias olgularının sıklığını belirlemeyi ve bu hastalara uygun yaklaşımı tartışmayı amaçladık. Gereç ve Yöntem: Nisan 2011 ile Aralık 2011 tarihleri arasında sünnet istemiyle Samsun Kadın Doğum ve Çocuk Hastanesine başvuran 805 hastanın dosyaları geriye dönük olarak incelendi. Bulgular: Çalışmaya alınan 805 hastanın ortalama yaşları 3.5 yıl (18 gün- 14 yıl) idi. Hastaların 87 (%10,8)inde fizyolojik fimozis saptandı. Fizyolojik fimozis olan 87 hastanın 7 (%8,04)sinde operasyon esnasında distal hipospadias saptandı. Hastaların 1ine dış merkezde sünnet planlanıp anestezi verildikten sonra hipospadias saptanmış. Hasta uyandırılarak kliniğimize sevk edildiğinden bu hastaya tanı peroperatif konulurken, geri kalan 6 hastaya tanı ameliyat esnasında konuldu. Hipospadias saptanan 7 hastanın ortalama yaşı 1.4 (7 ay-3 yaş)idi. Hastaların tamamına Snodgrass tarafından tariflenen TİPU operasyonu uygulandı. Postop 3.günde hastaların üretral kataterleri çekildi ve işemeleri görüldükten sonra taburcu edildiler. Sonuç: Fimozisi olan ve sünnet öncesi meatusun görülmediği veya tam bir genital sistem muayenesi olmaksızın sünnet yapılması planlanan hastalarda distal hipospadias ile karşılaşıla bilineceği unutulmamalıdır. Distal hipospadias veya daha karmaşık sorunlarla konusunda eğitimli kişiler tarafından uygun şartlarda sünnetin yapılması uygun olacaktır.Öğe Type II A2 duplication of urethra in an 8-month-old male child: A case report(2015) Arslan, Serkan; Aydoğdu, Bahattin; Zeytun, Hikmet; Basuguy, Erol; Okur, Mehmet Hanifi; Arslan, Mehmet ŞerifUrethral duplication is a rare congenital anomaly, usually found with multiple anatomical variants. In this article was presented a case of urethral duplication in an 8-month-old male child. The malformation was characterized by the presence of continent hypospadic and normal apical urethra. Retrograde urethrogram through both urethral tracts simultaneously revealed the malformation as Effmann Type II A-2. The accessory ventral urethra was excised without complication