Yazar "Türkçü, Gül" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 13 / 13
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe 1829 Apendektomi Materyalinin Retrospektif Olarak Değerlendirilmesi(2015) Oğuz, Abdullah; Dursun, Fatma Şule; Alabalık, Ulaş; Büykbayram, Hüseyin; Soylu, Berat; Türkçü, Gül; İbiloğlu, İbrahimAmaç: Akut apandisit en sık acil operasyon gerektiren akut batın nedenidir. Akut apandisit nedeni ile yapılan apendektomilerde nadirde olsa tümörlere rastlanır. Bu çalışmada amacımız akut apandisit ön tanısı ile yapılan apendektomilerde saptanan patolojileri geriye dönük olarak incelemektir.Gereç-yöntem: Ocak 2008- Kasım 2014 tarihleri arasında akut apandisit ön tanısı ile ameliyat edilen ve apendektomi materyalleri incelenen 1829 olgunun patoloji raporu geriye dönük olarak incelendi. Olguların yaş, cinsiyet ve patolojik tanıları kaydedildi.Bulgular: Çalışma kapsamında değerlendirilen olguların erkek/kadın oranı 1,28 olarak saptandı. Yaş dağılımları 2 ay ile 91 yaş arasında değişmekte idi. Akut apandisitin en sık izlendiği yaş aralığı 20-29 yıl olarak bulundu.Olgular histopatolojik olarak incelendiğinde, olguların % 71,3'ü akut apandisit tanısı alırken % 1,2'i apendiks neoplazisi tanısı almıştı. Negatif tanı alan olguların sayısı 497 idi. Yetişkin olgularda bu oran %25,9 iken çocuk olgularda %30,5 olarak gözlendi. Apendektomi materyallerinin %1,6'sında insidental olarak nadir görülen patolojiler izlendi. Nadir görülen patolojiler içerisinde 22 olguda (%1,2) neoplastik lezyon saptandı. Kadın ve erkek olgular hastalıkları açısından karşılaştırıldığında apendiks neoplazisi gelişimi açısından farklılık izlenmedi (p=0,288).Sonuç: Akut apandisit ön tanısı ile apendektomi uygulanan olguların apendiks materyallerinin histopatolojik olarak incelenmesi insidental olarak benign veya malign tümörleri tespit edilebileceğinden dolayı oldukça önemlidir.Öğe Adolesan ve genç erişkinlerdeki ürotelyal mesane neoplazmları(Avrasya Üroonkoloji Derneği, 2017) Polat, Hacı; Gülpınar, Murat T.; Türkçü, Gül; Çakmakçı, SüleymanAmaç: Mesane tümörleri adolesan ve genç erişkinlerde nadir görülür. Literatürdeki çalışmalarda, genellikle bu yaş gruplarında sadece ürotelyal karsinomlar araştırılmıştır. Biz bu çalışmada, adolesan ve genç erişkinlerde görülen bütün ürotelyal mesane tümörlerini, tanı, tedavi ve prognoz açısından araştırmayı amaçladık. Hastalar ve Metod: Çok merkezli bu retrospektif çalışmada, 2008 ile 2014 yılları arasında tedavi edilen hastalar incelendi. Kırk yaş altındaki 42 hasta çalışmaya alındı. Mesane tümörleri ultrasonografi ve sistoskopi ile tanımlandı ve transüretral mesane rezeksiyonu (TUR-M) ile tedavi edildi. Bulgular: Hastaların ortalama yaşı 24.21 ±10.137 idi. Otuz iki (%71,4) hasta makroskopik hematüri ile başvurdu. Hastaların patolojik spesmenleri şu şekilde raporlandı; 5 hastda nadir benign lezyon, 5 hastada papillom, 6 hastada düşük malignite potansiyelli ürotelyal neoplazm, 21 hastada düşük grade ürotelyal karsinom ve 5 hastada yüksek grade ürotelyal karsinom. İki hastada kas invaziv mesane kanseri vardı (pT2). Düzenli sistoskopik takipler sırasında 5 (%11,9) hastada tümör nüksü meydana geldi. Sonuç: Adolesan ve genç erişkinlerdeki mesane tümörlerinin yaklaşık %40'ı ürotelyal karsinom dışı tümörlerdir. Bu tümörlerin çoğu benign karakterde olmasına rağmen nüks etme potansiyelleri az değildir. Adolesan ve genç erişkinlerde, ürotelyal karsinomlarda olduğu gibi karsinom dışı tümörlerin de yakından takip edilmesi gerektiğini düşünüyoruz.Öğe Bir üniversite hastanesi dermatoloji polikliniğine başvuran çocuk hastaların deri biyopsilerinin klinikopatolojik korelasyonu(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2014) Uçak, Haydar; Uçmak, Derya; Akkurt, Zeynep Meltem; Sula, Bilal; Türkçü, Gül; Arıca, MustafaAmaç: Bu çalışmada, Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Dermatoloji Polikliniği’ne başvuran çocuk hastalardan alınan deri biyopsilerinde klinikopatolojik korelasyonun değerlendirilmesi amaçlandı. Yöntemler: Çalışmaya Ocak 2008- Aralık 2013 yılları arasında Dicle Üniversitesi Hastanesi Dermatoloji Polikliniği’ne başvuran 16 yaş ve öncesi 15337 hasta dahil edildi. Bu hastaların dosyaları retrospektif olarak tarandı ve 121 hastada tanı amaçlı deri biyopsisi yapıldığı saptandı. Bu hastaların 68’inden elde edilen veriler değerlendirildi. Elde edilen sonuçlar, ön tanı ve tanı korelasyonu açısından değerlendirildi. Klinisyen tarafından belirtilen ön tanılar ile elde edilen tanı arasında örtüşme mevcutsa korelasyon pozitif olarak kabul edildi. Bulgular: Hastaların 39’u (%57,3) kız, 29’u (%42,7) ise erkekti. Patoloji incelemesinde 57 (%83,8) hastada ön tanılar ile patolojik tanı arasında korelasyon vardı. Birinci ön tanı ile patoloji korelasyonu 42 (%61,7) hastada, ikinci ön tanı ile patoloji korelasyonu 8 (%11,7) hastada, üçüncü ön tanı ile patoloji korelasyonu ise 4 (%5,8) hastada saptandı. 10 (%14,7) hastada biyopsi tanı koymada bir katkı sağlamamıştı. 1 (%1,47) hastada ise ön tanıların dışında bir tanı konmuştu. Sonuç: Erişkin dönem hastalarda olduğu gibi çocukluk çağındaki hastalarda da özellikle atipik seyirli klinik tablolarda deri biyopsisi, tanıda kullanılan ve klinisyenin elini güçlendiren bir tanı tekniği olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak bu tanı tekniğinin daha verimli bir şekilde kullanılabilmesinin yolunun, klinisyen tarafından iyi bir bilgi paylaşımı ve gerektiğinde görsel malzemelerle patoloğun desteklenmesi olduğu görülmektedirÖğe Bir üniversite hastanesinde 5 yıllık intraoperatif patoloji konsültasyonlarının değerlendirilmesi(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2013) Alabalık, Ulaş; Avcı, Yahya; Keleş, Ayşe Nur; Fırat, Uğur; Türkçü, Gül; Yıldız, Yılmaz; Özekinci, Selver Özşener; Büyükbayram, HüseyinAmaç: İntraoperatif patoloji konsültasyonu (İOPK) patolojinin en önemli ve en güç işlemlerinden biridir ve sonuçlarının retrospektif olarak yeniden gözden geçirilmesinin patoloji laboratuarlarında bir kalite kontrol yöntemi olduğu kabul edilmektedir. İOPK işlemi stres altında ve hızlı yapılmak zorunda olduğu için her zaman hataya açık bir yöntemdir. Yöntemler: Bu çalışmada, Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi (DÜTF) Patoloji Anabilim Dalında 2007-2012 yılları arasında incelenen olgular içindeki İOPK’lar değerlendirilmiştir. Bulgular: 1811 İOPK vakasından 1758’ine (%97,08) doğru tanı verilmiştir. Yanlış tanı verilen 53 vakanın 39’una (%2,15) yanlış negatif, 14’üne (%0,77) yanlış pozitif sonuç verilmiştir. Serimizde yanlış sonuç verilen 53 vakadan 35’inin yorum hatası, 15’inin makroskopik örnekleme hatası ve 3’ünün de teknik hata nedeniyle meydana geldiğini tespit ettik. İOPK olgularımıza ait dokular içerisinde birinci sıklığı over materyalleri oluşturmaktadır. İncelediğimiz 449 over dokusundan 8‘ine yanlış sonuç verilmiş ve sonucun parafin takibe bırakıldığı 27 vakayı çıkardığımızda doğruluk oranı %98,11 olarak saptanmıştır. Sonuç: Serimizdeki over dokularının İOPK incelemesine ait bu oran literatürdeki en yüksek doğruluk oranı olarak gözükmektedir.Öğe Carvacrol and pomegranate extract in treating methotrexate-induced lung oxidative injury in rats(International Scientific Literature Inc., 2014) Şen, Hadice Selimoǧlu; Şen, Velat; Bozkurt, Mehtap; Türkçü, Gül; Güzel, Abdulmenap; Sezgi, Cengizhan; Abakay, Özlem; Kaplan, İbrahimBackground: This study was designed to evaluate the effects of carvacrol (CRV) and pomegranate extract (PE) on methotrexate (MTX)-induced lung injury in rats.Material/Methods: A total of 32 male rats were subdivided into 4 groups: control (group I), MTX treated (group II), MTX+CRV treated (group III), and MTX+PE treated (group IV). A single dose of 73 mg/kg CRV was administered intraperitoneally to rats in group III on Day 1 of the investigation. To group IV, a dose of 225 mg/kg of PE was administered via orogastric gavage once daily over 7 days. A single dose of 20 mg/kg of MTX was given intraperitoneally to groups II, III, and IV on Day2. The total duration of experiment was 8 days. Malondialdehyde (MDA), total oxidant status (TOS), total antioxidant capacity (TAC), and oxidative stress index (OSI) were measured from rat lung tissues and cardiac blood samples.Results: Serum and lung specimen analyses demonstrated that MDA, TOS, and OSI levels were significantly greater in group II relative to controls. Conversely, the TAC level was significantly reduced in group II when compared to the control group. Pre-administering either CRV or PE was associated with decreased MDA, TOS, and OSI levels and increased TAC levels compared to rats treated with MTX alone. Histopathological examination revealed that lung injury was less severe in group III and IV relative to group II.Conclusions: MTX treatment results in rat lung oxidative damage that is partially counteracted by pretreatment with either CRV or PE.Öğe Epibulbar conjunctival Schwannoma in the differential diagnosis of subconjunctival masses(2013) Öner, Veysi; Türkçü, Gül; Türkçü, Fatih Mehmet; Fırat, Uğur; Börcek, PelinBu makalede 33 yaşında, 5 yıllık bir subkonjonktival kitle öyküsü olan erkek hastayı sunduk. İmmünohistokimyasal analizde tümör hücreleri S-100 proteine pozitif yanıt verdi. Bu nadir görülen vakayı sunarak oftalmologların subkonjonktival kitlelerin tanısında schwannomayı da düşünmelerini istedik.Öğe Larenks karsinomunu taklit eden bir olgu: Larenks tüberkülozu(2013) Özbay, Musa; Kınış, Vefa; Gül, Aylin; Bakır, Salih; Türkçü, GülLarenks tüberkülozu, larenksin en sık granülomatöz enflamasyonudur. Hemen daima akciğertüberkülozu ile beraberdir. Semptomların benzerliği ve kitlenin görünümü nedeniyle larenksmaligniteleri ile karışabilir. Akciğer grafisi ve balgam kültürleri yararlı olsa da kesin tanı biyopsiile konur. Günümüzde larenks tüberkülozu sıklığı azalmakla beraber, hala larenksin en sıkgranülomatöz hastalığı olmaya devam etmektedir. Ülkemiz gibi tüberkülozun hala ciddi bir sorunoluşturduğu gelişmekte olan ülkelerde, larengeal kitlelerin ayırıcı tanısında akılda tutulmalıdır. Buyazıda larenks tüberkülozlu bir olgu sunulmuştur.Öğe Malignant melanoma and atypical fibroxanthoma: An unusual collision tumour(University of the West Indies, 2023) Türkçü, Gül; Keleş, Ayşe Nur; Alabalık, Ulaş; Uçmak, Derya; Büyükbayram, HüseyinTwo different neoplasms in the same biopsy material, called collision tumour, were studied. These tumours are rarely seen in the skin. We report the case of a 79-year-old female with a collision tumour composed ofamelanotic malignant melanoma and atypical fibroxanthoma of the face. The histological and immunopathological features observed are discussed.Öğe Nadir bir renal pelvis tümörü: Müsinöz kistadenokarsinom(2014) Avcı, Yahya; Alabalık, Ulaş; Keleş, Ayşenur; Büyükbayram, Hüseyin; Türkçü, Gül; Dağguli, MansurRenal pelvis malignitelerinin çoğunluğunu ürotelyal karsinom oluşturur, ancak müsinöz kistadenokarsinom (MKA) oldukça nadir görülür. MKA'nın patogenezinde çeşitli teoriler ortaya atılsa da kesin etiyolojisi tam olarak bilinmemektedir. Bu olgu sunumunda nadir görülen MKA'lı bir olgunun histopatolojik özelliklerinin sunulması amaçlanmıştır. Olgumuz 68 yaşında erkek hasta olup sol yan ağrısı şikayeti ile hastanemize müracaat etti. Batın ultrasonografi ve manyetik rezonans görüntülemesinde sol böbrek ektazik görünümde olup birleşme eğiliminde olan çok sayıda kistik yapı ve milimetrik taşlar saptandı. Atrofik pyelonefritik böbrek düşünülerek olguya sol basit nefrektomi uygulandı. Nefrektomi materyalinin kesitlerinde müsin ile dolu çok sayıda kistik yapı ve MKA ile uyumlu histopatolojik görünüm mevcuttu. Olgunun nadir görülmesi, klinik ve radyolojik bulgularının atrofik kistik böbreği taklit etmesi nedeni ile histopatolojik özellikleri ve literatür bilgileri eşliğinde sunulması amaçlanmıştırÖğe RADYOLOJİK VE PATOLOJİK TANISI KONAN SAFRA KESESİ FİBROMU: OLGU SUNUMU VE LİTERATÜR TARAMASI(2019) Keleş, Ayşe Nur; Türkçü, Gül; İbiloğlu, İbrahim; Alabalık, Ulaş; Çetin, AlpayFibromlar, vücudun herhangi bir yerinde özelliklede diz ve parmaklarda görülen, yavaş büyüyen, ağrısız ve sertkitlelerdir. Safra kesesi fibromusı nadir bir tümördür ve literatürde sadece birkaç adet olgu sunumu olarak yeralmaktadır. Biz burada ultrasonografi ve manyetik rezonans kolanjiyografide preoperatif olarak safra kesesipolibi tanısı konan 49 yaşında bir kadın hastayı sunmayı amaçladık. Kolesistektomi spesmeninin makroskopikincelemesinde kese hidropik görünümde olup kesitlerinde boyun kısmında polipoid bir kitle izlendi. Makrosko-bik olarak nodül, kollajenöz stromada oval yuvarlak şekilli hücrelerden oluşuyordu. Stromal hücreler Vimentinile pozitif immünreaktivite gösterdi; Desmin, S-100, SMA ve CD34 negatifti. Lezyonu safra kesesi fibromusıolarak teşhis ettik.Öğe Servikal adenoid bazal karsinom: Olgu sunumu(Modestum Publishing Ltd., 2014) Alabalık, Ulaş; Fırat, Uğur; Keleş, Ayşe Nur; Türkçü, Gül; Urakçı, Zuhat; Ağaçayak, ElifAdenoid bazal karsinom serviks kanserlerinin %1’den azını oluşturan nadir bir tümördür. Çoğunlukla postmenapozal kadınlarda görülür. Makroskopik olarak bu tümörler genellikle büyük boyutlara ulaşmazlar. Mikroskopik olarak adenoid bazal karsinomlar palizat yapıları ile çevrili adalar yapan, üniform, yuvarlak, bazaloid hücrelerden oluşur. İmmünohistokimyasal olarak CAM 5.2, CK7, EMA ve CEA eksprese ederler. Birimimize gönderilen TAH+BSO materyalinin değerlendirmesinde uterus arka duvarı yerleşimli, 4x3x2 cm boyutlarında endoservikal yüzeyi ülsere kitle saptandı. Kitleden hazırlanan kesitlerin mikroskopik incelemesinde, şiddetli displazinin eşlik ettiği yüzey epiteli altında bazaloid hücrelerden oluşan tümöral yapı izlendi. Tümörün genelde periferde palizatlanma gösteren yuvalanmalar ve adacıklar tarzında gelişim sergilediği gözlendi. Tümör hücreleri hafif-orta derecede pleomorfizm ve atipi ile karakterize olup mitotik indeks düşük saptandı. İmmünohistokimyasal çalışmada CEA ve CK7 pozitif, HMWCK, vimentin, CD34 ve HPV18 negatif boyandı. Adenoid bazal karsinom vakaları tipik olarak lokal rekürrens, metastaz ve ölüme yol açmayan çok iyi prognoza sahip tümörlerdir. Hastamız 48. ayını doldurmuş olup herhangi bir nüks ve metastaz izlenmemiştir.Öğe Tonsil lezyonlarına retrospektif bakış ve malign lezyonların dağılımdaki yeri(2014) Akdağ, Mehmet; Türkçü, Gül; Fırat, Uğur; İbiloğlu, İbrahim; Avcı, Yahya; Alabalık, Ulaş; Keleş, Ayşe NurAmaç: Bu çalışmamızda tüm tonsil lezyonları içinde malign lezyonların dağılımını ve bunun literatür ile uyumluluğunu araştırdık.Yöntemler: Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalında Ocak 2006-Eylül 2013 tarihleri arasında tonsillektomi ve tonsil biyopsi materyali değerlendirilen 1118 hastaya ait patoloji raporları ve preparatları geriye dönük olarak incelenmiş ve çalışmaya alınmıştır.Bulgular: 1118 hastanın 452'sinde (%40,43) kronik iltihap, 226'sında (%20,21) lenfoid hiperplazi, 411'inde (%36,76) kronik iltihap + lenfoid hiperplazi, 2'şer (%0,18) tanesinde kist ve skuamöz papilloma ve 25'inde (%2,24) malignite izlendi. Malignite görülen 25 vakanın 19'u (%76) B hücreli non-Hodgkin lenfoma, 4'ü (%16) yassı hücreli karsinoma, 1'er (%4) tanesi de plazmasitoma ve malign melanoma'ydı.Sonuç: Primer tonsil maligniteleri tüm insan malignitelerinin %2'sini oluşturur. İlk sırada yassı hücreli karsinomlar (%75), ikinci sırada lenfomalar yer alır. Çalışmamızda bunun aksine lenfomalar malignitelerin %76 gibi önemli bir kısmını oluştururken yassı hücreli karsinomlar tüm tonsil malignitelerinin ancak %16'lık kısmını meydana getirmiştir. Tonsiller tutulum gösteren lenfomaların büyük çoğunluğunu B hücreli non-Hodgkin lenfomalar, oluşturmaktadır. Tonsil lojunda en sık görülen lenfoma tipinin diffüz büyük B hücreli lenfomalar olduğu bildirilmektedir. Bizim çalışmamızda da buna uyumlu olarak, toplam 19 lenfoma vakamızdan 15'inin diffüz büyük B hücreli lenfoma olduğunu görülmektedir.Öğe Yetişkin hastalarda deri biyopsilerinin klinik özellikleri ve klinikopatolojik korelasyonu(Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2015) Sula, Bilal; Uçak, Haydar; Arıca, Mustafa; Türkçü, GülAmaç: Bu çalışmada Üniversitemiz Dermatoloji Polikliniği'nde biyopsilerinde cinsiyet, yaş, ön tanı sayısı ve ön tanılar ile patolojik tanılar arasındaki histopatolojik korelasyonu saptamayı amaçladık. Yöntem: Çalışmamızda Ocak 2008-Aralık 2013 tarihleri arasında Polikliniği'nde alınan, 774 erişkin hastanın deri biyopsisi raporları geriye dönük olarak incelendi. Bilgilerine tam olarak ulaşılan 239 hasta çalışmaya dahil edildi. Elde edilen sonuçlar, ön tanı ve tanı korelasyonu açısından istatistiksel olarak değerlendirildi. Belirtilen ön tanılar ile elde edilen tanı arasında benzerlik mevcutsa korelasyon pozitif olarak kabul edildi. Bulgular: Çalışmada 17-102 yaş arasında, 122'si (%51) kadın, 117'si (%49) erkek toplam 239 hasta incelendi. Biyopsi alınma sıklığı en sık %29.3 ile 17-29 yaş grubunda bulundu. Hastalar ön tanı-tanı korelasyonu açısından değerlendirildiğinde 94 hastada birinci ön tanı ile korelasyon (%39.3), 46 hastada (19.2) ikinci ön tanı ile korelasyon, 22 hastada (%9.2) üçüncü ön tanı ile korelasyon mevcuttu. Buna karşın 61 hastada (%25.5) ön tanılar ile patolojik tanı arasında uyumsuzluk mevcuttu. Çalışmamızda 178 hastada (%74.4) klinikopatolojik korelasyon saptandı. Biyopsi sonucuna göre en sık görülen hastalıklar dermatitler ve allerjik hastalıklar %22.2 (n=53) grubu idi. Sonuç: Klinikopatolojik korelasyonun daha yüksek olması için patolog ve klinisyenler daha iyi ve ayrıntılı bilgi paylaşımında bulunmalıdır. Lüzum halinde her iki uzmanlık dalının hastaları birlikte değerlendirmelerinin daha iyi sonuç vereceğini düşünmekteyiz.