Yazar "Yakut, Mustafa" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 6 / 6
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Fibrolameller hepatosellüler kanser ve gebelik ilişkisi: Olgu sunumu(2010) Yakut, Mustafa; Yalçın, Kendal; Uçmak, Feyzullah; Beştaş, RemziFibrolameller hepatosellüler kanser, hepatosellüler kanserin nadir görülen bir varyantıdır. Altta yatan sirotik zeminin bulunmaması, farklı klinik tablo ve nispeten daha iyi seyir ile hepatosellüler kanserden ayrılmaktadır. Fibrolameller hepatosellüler kanserin gebelikle birlikteliği veya ilişkisi ile ilgili sınırlı bilgi mevcuttur. Bu olgu sunumunda, kliniğimize karın ağrısı ve kilo kaybı şikayetleri ile başvuran ve yakın zamanda gebelik öyküsü olan 30 yaşında bir kadın hasta tartışılmıştır. Hastamızda gebeliğinin altıncı haftasında vajinal kanaması başlamış ve yapılan medikal tedaviye rağmen kanaması kontrol altına alınamayan hastanın gebeliği sonlandırılmış. Yaklaşık bir ay sonra kliniğimize başvuran hastanın, yapılan fizik muayenesinde hepatomegali dışında pozitif bulgu saptanmadı. Laboratuar incelemelerinde, hepatit B ve C virüs infeksiyonuna ait viral markırlar negatif idi. Belirgin serum LDH yüksekliği ve hafif düzeyde aminotransferaz yüksekliği dışında diğer biyokimyasal bulgular ve alfa feto protein düzeyleri normal sınırlarda idi. Hastanın batın tomografisinde karaciğerde büyüme ve sağ lob posteriyorda 8x9 cm boyutlarında kitle mevcuttu. Yapılan karaciğer biyopsi bulguları fibrolameller hepatosellüler kanser ile uyumlu idi. Tekrarlanan tomografik incelemede kitlede hızlı büyüme, sol lobda da kitle saptanması ve bölgesel lenf nodu metastazı olması nedeni ile hasta inoperabl kabul edilerek kemoterapi başlanması düşünüldü. Ancak hasta kemoterapiyi kabul etmeyince palyatif tedavi uygulandı ve takibe alındı. Sonuç olarak, bu vaka ile gebe bir kadında karaciğerde kitle ve/veya vajinal kanama saptandığında fibrolameller hepatosellüler kanser tanısının da göz önünde bulundurulması gerektiği, fibrolameller hepatosellüler kanserinin gebelik seyri üzerine olumsuz etkilerinin olabileceği ve gebelikte fibrolameller hepatosellüler kanserin hızlı bir seyir izleyebileceği vurgulanmıştırÖğe Koroner arter hastalarında öncelikle hiperhomosistein olmak üzere risk faktörlerinin araştırılması(2016) Yakut, Mustafa; Ayyıldız, OrhanKoroner ateroskleroz hayatın erken evrelerinde başlar. Düz kas hücre proliferasyonu, matriks sentezindeki artış ve lipid depolanması koroner damarlarda daralmaya neden olur. Koroner damarlardaki daralma ve fibrozis bölgelerindeki plakların yüzeyindeki erozyon veya yırtılma , stabil angina pektoris veya akut koroner sendrom adı verilen ve hayatı tehdid eden klinik tablolara neden olur. Öncelikle hiperhomosisteinemi olmak üzere, koroner arter hastalığında risk faktörlerini araştırdığımız çalışmamızda; hasta grubumuzda hiperhomosisteinemi, sigara kullanım öyküsü, yüksek C RP d üzeyi, düşük HDL düzeyi, aile öyküsü mevcudiyeti , HT mevcudiyeti , BMI> 27 ve düşük protein C - protein S düzeylerini kontrol grubuna göre istatiksel olarak anlamlı saptadık. Hiperhomosisteinemi genel populasyonda %5, semptomatik aterosklerotik hastalığı olanlarda % 13-47 sıklığındadır. Homosistein düzeyi 12.2 mikromol/L nin üstünde olan bireylerde KAH riski 2.6 kat daha fazla bulunmuştur. Normal açlık plazma total homosistein seviyesi 5-15 mikromol /L dir. Plazma homosistein değeri 15-30 mikromol/ L modarate 31-lOOmikromol/L intermedia , >100 mikromol /L ise yüksek hiperhomosisteinemi olarak değerlendirilir. Son dönemde yapılan çalışmalarda, hiperhomosisteineminin koroner arter hastalığı için bağımsız risk faktörü olduğu gösterilmiştir. Homosistein, endotel disfonksiyonu ve koagulasyon-fibrinolizis mekanizmasında bozukluk yaparak ateroskleroza zemin hazırlar. Homosistein direk veya indirekt olarak ölçülebilir. HPLC homosistein ölçümünde en sık olarak kullanılan yöntemdir. B asit, hızlı, güvenilir ve ucuz olan immunoassay HPLC yerine kullanılmaya geçilmiştir. Homosistein en çok HPLC ve immunoassay yöntemleri ile ölçülür.HPLC yaygm olarak kullanılmakla birlikte pahalıdır. Biz çalışmamızda total homosistein seviyesi, immunoassay yöntemi ile İMMULİTE Homocysteine analyzer (PILKHO-5 , 2002-06-19) cihazı ile ölçüldü. Bizim çalışmamızda yüksek homosistein düzeyi ile koroner arter hastalığı arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki saptandı (x2^ 7,936 , p = 0,019). KAH grubunda plazma homosistein seviyesinde yükseklik kontrol grubuna göre 2,34 kat daha fazlaydı.(OR=2,34).Plazma homosistein düzeyi hasta gurubunda 13,4 ± 8,0 mikromol/ L kontrol grubunda homosistein düzeyi 12,8 ±7,1 mikromol /L olarak saptandı. Düşük folat, B6 vitamini ve B12 vitamini eksikliğinde hiperhomosisteinemi riski artmştır.Folik asit, B6 ve B12 vitaminleri beraber multivitamin takviyesi ile homosistein seviyesinde düşme saptandı. 70 Çalışmamızda kontrol grubunda % 33,8, koroner arter hastalığı bulunan grupta % 66,3 oranında sigara içicilik oram tespit edildi. (%2 = 14,076, p < 0,05).Koroner arter hastalığı bulunan grupta, CRP yüksekliği % 57,6 , kontrol grubunda % 42,4 olarak saptandı. (X2 = 10,7 , p <0,05) International Atherosclerosis Project çalışmasında, hipertansif bireylerde normotansiflere göre çok daha fazla koroner ve aort aterosklerozu saptanmıştır. Çalışmamızda koroner arter hastalığı bulunan grupta % 50 oranında, kontrol grubunda % 10 oranında hipertansiyon tespit edildi.(x2 = 38,7 , p < 0,05) Birçok epidemiyolojik çalışmada, düşük HDL'nin KAH insidansı açısından kuvvetli ve bağımsız bir prediktör olduğu belirlenmiştir. Çalışmamızda koroner arter hastalığı bulunan grupta HDL düşüklüğü % 68,1 , kontrol grubunda HDL düşüklüğü % 31,9 olarak bulundu. (X2 = 19,713 , p < 0,05).Çalışmamızda KAH bulunan grupta % 80 hastada , kontrol grubunda % 20 oranında BMI > 27 olarak saptandı .(%2 = 8,037, p = 0,008). Koroner arter hastalığı olan grupta %15, kontrol grupta %5 oranında aile öyküsü anemnezi vardı.(%2 =5,7 , p=0,017) Protein C ve protein S eksikliği ile alt ekstremite derin ven trombozu riskinin artışı arasında önemli bir ilişkinin varlığı saptanmıştır. Buna karşın, protein C ve S eksikliğinin arteryel tromboz arasındaki ilişkisi açık değildir. Çalışmamızda KAH grubunda, kontrol grubuna göre Protein S (x2= 6,32, p= 0,42) ve protein C değerleri (%2= 6,32, p = 113,5) düşüklüğü oram daha fazla olarak bulundu.Öğe Multisentrik plazma hücreli tip Castleman hastalığı: Bir olgu sunumu(2003) Yakut, Mustafa; Çelik, Metin; Ayyıldız, Orhan; Işıkdoğan, AbdurrahmanCastleman hastalığı dev lenf nodu hiperplazisi veya anjiofolliküler lenf nodu hiperplazisi olarak ta bilinmektedir. Histopatolojik olarak hiyalen vasküler tip (%80) ve plazma hücreli tip (%20) olarak ikiye ayrılır. Plazma hücreli tip genellikle sistemik semptomlarla seyreder. Lokalize veya multisentrik form şeklinde ortaya çıkabilir. 19 yaşında Erkek hasta 3 aydan beri devam eden halsizlik, göğüs ağrısı ve kilo kaybı şikayetleriyle kliniğimize başvurdu. Anemi, hepatosplenomegali, sağ supraklaviküler lenfadenopati (LAP) saptandı. Hb:8 gr/dl, sedimantasyon 86 mm/h, hipoalbüminemi, poliklonal hipergamaglobulinemisi mevcuttu. Akciğer grafisi ve Toraks bilgisayarlı tomografisinde (BT) sağ mediastinal kitle tespit edildi. Histopatolojisinde plazma hücreli tip Castleman hastalığı tanısı kondu. Bu olguda oldukça nadir görülmesi ve LAP ayırıcı tanısında önem arz etmesi nedeniyle multisentrik Castleman hastalığı tartışılacaktır.Öğe The prevalence of hepatitis delta virus infection in acute and chronic liver diseases in Turkey: An analysis of clinical studies(2006) Yalçın, Kendal; Değertekin, Halil; Yakut, MustafaAmaç: Bu çalışmada Türkiye'de hepatit D virusu infeksiyonunun önemi araştırılmış, çeşitli karaciğer hastalıklarındaki anti- hepatit D virusu seroprevalansı çalışmaları gözden geçirilmiş, genel ve bölgesel sonuçlar değerlendirilmiştir. Yöntem: Ülkemizde 1980'lerden günümüze kadar anti-hepatit D virusu pozitifliği aranan 2182 akut viral hepatit, 6613 inaktif HbsAg taşıyıcısı, 5961 kronik B hepatiti, 1264 karaciğer sirozu ve 748 hepatoselüler karsinoma vakası retrospektif olarak incelendi. Tetkiklerde ELİSA yöntemi kullanıldı. Sonuçlar istatistiksel yöntemlerle değerlendirildi. Bulgular: Anti-hepatit D virusu, akut viral hepatitte %3, akut B hepatitinde %8.1'di. ABH'de anti hepatit D virusu, Diyarbakır'da Ankara ve İstanbul'a göre anlamlı yüksek bulundu (p<0.001). İnaktif HBsAg taşıyıcıları nda anti-hepatit D virusu %4.9'du. Pozitifliğin 1980'den 2005'e anlamlı azaldığı izlendi (%4.1 ve %2.9, p<0.001). Antihepatit D virusu pozitifliği 5961 kronik B hepatitlilerde %20, 1264 karaciğer sirozluda % 32.52'di. Pozitiflik İstanbul ve İzmir yörelerinde, Diyarbakır ve Van yöresine göre anlamlı şekilde düşüktü (p<0.001). Ancak tüm bölgelerde anti-hepatit D virusunun 20 yılda azaldığı, oranların kronik B hepatitte %31'den %11'e, karaciğer sirozu da %43.3 ten %24'e indiği saptandı (p<0.001). Hepatoselüler karsinomalılarda anti-hepatit D virusu %23 bulundu. Bu oranın İstanbul ve İzmir'de Diyarbakır ve Elazığ'a göre anlamlı düşük olduğu görüldü (p<0.0001). Sonuç: Hepatit D virusu infeksiyonu ülkemizde özellikle Doğu ve Güneydoğu'da ciddi bir sorundur. Son yıllarda ülke genelinde hepatit D virusu infeksiyonu azalmaktadır, ancak hala ciddi oranlarda pozitiflik devam etmektedir.Öğe Seropositivity for delta hepatitis in patients with chronic hepatitis B and liver cirrhosis in Turkey(Wiley, 2008) Degertekin, Halil; Yalcin, Kendal; Yakut, Mustafa; Yurdaydin, CihanBackground: Recent reports suggest a decline of delta hepatitis (DH) in the West as well as in the Far East. Aim: To study the DH seroepidemiology in Turkey. Methods: Statistical power analysis was utilized based on data available in a recent article using prevalence figure estimates. Binominal distribution was applied in order to assess the number of samples required to estimate the prevalence with a given precision. Results: Out of 62 studies in the original study, 32 were eliminated because of insufficient power. A total of 6734 patients (5231 with chronic hepatitis and 1503 with cirrhosis) were analysed. Anti-HDV seropositivity among patients with chronic hepatitis B (CHB) and hepatitis B-induced cirrhosis was lowest in the west of the country and highest in the southeast (5 vs. 27%, P < 0.0001 and 20 vs. 46%, P < 0.0001) respectively. Compared with data obtained before 1995, after 1995, DH prevalence in patients with CHB and cirrhosis decreased from 29 to 12% (P < 0.0001) and from 38 to 27% (P=0.03) in central and southeast Turkey and from 38 to 20% (P < 0.0001) and from 66 to 46% (P < 0.002) in west and southeast Turkey respectively. Conclusion: Despite the decrease of its prevalence in Turkey, DH remains a significant health problem in parts of the country with low socio-economic level.Öğe Sistemik kemoterapi sonrası uzun dönemli remisyonla seyreden intestinal MALT lenfoma: Olgu sunumu(2010) Yalçın, Kendal; Urakçı, Zuhat; Kılınç, Nihal; Yakut, MustafaMALT lenfoma çeşitli organlarda ortaya çıkan ekstranodal lenfomanın bir türüdür. MALT lenfoma özellikle düşük grade olanlar cerrahi rezeksiyon, radyoterapi ve kemoterapi sonrası sıklıkla nüks etme eğilimindedir. Bu olgu sunumunda sistemik kemoterapi sonrası uzun dönemli remisyonla seyreden intestinal MALT lenfoma olgusu sunulmuştur. 27 yaşında erkek hasta kliniğimize karın ağrısı, kilo kaybı ve ateş şikayetleri ile başvurdu. Yapılan fizik muayenesinde batında tüm kadranlarda hassasiyeti mevcuttu. Endoskopik incelemede ise duodenumda nodüler görünüm mevcuttu. Batın tomografisinde sol hipokondriumda barsak duvar kalınlaşması mevcuttu ve çok sayıda mezenterik lenfadenopatisi vardı. Duodenum biyopsisinde lamina propriayı infiltre eden sentrosit benzeri hücreler mevcuttu. B hücre yüzey belirteçlerinden CD20 pozitif saptandı. Helikobakter pylori negatifti. Hastaya düşük dereceli MALT lenfoma tanısı konuldu. 6 kür CHOP kemoterapisi sonrası 4. yılda hastada klinik, endoskopik, histolojik ve radyolojik remisyon hali mevcuttu. Sonuç olarak düşük grade MALT lenfomada lokalize hastalıkta ilk tedavi seçeneği cerrahi olmasına rağmen sadece CHOP kemoterapisi ile bazı vakalarda uzun süreli remisyon sağlamak mümkün olabilir