Yazar "Sucu, Murat" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 5 / 5
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Akut anterior miyokard infarktüsünde ST segment elevasyonunun şekli ile erken dönem sinyal ortalamalı elektrokardiyografi ve aritmi arasındaki ilişki(2001) Karadede, A. Aziz; Toprak, Nizamettin; Aydınalp, Özlem; Sucu, Murat; Ülgen, M. Sıddık; Temamoğulları, Ali VahipMiyokard infarktüsünün (MI) erken döneminde ST yüksekliğinin boyutu ile miyokard hasarı arasında ilişki gösterilmesine rağmen,ST yüksekliğinin şekli ile miyokard hasarı ve klinik sonuçları arasındaki ilişki bilinmemektedir. Bu amaçla çalışmamızda, ilk kez akut anteriyor MI ile ağrının ilk 6 saati içinde müracaat eden (n=62) hasta alındı. Bunlarda trombolitik tedavi öncesi ST yüksekliğinin şekli ile hem erken dönemde (infarktüsün ort. 7.günü) yapılan sinyal ortalamalı EKG (SOEKG) sonuçları, hem de klinik gidiş arasındaki ilişki araştırıldı. Tombolitik tedavi öncesinde alınan EKG'de prekordiyal V3 derivasyonundaki ST yüksekliğinin şekli referans alınarak, hastalar konkav (n=26), düz (n=24) ve konveks (n=12) tip olarak üç gruba ayrıldı. Her üç tipteki hastalar arasında trombolitik tedavi süre ve şekli, sistol sonu ve diyastol sonu volümler açısından anlamlı farklılık yoktu. Filtre edilmiş QRS süresi (FQRS) ve düşük ampütüdlü sinyallerin süresi (HFLA) tüm gruplar arasında anlamlı farklılıklar gösterirken, özellikle konkveks grupta bu değerler oldukça yüksekti. Ayrıca QRS sonundaki sinyallerin karekök voltaj değerleri (RMS-40) düz ve konveks olan gruplarda oldukça düşüktü. Geç potansiyel (GP) pozitifliği ve ventriküler aritmi sıklığı konveks grupta daha fazla idi. Konkav grupta %11 (3/26) oranında, düz grupta %16 (4/24) ve konveks grupta %58 oranında (7/12; p<0.01 konkav ve p<0.05 düz tipe göre ) ventriküler GP pozitifliği görüldü. Multipl lojistik regresyon analizinde ise GP pozitifliğini öngörmede ST yüksekliği şeklinin oldukça anlamı olduğu saptandı (p=0.003, OR 10.7, %95 CI 2.2-51.7). Sonuç olarak, ilk geliş EKG'sinde ST yüksekliği şeklinin düz ve özellikle de konveks olması artmış GP pozitifliği ve aritmi sıklığı ile anlamlı birliktelik göstermektedir.Öğe Anlamlı karotid arter darlığı olmayan olgularda Doppler akım hızları ve rezistans indekslerinin koroner arter hastalığı ile ilişkisi(2001) Toprak, Nizamettin; Ülgen, Mehmet Sıddık; Sucu, Murat; Bilici, Aslan; Acar, Murat; Önder, HakanAmaç: Bu çalışmada anlamlı karotid arter darlığı olmayan olgularda karotid arter akım hızları ve rezistans indeksleri (RI) ile koroner arter hastalığı (KAH) arasındaki olası ilişki araştırılmıştır. Yöntem: Çalışma KAH ön tanısı ile koroner anjiografi yapılan 74'ü erkek olan 114 olgu (yaş ortalaması 53Æ10, yaş aralığı 33-72) üzerinde yapıldı. Anjiografi öncesi sağ, sol ana karotid arterler (sağ-sol CCA) ve sağ, sol internal karotid arterler (sağ-sol ICA) akım hızları ve RI Doppler ultrasonografi (US) ile ölçüldü. Olgular KAH varlığı ve hastalıklı koroner arter sayısına göre gruplandırılarak Doppler parametreleri ve ejeksiyon fraksiyonu (EF) yönünden karşılaştırıldı. Bulgular: Otuz üç olguda koroner arterlerde daralma saptanmazken (normal grup), 81 olguda anlamlı koroner arter darlığı saptandı (22 olguda bir arterde, 27 olguda iki arterde ve 32 olguda üç koroner arterde). Akım hızları Kah olan grupta anlamlı olarak daha düşük, RI ise daha yüksek bulundu. Akım hızları normal grup;ta en yüksek 3 damar hastalığı (DH) olan grupta en düşüt.ü RI ise normal grupta en düşük iken 3 DH olan grupta en yüksekti. Korelasyon analizinde yaş, EF ve hastalıklı damar sayısı ile özellikle minimal akım hızları arasında ters, RI değerleri arasında doğru ve anlamlı korelasyon saptandı. Sonuç: Bu çalışma bu konu ile ilgili ilk çalışma olup elde edilen bulgular; KAH varlığı ve aterosklerozun yaygınlığının Doppler US ile ölçülen CCA, ICA akım hızları ve RI değerlerini değiştirdiğini düşündürmektedir.Öğe Coronary narrowing secondary to compression by pericardial hydatid cyst(Elsevier Ireland Ltd, 2008) Karadede, Aziz; Alyan, Omer; Sucu, Murat; Karahan, ZuelkuefEchinococcus granulosus remains a clinical problem in undeveloped and developing countries. It commonly affects the liver and lung, but, rarely, other organs such as the heart can be involved. In this report, we describe an unusual case in which pericardial hydatid cyst mimicking acute coronary syndrome secondary to compression by pericardial hydatid cyst attached to the anterolateral wall of the left ventricle. We made diagnosis by transthoracic 2D echocardiography, and confirmed by cardiac magnetic resonance imaging and serologic tests. Because our patient refused to have an operation, albendazole therapy was given. It is important to recognize this unusual disease, because it may lead to serious complications. (c) 2007 Elsevier Ireland Ltd. All rights reserved.Öğe Kronik kritik koroner arter darlığı ya da tıkanıklığı olanlarda bölgesel miyokard fonksiyonunu etkileyen faktörler(2000) Karadede, A. Aziz; Alan, Sait; Toprak, Nizamettin; Sucu, Murat; Ülgen, M. SıddıkAkut miyokard infarktüsünden sonra kollateral ve antegrad akımın bölgesel fonksiyonlar üzerine etkisi oldukça fazla araştırıldığı halde, kronik koroner arter lezyonu olanlarda bunların ve diğer bazı faktörlerin bölgesel miyokard fonksiyonlarına etkileri hakkında araştırmalar yetersiz ve oldukça çelişkilidir. Çalışmamızda, kronik sol ön inen koroner arter (LAD) darlığı olanlarda bölgesel miyokard fonksiyonlarına, kollateral akımın, antegrad akımın, darlığın derecesinin ve yerinin (proksimal, orta) etkilerini araştırdık. Bu amaçla hastanemiz kateter laboratuarında koroner anjiyografi ve ventrikülografisi yapılan 121 hasta incelendi. Bunlar üç gruba bölündü. Grup A (n=14); normal koroner anjiyografi ve ventrikülografisi olan kontrol grubunu, grup B (n=65); LAD'de %75 ve üstünde kritik darlığı olan ve grup C (n=42); LAD'si tam tıkalı olan hastaları içermekteydi. Sol ön inen arter bölgesi anterobazal, orta anterior, anteroapikal ve apeks olarak dört bölgeye ayrıldı. Her bölgenin duvar hareketi sistol ve diyastol sonu hemiaksiyal uzunluğundaki fraksiyonel kısalma ile değerlendirildi. Grup C'de tüm segmentlerin bölgesel fonksiyonları grup A ve B'ye göre oldukça kötüydü. Grup B'de her bölgenin fonksiyonuna TIMI antegrad akımın oldukça önemli etkisi vardı. Ayrıca Grup B, LAD darlığı %75-90 arası ve %90'nın üstü olarak iki alt gruba ayrıldığında, orta anterior ve anteroapikal segmentlerin bölgesel fonksiyonları %75-90 arası LAD darlığı olanlarda daha iyiydi. Grup B'de bölgesel fonksiyonlar üzerine lezyonun yerinin ve kollateral akımın (özellikle %90'nın üstündeki darlıklarda) derecesinin etkisinin olmadığı görüldü. Grup C'de ise antegrad akım ile bölgesel fonksiyonlar arasında herhangi bir ilişki yoktu. Bunlarda kollateral akımın derecesi bölgesel fonksiyonlar üzerine oldukça etkiliydi. TIMI 3 akımı olanların TIMI 2 ve 1'e göre sol ventrikül fonksiyonları tüm bölgelerde daha iyiydi. TIMI 1 ve 2 arasında anlamlı bir farklılık yoktu. Yine bu grupta proksimal yerleşimli LAD darlıklarında anterobazal bölgenin fonksiyonları orta kısımdakilere göre daha kötü olma eğilimindeydi. Sonuç olarak, kritik LAD darlığı olanlarda bölgesel fonksiyonlar üzerine antegrat akım ve darlığın şiddeti etkiliyken (özellikle orta anterior ve anteroapikal bölgeye), LAD tam tıkalı olanlarda bölgesel fonksiyonlara kollateral akımın derecesi ve lezyonun yerleşim yerinin (özellikle anterobazal bölgeye) etkisi vardır.Öğe Miyokard infarktüsü geçiren genç hastalarda risk faktörü olarak homosistein ve lipoprotein (a)' nın önemi ve etkileşimleri(2001) Batum, Sabri; Toprak, Nizamettin; Ülgen, M. Sıddık; Temamoğulları, Ali Vahip; Karadede, A. Aziz; Sucu, MuratPlazmada homosistein ve lipoprotein (a) [LP(a)] yüksekliğinin koroner arter hastalığında risk faktörü olarak etkileri son zamanlarda sık araştırılmış olmakla birlikte, çalışma ve meta analiz sonuçları hala çelişkilidir. Ayrıca toplumumuzda genç yaşta koroner arter hastalığı olanlar arasında, bunların risk faktörü olarak önemini araştıran yeterli çalışma bulunmamaktadır. Bu amaçla akut miyokad infarktüsü geçiren 45 yaş altı 92 hasta ve 30 kontol grubu üzerinde homosistein ve Lp(a)'nın risk faktörü olarak önemlerini ve birbirleri ile olan etkileşimlerini araştırdık. Miyokad infarktüsü geçiren hastalarda plazma homosistein düzeyi kontrol grubuna göre anlamlı olarak daha yüksek bulunmakla birlikte [geometrik ort. 12.4 µmol/L (%95 CI 10.9-13.9) ve 10.0 µmol/L (%95 CI 5.1-14.9)], Lp(a) her iki grupta benzer düzeydeydi. Homosistein ve lipoprotein düzeyleri dört dilime ayrıldığında homosisteinin dördüncü diliminde MI riskinde anlamlı artış saptandı. Lipoprotein (a) için dilimler arasında anlamlı fark yoktu. Ayıca olguların tümü, kontol grubunda saptanan homosistein ve lipoprotein (a) düzeylerinin %90 persantiline göre ayrıldığında, üstünde kalanlarda homosisteinin hem tek değişkenli hem de çok değişkenli analizde (p=0.01, OR 1.87 %95 CI 1.34-2.75) MI için anlamlı bağımsız risk faktörü olduğu saptandı. Lipoprotein (a)'nın, homosisteinin miyokard infarktüsündeki risk oranını artırıcı etkisi de yoktu. Kırk beş yaş altında infarktüs için en ciddi bağımsız risk faktörleri sigara içiciliği (p=0.0004) ile total kolesterol/HDL oranı (p=0.01) idi. Sigara içenlerde homosistein düzeyi içmeyenlere göre daha yüksekti (p=0.004). Sonuç olarak 45 yaş altında plazma homosistein yüksekliğinin miyokard infarktüsü için önemli bir bağımsız risk faktörü olabileceği kanısına varıldı. Lipoprotein (a) yüksekliğinin ise bu grupta miyokard infarktüsü için bağımsız bir risk oluşturmadığı ve homosisteinin etkisini artırıcı bir özelliğinin olmayabileceği saptandı.