Yazar "Şit, Dede" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 20 / 21
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Churg Strauss sendromu ve ayırıcı tanısı: İki olgu sunumu(2007) Müftüoğlu, Ekrem; Altıntaş, Abdullah; Şit, Dede; Çil, Timuçin; Ayyıldız, OrhanChurg Strauss sendromu (CSS) küçük ve orta çaplı damarların nekrotizan, eozinofilden zengin granülomatoz inflamasyonudur. Özellikle Hipereozinofilik sendromla ayırıcı tanısının yapılması gerekmektedir. Bu makalede kliniğimize eozinofili ve eozinofili ile ilişkili organ hasarları ile başvuran iki olgu sunumu yaptık. Faydalı olacağını umduğumuzdan özellikle klinik olarak benzer olan CSS ile Hipereozinofilik sendromun klinik özelliklerini ve ayırıcı tanılarını literatür taraması eşliğinde irdeledik.Öğe Daunorubisin'e bağlı blue-gray hiperpigmentasyon: Bir olgu sunumu(2005) Şit, Dede; Yeşilbağdan, A. Haluk; Ayyıldız, Orhan; Kadiroğlu, A. Kemal; Söker, MuratDaunorubisin akut miyeloblastik lösemilerin (AML) tedavisinde yaygın kullanılan antineoplastik bir ilaçtır. AML remisyon-indüksiyon tedavisinde oldukça etkin olan bu ilacın kullanımını kısıtlayan yan etkilerinin yanında, nadir görülen yan etkileri de vardır. Bunlardan birisi de kozmetik olarak hastayı rahatsız eden, uzun süre devam edebilen Blue-gray pigmentasyondur. Bu nedenle, AML-M4 tanısı ile Daunorubisin başladığımız ve blue-gray hiperpigmentasyon gelişen, halen takip altında olan bir olguyu sunmayı uygun gördük.Öğe Diyaliz hastalarında oksidatif stres parametreleri ve ekokardiyografik indeksler : (Diyaliz hastalarında oksidatif stres ve kardiyak etkileri)(2017) Şit, Dede; Yılmaz, Mehmet EminAmaç: Kronik Böbrek Hastalığının (KBH) tüm evrelerinde artmış oksidatif stres (OS) yükü saptanmaktadır. Hemodiyaliz (HD) hastalarının Sürekli Ayaktan Periton Diyaliz (SAPD) hastalarına göre daha yüksek risk taşıdıkları öne sürülmüştür. Bu çalışmada HD ve SAPD hastalarında OS ile ekokardiyografik indeksler üzerindeki etkileri incelenmiştir. Gereç ve Yöntem: Çapraz?kesitsel bir araştırma olarak planlanan çalışmaya 39 SAPD, 32 HD ve benzer demografik özellikleri taşıyan 30 sağlıklı gönüllü alındı. Diabetes Mellitus ve kronik inflamatuar hastalığı olanlar kapsam dışı bırakıldı. Oniki saatlik açlığı takiben hafta ortası diyaliz seansında alınan serumlarda, biyokimyasal, hormonal ve hematolojik parametrelerinin yanı sıra malonildialdehit (MDA), glutatyon peroksidaz (GSH-px) ve superoksit dismutaz (SOD) çalışıldı. M-mod ekokardiyografi kullanarak ejeksiyon fraksiyon (EF), interventriküler septum kalınlığı (IVSd), arka duvar çapı (LVPWd) ve sol atrium çapı (LAd) ölçülerek OS parametreleri ile karşılaştırıldı. Bulgular: Hasta ile kontrol grubu yaş, cins, beden kitle indeksi, kan basıncı yönünde farksızdı. MDA ve GSH-px her iki grup arasında anlamlı bulunmazken, SOD hasta grubunda kontrol grubuna göre belirgin düşük bulundu (p < 0.0001). HD ve SAPD hastaları arasında yaş, cins, kan basıncı, beden kitle indeksi, hemoglobin, C-reaktif protein, ferritin, kalsiyum, iPTH ve oksidatif stres parametrelerinden MDA ve GSH-px benzerdi. SOD düzeyleri istatistiksel olarak HD hastalarında daha düşük bulundu (p = 0.039). Serum fosfor, kalsiyum-fosfor çarpımı (CaxP), albumin HD hastalarında SAPD hastalarına göre daha yüksek; fibrinojen, total ve LDL kolesterol daha düşük bulundu. MDA ile EF arasında negatif bir ilişki (r=-0.380, p=0.001) saptandı; SOD ile sistolik kan basıncı (r=-0.265, p=0.011), diastolik kan basıncı (r=-0.230, p=0.028), fosfor (r=-0.327, p=0.001), iPTH (r=-0.259, p=0.013), CRP (r=-0.235, p=0.024), Fibrinogen (r=-0.342, p=0.001), T. kolesterol (r=-0.249, p=0.017) olumsuz birliktelik vardı. SOD ile hemoglobin (r=0.414, p<0.001) ve albumin (r=0.367, p<0.001) arasında olumlu bir birliktelik vardı. MDA yaş (beta=-0.258, p=0.035), erkek cinsiyet (beta=-0.312, p=0.004) ve EF (beta =-0.461, p<0.001) ile bağımsız olarak etkileştiği saptandı. Antioksidanlar ile kardiyak indeksler arasında herhangi bir korelasyon bulunmadı. Sonuç: HD ve SAPD tedavisi alan son dönem böbrek yetmezliği hastalarında normal popülasyona kıyasla OS parametrelerinden SOD'un hemodiyalizde daha belirgin olmak üzere azalarak OS yol açabileceği, MDA seviyesinin bağımsız olarak yaş, erkek cinsiyet, ve EF ile birliktelik gösterdiği; buna mukabil SOD kan basıncı, P, PTH, CRP ve fibrinojen ile negatif ve hemoglobin ve albumin ile pozitif korelasyon gösterdiği bulundu. Anahtar kelimeler: diyaliz, oksidatif stres, ekokardiyografik indekslerÖğe Diyarbakır ilinde Helikobacter pilori antikor prevalansı(2006) Kaplan, Abdurrahman; Göral, Vedat; Danış, Ramazan; Özdal, Bülent; Şit, DedeGiriş ve amaç: Helikobakter pilori (Hp) infeksiyonu, dünyadaki en yaygın enfeksiyon olup, ülkemiz yapılan çalışmalara göre, Helikobakter pilori infeksiyon sıklığı açısından riskli ülkeler arasında yer almaktadır. Bu çalışmayı yapmaktaki amacımız, son 10 yılda özellikle bölgemizde Hp sıklığı açısından bir değişiklik olup olmadığını araştırmaktır. Gereç ve yöntem: Çalışmaya, 0-30 yaş arası 267 asemptomatik kişi alındı. Hp'ye karşı oluşmuş IgG anti-Hp antikorlar ELISA yöntemiyle ölçüldü. Bulgular: Çalışma grubunda Hp antikor sıklığı; 0-5 yaş arası % 22.6, 6-10 yaş arası % 28.6, 11-15 yaş arası % 40.8, 16-20 yaş arası % 50, 21-30 yaş arası % 60.4 olarak saptandı. 0-30 yaş grubunda ise Hp antikor sıklığı %46.4 idi. Erkek ve kadınlar arasında prevalans farkı saptanmadı. Sonuç: 10 yıl öncesine göre bölgemizde Hp seroprevalansı azalmıştır (p<0.5). Bu durum, son yıllarda Helikobakter pilori''yi ekarte etmek için yaygın olarak uygulanan çeşitli eradikasyon tedavilerine, bazı çevresel ve hijyen koşulları ile sosyoekonomik durumlarda iyileşmeye bağlı olabilir.Öğe The frequency of osteoporosis in hemodialysis and continuous ambulatory peritoneal dialysis patients according to PTH levels after active vitamin D therapy during the two years period(2010) Yılmaz, Mehmet Emin; Kara, İsmail Hamdi; Kadiroğlu, Ali Kemal; Turgutalp, Kenan; Kayabaşı, Hasan; Yılmaz, Zülfikar; Şit, DedeAmaç: Osteoporoz; düşük kemik kitlesi, kemikte mikroyapısal dejenerasyon ve yüksek fraktür riskiyle karakterize bir iskelet hastalığıdır. Bu çalışmada amacımız iki yıllık periodda vitamin D tedavisinden sonra Paratiroid hormone düzeyine göre hemodiyaliz ve devamlı ayaktan periton diyaliz tedavisi gören hastalarda osteoporoz sıklığını tespit etmektir. Materyal ve metod: Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Diyaliz Merkezinde diyaliz tedavisi gören 18 HD hastası (12 erkek, 6 kadın) ve 12 SAPD hastası (8 erkek, 4, kadın) çalışmaya alındı. Hastalar aktif vitamin D tedavisi öncesi ve sonrası sol topuk kantitatif ultrasonografi ile ölçülen kemik mineral dansitesiyle değerlendirildi. Biyokimyasal analizler için kan örnekleri aktif vitamin D tedavisi öncesi ve sonrasında 12 saatlik açlık periodundan sonra alındı.Bulgular: Tedavi sonunda kemik mineral dansitesinin T ve Z skorları ile ALP, PTH değeri 120 -250 pg/ml olan grupla birlikte PTH değeri 250 pg/ml’den fazla olanlarda da yüksek bulundu. Bu değerler PTH değeri 120 pg/ml’nin altında olanlarda düşük bulundu. Başlangıç Osteoporoz oranı; PTH değeri < 120 pg/ml olanlarda % 23, 120 -250 pg/ml olanlarda % 20 ve 250 pg/ml’den büyük olanlarda ise % 20 olarak saptandı. Tedavi sonrasında sırasıyla % 30, % 0 ve % 20 olduğu görüldü. Sonuç: Tedavi öncesi T skor değerinde her üç grup arasında istatistiksel farklılık yoktu. Tedaviden sonra, anlamlı istatistiksel farklılık saptandı. Özellikle tedavi sonrası PTH değeri 120 – 250 pg/ml olan ikinci grupta T skoru daha iyi bulundu.Öğe Gluten enteropatisi sıklığı(2007) Kaplan, Abdurrahman; Göral, Vedat; Çelik, Murat; Yıldırım, Nurhan; Şit, DedeGiriş ve Amaç: Çölyak hastalığı tüm dünyada yaygın olarak görülen ve sebep oluğu siddetli enteropati glutensiz diyetle düzelebilen bir hastalıktır. Toplumdaki tarama çalışmalarında en yaygın yöntem, ilk adımda hasta serumunda antigliadin antikorlarını araştırmak, daha sonrasında ise anti endomisyum antikorların varlığını belirlemektir. Çalışmamızın amacı, bölgemizdeki çölyak hastalığı sıklığını tespit etmektir. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya yaşları 7 ile 14 arasında değişen 194 çocuk (104 kız, 90 erkek, ort. yaş 9.8 yıl) katıldı. IgA ve IgG tipinde antigliadin antikorları ELISA yöntemiyle, antigliadin antikoru pozitif olanlarda da anti endomisyum antikoru ise, Euroimmun titerplane technique (Medizinische Laboradiagnostika) yöntemiyle bakıldı. Bulgular: 43 öğrencinin antigliadin antikoru IgA?sı pozitif, 21 öğrencinin antigliadin antikoru IgG?si pozitif ve sadece bir öğrencinin anti endomisyum antikoru antikorları pozitif bulundu. Antigliadin antikorlarının hassasiyet ve özgüllüğü sırasıyla %100, %87, anti endomisyum antikoru hassasiyet ve özgüllüğü ise %100 olarak bulundu. Sonuç: Yöremizde çölyak hastalığı sıklığı %0.51 olup, dünyadaki oranlardan oldukça düşüktü. Bulgularımız ilerde yapılacak çölyak hastalığı taramalarında antikor tespitinin yararları- nı göstermiştir. Örnekleme sayımızda belirlediğimiz oranları, tüm popülasyona genelleyebilmek için yeterli olmadığı halde, bu tür bir çalışma, bölgede yapılacak diğer araştırmalara yol göstermesi açı-sından önem taşımaktadır.Öğe Güneydoğu Anadolu Bölgesinde karaciğer sirozu vakalarında hepatosellüler karsinoma sıklığı(1998) Değertekin, Halil; Şit, DedeBu çalışmada Güneydoğu Anadolu Bölgesinde 156 karaciğer sirozu vakasında hepatoselüler karsinoma (HSK) sıklığı araştırıldı. Ortalama yaş 47, 9 kadın erkek oranı 112.2 idi. Vakalar ultrasonografi (USG), alkalen fosfatoz (ALP), alfafetoprotein (AFP) ve ferritin düzeyleri yönünden araştırıldı. HSK şüpheli hastalarda bilgisayarlı tomografi (BT) yapıldı ve karaciğer biopsisi ile tanı doğrulandı. 156 vakanın 8 inde (% 5.1) HSK tespit edildi. Bunların 1'i Child B, 7 si Child C idi, ALP, AFP ve ferritin düzeyleri anlamlı şekilde yüksekti (p<0.001). Vakaların hepsi erkek ve ortalama yaş 56.2 idi. Bütün vakalarda HBsAg müsbet, 1 vakada HBsAg ile beraber Anti HCV, 1 vakada da Anti HDV müspetti. Tümör tüm vakalarda sağ lobda görüldü, l vakada diffüz, 7 vakada ise 2-7 cm. lik lezyon şeklinde idi. Sonuç olarak, bölgemizde karaciğer sirozu sık görülmesine rağmen HSK oranı düşüktür(% 5.1). Yaşam süresinin kısalığı, komplikasyonların ağırlığı veya viral ajanın genetik özelliği önemli olabilir. ALP, AFP, ferritin düzeyleri ve USG takipleri değerlidir. HBV karaciğer sirozu ve HSK vakalarında en başta gelen ajandır.Öğe Güneydoğu Anadolu bölgesinde karaciğer sirozuna bağlı hepatosellüler karsinoma sıklığı(2018) Şit, Dede; Değertekin, Halil B.Bu çalışmada bir gaip sirozlu hastada HSK sıklığı araştırıldı. 1994-1995 yılları arasında Dicle Üniversitesi Gastroenteroloji bilim dalına yatırılarak tetkik ve tedavi edi len 156 sirozlu vakada çalışıldı. Vakaların 107'si erkek (%68), 49'u kadın (%32) idi. Ortalama yaş 47.9'du. Vakaların %8.9 child A, %32.0 child B, %59.1 child C devre- sinjdeydi. HSK tanısı karaciğer biopsisi ile konuldu. 8 vakada HSK tanısı konuldu (%5.12). Tüm vakalar erkekti, yaş ortalaması 55.32 olan olguların 7'si Child C (%87.5), 1'i Child B (%12.5) evresinde idi. Morfolojik olarak 7 olgu multifokal tip, 1 olgu infiltratif tipte idi. AFP düzeyi sirozlu grupta 19.87 ng/ml, HSK'lı grupta 383.41 ng/ml (P<0.01), feıiritin düzeyi ise sirozlu grupta 284.86 ng/ml, HSK grupta 967.9 ng/ml (P<0.01) ola rak bulundu. Serolojik viral işaretleri karaciğer sirozlu grupta HBV %73.6, HBV+HDV %î>.0 (12 vakada bakılabildi), HCV %12.2, HBV+HCV %3.4 HSK'lı grupta ise HBV %75, HBV+HDV %12.5 ve HBV+HCV %12.5 olarak tespit edildi. Sonuç olarak bölgemizde HSK sıklığının % 5.12 olduğu bunun beklenenden dü|şük olduğu, siroz ve HSK vakalarında etyolojide en önemli ajanın büyük oranda HEİiV olduğu görüldü. HSK düşük olmasının nedeni hastaların kısa yaşam süreleri vejya virusların genetik özellikleri ile ilgili olabilir.Öğe Hematolojik Kanser Olguları ve Kan Donörlerinde Sitomegalovirüs IgG ve IgM Antikorları(Kocaeli Üniversitesi, 1997) Balıkçı, Erdener; Ayyıldız, Mehmet Orhan; Tiftik, Naci; Şit, Dede; Mete, ÖmerBu çalışmada 40 hematolojik kanser (15 Akut lenfoblastik lösemi, 14 Akut myeblastik lösemi, 8 Lenfoma ve 3 Multipl Myeloma) ve 35 gönüllü kan donöründe Sitomegalovirüs (CMV) antikorları ELISA ile çalışıldı. Hemotolojik hasta grubunda CMV IgG antikorları 26/40 hastada (%65), CMV IgM antikorları 3/40 hastada (%7,5) oranında pozitif bulundu. Rastgele seçilmiş sağlıklı kan donörlerinde bu oran CMV IgG’de 22/35 hastada (%62.8), CMV IgM için 1/35 hastada (%2.8) pozitif bulundu. Hematolojik hasta grubunda IgG ve IgM birlikteliğinde 6/40 (%15) oranında pozitiflik saptandı. Sonuçlar CMV’nin sık kan transfüzyonu yapılan hematolojik kanser hastalarındaki enfeksiyon ve reaktivasyonunun önemine işaret etmektedirÖğe Heparin induced thrombocytopenia - thrombosis due to low molecular weight heparin in orthopedic patients(2006) Subaşı, Mehmet; Altıntaş, Abdullah; Şit, Dede; Kayabaşı, Hasan; Işıkdoğan, Abdurrahman; Kadiroğlu, Ali K.; Ayyıldız, M. OrhanHeparin, özellikle cerrahi kliniklerde olmak üzere, tromboz proflaksisi ve bazı klinik durumların tedavisinde yaygın olarak kullanılan bir ilaçtır. Heparin ilişkili trombositopeni (HIT) heparin alan hastalarda ilaca bağlı ve immün aracılıklı gelişen en sık ve en önemli trombositopeni nedeni olup ciddi morbidite ve mortaliteye sahiptir. Bazı hastalarda heparine başlandıktan hemen sonra erken, geçici ve ılımlı bir trombositopeni görülebilir. Platelet faktör IV (PF4) ve heparin multimoleküler kompleksine karşı gelişen Ig G antikorları HIT oluşumuna neden olur. Bazı çalışmalarda heparinize edilen hastaların %8’inde HIT antikorları, yaklaşık %1-5’inde HIT ile birlikte trombositopeni ve en az vakaların 1/3’ünde tromboz geliştiği ortaya konmuştur. Bununla birlikte HIT’de tromboz, yaklaşık %20-30 ölüm oranına sahiptir. Bu komplikasyon sadece unfraksiyone heparin (UFH) ile tedavide değil aynı zamanda düşük molekül ağırlıklı heparin (LWMH) kullanımında da ortaya çıkabilir. Bu çalışmada elektif cerrahi girişim için proflaktik olarak LWMH alan 340 ortopedik hastada LWMH’ne bağlı trombositopeni gelişimi retrospektif olarak değerlendirildi. Hastaların sadece %1.2’sinde (4/340) HIT ve bunlardan da sadece birinde femoral ven trombozu gelişti. Dört hastada da LWMH kesildikten sonra trombosit sayısı düzeldi. Sonuç olarak, HIT, LWMH tedavisinin sadece yaygın görülen değil aynı zamanda yüksek morbidite ve mortalitesi olan ciddi bir komplikasyonudur. Ayrıca sadece intravenöz/ciltaltı UFH kullanımı ile değil LWMH tedavisinde de görülebilir. Klinisyenler heparin tedavisi alan hastalarda trombositopeni ve tromboz komplikasyonlarına karşı dikkatli olmalıdırlar.Öğe Heparin induced thrombocytopenia-thrombosis due to low molecular weight heparin in orthopedic patients(Akademi Doktorlar Yayınevi, 2006) Şit, Dede; Altıntaş, Abdullah; Kadiroğlu, Ali Kemal; Kayabaşı, Hasan; Subaşı, Mehmet; Işıkdoğan, Abdurrahman; Ayyıldız, Mehmet OrhanHeparin is a drug that is widely used for prophylaxis of thrombosis or treatment in many clinical situations, particularly in surgical clinics and Heparin-induced thrombocytopenia (HIT) is the most important and most frequent druginduced and immun mediated thrombocytopenia in patients receiving heparin, and has significant morbidity and mortality An early, transient, and mild thrombocytopenia is seen in many patients after initiation of heparin. Heparin induced thrombocytopenia is caused by IgG antibodies that recognize multimolecular complexes of platelet factor 4 (PF4) and heparin. Many studies suggest that up to 8% of heparinized patients develops the HIT antibodies, approximately 1–5% develops HIT with thrombocytopenia, and at least one-third of cases develops thrombosis. In addition thrombosis in HIT is associated with a mortality rate of approximately 20–30%. This complication not only ocur with U Fractioned Heparin (UFH) treatment but also with low molecular weight heparine therapy. In recent study, thrombocytopenia associated with low molecular weight heparins (LMWH) was evaluated prospectively in 340 orthopedic patients who received LMWH for prophylaxis during elective surgery. HIT developed in only 1.2% patients (4/340) and femoral vein thrombosis occurs in 1 patient with HIT. Platelet count recovery was seen in 4 patients after LMWH cessation. In conclusion, HIT is not only a common but also a serious complication of heparin therapy with a high rate of morbidity and mortality. In addition it does not seen only by intravenous/subcutaneous UFH but also by subcutaneous LMWH therapy and the clinicians must be aware of this syndrome in their heparin receiving patients.Öğe Is plasma concentration of NT-Pro-Brain natriuretic peptide associated with left ventricle hypertrophy among hemodialysis patients?(Wiley, 2007) Kadiroğlu, Ali Kemal; Şit, Dede; Kayabaşı, Hasan; Kara, İsmail Hamdi; Yılmaz, M. Emin; Batum, Sabri; 0000-0003-2754-5687; 0000-0003-1954-9784OBJECTIVE: To determine the association of plasma amino terminal pro-brain natriuretic peptide (NT-proBNP) level with left ventricle hypertrophy (LVH) among hemodialysis (HD) patients. METHODS: We evaluated 65 patients on maintenance HD (28 women, 37 men) treated thrice weekly by low-flux hollow-fiber dialyzers for at least 6 months. Patients were divided into 2 groups according to whether they had LVH. NT-proBNP concentration of the patients was measured before and after the HD session. Cardiac parameters were detected by echocardiography after the day of HD after the session. RESULTS: In group 1 were the 34 patients who were LVH(-) (19 women and 15 men) and in group 2 were the 31 patients who were LVH(+) (9 women and 22 men). Mean left ventricular posterior wall diameter (LVPWd) was 0.87 +/- 0.16 cm in group 1 and 1.28 +/- 0.16 cm in group 2 (p < .001). Men were predominant in group 2 (p = .029). The patients in group 2 were older than those in group 1 (p = .033). There were no significant differences between the groups in pre-HD and post-HD NT-proBNP levels (p = .163 and p = .327, respectively). We did not find any significant relationship between mean concentration of pre-HD NT-proBNP and LVPWd (r = 0.064, p = 0.612). A positive correlation was found between mean concentration of pre-HD NT-proBNP with age (r = 0.281, p = 0.023), MAP (r = 0.469, p < 0.001), and left atrial diameter (r = 0.322, p = 0.009). CONCLUSION: Although increased serum levels of NT-proBNP in HD patients was found to be related to LAd, an indicator of hypervolemia, there was no association between NT-proBNP and LVH. Elevation of NT-proBNP is affected by multiple factors such as age, sex, arterial blood pressure, and dialyzer membrane.Öğe Kronik böbrek hastalığında antihipertansif tedavi ilkeleri(2008) Yılmaz, M. Emin; Kadiroğlu, Ali Kemal; Şit, DedeÇeşitli çalışmalar kronik böbrek hastalığında (KBH) yüksek kardiyovasküler hastalık (KVH) riskini belirlemiştir. ‹leri yaş, hipertansiyon, diyabet, hiperlipidemi gibi geleneksel risk faktörlerinin yüksek prevalansının yanında kalsiyum-fosfor (Ka-F) çarpımına bağlı koroner kalsifikasyon gibi KBH ile ilişkili risk faktörleri yüksek KVH riskini oluşturan çeşitli nedenlerdir. Bu toplulukta KVH riskini azaltmak için multidisipliner stratejiler gereklidir ve hipertansiyon terapötik alanların sadece biridir. KBH’de antihipertansif tedavinin amacı kan basıncını düşürmek, KVH riskini azaltmak ve KBH’nin ilerlemesini yavaşlatmaktır. Diyabetik ve diyabetik olmayan proteinürili böbrek hastalarında ACE inhibitörleri ve ARB’ler önerilmektedir. Bu hastalarda bu ilaçlar kan basıncını düşürür, proteinüriyi azaltır, böbrek hastalığının ilerlemesini yavaşlatır ve KVH riskini azaltırlar.Öğe Kronik HCV'li hemodiyaliz hastalarında occult HBV infeksiyonu sıklığı(2005) Atmaca, Selahattin; Çelik, Murat; Özkul, Hamza; Şit, Dede; Göral, VedatGiriş ve amaç: Occult HBV infeksiyonu, HBsAg'nin tespit edilemediği HBV infeksiyonun varlığı ile tanımlanır. Kronik hepatitis C, HCC ve hemodiyaliz hastalarında, kriptojenik karaciğer hastalığı olanlarda, ilaç injeksiyon kullanıcıları ve HlV'lilerde, ayrıca sık kan transfüzyonu yapılanlar ve kan donörlerinde occult HBV infeksiyonunun prevalansının yüksek olduğu belirtilmektedir. Biz bu çalışmada, kronik HCV'li hemodiyaliz hastalarındaki occult HBV infeksiyonun prevalansını ve klinik etkilerini araştırmayı hedefledik. Gereç ve yöntem: HBsAg'si negatif, anti-HCV'si pozitif olan 50 kronik hemodiyaliz hastası çalışmaya alındı. Bu hastalar HCV-RNA PCR sonuçlarına göre HCV-RNA pozitif ve HCV-RNA negatif olarak iki gruba ayrıldı. Her iki hasta grubunda HBV-DNA duyarlı PCR yöntemi ile araştırıldı. Bulgular: HCV-RNA pozitif 22 hasta ve HCV-RNA negatif 28 hasta gruplarının hiçbirinde serumda PCR yöntemi ile HBV-DNA tespit edilemedi. Hastaların ortalama yaşları HCV-RNA pozitif grupta 47.2±17 ve HCV-RNA negatif grupta 39.6±15.6 idi. Sonuç: Bölgemizde, kronik HCV'li hemodiyaliz hastalarında occult HBV infeksiyonu prevalansı yüksek değildir. Çalışmamızdaki bu sonucu, bölgemizdeki HBsAg pozitiflik oram (%8-10) ile HBV mutantlarınm görülme sıklığının etkileşimini dikkate alarak değerlendirmek gerekir. Ayrıca, halen standardize edilmemiş HBV-DNA PCR yöntemlerinin sensitivite ve spesifitelerini de gözden geçirmenin ve buna göre ortak bir tanı yöntemi tanımlamanın gerekliliği ortaya çıkmaktadırÖğe Kronik hepatit-C virüsü enfeksiyonunda ekstrahepatik bulguların prevalansının değerlendirilmesi(2005) Göral, Vedat; Yılmaz, M. Emin; Kadiroğlu, Ali Kemal; Şit, Dede; Çelik, MuratAmaç: Kronik HCV enfeksiyonunun klinik ve biyolojik ekstrahepatik bulgularının prevalansını değerlendirmektir.Gereç ve Yöntemler: Kırk anti-HCV (+) hasta ve 40 HBsAg (+) hasta değerlendirildi. Anti-HCV (+) grupta 40 hastanın 35 (%87.5)’i kronik karaciğer parankim hastası ve 5 (%12.5)’i karaciğer sirozlu idi. HbsAg (+) grubunda ise 40 hastanın 33 (%82.5)’ü kronik karaciğer parankim hastası ve 7 (%17.5)’si karaciğer sirozlu idi. HCV ve HBV enfeksiyonları ELISA ve polimeraz zincir reaksiyonu (PCR)’yla teyit edildi. Biyokimyasal, hematolojik ve immünolojik testler hem anti-HCV (+) grubunda hem de HbsAg (+) grubunda çalışıldı. Hastalar romatolojik, dermatolojik, nörolojik ve psikiyatrik klinik bulgular yönünden değerlendirildi.Bulgular: Anti-HCV (+) grubunun yaş ortalaması 49.0 ± 15.7 yıl, ortalama hastalık süresi 38.1± 51.8 ay ve HbsAg (+) grubun yaş ortalaması 36.4 ± 13.2 yıl, ortalama hastalık süresi 35.3 ± 42.1 ay olarak saptandı. Anti-HCV (+) grubuna karşılık HbsAg (+) grubunda ekstrahepatik klinik bulguların dağılımı şu şekilde idi. %25 artralji ve %5 artritise karşılık %5 artralji (p= 0.031). %10 parestezi ve %12.5 periferik nöropatiye karşılık %5 parestezi (p= 0.041). %10 pruritus ve %5 liken planusa karşılık %5 pruritus (p= 0.045). %50 depresyon ve %2.5 anksiyeteye karşılık %7.5 depresyon (p= 0.000). %25 ANA (+), %2.5 ASMA (+) ve %7.5 oranında [ANA + ASMA + AMA] (+)’lığına karşılık %5 oranında ANA (+)’lığı saptandı (p= 0.006). Anti-HCV (+) grubu ile HbsAg (+) grubunda klinik durum ile yaş arasında sırasıyla (r= 0.429, p= 0.006, r= 0.461, p= 0.003), klinik durum ile hastalık süresi arasında sırasıyla (r= 0.516, p= 0.001, r= 0.517, p= 0.001) ve albumin ile Htc arasında sırasıyla (r= 0.561, p= 0.000, r= 0.649, p= 0.000) pozitif korelasyon gözlendi. Her 2 grupta tespit edilen her bir ekstrahepatik klinik bulgu için rölatif risk değeri hesaplandı. Sonuç: Romatolojik, nörolojik, psikiyatrik ve dermatolojik ekstrahepatik bulgular ile otoantikor pozitifliğini anti-HCV (+) grubunda daha sıklıkla saptadık. HCV kronik enfeksiyonu bu klinik dallardaki her bir bulguyu normal bireylere göre görülme sıklığını çeşitli oranlarda arttırdığı gözlendi.Öğe Multipl atriyal trombus gelişen splenektomili talasemi major olgusu(2005) Ayyıldız, Orhan; Süner, Ali; Balakan, Ozan; Kıdır, Veysel; Şit, DedeTalasemi majorlü (TM) hastaların son yıllarda daha uzun yaşatılabilmeleri daha önce bilinmeyen bazı komplikasyonların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu komplikasyonlardan biri de hemostatik değişikliklere bağlı gelişen tromboembolik olaylardır. Özellikle splenektomi geçiren talasemililerde kronik hiperkoagülabilitenin varlığı kanıtlanmıştır. Talasemide birçok tromboembolik komplikasyonlar bildirilmiştir. Bunların önemli bir bölümü serebral trombozlardır. İntrakardiyak trombus ise oldukça nadirdir. Bu sunumda 6 yıl önce splenektomi yapılan ve 2 yıldır gittikçe artan efor dispnesi olan ve ekokardiyografisinde sağ atriyumda multiple trombus saptanan TM olgusu sunulmaktadır.Öğe Myocardial infarction and venous thrombosis in a 42-year old woman with heterozygous methylenetetrahydrofolate reductase (MTHRF) gene mutation, hyperhomocysteinemia, and protein C deficiency(2007) Çakır, Ömer; Ayyıldız, Orhan; Göz, Mustafa; Şit, Dede; Eren, NesimiObjective: Hyperhomocysteinemia and protein C deficiency have synergistic effect on the onset of thrombotic disease. Methods: We report a 42-year old woman with myocardial infarction and venous thrombosis in whom recognition of heterozygous MTHRF gene mutation, hyperhomocysteinemia, and protein C deficiency. Results: The patient was treated successfully with coronary artery bypass graft surgery and systemic anticoagulation. Conclusions: Our report emphasize that a combined hyperhomocysteinemia, and protein C deficiency may be a high risk factor for arterial and venous thromboembolic events in young adults. These patients might be candidates for indefinite anticoagulation.Öğe Nonülser dispepside Helikobakter pilori sıklığı ve eradikasyon tedavisine yanıt(2006) Göral, Vedat; Şit, Dede; Dönmez, Mehmet; Temiz, HakanGiriş ve amaç: Nonülser dispepsi etyolojisi net olarak bilinmeyen ve birçok faktörün neden olarak öne sürüldüğü bir hastalıktır. H. pilori de suçlanan faktörlerden biridir. Amacımız nonülser dispepsi ile H. pilori arasındaki ilişikiyi ve eradikasyona yanıtı araştırmaktır. Gereç ve yöntem: Bu çalışmada, 24’ü kadın 20’si erkek olmak üzere 44 nonülser dispepsi hastası (yaş ort. 34,36 ± 13,08) yer almıştır. Kontrol grubu olarak 15 kişilik asemptomatik vaka ( 6 bayan, 9 erkek, yaş ortalaması 32,06 ± 15,09) alınmıştır. Bulgular: Nonülser dispepsi tanılı çalışma hastalarda üreaz testi ile H. pilori varlığı % 56,8 saptanmıştır. Kontrol grubunda ise %20 saptanmıştır. Nonülser dispepsili hastaları ülser benzeri, dismotilite benzeri ve reflü benzeri alt gruplara ayırdığımızda, üreaz testi ile H. pilori pozitifliği, sırasıyla % 61,9, %50,0 ve %55,5 olarak tespit edilmiştir. Üreaz testi ile H. pilori pozitifliği saptanan 27 kişiye eradikasyon tedavisi başlanmıştır. İlaçlarını düzenli kullanarak tedavi bitiminden 6 hafta sonra kontrole gelen 11 hastaya üre nefes testi uygulanmıştır. Üre nefes testi ile 5 hastada (%45, 45) infeksiyonun eradike edildiği gösterildi. Bu 5 hastadan 3’ünde, ilk başvurudaki şikayetler devam etmekteydi. Eradikasyonun sağlanamadığı 6 hastada ilk başvurudaki şikayetleri devam ettiği saptandı. Eradikasyon tedavisi 11 vakadan 2’sinde (%18,1) yüz güldürücü sonuca ulaşmıştır. Sonuç: Nonülser dispepside H. pilori sıklığı kontrol grubuna göre yüksek bulunmuştur, ancak H. pilori eradikasyonu yararlı bulunmamıştır.Öğe Nötropenik Kanser Hastalarından İzole Edilen Bakteriyel Ajanların İmipenem Duyarlılıkları(Kocaeli Üniversitesi, 1997) Balıkçı, Erdener; Ayyıldız, M. Orhan; Tiftik, Naci; Şit, Dede; Mete, Ömer; Yazanel, Orhan?Hematoloji kliniğinde takip edilen nötropenik kanser hastalarından izole edilen çeşitli bakteriyel ajanların imipeneme duyarlılıkları araştırıldı. İzole edilen toplam 56 bakteriyel etkenin duyarlılık işlemleri agar-disk diffüzyon metoduyla gerçekleştirildi. Etkenlerin 16’sı E. Coli, 10’u Pseudomonas spp, 12’si Enterobacter spp, 5’i Proteus spp, 5’i Klebsiella, 8’i Stafilokok olarak tespit edildi. Bu etkenlerin imipeneme duyarlılıkları sırasıyla 16 E. Coli suşunun 13’ünde (%81,2), 10 Pseudomonas suşunun 8’inde (%80), 12 Enterobacter suşunun 10’unda (%83,3), 5 Proteus suşunun 4’ünde (%80), 5 Klebsiella suşunun 3’ünde (%60), 8 Stafilokok suşunun 6’sında (%75) olarak bulundu.Sonuç olarak imipenemin, nötropenik kanser hastalarındaki bakteriyel ajanlara karşı önemli oranda duyarlılığı olan bir antibakteriyel olduğu gözlendi.Öğe The Relationship Between Oxidative Stress and Osteoporosis in Chronic Dialysis Patients(Türk Nefroloji, Diyaliz ve Transplantasyon Hemşireleri Derneği, 2023) Kayabaşı, Hasan; Şit, Dede; Kadiroğlu, Ali Kemal; Yılmaz, Mehmet EminAim: End Stage Renal Disease (ESRD) patients are subjected to enhanced oxidative stress (OS), and osteoporosis (OP) is an important cause of morbidity in patients with ESRD. Although it is controversial, in many studies made in population without renal disease, OS is related to increased OP risk. In recent study we aimed to investigate the association between OS and OP in dialysis patients. Materials and methods: Sixty two patients on maintenance dialysis programme were included into the study. Total oxidant status (TOS), lipid hydroperoxides (LOOH), and total antioxidant capacity (TAC) and bone mineral density was measured. Demographic and biochemical parameters were recorded. Patients were divided as group 1: Hemodialysis and group 2: Peritoneal Dialysis and compared. Results: Twentynine of 62 patients were on HD and 33 were on PD. In Bone mineral density BMD T–scores while there was no statistically significant difference between two groups at femur neck, according to lumbar spine among HD patients T score was better then PD patients. Mean serum concentration of LOOH was 6.07±2.91 and 5.82±2.20 µmolH2O2Eq/L, TOS was 8.89±5.89 and 7.62±3.99 µmol H2O2Eq/L, and the TAC was 1.01±0.20 and 0.93±0.16 mmolTroloxEq/L in group 1 and in group 2 respectively. Among all patients there was a positive correlation between TAC and T score in FN. There was no correlation between TOS and T-scores. Conclusion: Although enhanced OS and reduced antioxidant capacity in dialysis patients we did not find any effect of OS on OP. This result may be due to low OP rate in our patients and this novel topic needs further large scale studies in dialysis population.