Yazar "Uzar, Ertuğrul" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 15 / 15
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Behçet hastalığına bağlı psödotümör serebride kraniyal manyetik rezonans görüntülemesinde optik sinir kılıfında sıvı artışı(2011) Tamam, Yusuf; Uzar, Ertuğrul; Ekici, Faysal; Şahin, Alparslan; Açar, Abdullah; Taşdemir, NebahatPsödotümör serebri Behçet hastalığında ender görülen bir durumdur. Optik sinir kılıfında genişleme ve optik sinir etrafında subaraknoid aralıkta sıvı artışı, psödotümör serebrili hastalarda nadir gözlenen manyetik rezonans (MR) bulgularıdır. Bildiğimiz kadarıyla Behçet hastalığına bağlı psödotümör serebride bu bulgular literatürde bildirilmemiştir. Bu tür olgularda lumboperitoneal şant cerrahisi medikal tedaviye yanıt alınamadığında ve görme semptomları varlığında uygulanabilmektedir. Bu yazıda, ilgili radyolojik ve klinik bulgular tartışıldı ve tedavi yöntemleri kısaca gözden geçirilmiştir.Öğe Deneysel serebral iskemi/reperfüzyon hasarında kafeik asit fenetil esterin koruyucu etkisi(Turkish Neurological Society, 2020) Uzar, Ertuğrul; Acar, Abdullah; Fırat, Uğur; Evliyaoğlu, Osman; Alp, Harun; Tüfek, Adnan; Yavuz, Celal; Demirtaş, Sinan; Taşdemir, NebahatÖz:Serebral iskemi/reperfüzyon (İ/R) oksidatif stresle ilişkili olduğu için, serbest oksijen radikallerinin üretiminin düzenlenmesi serebral İ/R tedavisinde yeni yaklaşımlara neden olabilir. Kafeik asit fenetil ester (CAPE)’in nöroprotektif, antioksidan, antiinflamatuvar ve antiapopitotik olduğu gösterilmiştir. Bu çalışmanın amacı; serebral İ/R hasarında CAPE’nin koruyucu etkisi olup olmadığı ve toplam oksidan ve antioksidan durum üzerinde olası etkisinin araştırılmasıdır. YÖNTEMLER: Kontrol grubu, İ/R grubu ve İ/R + CAPE grubu olarak toplam 30 sıçan rastgele olarak üç gruba ayrıldı. Deney işlemlerinden sonra elde edilen beyin dokularında total oksidan durum (TOS), total antioksidan durum (TAS) ve oksidatif stres indeksi (OSİ) seviyeleri ölçüldü ve histopatolojik olarak hücresel yapılar değerlendirildi. BULGULAR: Beyin dokusunda İ/R grubunda TOS ve OSİ seviyeleri kontrole göre belirgin olarak yüksek (p= 0.023, p= 0.001) ve TAS düzeyi kontrole göre düşük bulundu (p= 0.001). CAPE tedavisi İ/R nedeniyle oluşabilecek TOS ve OSİ yükselmelerini önledi (sırayla; p= 0.041, p= 0.001). İ/R + CAPE grubunda TAS seviyesi İ/R grubuna göre daha yüksek bulundu (p= 0.002). İ/R grubu beyin kesitlerinde inflamasyon, vasküler konjesyon ve nekrozu içeren serebral İ/R hasarı gösterildi. Bu histopatolojik serebral hasar bulguları İ/R + CAPE grubunda İ/R grubuna göre belirgin olarak daha hafifti (her bir parametre için p< 0.05). SONUÇ: Bu çalışmada serebral İ/R patogenezinde oksidatif stresin önemli bir rolü olduğu görülmüş olup, histopatolojik ve biyokimyasal incelemelerle sıçanlarda CAPE tedavisinin İ/R hasarını belirgin düzeyde azalttığı gözlendi.Öğe İleri Yaşta Gelişen Ramsay Hunt Sendromu; Olgu Sunumu(2013) Tay, Arzu; Tamam, Yusuf; Uzar, ErtuğrulRamsay Hunt Sendromu (RHS), fasyal sinir tutulumuna kulak çevresi ve/veya orofarenkste herpetik erüpsiyonların eşlik ettiği bir sendromdur. Fasyal paralizi geç ve sekelli düzelir. 90 yaşında erkek hasta başının sol yarısında saçlı deri, sol kulak aurikulası, çene ve boynu içine alan ağrı akabinde ortaya çıkan veziküller lezyonlar nedeniyle kliniğe kabul edildi. Öykü, klinik, ve laboratur verileri ışığında RHS olarak tanınan olguya intravenöz asiklovir ve steroid sağaltımı uygulandı. Fasyal paralizinin tedaviye kısa sürede ve tam cevap verdiği gözlendi.Öğe İntraserebral kanamalı hastalarda serum fibroblast büyüme faktörü düzeyleri(2011) Ölmez, Cüneyt; Evliyaoğlu, Osman; Uzar, Ertuğrul; Arıkanoğlu, Adalet; Çevik, Mehmet Uğur; Yücel, Yavuz; Açar, AbdullahAmaç: İntraserebral kanama inmenin en ölümcül alt tiplerinden birisidir. Beyinde bazik fibroblast büyüme faktörünün (bFGF) anjiogenik, nörotropik ve damar genişletici özellikleri nedeniyle çok sayıda nörolojik hastalıkta bFGF’nin rolü araştırılmıştır. Şu ana kadar intraserebral kanamalı hastaların serumunda bFGF’yi araştıran sadece bir çalışma vardır. Bu çalışmanın birinci amacı intraserebral kanamalı hastaların serumunda bFGF artışı olup olmadığını araştırmaktır. Ayrıca ikinci amacımız intraserebral kanamalı hastalarda serum bFGF ile klinik durumla ilişkisini araştırmaktı. Gereç ve yöntem: Akut dönemde 30 intraserebral kanamalı hastada serum bFGF seviyelerini ölçtük. Yaş ve cinsiyet yönünden benzer 30 sağlıklı kişi kontrol grubuna dahil edildi. ELİSA yöntemiyle serumda bFGF ölçüldü. Bulgular: Serum bFGF seviyeleri intraserebral kanamalı hastalarda (12.89±3.23 ng/ml) kontrol grubuna (5.28±1.75 ng/ml) göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek bulundu (p=0.001). İntraserebral kanamalı (İSK) hastalarda ölenlerle (n=13) sağ kalanların (n=17) serum bFGF düzeyi benzerdi (13.49±4.13 ng/ml; 12.43±3.43 ng/ml, p>0.05). Ventriküle açılım gösteren (n=15) İSK’li hastalarla ventriküle açılım göstermeyen (n=15) hastaların bFGF düzeyi arasında fark bulunmadı (13.54±3.92 ng/ml; 12.24±2.29 ng/ml, p>0.05). İntraserebral kanamalı hastalarda serum bFGF düzeyi ile hematom hacmi, Glaskow koma skalası ve uluslar arası inme skalası arasında ilişki bulunmadı (p>0.05). Sonuç: İnsanlarda intraserebral kanamadan sonra artmış bFGF nöron koruyucu ve anjiogeneze neden olan mekanizmalardan birisi olabilir. Klin Deney Ar Derg 2011; 2 (3): 282-286.Öğe İskemik inmeli genç hastaların demografik, etyolojik ve risk faktörleri(Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2012) Acar, Abdullah; Uzar, Ertuğrul; Çevik, Mehmet Uğur; Yücel, Yavuz; Arıkanoğlu, Adalet; Ekici, Faysal; Taşdemir, Nebahat; Cansever, SebihaAmaç: Genç iskemik inmeli hastaların etyopatogenezini ve vasküler risk faktörlerini değerlendirmektir. Yöntem: Elli üç genç iskemik inmeli hasta (yaş aralığı; 17-45) retrospektif olarak incelendi. Hastalar TOAST sınıflamasına göre değerlendirildi. Tıbbi öykülerinde sigara, alkol alımı, oral kontraseptif, düşük öyküsü, gebelik, hipertansiyon diyabetes mellitus ve ateroskleroz sorgulandı. Bulgular: Elli üç hastanın 33ü erkek (%43.4), 30u kadındı (%56.6). Hastaların etyolojisinde 17sinde (%32.1) büyük damar hastalığı, 12sinde (%22.6) kardiyoemboli ve 11inde (%20.8) diğer nedenler tespit edilirken 3 (%5.7) hastada neden bulunamadı. Sonuç: İnme geçirme riski olan genç hastalarda risk faktörleri belirlenip gerekli önlemler alınarak genç inmeli hastaların insidansının azaltılarak buna bağlı gelişebilecek mortalite ve özürlülüğün engellenebileceği kanaatindeyiz.Öğe Karpal Tünel Sendromu ve Abdominal Obezite İlişkisi(2010) Ersoy, Alevtina; İlhan, Atilla; Uzar, ErtuğrulAmaç: Obezitenin karpal tünel sendromu (KTS) için önemli bir risk faktörü oldu¤u ileri sürülmektedir. KTS ile obezite iliflkisini araflt>- ran önceki çal>flmalarda genel olarak beden kitle indeksi (BK<) dikkate al>nm>flt>r. Abdominal obezitenin daha hassas göstergeleri olan bel çevresi ve bel-kalça oran> (BKO) ile KTS iliflkisi flu ana kadar araflt>r>lmam>flt>r. Bu çal>flmada KTS'lilerde BK< ve abdominal obezitenin rolünü araflt>rmak amaçland>. Hastalar ve Yöntem: Çal>flmaya ellerde a¤r>, uyuflma, parestezi veya dizestezi yak>nmas> ile nöroloji poliklini¤ine baflvuran kad>n olgular dahil edildi. Klinik de¤erlendirme ile olgular KTS grubu ve non-KTS grubu olarak iki gruba ayr>ld>. K>rk dört olgunun KTS tan>s> elektrofizyolojik olarak do¤ruland>. Elektrofizyolojik olarak KTS tan>s> almayan 31 kifli kontrol grubu olarak al>nd>. KTS'li olgular>n klinik bulgular, sinir iletileri ve antropometrik ölçümleri (boy, a¤>rl>k, BK<, bel çevresi, kalça çevresi, BKO) kontrol grubuyla karfl>laflt>r>ld>. Bulgular: KTS'li hastalar>n>n BK<, bel çevresi ve BKO kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlaml> flekilde yüksek bulundu (her bir karfl>laflt>rma için p< 0.0001). KTS grubu hastalar bel çevresine göre %55.8, BK<'yi göre %47.7, BKO'ya göre %34.9 oranlar>nda obez olarak belirlendi. BK<'ye göre obez olmayan KTS'lilerin %16's> bel çevresine göre obezdi. KTS'lilerde BKO ve BK< ile 4. parmak median-ulnar tepe latans fark> aras>nda anlaml> pozitif korelasyon saptand> (s>ras>yla; r= 0.26, p< 0.05; r= 0.25, p< 0.05). Yorum: Abdominal obezitenin KTS için önemli bir risk faktörü oldu¤u; bel çevresi, BK< ve BKO sinir iletilerini etkileyebilece¤i bu çal>fl- mada belirlendi. Genel obezitenin yan> s>ra abdominal obezite KTS'de bir risk faktörü olabilir.Öğe Klinik ve subklinik hipotiroidili hastalarda median ve ulnar sinirin elektrofizyolojik incelemeleri: Olgu kontrol çalışması(Türk Nöropsikiyatri Derneği, 2012) Arıkanoğlu, Adalet; Altun, Yaşar; Uzar, Ertuğrul; Acar, Abdullah; Çevik, Mehmet Uğur; Demircan, Fatih; İnal, Ali; Taşdemir, NebahatAmaç: Klinik hipotiroidili hastalarda akson veya miyelin tutulumuna bağlı sensorimotor polinöropati veya mononöropati bildirilmiştir fakat subklinik hipotiroidiye bağlı periferik nöropati tutulumuyla ilgili çelişkili sonuçlar bulunmaktadır. Bu çalışmada amacımız; nörolojik açıdan asemptomatik olan klinik ve subklinik hipotiroidili hastalarda median ve ulnar sinirlerde elektrofizyolojik değişiklikleri araştırmaktır. Yöntem: Çalışmaya nörolojik açıdan asemptomatik olan klinik hipotiroidili 15 hasta (30 el), subklinik hipotiroidili 18 hasta (36 el) alındı. Yaş ve cinsiyet açısından eşleştirilmiş 27 sağlıklı birey (54 el) kontrol grubu olarak alındı. Gruplarda median ve ulnar sinir elektrofizyolojik olarak değerlendirildi. Bulgular: Subklinik hipotiroidili hastalarda ulnar motor sinir iletim hızında (uMNCV) yavaşlama ve ulnar sinir duysal latansında (uSDL) uzama kontrol grubuna göre anlamlı bulundu. Klinik hipotiroidi ile kontrol grubu karşılaştırıldığında median motor distal latansında (mMDL) uzama, median motor iletim hızında (mMNCV) yavaşlama, median sinir birleşik kas aksiyon potansiyelinde (mBKAP) küçülme ve ulnar motor iletim hızında (uMNCV) anlamlı oranda yavaşlama bulundu. Klinik hipotiroidi ile subklinik hipotiroidi karşılaştırıldığında klinik hipotiroidili hastalarda subklinik hipotiroidililere göre mMDLde uzama ve mBKAP amplitüdünde küçülme bulundu. Median duysal iletim hızı (mSNCV), mMNCV, median duysal distal latans (mSDL), ulnar duysal iletim hızı (uSNCV), ulnar birleşik kas aksiyon potansiyeli (uBKAP) amplitüdü, uMDL, uMNCV değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmadı. Sonuç: Klinik ve subklinik hipotiroidili hastalarda nörolojik şikâyetler ortaya çıkmadan önce bile sinir iletim çalışmalarında anormallikler görülebilir. Bu hastalarda rutin sinir iletim çalışması yapılarak periferik nöropati açısından değerlendirilmelerinin erken tanı ve tedaviye katkısı olacağı kanaatindeyiz. (Nöropsikiyatri Arflivi 2012; 49: 304-307).Öğe Klinik ve subklinik hipotiroidili hastalarda median ve ulnar sinirin elektrofizyolojik incelemeleri: Olgu kontrol calışması(2012) Çevik, Mehmet Uğur; Taşdemir, Nebahat; Altun, Yaşar; Acar, Abdullah; Arıkanoğlu, Adalet; İnal, Ali; Uzar, ErtuğrulAmaç: Klinik hipotiroidili hastalarda akson veya miyelin tutulumuna bağlı sensorimotor polinöropati veya mononöropati bildirilmiştir fakat subklinik hipotiroidiye bağlı periferik nöropati tutulumuyla ilgili çelişkili sonuçlar bulunmaktadır. Bu çalışmada amacımız; nörolojik açıdan asemptomatik olan klinik ve subklinik hipotiroidili hastalarda median ve ulnar sinirlerde elektrofizyolojik değişiklikleri araştırmaktır. Yöntem: Çalışmaya nörolojik açıdan asemptomatik olan klinik hipotiroidili 15 hasta (30 el), subklinik hipotiroidili 18 hasta (36 el) alındı. Yaş ve cinsiyet açısından eşleştirilmiş 27 sağlıklı birey (54 el) kontrol grubu olarak alındı. Gruplarda median ve ulnar sinir elektrofizyolojik olarak değerlendirildi. Bulgular: Subklinik hipotiroidili hastalarda ulnar motor sinir iletim hızında (uMNCV) yavaşlama ve ulnar sinir duysal latansında (uSDL) uzama kontrol grubuna göre anlamlı bulundu. Klinik hipotiroidi ile kontrol grubu karşılaştırıldığında median motor distal latansında (mMDL) uzama, median motor iletim hızında (mMNCV) yavaşlama, median sinir birleşik kas aksiyon potansiyelinde (mBKAP) küçülme ve ulnar motor iletim hızında (uMNCV) anlamlı oranda yavaşlama bulundu. Klinik hipotiroidi ile subklinik hipotiroidi karşılaştırıldığında klinik hipotiroidili hastalarda subklinik hipotiroidililere göre mMDLde uzama ve mBKAP amplitüdünde küçülme bulundu. Median duysal iletim hızı (mSNCV), mMNCV, median duysal distal latans (mSDL), ulnar duysal iletim hızı (uSNCV), ulnar birleşik kas aksiyon potansiyeli (uBKAP) amplitüdü, uMDL, uMNCV değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmadı. Sonuç: Klinik ve subklinik hipotiroidili hastalarda nörolojik şikâyetler ortaya çıkmadan önce bile sinir iletim çalışmalarında anormallikler görülebilir. Bu hastalarda rutin sinir iletim çalışması yapılarak periferik nöropati açısından değerlendirilmelerinin erken tanı ve tedaviye katkısı olacağı kanaatindeyiz. (Nöropsikiyatri Arflivi 2012; 49: 304-307)Öğe Metoclopramide-induced parkinsonism due to bilateral basal ganglia and brain stem involvement in a patient with laryngeal carcinoma(2012) Işıkdoğan, Abdurrahman; Küçüköner, Mehmet; Ekici, Faysal; Urakçı, Zuhat; Kaplan, Muhammed Ali; İnal, Ali; Uzar, ErtuğrulMetoklopramid gibi antiemetik ilaçlara bağlı parkinsonizmve bazal ganglion tutulumu nadirdir. Ancak, bilateral bazalganglion ve beyin sapı tutulumu ilaca bağlı parkinsonizm hastalarında henüz bildirilmemiştir. Larinks kanseri olan 52 yaşındaki erkek hasta dosetaksel, sisplatin ve 5-fluorourasil (DCF) kemoterapisi ile tedavi edildi. Kemoterapinin ilk küründen 15 gün sonra şiddetli bulantı ve kusma şikayeti nedeniyle metoklopramid verildi. Metoklopramid tedavisinin 6. gününde parkinsonizm belirtileri gözlendi. Çekilen serebral MRG’de bilateral bazal ganglionlarda ve beyin sapında tutulum saptandı. Metoklopramid tedavisi derhal kesilerek ve ağızdan biperiden başlandı. Parkinsonizm bulguları bir ay sonra gerçekleştirilen kontrol muayenesinde neredeyse tamamen düzeldi. Hastaya daha sonraki kemoterapi tedavilerinde metoklopramid verilmedi. Üç ay sonra çekilen serebral MRG’de lezyonlar tamamen düzeldi. Kemoterapi ile tedavi edilen larinks kanserli hastada beyin sapı ve bazal ganglion tutulumu ile birlikte metoklopramidin indüklediği parkinsonizm çok nadir görülen bir durumdur. Klinik ve radyolojik iyileşme neden olan ilacın kesilmesi ve biperiden tedavisi ile gözlenmiştir.Öğe Migren hastalarında serum vitamin B12, folik asit ve ferritin düzeyleri(2011) Çolpan, Leyla; Evliyaoğlu, Osman; Taşdemir, Nebahat; Güzel, Işıl; Çevik, Uğur Mehmet; Yücel, Yavuz; Uzar, ErtuğrulAMAÇ: Homosistein düzeyini düşüren folik asit ve vitamin B12’yi içeren tedaviler ile migren rahatsızlığında azalma olabileceği bildirilmiştir. Ayrıca, son zamanlarda migrenli hastaların periakuaduktal gri cevherde demir birikimlerinin arttığı gösterilmiştir. Migrenlilerde folik asit, vitamin B12, ferritin ve transferin düzeyini araştıran az sayıda çalışma vardır. Bu çalışmanın amacı migren hastalarında vitamin B12, folik asit, ferritin ve transferrin düzeylerinin ölçülerek kontrol grubu ile karşılaştırmaktır YÖNTEMLER: Migren grubu, arka arkaya gelen yeni tanı almış ve önceden herhangi bir vitamin tedavisi almamış, 23’ü auralı migren ve 28’si aurasız migrenli toplam 51 hastadan oluşturuldu. Yaş ve cinsiyet yönünden migren grubuna benzer özellikleri olan ve başağrısı öyküsü ve anemisi olmayan ve vitamin desteği almayan, 28 sağlıklı birey kontrol grubuna alındı. Migren grubundaki hastalar atak dönemi olup olmamasına ve auralı veya aurasız migren oluşuna göre alt gruplara ayrıldı. Serum vitamin B12, folik asit, ferritin ve transferrin düzeyi kemilüminesans yöntemi ile ölçüldü. BULGULAR: Migren grubu vitamin B12 düzeyi (215.6±133.7 pg/ml) kontrol grubu (289.9±12 pg/ml) ile karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı düşüktü (p=0.005). Migren grubu folik asit düzeyi (6.74 ± 4.31 pg/ml) kontrol grubu (8.47 ± 1.85 pg/ml) ile karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı düşüktü (p=0.048). Atak döneminde olan migrenlilerde vitamin B12 düzeyi (177.3 ± 139.2 pg/ml) ataksız dönemde olan migrenlilere göre (252.5 ± 119.5 pg/ml, p=0.043) daha düşüktü (p=0.043). Ancak atak döneminde olan migrenlilerin folik asit, ferritin ve transferrin düzeyleri ataksız dönemde olan migrenlilerle karşılaştırıldığında istatistiksel anlamlı fark bulunmadı (p>0.05). Atak döneminde olan migrenlilerde ferritin düzeyi (43.4 ± 41.1 mg/ml) ataksız dönem migrenlilere göre (75.4 ± 51.7 mg/ml) anlamlı olarak düşük bulundu (p=0.018). SONUÇ: Çalışmamızda migren hastalarında vitamin B12 ve folik asit düzeyleri kontrollere göre daha düşük bulundu. Bu bulgular vitamin B12 ve folik asit eksikliğinin migren patogenezinde rolü olabileceğini ve vitamin B12 ve folik asitin migrenin proflaktik tedavisinde yararlı olabileceğini düşündürmektedir. Ayrıca çalışma sonuçları migren ataklarında demir dengesinde bozulma olduğunu göstermektedir.Öğe Mirtazapine induced edema(2011) Uzar, Ertuğrul; Yücel, YavuzMirtazapin nadir olarak ödem gibi ciddi yan etkilere neden olabilir. Migren ve depresyon tedavisi için mirtazapin alan ve pretibial ödem gelişen bir olguyu sunduk. Mirtazapin tedavisinin kesilmesi ile 2 gün içinde pretibial ödem kayboldu. Sonuçta klinisyenlerin mirtazapine bağlı doz ile ilişkili ve geriye dönebilen ödemin farkında olmaları gereklidir.Öğe Multipl Sklerozlu Hastalarda Ortalama Platelet Hacminin Araştırılması(2011) Taşdemir, Nebahat; Arıkanoğlu, Adalet; Yücel, Yavuz; Aydın, Birsen; Uzar, Ertuğrul; Tanrıverdi, Mehmet HalisAmaç: Multipl sklerozlu hastalarda platelet fonksiyonlarında değişme gözlenmiştir. Ortalama trombosit hacmi trombosit aktivitesininbir belirtecidir ve vasküler hastalıklarda arttığı bildirilmiştir. Bu retrospektif çalışmanın amacı ortalama trombosit hacmi ile multipl skleroz arasında ilişkiyi araştırmaktır.Hastalar ve Yöntem: Hasta grubu multipl skleroz atak ile başvuran 46 multipl skleroz hastasından oluştu (erkek/kadın: 10/36, ortalama yaş: 34.3 ± 9.4 yıl). multipl skleroz hastalarının atak sırası ve sonrasındaki ortalama trombosit hacmi değeri karşılaştırıldı. Ayrıca,MS hastalarının ortalama trombosit hacmi değerleri yaş ve cinsiyet yönünden benzer sağlıklı gönüllülerin ortalama trombosit hacmideğerleri ile karşılaştırıldı (ortalama yaş: 6.4 ± 10.4 yıl, erkek/kadın: 14/24). Bulgular: Multipl skleroz atak sırasında (8.0 ± 1.2) ve atak sonrasında (7.9 ± 1.2) ortalama trombosit hacmi değerleri arasında bir farkbulunmadı (p> 0.05). "Expanded Disability Status Scale (EDSS)" skoru ile ortalama trombosit hacmi arasında ilişki bulunmadı. Multiplskleroz grubu (8.1 ± 1.3) ile kontrol grubu ortalama trombosit hacmi değerleri (8.1 ± 1.1) arasında bir fark bulunmadı (p> 0.05). Yorum: Sonuç olarak multipl skleroz atak sırasında ve sonrasında ortalama trombosit hacmi değerleri arasında bir değişiklik yoktur.Bu bulgu multipl skleroz patogenezinde platelet aktivasyonunun önemli bir rolü olmadığını destekler. Fakat, multipl skleroz ve ortalama trombosit hacmi arasındaki ilişki prospektif olarak araştırılmalıdırÖğe Sıçanlarda izoniazid ve streptomisin nörotoksisitesine sildenafil’in etkileri(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2011) Acar, Abdullah; Fırat, Uğur; Uzar, Ertuğrul; Arıkanoğlu, Adalet; Keleş, Ayşenur; Çevik, Mehmet Uğur; Yücel, Yavuz; Alp, Harun; Gökalp, OsmanAmaç: İzoniazid (İNH) ve streptomisin (STR) kombinasyonuna bağlı nörotoksisite bildirilmiştir. Sildenafil’in (SLD) deneysel olarak bazı ilaç toksisitelerini azaltabildiği öne sürülmüştür. Çalışmada amacımız; uzun süreli İNH ve STR verilen sıçanların beyninde ve serebellumunda toksik etki olup olmadığı ve olası bu toksisite üzerine SLD’nin etkisini araştırmaktır. Gereç ve yöntem: Bu çalışmada 78 sıçan; kontrol grubu (n= 10), İNH grubu (n= 10), STR grubu (n= 10), İNH + STR - (n= 10), SLD (n= 10), İNH + SLD (n= 10), STR + SLD (n= 8), İNH + STR + SLD (n= 10) grupları olarak sekiz gruba ayrıldı. İlaçlar 30 gün boyunca uygulandı. Sıçanların beyin ve serebellumu histopatolojik olarak incelendi. Beyin ve serebellum dokusunda; inflamasyon, ödem, konjesyon, dejenerasyon ve nekroz bulguları araştırıldı. Histopatolojik değerlendirme çalışma gruplarından habersiz tek bir patolog tarafından değerlendirildi. Bulgular: STR grubu sıçan beyninde ve serebellumunda kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı yüksek dejenerasyon bulundu (sırayla, p=0.002, p<0.001). İNH + STR grubu İNH grubu ile karşılaştırıldığında sıçan beyninde dejeneratif bulgularda artış bulundu (p=0.006). Kontrol grubuna göre İNH + STR + SLD grubunda serebellumda dejenerasyon bulguları İNH+STR grubuna göre daha belirgindi (p=0.001). İNH + STR + SLD grubunda İNH + STR grubuna göre serebellumda dejenerasyon bulgularında istatistiksel olarak anlamlı artış bulundu (p=0.032). Sonuç: İNH ve STR kombinasyonunun sıçanlarda nörotoksisitesiteyi artırdığı görüldü. Ayrıca; SLD’nin INH ve STR kombinasyonundaki nörotoksisiteyi daha da kötüleştirdiği saptandı. Ancak bu toksisite boyutlarının elektron mikroskopi ve immünohistokimyasal yöntemlerle araştırılmasına gereksinim vardır.Öğe Therapeutic effects of thymoquinone in a model of neuropathic pain(Excerpta Medica Inc., 2014) Çelik, Feyzi; Göçmez, Cüneyt; Karaman, Haktan; Kamaşak, Kağan; Kaplan, İbrahim; Akıl, Eşref; Tüfek, Adnan; Güzel, Abdülmenap; Uzar, ErtuğrulBackground: The goal of our study was to determine the therapeutic effects of thymoquinone in a dose-dependent manner in a model of neuropathic pain following an experimentally applied spinal cord injury (SCI). Methods: Fifty female adult Wistar albino rats weighing between 220 and 260 g were included in the study and were divided into 5 groups as follows: Group S (sham), Group C (control), Group T100 (100 mg/kg thymoquinone), Group T200 (200 mg/kg thymoquinone), and Group T400 (400 mg/kg thymoquinone). To begin the experiment, SCI was applied to all groups (with the exception of the sham group) following a mechanical and heat-cold test. Two weeks later, the mechanical and heat-cold tests were repeated, and a single normal saline dose was given to the sham and control groups, whereas 3 varying doses of thymoquinone were given to the other groups. The mechanical and heat-cold tests were repeated at 30, 60, 120, and 180 minutes after receiving thymoquinone. Finally, the animals were put to death via the removal of intracardiac blood. The levels of nitric oxide, total oxidant status, total antioxidant status, paraoxonase, malondialdehyde, tumor necrosis factor-?, and interleukin-1? were determined in all of the blood samples. Results: The withdrawal threshold and withdrawal latency values recorded from the mechanical and heat-cold allodynia measurements for all 3 thymoquinone groups were higher than that of the control group at all time points (ie, 30, 60, 120, and 180 minutes). There were no differences in these results between the 3 thymoquinone groups. The paraoxonase and total antioxidant status serum levels of all 3 thymoquinone groups were higher than those of the control group, whereas total oxidant status, nitric oxide, malondialdehyde, interleuken-1?, and tumor necrosis factor-? levels were lower in the 3 thymoquinone groups than in the control group. Conclusions: Thymoquinone is beneficial for decreasing experimental neuropathic pain following SCI. However, increasing the dose does not change the effect.Öğe A treatable cause of ataxia: Tabes dorsalis(Sağlık Araştırmaları Derneği, 2014) Çevik, Mehmet Uğur; Acar, Abdullah; Uzar, Ertuğrul; Ünan, Fatma; Dayan, Saim; Tekin, RecepDear Editor, Syphillis is a spirochetal infectious disease which is transmitted sexually.1,2 Incidence of this disease has decreased by penicillin age and gradually increased since 2000. Neurosyphilis develops in 3 to 5% of the individuals infected with Treponema pallidum. Tabes dorsalis appears in 5% of these. Latent period of the syphilis is 10 to 15 years in tabes dorsalis.1-3 Neurosyphilis may appear with different clinical patterns such as meningitis, dementia, stroke, polyradiculopathy and tabes dorsalis.4,5 Tabes dorsalis, parenchymal form of late-term neurosyphilis is a rare form of neurosyphilis or tertiary syphilis characterized by stabbing type pains, sensorial ataxia, Romberg’s sign, deep sensorial and reflex loss due to chronic selective involvement of posterior roots and posterior chord of medulla spinalis.1-5 It progresses with slow progressive degeneration of the spinal nerves.