Yazar "Akdeniz, Ahmet" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 4 / 4
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Fahreddin er-Râzî'nin kaza ve kader anlayışı(2014) Akdeniz, AhmetÖZET Kaza ve kader konusu, ?slam inancında önemli bir yere sahiptir. ?slamın ilk dönemlerinden itibaren bu mesele etrafında fikir ayrılıkları cereyan etmiştir. Bu konu hakkındaki bazı görüşler insanı aşırı yüceltirken, bazıları da insanı tamamıyla işlevsiz görmüşlerdir. Bu iki görüşün ortasını bulmaya çalışan Ehl-i Sünnet Ekolü, insanı sorumlulukları bağlamında özgür, Allah’ın kudreti ve ilmi karşısında da aciz olarak değerlendirmiştir. Ehl-i Sünnet ekolünün Eş’arî mezhebine bağlı olan ve bu konuda müstakil bir eser de telif etmiş olan Fahreddin er-Râzî, kaza ve kader meselesini eserlerinde ciddi bir şekilde ele almıştır. Birçok kişi tarafından Felsefi-Kelam döneminin en önemli temsilcilerinden biri olarak gösterilen Râzî, bu husustaki görüşlerini akli ve nakli delillerle desteklemektedir. Râzî, bu konuda akli delilleri harika bir şekilde kullanmıştır. O, mensubu olduğu Eşariyyenin kaza ve kader anlayışını eserlerine yansıtmıştır. O, Eşariyye âlimlerinden farklı olarak kesb kavramı yerine cebr lafzını kullanmayı tercih etmiştir. Onun kaza ve kader konusundaki değerlendirmesi kısaca “özgür görünümlü mücber insan” şeklinde özetlenebilir. Yani insan, fiilin varlık sahasına çıkarılması açısından muztar, fiilin seçimi ve sorumluluğu bakımından ise faal ve etkindir. Ancak eserlerinde Allah’ın sonsuz ilmi ve kudreti ile ilgili hususlar güçlü bir şekilde dile getirilirken sorumluluk hususundaki ifadeler biraz zayıf kalmaktadır. Anahtar Kelimeler Râzî, Kaza, Kader, Fiil, ?rade, ?lim II ABSTRACT The issue of kaza and fate has an important place in Islam. From the first period of Islam, dissidences have occurred around this issue. Some of the opinions around this issue have over-glorified the human, while some have considered human as completely dysfunctional. Ahl al-Sunnah School, which try to strike a balance between these two opinions, assessed human as free in the context of the responsibilities and accepted as incapable in the face of the might and wisdom of Allah. Fakhr al-Din al-Râzî, who is denominational to Ash'ari school of Ahl al-Sunnah sect and wrote an independent work on this subject, have also taken into consideration the issue of fate seriously. al-Râzî, who are seen as one of the most important representatives of Philosophic Theology period by many people, support his views on this issue by rational and transit evidences. He used rational evidences on this subject greatly. He reflected kaza and fate understanding of Ash'ariyya, of which he is a member, into his works. He tended to use Cebir wording instead of kesb concept, different from Ash'ariyya scholars. His assessment on the issue of kaza and fate can be summarized briefly as "forced man who looks free". In other words, people are weak and helpless in the face of Allah, whereas they are the active and effective in the context of choice and responsibility. But, in his books issues related to Allah's infinite knowledge and power are emphasized strongly while wordings related to man's liability are a bit weak. Key Words al-Râzî, Kaza, Fate, act, will, wisdomÖğe Fahreddîn er-Râzî’de kaza ve kader inancı(Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, 2023) Akdeniz, AhmetKaza ve kader meselesi, İslam inancında önemli bir yere sahiptir. İslam’ın bidayetinden itibaren bu mesele etrafında çeşitli fikir ayrılıkları ortaya çıkmıştır. Bu fikirlerden bir kısmı insanı yüceltirken, bir kısmı da insanı tamamıyla işlevsiz kılmıştır. Tez ve antitez arasında sentez oluşturmaya çalışan bazı düşünürler ise, insanı sorumlulukları bağlamında özgür, Allah’ın kudreti ve ilmi karşısında ise aciz olarak değerlendirmek suretiyle orta yolu bulmaya gayret etmişlerdir. Sentezci yaklaşımın kelam ilmindeki temsilcilerinin Ehl-i sünnet kelamcıları olduğu söylenebilir. Ehl-i sünnet ekolünün yetiştirdiği en önemli simalardan biri olan Fahreddîn er-Râzî, kaza ve kader meselesine bu perspektiften yaklaşmaya çalışmıştır. Felsefî-kelam (memzûc) döneminin en önemli temsilcilerinden biri olarak o, kaza ve kader konusunu aklî ve naklî delillerle izah etmeye çalışmıştır. Râzî, mensubu olduğu Eş‘arîyye’nin kaza ve kader anlayışını eserlerine yansıtmıştır. Ne var ki o, Eş‘arî geleneğinde ön plana çıkarılan “kesb” kavramı yerine, “cebr” lafzını kullanmayı tercih etmiştir. Kaza ve kaderi iman esaslarından biri olarak kabul eden Râzî, bu hususun ezeli planda kesin bir hüvviyete kavuştuğunu ısrarla dile getirmektedir. Bu düşünceye bağlı olarak onun kelamî sisteminde insan, “özgür görünümlü mücber varlık” şeklinde tanımlanmaktadır. Yani insan, fiilin varlık sahasına çıkarılması bakımından muztar, fiilin seçimi ve sorumluluğu bakımından ise faal ve etkindir. Ancak eserlerinde Allah’ın ezeli takdiri, sonsuz ilmi ve kudreti ile ilgili hususlar güçlü bir şekilde dile getirilirken, sorumluluk hususundaki ifadelerinin nispeten zayıf kaldığı gözlemlenmektedir.Öğe İslam düşüncesinde varlık tartışmaları ve günümüz insanının varlık arayışı(Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, 2023) Akdeniz, AhmetVarlık tartışmaları öteden beri kelam ve felsefenin en temel konularından biri olagelmiştir. Bu tartışmalar sadece bu iki ilmî disiplinle sınırlı kalmamış, neredeyse bütün düşünce sistemlerinde kendisine bir şekilde yer bulmuştur. Ne var ki varlık tartışmalarının ele alınma biçimi tarihsel süreçte farklılık arz edebilmiştir. Söz gelimi bu konu, İslam felsefe tarihinin erken dönemlerinden itibaren “varlık olmak bakımından varlık” şeklinde pür bir varlık araştırması tarzında karşımıza çıkarken, kelam ilminin erken dönemlerinde Cenâb-ı Allah’ın varlığını ispat etmek için mebâdi/vesâil kabilinden ele alındığı gözlemlenmektedir. Kelam/felsefe etkileşiminin yoğun olduğu müteahhirîn döneminde ise her iki ilmî disiplin bu meseleyi aynı zaviyeden ele almaya başlamıştır. Bu panelde söz konusu iki ilim dalında varlık tartışmaları masaya yatırılmış ve bu konuda ortaya konulan bilgiler bir panelin sınırları kapsamında dinleyicilere arz edilmiştir. Bunun yanı sıra varlık tartışmalarının günümüz dünyasında neye tekâbül ettiği ve bu tartışmaların insanın varlık arayışına nasıl yol gösterebileceği masaya yatırılmıştır.Öğe Şîa kelamının bilgi kaynakları (Şerîf el-Murtazâ örneği)(Dicle Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2023) Akdeniz, Ahmet; Akgüç, AhmetHilafet merkezli tartışmalar sonucunda tarih sahnesine çıkan Şîa, verdiği fiziksel ve fikirsel mücadeleyle bir şekilde varlığını sürdürmüş ve günümüze kadar ulaşmayı başarmıştır. Diğer İslam mezheplerinden ilkesel anlamda ayrışan Şîa, bünyesinde barındırdığı çeşitli düşünce ve inançlarla kendisine has bir seyir takip etmiştir. İmâmet makamına yükledikleri ilâhî mana, mezhebin birçok fikir ve inancını derinden etkilemiştir. Kelam, inanç esaslarını inceleyen ilim olması hasebiyle bu etkiyi en fazla hisseden ilim dalı olmuştur. Şîa kelamının diğer İslam mezheplerinden köklü bir şekilde ayrışmasının nedenlerini epistemik temeller üzerinden anlamayı amaç edinen bu çalışma, mezhebin usûlî anlayışına yön veren en önemli şahsiyetlerinden biri olan Şerîf el-Murtazâ ekseninde sonuca gitmeyi hedeflemektedir. Şiî usûlî düşünceye yaptığı müstesna katkının yanında günümüze ulaşan eserlerinde bilgi bahislerini ele alan ilk müellif olması, bu tercihte önemli rol oynamıştır. Hayatının tamamını (d.355/966)-(ö436/1044) dönemin Abbâsî hilafetinin merkezi Bağdat'ta geçiren Murtazâ, köklü bir aileden gelmenin kendisine sunduğu imkânları Büveyhî hanedanı üyelerinin destekleri ile birleştirmiş ve elde ettiği gücü oldukça efektif bir şekilde kullanarak İmâmiyye kelamında köklü dünüşümlere kapı aralamıştır. O, etkisinde kaldığı Basra Mu'tezile'sinin rasyonalist düşünce sistemini Şîa kelamına kusursuz bir şekilde adapte etmeyi başarmıştır. Usûl ve kelam eserlerinde tavizsiz bir şekilde uyguladığı akılcı yöntem nedeniyle ilmî olmadığını düşündüğü birçok düşünceyi reddetme yoluna gitmiştir. İlmî olduğuna kanaat getirdiği idrak, akıl ve mütevatir haber eksenli bilgileri ise sisteminde yüceltmiştir. Murtazâ'nın Basra Mu'tezile'si âlimlerinden ödünç aldığı bu akılcı söylem, yetiştirdiği öğrenciler aracılığıyla Şîa'da yerleşmiş ve yaklaşık iki asır boyunca mezhebin hâkim düşüncesi haline gelmiştir.