Yazar "Şimşek, Şeref" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 14 / 14
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe The association between depression and vitamin D and parathyroid hormone levels in adolescents(Mashhad University of Medical Sciences, 2016) Karabel, Müsemma; Şimşek, Şeref; Haspolat, Yusuf Kenan; Kelekçi, Selvi; Karabel, Duran; Tuncel, Tuba; Şen, Velat; Uluca, Ünal; Tan, İlhan; Şahin, CahitBackground: Depression, a challenging disorder, affects 1–6% of adolescents and early onset often predicts more serious manifestations in later life. Elevated Parathyroid hormone (PTH), parathormone levels have reported among adults with depression. In this study, the roles of 25(OH) D (vitamin D) and parathormone during adolescence, in which the frequency of depression is high, were studied. Materials and Methods: Patients who were followed-up jointly at both clinics and whose 25(OH) D and PTH levels were evaluated and questioned "Depression Scale for Children" for depression at the same time, were included in the study. Cases’ socio-demographic data, 25(OH) D and PTH levels and Depression Scale’ scores were recorded. Results: Depression was diagnosed in 35 (25.3%) of the 138 patients. No differences were found between vitamin D and parathormone in terms of age and gender in groups either with or without depression. Negative correlation was found between the vitamin D levels and depression score in the group with depression (r=-0.368; P=0.03). A significant and positive correlation was found between the PTH levels and depression score (r=0.399; P=0.018). A significant and negative correlation was found between 25(OH) D and PTH levels. Conclusion: Even if clinical depression is absent, the frequency of depressive symptoms is increased with decreased vitamin D levels and increased PTH levels, independent of other factors. The prevention of depression, specifically in adolescents, is important to decrease possible suicidal and homicidal thoughts that might arise during adulthood, and substance abuse. Maintaining vitamin D support during adolescence, as with the first year of life, is necessary for both the prevention and treatment of depression.Öğe Cinsel istismar mağdurlarında istismar süresi ve sıklığı ile travma belirtileri arasındaki ilişkinin incelenmesi(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2014) Şimşek, Şeref; Gençoğlan, SalihAmaç: Bu çalışmada istismar süresi, istismar sıklığı ve diğer sosyodemografik değişkenler ile travma belirtilerinin varlığı ve şiddeti arasında ilişkinin olup olmadığını araştırmayı amaçladık. Yöntemler: 2010 yılında Akdeniz Üniversitesi ÇERSH polikliniğine cinsel istismar nedeniyle başvuran 5-17 yaşları arasındaki 65 çocuk ve 65 anne değerlendirmeye alındı. Çocukların DSM IV’e göre tanısının ve eş tanıların belirlenmesi için Okul Çağı Çocukları için Duygulanım Bozuklukları ve Şizofreni Görüşme Çizelgesi Şimdi ve Yaşam Boyu Versiyonu (K-SADS-PL) uygulanmasının ardından Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) varlığının ve şiddetinin belirlenmesi için çocuk ve gençler için klinisyen tarafından uygulanan travma sonrası stres bozukluğu ölçeği” (TSSB-ÖÇE) uygulandı. Annelerde TSSB varlığının ve şiddetinin belirlenmesi için ise klinisyen tarafından uygulanan travma sonrası stres bozukluğu ölçeği” (TSSB-Ö)uygulandı. Bulgular: Mağdurların %84,6’sı (n=55) kız, %15,4’ü (n=10) ise erkekti. Hem istismar süresi hem de istismar sıklığı ile CAPS (TSSB-ÖÇE) B, C ve D puanları arasında anlamlı bir ilişki saptanmadı (P>0,05). Benzer şekilde istismar süresi ve istismar sıklığı ile annenin CAPS (TSSB-Ö) B, C ve D puanları arasında da anlamlı bir ilişki yoktu (P>0,05). Kızlarda, yaşın ve eğitim yılının CAPS (TSSB-ÖÇE) B, C ve D puanları ile pozitif korelasyonu vardı. İstismar yaşı düştükçe anne ve babanın eğitim yılı da düşüş göstermekteydi. Sonuçlar: Cinsel istismar sonrası ruhsal etkilenmede çoklu etmenlerin (bireysel, ailesel ve istismara ait) birlikte rol oynadığını düşünmekteyiz. Ebeveynlerin eğitim düzeyi hem istismar riski hem de çocukta istismar sonrası görülen ruhsal etkilenme ile ilişkili olabilir.Öğe Cinsel istismara uğramış çocuklarda ve ebeveynlerinde travma sonrası stres bozukluğu(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2011) Şimşek, Şeref; Fettahoğlu, E. Çığıl; Özatalay, EsinAmaç: Bu çalışmanın amacı cinsel istismara uğrayan çocuklarda ve ebeveynlerinde travma sonrası stres bozukluğu belirtilerinin yaygınlığını ve şiddetini araştırmaktır. Gereç ve yöntem: Cinsel istismar mağduru 36 çocuk ve ebeveyni araştırmanın çalışma grubunu oluşturdu. Kontrol grubunu ise il merkezindeki bir sağlık ocağına herhangi bir yakınma ile başvuran, cinsel travma öyküsü olmayan, sosyodemografik özellikleri benzeşen 54 çocuk ve ebeveyni alındı. Çocuklardaki ve ebeveynlerindeki Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) belirtileri Klinisyen Tarafından Uygulanan Travma Sonrası Stres Bozukluğu Ölçekleri ile değerlendirildi. Bulgular: Çalışma grubundaki çocukların %75’i, kontrol grubundaki çocukların %25’i en az bir psikiyatrik tanı aldı. Çalışma grubunda TSSB, depresyon ve anksiyete bozukluğu en sık konulan tanılardı. TSSB tanısı çalışma grubundaki çocuklarda ve babalarında %64, annelerinde %75; kontrol grubundaki çocuklarda ve babalarında %2, annelerinde %8 oranında saptandı. Sonuç: Cinsel istismar mağduru çocuklar ve ebeveynlerinde TSSB yaygın görülmektedir. Cinsel istismarı sonrası sadece çocuğun değerlendirilmesi yeterli değildir, ebeveynlerin de değerlendirilmeye alınması yararlı olacaktırÖğe Cinsel saldırı sonrası adli tıp bölümüne başvuran olguların beden ve ruh sağlıklarının değerlendirilmesi(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2014) Korkmaz, Mustafa; Uysal, Cem; Sivri, Süleyman; Bozkurt, İsmail; Bulut, Kasım; Şimşek, Şeref; Tıraşçı, Yaşar; Haspolat, Yusuf KenanAmaç: Bu çalışmada Beden ve Ruh Sağlığı Heyetimizce muayenesi yapılan cinsel saldırı mağdurların sosyodemografik ve adli psikiyatri yönünden değerlendirilmesi amaçlanmaktadır. Yöntemler: Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı Beden ve Ruh Sağlığı Heyetinde 2012-2014 yılları arasında muayene edilen olgular; yaş, cinsiyet, medeni durum, öğrenim durumu, mağdurun sanık ile ilişkisi, penetrasyon olup olmaması ve beden ruh sağlıklarının bozulup bozulmadığı yönünden retrospektif olarak değerlendirildi. Bulgular: Heyetimize başvuran 258 olgunun 196 tanesi kadın olup 62 tanesi erkekti. Maruz kalınan yaş aralığı 2 ila 50 yaş aralığında olup yaş ortalamalarının ise 13,1 ± 5,9 yıl olduğu saptanmıştır. Olguların 227’sinin (%88) 18 yaş ve altında olduğu, 31’nin (%12) 18 yaşından büyük olduğu belirlenmiştir. 48’inde vajinal, 61’inde anal penetrasyon, 11’inde oral, 11’inde oral+ anal penetrasyon, 2 vakada ise hem vajinal hem de oral penetrasyon iddiası vardı. Başvuran 258 vakadan 144 tanesinde ruh ve beden sağlığı bozulmadığı, 49 vakada ruh ve beden sağlığı bozulduğu tanısı konulmuş olup 65 vaka ise ön rapor verilerek takibe alınmıştır. Sonuç: Çalışmamız sonucunda ruh sağlığında bozulma ile cinsiyet, medeni durum, mağdurun eğitim durumu, yaş grubu ve sanık ile mağdur arasındaki yaş farkı arasında anlamlı bir ilişki bulunamamıştır. Dolayısıyla ruhsal açıdan cinsel saldırıdan erkeklerin kadınlar kadar, evlilerin bekarlar kadar, eğitimlilerin eğitimsizler kadar kötü etkilendiği anlaşılmıştır. Bunun yayında özellikle genital ve fizik muayene ile bulgu elde edilemeyen olgularda ruhsal değerlendirmenin de önemli olduğu açığa çıkmıştırÖğe Elevated levels of cortisol, brain-derived neurotropic factor and tissue plasminogen activator in male children with autism spectrum disorder(Wiley, 2021) Bozkurt, Hasan; Şimşek, Şeref; Şahin, Serkan; 0000-0002-5099-6833Several studies demonstrated biological effects of cortisol, brain-derived neurotrophic factor (BDNF) and tissue plasminogen activator (tPA) on human metabolism and central nervous system. Our study investigated the serum levels of tPA along with BDNF and cortisol in children with autism spectrum disorder (ASD). Thirty three male children with ASD ranging in age from 2 to 15 years were selected for the study group and 27 age-matched healthy male children were selected for the control group. The ASD severity was determined by the score on the Autism Behavior Checklist (ABC). The mean cortisol levels for the study group and the control group were 79.1 +/- 30.2 ng/ml and 60.0 +/- 25.1 ng/ml, respectively. The mean BDNF levels for the study group and the control group were 5.9 +/- 2.8 ng/ml and 3.7 +/- 1.8 ng/ml, respectively. The mean tPA levels for the study group and the control group were 32.9 +/- 18.5 ng/ml and 25.5 +/- 15.1 ng/ml, respectively. Cortisol, BDNF and tPA levels were significantly higher in the study group compared to the control group (p < 0.001). There was no statistically significant effect in terms of age, ABC total and subscale scores on serum cortisol, BDNF and tPA levels in the study group (p > 0.05). It may be suggested that elevations may indicate a role in the pathogenesis of ASD or it may be the case that ASD may alter the levels or pathways of these metabolic factors. Lay Summary The underlying mechanism or a specific metabolic target relevant to autism spectrum disorder (ASD) has not yet been identified. Cortisol, brain-derived neurotrophic factor (BDNF) and tissue plasminogen activator (tPA) have biological effects on neuroplasticity but little is known about the role of cortisol and tPA-BDNF pathway in ASD. In the present study focused on male children with ASD, we have found higher blood levels of cortisol, BDNF and tPA than their healthy peers. This is the first clinical study to evaluate the serum tPA levels along with BDNF and cortisol in ASD. The results suggest that several neurotrophic and other related markers should be born in mind while examining children with ASD.Öğe Elevated levels of tissue plasminogen activator and E-selectin in male children with autism spectrum disorder(Wiley-Blackwell, 2016) Şimşek, Şeref; Çetin, İhsan; Çim, Abdullah; Kaya, Savaș; 0000-0001-9568-5767Although the etiopathology of autism spectrum disorder (ASD) is not clear, immune dysfunction has been proposed as a mechanism for the pathophysiology of ASD. The purpose of this study is to examine serum levels of tissue plasminogen activator (t-PA) and some adhesion molecules in children with ASD that have not been investigated previously in detail. The study group included 35 male children aged from 2 to 9 diagnosed with ASD according to DSM-V criteria. Soluble platelet endothelial adhesion molecule-1 (sPECAM-1), P-selectin, E-selectin, and t-PA in the serum were determined with enzyme-linked immunosorbent assay. Autism behavior check list (ABC) is used for the assessment of ASD severity. The levels of t-PA (P=0.025) and E-selectin (P=0.007) was detected significantly higher in children with ASD than control group. Serum levels of sPECAM-1 showed statistically significant negative correlation with sensory, body and object-use, language, social, and self-help and total scores in the patient group (r=-0.349, P=0.04; r=-0.411, P=0.01; r=-0.412, P=0.01; r=-0.417, P=0.01, and r=-0.531, P<0.01, respectively). Serum levels of P-selectin levels showed statistically significant negative correlation with ABC total score in the patient group (r=-0.378, P=0.03). It may be suggested that t-PA, E-selectin, P-selectin, and sPECAM-1 a crucial role in inflammatory conditions in children with ASD. Autism Res2016, 9: 1241-1247. (c) 2016 International Society for Autism Research, Wiley Periodicals, Inc.Öğe A preliminary study on investigation of serum ?-synuclein and tau protein levels in children with attention deficit hyperactivity disorder(Springer India, 2017) Çetin, İhsan; Şimşek, ŞerefNeurodegenerative molecules play an important role in maintaining a supply for synaptic vesicles; and they are also likely to help regulate the dopamine release which is the primary mechanism of action in pharmacological treatments for attention deficit hyperactivity disorder (ADHD). It is suggested that there could be interactions between α-synuclein and tau in cytoskeletal disorganization and synaptic dystrophy. Therefore, we aim to determine the serum levels of neurodegenerative molecules such as α-synuclein and tau in children with ADHD. The study group consisted of 25 children, aged 6–10, diagnosed with ADHD according to DSM-IV criteria and who appeared at Dicle University, Faculty of Medicine, and Department of Child Psychiatry in Diyarbakır, Turkey. 25 children, having no psychiatric disorders and medical illnesses, were selected as healthy control group. Serum α-synuclein and tau concentrations were determined by Enzyme-Linked Immuno Sorbent Assay. The α-synuclein levels of ADHD were not significantly different than those of controls. The tau levels of ADHD were found to be statistically significantly higher than those of controls. Moreover, α-synuclein levels showed a statistically significantly positive correlation with tau levels in children with ADHD. The results of our preliminary study can suggest that ADHD might possibly share a common disease mechanism with other diseases in terms of tau pathology. Increased serum tau level may be an indication of disturbance of microtubule transportation in the brains of children with ADHD.Öğe Psikolojik danış malık ve rehberlik öğretmenlerinin dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu hakkındaki bilgi ve inançları(2015) Şimşek, Şeref; Yıldırım, Veli; Bostan, RecepAmaç: Psikolojik danış malık ve rehberlik (PDR) ö ğ retmenlerinin, dikkat eksikliğ i/ hiperaktivite bozukluğ u(DEHB) hakkındaki bilgi ve inançlar ının ö ğ renilmesi amaçlanm ış tır. Yöntem: PDR ö ğ retmenleri için, DEHB hakkında daha önce bu konuda yapılan çalış malar gözdengeçirilerek yar ı yapılandır ılm ış anket düzenlenmiş tir. DEHB konulu seminer öncesinde ö ğ retmenlere anketverilmiş tir. Anket içeriğ indeki sorular gruplar halinde olup istedikleri kadar ş ık iş aretleyebilecekleri sözelve yaz ılı olarak aç ıklanm ış tır.Sonuçlar: Gönüllü olan 192 ö ğ retmen anketi doldurmuş tur. Ö ğ retmenlerin ya ş ortalamas ı 28.03±4.99 vesorumlu olduğ u ö ğ renci ortalamas ı 985.22±840.62 olarak tespit edilmiş tir. Ö ğ retmenlerin 92si (%48.2)kadın, 99u (%51.8) erkektir. Ö ğ retmenlerin yakla ş ık olarak yarıs ı (%52.4) DEHB s ıklığ ının %3-9 aras ındaolduğ unu belirtmektedir. Ö ğ retmenlerin 60 ı (%31.4) bulgular ın tamamen düzeldiğ ini, 31i (%16.2)bulgular ın aynen devam ettiğ ini ve 10u ise (%5.2) gittikçe kötüle ş tiğ ini belirtmektedir. Ö ğ retmenlerinyakla ş ık olarak üçte ikisi (%62.8) DEHBnin genetik geçiş li bir hastalık olduğ unu bildirmektedir.Ö ğ retmenlerin 113ü (%59.2) birleş ik tip, 58i (%30.4) hareketlilik ve dürtüselliğ in önde geldiğ i alt tipi,36s ı (%18.8) dikkatsizliğ in önde geldiğ i alt tipi olduğ unu belirtmektedir. Ö ğ retmenlerin 86s ı (%45) herzekâ düzeyi çocukta DEHB görülebilece ğ ini, 61i (%31.9) ise normal düzeyde zekâya sahip çocuktagörülebilece ğ ini vurgulam ış tır. Tart ış ma: Bir PDR ö ğ retmeni ba ş ına düş en ortalama ö ğ renci say ıs ı oldukça yüksek olmas ına ra ğ menpsikiyatrik ilaç kullanan ö ğ renci say ıs ının az bildirilmiş olmas ı dikkat çekmektedir. Ayrıca DEHBnintedavisi, çocuğ un zeka düzeyi vb bazı konularda PDR ö ğ retmenlerinin bilimsel bulgularla çeliş en bilgi veinançlara sahip olduklar ı tespit edilmiş tir. Bu sebeple çocuk ve ergen psikiyatri uzmanının PDRö ğ retmenleriyle dönemsel olarak bir araya gelmesi, yanlış bilgi ve inançlar ın düzelmesinde faydasa ğ layacaktır.Öğe Psikolojik danışmanlık ve rehberlik öğretmenlerinin dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu hakkındaki bilgi ve inançları(Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2015) Şimşek, Şeref; Yıldırım, Veli; Bostan, RecepAmaç: Psikolojik danış malık ve rehberlik (PDR) ö ğ retmenlerinin, dikkat eksikliğ i/ hiperaktivite bozukluğ u(DEHB) hakkındaki bilgi ve inançlar ının ö ğ renilmesi amaçlanm ış tır. Yöntem: PDR ö ğ retmenleri için, DEHB hakkında daha önce bu konuda yapılan çalış malar gözdengeçirilerek yar ı yapılandır ılm ış anket düzenlenmiş tir. DEHB konulu seminer öncesinde ö ğ retmenlere anketverilmiş tir. Anket içeriğ indeki sorular gruplar halinde olup istedikleri kadar ş ık iş aretleyebilecekleri sözelve yaz ılı olarak aç ıklanm ış tır.Sonuçlar: Gönüllü olan 192 ö ğ retmen anketi doldurmuş tur. Ö ğ retmenlerin ya ş ortalamas ı 28.03±4.99 vesorumlu olduğ u ö ğ renci ortalamas ı 985.22±840.62 olarak tespit edilmiş tir. Ö ğ retmenlerin 92si (%48.2)kadın, 99u (%51.8) erkektir. Ö ğ retmenlerin yakla ş ık olarak yarıs ı (%52.4) DEHB s ıklığ ının %3-9 aras ındaolduğ unu belirtmektedir. Ö ğ retmenlerin 60 ı (%31.4) bulgular ın tamamen düzeldiğ ini, 31i (%16.2)bulgular ın aynen devam ettiğ ini ve 10u ise (%5.2) gittikçe kötüle ş tiğ ini belirtmektedir. Ö ğ retmenlerinyakla ş ık olarak üçte ikisi (%62.8) DEHBnin genetik geçiş li bir hastalık olduğ unu bildirmektedir.Ö ğ retmenlerin 113ü (%59.2) birleş ik tip, 58i (%30.4) hareketlilik ve dürtüselliğ in önde geldiğ i alt tipi,36s ı (%18.8) dikkatsizliğ in önde geldiğ i alt tipi olduğ unu belirtmektedir. Ö ğ retmenlerin 86s ı (%45) herzekâ düzeyi çocukta DEHB görülebilece ğ ini, 61i (%31.9) ise normal düzeyde zekâya sahip çocuktagörülebilece ğ ini vurgulam ış tır. Tart ış ma: Bir PDR ö ğ retmeni ba ş ına düş en ortalama ö ğ renci say ıs ı oldukça yüksek olmas ına ra ğ menpsikiyatrik ilaç kullanan ö ğ renci say ıs ının az bildirilmiş olmas ı dikkat çekmektedir. Ayrıca DEHBnintedavisi, çocuğ un zeka düzeyi vb bazı konularda PDR ö ğ retmenlerinin bilimsel bulgularla çeliş en bilgi veinançlara sahip olduklar ı tespit edilmiş tir. Bu sebeple çocuk ve ergen psikiyatri uzmanının PDRö ğ retmenleriyle dönemsel olarak bir araya gelmesi, yanlış bilgi ve inançlar ın düzelmesinde fayda sağlayacaktır.Öğe A psychological autopsy of a patient who was deceased due to medical complications associated with anorexia nervosa: A case report(Modestum Publishing Ltd., 2015) Şimşek, Şeref; Yüksel, Tuğba; Aktaş, Hüseyin; Demir, SüleymanAnoreksiya nervoza (AN), kişinin fiziksel bütünlüğünü tehdit edecek şekilde yememe ve kilo vermeye çalışma ile karakterize olan bir yeme bozukluğudur. Anoreksiya nervozada, mortalite riskinin arttığı iyi bilinmektedir. Anoreksiya nervozada ölümler medikal komplikasyonlar ve/veya intihar neticesinde olmaktadır. Bununla beraber, hastalığın seyri boyunca ölüm riskinin zamanlaması belirsizdir. Anoreksiya nervozada mortalite için bazı prediktörler tanımlanmıştır. Bu çalışmada, AN'ya bağlı medikal komplikasyonlar nedeniyle ölen 15 yaşında kız olgunun sunulması planlanmıştır.Öğe Quality of Life, Alexithymia, Anxiety and Depression Symptoms among Mothers of Children with Atopic(2016) Gürkan, M. Fuat; Yüksel, Tuğba; Şimşek, Şeref; Tuncel, Tuba; Cetemen, AyşenAtopik dermatit tanılı çocukların anneleri arasında yaşam kalitesi, aleksitimi, depresyon ve anksiyete belirtileri Amaç: AD tanısı alan çocukların annelerinin hayatlarının birçok aşamasının etkilendiği düşünülmektedir. Bu çalışmanın amacı, atopik dermatit (AD) tanısı alan çocukların anneleri ile sağlıklı çocuğa sahip annelerin yaşam kalitesi, anksiyete, depresyon ve aleksitimi düzeyleri arasında fark olup olmadığını araştırmaktır. Yöntem: Çalışmaya Haziran 2012-Temmuz 2013 tarihleri arasında atopik dermatit tanısı alan 34 çocuk annesi ile 35 sağlıklı çocuk annesi katıldı. Araştırmada yaşam kalitesini değerlendirmek için Kısa Form 36 (SF-36) Sağlık Taraması, aleksitimi düzeyi için Toronto Aleksitimi Ölçeği, anksiyete düzeyi için Durumluk ve Sürekli Kaygı Envanteri ve depresyon düzeyini ölçmek için Beck Depresyon Ölçeği kullanıldı. Bulgular: Hasta ve kontrol grupları arasında yaşam kalitesi, anksiyete, depresyon ve aleksitimi açısından anlamlı farklılık saptanmadı (p>0.05). Ayrıca, hastalığın şiddeti ile ölçek puanları arasında gruplar arasında anlamlı farklılık saptanmadı (p>0.05). Sonuç: Hastalığın erken evresinde annenin ruh sağlığının etkilenmediği ileri sürülebilir. Hastalığın ilerleyen dönemlerinde psikolojik etkilenme söz konusu olabilir. Bu nedenle uzun süreli takip çalışmasına gerek duyulmaktadırÖğe Self-esteem and psychopathology in the children with Type 1 diabetes(2014) Fettahoğlu, Emine Çığıl; Şimşek, Şeref; Bircan, İffet; Uzun, Ayla; Durmaz, ErdemAmaç. Bu çalışmada Tip 1 Diyabetes Mellituslu (Tip 1 DM) çocuklarda psikiyatrik sorunlar vebenlik saygısının değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Yöntem. Çalışmaya Tip 1 DM tanılı 8-12 yaşarasında 52 gönüllü çocuk ile sağlıklı gönüllülerden oluşan, hasta grubuyla yaş ve cinsiyetaçısından eşleştirilmiş psikiyatrik hastalığı olan grup (PG) (n=28) ve sağlıklı kontroller (SK)(n=26) alındı. Sosyodemografik veriler standart sosyodemografik veri toplama formu ile eldeedildi. Çocuklara yarı yapılandırılmış tanı görüşmesi (K-SADS-PL), Piers-Harris Çocuklarda Öz- Kavramı Ölçeği (PHÖKÖ), Rosenberg Benlik Saygısı Ölçeği (RBSÖ) uygulandı. Bulgular. DMliçocukların %59,6sında (n=31) en az bir psikiyatrik bozukluğun olduğu saptandı. Diabetik gruptapsikiyatrik bozukluğu olanların HbA1C düzeylerinin olmayanlardan daha yüksek (p=0,024)olduğu görüldü. Psikiyatrik bozukluk grubundaki çocukların benlik saygılarının hem sağlıklıyaşıtlarından (p=0,00) hem de DMlilerden (p=0,005) daha düşük olduğu saptandı. Çocukların özkavramlarına bakıldığında ise gruplar arasında farklılık olduğu (p=0,02) ve bunun DMliçocukların sağlıklı yaşıtlarına göre özkavramlarının daha olumsuz olmasına bağlı olduğu görüldü(p=0,04). DMli çocuklarda kişilerarası ilişki sorunlarının daha yaygın alanlarda görüldüğübulunmuştur. Sonuç. Tip I DMli çocukların öz kavramlarının sağlıklı çocuklardan daha olumsuzolduğu, kişilerarası ilişki sorunlarının daha yaygın alanlarda görüldüğü ve psikiyatrik bir hastalıkvarlığında HbA1C düzeyini de arttığı görülmektedir. Bu sonuçlar diyabetli çocukların takiplerisırasında psikiyatrik değerlendirmenin yapılmasının gerekli olduğunu, böylece olasıpsikopatolojilerin tanınarak tedavisi edilmesi ve ileride gelişebilecek olası komplikasyonlarınönlenebileceğini düşündürmektedir.Öğe Serum cytokine profiles of children with obsessive-compulsive disorder shows the evidence of autoimmunity(Oxford University Press, 2016) Şimşek, Şeref; Yüksel, Tuǧba; Çim, Abdullah; Kaya, SavaşBackground: Previous reports have described an association between autoimmunity and primary obsessive compulsive disorder. This study aimed to investigate any differences in the levels of T helper 1, 2, and 17 effector cell cytokines between obsessive compulsive disorder patients and the control group. Methods: The study included 34 children (23 males, 11 females), aged between 7 and 17 years, with a diagnosis of obsessive compulsive disorder prior to receiving treatment. The control group consisted of age- and gender-matched children. Study participants were assessed using the Kiddie Schedule for Affective Disorders and Schizophrenia, Present and Lifetime version, Children's Yale Brown Obsession Compulsion Scale, and Children's Depression Inventory. Cytokine serum concentrations were measured using the BD Cytometric Bead Array Human Th1/Th2/Th17 Cytokine Kit. Results: Interleukin-17A, tumor necrosis factor-α, and interleukin-2 levels were significantly higher in obsessive compulsive disorder patients, However, there was no correlation between T helper 1 and 17 cytokine profiles in the obsessive compulsive disorder group. The duration and severity of obsessive compulsive disorder symptoms were not significantly associated with interleukin-17A, interferon-gamma-γ, interleukin-10, interleukin-6, interleukin-4, and interleukin-2 levels. Interestingly, a negative correlation was found between tumor necrosis factor-α levels and Clinical Global Impression scores. Conclusions: These findings suggest, in some cases, obsessive compulsive disorder may develop on a background of autoimmunity, and interleukin-2, tumor necrosis factor-α, and interleukin-17A may play a role in these autoimmune processes. Therefore, we believe it is important to investigate for obsessive compulsive disorder symptoms in patients with autoimmune disease and, conversely, autoimmune diseases in obsessive compulsive disorder patients.Öğe Türkiye'nin iki farklı coğrafik bölgesinde yaşayan cinsel istismar mağdurların sosyodemografik ve istismara ait özelliklerin karşılaştırılması(2014) Bez, Yasin; Şimşek, Şeref; Gencoğlan, Salih; Uysal, CemAmaç: Bu araştırmada Antalya ve Diyarbakır üniversite hastanelerine başvuran cinsel istismar mağduru çocukların sosyodemografik ve istismara ait verilerinin karşılaştırılması amaçlanmıştır.Yöntem: Akdeniz Üniversitesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları (ÇERSH) polikliniğine 2010 yılı içerisinde başvuran, 4-17 yaş aralığında 172 çocuk ve Dicle Üniversitesi ÇERSH polikliniğine 2012 yılı içerisinde başvuran, 4-17 yaş aralığında 167 çocuk çalışmaya alınmıştır. Olguların sosyodemografik ve istismara ait verileri hasta dosyalarının geriye dönük taranması ile elde edilmiştir.Bulgular: Diyarbakır grubunda çocuğun eğitim yılı, annenin eğitim yılı ve babanın eğitim yılı anlamlı oranda düşük iken kardeş sayısı ortalaması anlamlı oranda yüksekti. Diyarbakır grubunda erkek mağdur oranı anlamlı derecede yüksekti. Anne babanın sağ ve beraber olduğu aile yapısı Diyarbakır grubunda anlamlı oranda yüksekti. Penetrasyon varlığı ve istismarcıya yakınlık açısından gruplar arasında fark saptanmadı. Sonuç: Bu çalışma ile Türkiye'nin sosyokültürel, ekonomik ve etnik bakımdan farklılıklar gösteren iki bölgesi (Akdeniz ve güneydoğu Anadolu) arasındaki cinsel istismar mağdurlarının özellikleri araştırılmıştır. Bu çalışma bize Türkiye'de bölgeler arasında cinsel istismarın sosyodemografik ve istismara ait özelliklerinin bir kısmının farklı olduğu göstermiştir. Cinsel istismarı önleme çalışmalarının bu bulguların ışığında tekrar yapılandırılması gerektiği kanaatindeyiz. Örneğin, Güneydoğu Anadolu'da çocuk işçiliğinin önlenmesi, bireylerin okuryazarlık oranlarının arttırılması ve aile planlaması uygulamalarının yaygınlaştırılması öncelikli hedefler olmalıdır.