Yazar "Keleş, Ayşe Nur" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 18 / 18
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Anterior chest wall musculoskeletal tuberculosis(2010) Kapan, Murat; Önder, Akın; Keleş, Ayşe Nur; Tekin, Alicem; Arıkanoğlu, ZülfüKas-iskelet tüberkülozları, tüm tüberküloz vakalarının %1-3’ünü oluştururlar ve bunlardan yalnızca %1-5’i toraks ön duvarında yerleşir. Toraks ön duvarında en sık tutulan yapılar ise sternum kenarı ve kosta gövdesidir. Bilgisayarlı tomografi lezyonların tanımlanmasında ve genişliğinin belirlenmesinde etkilidir. Eğer yüksek klinik şüphe varsa uygun histopatolojik ve mikrobiyolojik örnekler alındıktan sonra, derhal cerrahi eksizyon yapılmalı ve antitüberküloz ilaç tedavisi başlanmalıdır. Bu yazımızda, toraks ön duvarında tüberküloz tanısı alan 49 yaşında kadın hastanın güncel literatür eşliğinde irdelenmesi amaçlanmıştır. Klin Den Ar Derg 2010; 1(2): 122-124Öğe Bir üniversite hastanesinde 5 yıllık intraoperatif patoloji konsültasyonlarının değerlendirilmesi(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2013) Alabalık, Ulaş; Avcı, Yahya; Keleş, Ayşe Nur; Fırat, Uğur; Türkçü, Gül; Yıldız, Yılmaz; Özekinci, Selver Özşener; Büyükbayram, HüseyinAmaç: İntraoperatif patoloji konsültasyonu (İOPK) patolojinin en önemli ve en güç işlemlerinden biridir ve sonuçlarının retrospektif olarak yeniden gözden geçirilmesinin patoloji laboratuarlarında bir kalite kontrol yöntemi olduğu kabul edilmektedir. İOPK işlemi stres altında ve hızlı yapılmak zorunda olduğu için her zaman hataya açık bir yöntemdir. Yöntemler: Bu çalışmada, Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi (DÜTF) Patoloji Anabilim Dalında 2007-2012 yılları arasında incelenen olgular içindeki İOPK’lar değerlendirilmiştir. Bulgular: 1811 İOPK vakasından 1758’ine (%97,08) doğru tanı verilmiştir. Yanlış tanı verilen 53 vakanın 39’una (%2,15) yanlış negatif, 14’üne (%0,77) yanlış pozitif sonuç verilmiştir. Serimizde yanlış sonuç verilen 53 vakadan 35’inin yorum hatası, 15’inin makroskopik örnekleme hatası ve 3’ünün de teknik hata nedeniyle meydana geldiğini tespit ettik. İOPK olgularımıza ait dokular içerisinde birinci sıklığı over materyalleri oluşturmaktadır. İncelediğimiz 449 over dokusundan 8‘ine yanlış sonuç verilmiş ve sonucun parafin takibe bırakıldığı 27 vakayı çıkardığımızda doğruluk oranı %98,11 olarak saptanmıştır. Sonuç: Serimizdeki over dokularının İOPK incelemesine ait bu oran literatürdeki en yüksek doğruluk oranı olarak gözükmektedir.Öğe A case of xanthogranulomatous pyelonephritis mimicking wilms tumor(Turkish National Pediatric Society, 2015) Tüysüz, Gülen; Tayfun, Funda; Canpolat, Fetiye; Zeytun, Hikmet; Goya, Cemil; Keleş, Ayşe Nur; Özdemir, NihalXanthogranulomatous pyelonephritis (XGPN) is a very rare, unusual variant of pyelonephritis characterized by destruction of renal parenchyma. It usually occurs in adults with a history of recurrent urinary tract infections. The condition is rare in children and the disease can imitate renal tumors. Here, we describe a 12-year-old boy who presented with abdominal pain. He did not have any history of urinary tract infection. Computed tomography and magnetic resonance imaging showed a cystic lesion in the left upper kidney. The patient underwent radical nephrectomy with a provisional diagnosis of Wilms tumor however histopathological examination of specimen revealed XGPN. Xanthogranulomatous pyelonephritis should be kept in mind in the differential diagnosis of renal lesions in childhood, during surgery if any suspicion from the diagnosis, a frozen biopsy should have been taken.Öğe Dermatofibrosarcoma protuberans is possible without skin involvement(Ortadoğu Reklam Tanıtım Yayıncılık, 2022) Oruç, Menduh; Keleş, Ayşe Nur; Şahin, AtalayDermatofibrosarcoma protuberans (DFSP) is a painless, slowly growing, rare skin tumor. It is most common in the trunk part of the body. It is frequently seen in the 40s. It is usually a low-grade sarcoma. DFSP, which is a locally benign-aggressive tumor, begins with a small size and may infiltrate the skin, subcutaneous adipose tissues, muscles and bones, and may recur despite extensive excision. It never metastasize without higher grade fibrosarcomatous changes. Although the benefit of chemotherapy and radiotherapy is limited, it can be applied in cases of recurrence or metastasis. We present a case of DFSP without skin lesions in a 46-year-old woman presenting with a slow-growing mass on her back. The mass was removed with a wide surgical margin. We aimed to emphasize that DFSP, which is very rare, can be seen without dermal involvement.Öğe Diyarbakır bölgesinde malign melanom hastalarının BRAF mutasyonu analizi(Çukurova Üniversitesi, 2020) İbilioğlu, İbrahim; Alabalık, Ulaş; Keleş, Ayşe Nur; Aydoğdu, Gülay; Büyükbayram, HüseyinAmaç: Bu çalışmada Diyarbakır yöresindeki malign melanoma (MM) vakalarında BRAF V600E mutasyon oranlarını belirlemeyi, mutasyon oranlarının prognostik parametrelerle ilişkisini araştırmayı ve sonuçları Türkiye’nin batısındaki değerler ile karşılaştırılması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Ocak 2014-Temmuz 2019 tarihleri arasında Dicle Üniversite Tıp Fakültesi Patoloji AD’da tanı alan primer MM ve metastatik MM olmak üzere 93 MM olgusu dahil edildi. Hastaların real-time polimeraz zincir reaksiyonu (PCR) yöntemi ile çalışılan BRAF V600E mutasyon sonuçları ile prognostik parametreler karşılaştırıldı. Bulgular: MM tanılı 93 hastada BRAF V600E mutasyon oranı %21,5 (n=20) olup gövde ve baş-boyun yerleşimli tümörlerde, kutanöz ve mukozal yerleşimli tümörlerde, Clark evre V tümörlerde, 0-2 mm arası çapa sahip tümörlerde, Ki-67 proliferasyonu %11-20 arasında olanlarda, ülserli olmayan tümörlerde, kronik güneş maruziyeti olanlarda daha yüksek oranda izlenmiştir. Sonuç: Diyarbakır yöresinde BRAF mutasyonunu Türkiye’nin batısındaki değerlere göre daha düşük bulduk. Bunun nedeninin bölgemizde akral lentijinöz melanom (ALM)’un daha sık izlenmesi olduğunu düşünmekteyiz. Küçük çaplı tümörlerde BRAF V600E mutasyonunun daha fazla izlenmesine karşın yüksek Clark evre tümörlerde daha fazla görülmesi, mutasyonun daha sonra tümörün ileri evrelerinde de ortaya çıkabileceğini akla getirmiştir. Yüksek olgu serileri ile yapılacak çalışmalar BRAF ve prognostik değerler arasındaki korelasyonları ortaya çıkarabilir ve tedavi için hasta seçiminde yararlı olabilir.Öğe Diyarbakır yöresi 2012-2017 yılları arası kanser hastalarının analizi(Kafkas Üniversitesi, 2021) İbilioğlu, İbrahim; Alabalık, Ulaş; Keleş, Ayşe Nur; Aydoğdu, Gülay; Nacir, Mustafa; Sertakan, Hatice; Büyükbayram, HüseyinAmaç: Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de kanserlerin sıklığı ve dağılımı bölgesel farklılıklar göstermekte olup etyolojik faktörler açısından yeterli veriler bulunmamaktadır. Bu çalışmada Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı kayıtlarından elde ettiğimiz veriler ile Diyarbakır ve yöresindeki kanser sıklığını, bölgemizde yapılan önceki yıllara ait çalışmalar ve Türkiye verileri ile karşılaştırarak cinsiyetlere göre kanser dağılımlarını araştırma amaçlanmaktadır. Materyal ve Metot: Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı’na Ocak 2012- Ocak 2017 tarihleri arasında gelen iğne biyopsi, endoskopik biyopsi, punch biyopsi, eksizyon ve rezeksizyon materyallerinden oluşan 64,256 hastaya ait kayıtlar geriye dönük olarak incelendi. Bulgular: Hastalardan 7,644’ü (%11,9) malign tümöre sahipti. Kanserli hastaların 3792’sini (%49,6) erkek, 3,852’sini (%50,4) kadın hastalar oluşturuyordu. En sık görülen ilk beş kanser sırası ile meme (%17,6), akciğer (%14,4), deri (%10), tiroid (%8,4), kolorektal (%6,3) kanserlerdi. Erkek hastalarda en sık görülen kanserlerden ilk beşi akciğer (%23,84), prostat (%11,84), deri (%11,15), mesane (%8,31), lenfoma (%7,62), kadınlarda ise meme (%34,11), tiroid (%13,81), deri (%8,80), kolorektal (%5,78) ve akciğer (%5,14) kanserleriydi. Sonuç: Diyarbakır ve yöresindeki kanser sıklığını araştırdığımız bu çalışmada en sık görülen meme kanseri ve her iki cinsiyette üçüncü sırada izlenen deri kanseri ön plana çıkmaktadır. Tiroid kanserleride dördüncü sıra ile dikkat çekmektedir. Verilerimiz Diyarbakır ve yöresinin kanser epidemiyolojisine yardımcı olabilir ve bölgede kanser hastaları için önlemler alınmasına katkıda bulunabilir.Öğe Goblet hücreli karsinoid: Olgu sunumu(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2013) Alabalık, Ulaş; Büyükbayram, Hüseyin; Keleş, Ayşe NurApendiksin karışık endokrin-ekzokrin karsinomu, ender bir tümör olup, tüm gastrointestinal sistem tümörlerinin çok az bir kısmını oluşturmaktadır. Bu tümörlerin adenokarsinom ve endokrin tümör arasında yer alan intermediyer tümörler oldukları düşünülmektedir. Daha çok 5-6. dekadlarda, kadın ve erkeklerde eşit sıklıkta görülürler. Goblet hücreli karsinoid’in histomorfolojik görünümü oldukça karakteristik olup, yüzey epiteli altında mukozada dağınık, yuvalanmalar gösteren ve Goblet hücreleri içeren küçük abortif glandlar yapan, belirgin nükleoluslu atipik epitelyal hücrelerden oluşur. Müsikarmen boyasıyla reaksiyon veren müsin gölcükleri yaparak transmural tutulum gösterir. Tümör hücrelerinde CEA ve keratin ekspresyonu yanısıra immünohistokimyasal ve/veya ultrastrüktürel olarak gösterilebilen nöroendokrin diferansiyasyon mevcuttur. Vakamızda apendiks epiteli altında, kas içine doğru ilerleyen, çeşitli büyüklükte, invaziv görünümde, belirgin nükleoluslu, müsinöz epitelle döşeli gland yapılarından oluşan tümör tespit ettik. Tümörün immünohistokimyasal çalışmada PanCK, sinaptofizin, kromogranin ve CEA eksprese ettiğini histokimyasal çalışmada ise PAS, PAS-AB ve müsikarmen ile pozitif boyandığını saptadık. Vaka klinik, histopatolojik, histokimyasal ve immünohistokimyasal bulgular birlikte ele alındığında goblet hücreli karsinoid olarak değerlendirildi. Operasyon sonrası geçen 2 yıllık sürede rekürrens ve/veya metastaz saptanmadı.Öğe Göğüs duvarı yerleşimli, nadir bir yumuşak doku sarkomu: Berrak hücreli sarkom(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2013) Alabalık, Ulaş; Keleş, Ayşe Nur; Büyükbayram, Hüseyin; Fırat, Uğur; Küçüköner, Mehmet; Hamidi, ArifYumuşak dokunun berrak hücreli sarkomları, nöral krest hücrelerinden köken alan, kötü prognozlu ender tümörlerdir. Histolojik özelliklerinin malign melanoma benzemesi sebebiyle (S-100 ve HMB- 45 pozitifliği, ultrastrüktürel melanozomların varlığı gibi) yumuşak dokuların malign melanomu olarak da dlandırılmıştır. Ancak berrak hücreli sarkom kutanöz melanomdan farklı olarak hemen her zaman derin yerleşimlidir ve davranışı farklıdır. Desmoplastik veya iğsi hücreli malign melanomun, dermis yerleşimli oluşu nedeniyle ayırıcı tanıları daha zor olabilmektedir. Vakamızda, geniş nekroz alanları yanısıra, gevşek stroma içinde, uniform görünümlü, veziküler nükleuslu, belirgin nükleollü, dar ve soluk-eozinofilik, kısmen şeffaf sitoplazmalı hücrelerden oluşan infiltratif tümör izlendi. İmmünohistokimyasal çalışmada tümörün vimentin, S-100, HMB45 ve SMA eksprese ettiği, CD34, PanCK, EMA, LCA, CD99 ve desmin ile immünreaksiyon göstermediği Ki-67 proliferasyon indeksinin ise %50 civarında olduğu tespit edildi. Derin yerleşim özelliği ve morfolojik-immünohistokimyasal bulguları bir araya getirildiğinde vaka ‘’berrak hücreli sarkom’’ olarak değerlendirildi. Hastanın 1 ay sonra gönderilen vertebra biyopsisinde benzer morfolojide tümör izlendi ve tümörün vertebraya metastazı şeklinde yorumlandı.Öğe Helikobakter Pylori Pozitif Gastrit Vakalarında İnflamatuar Hücre Analizi(2016) Alabalık, Ulaş; Büyükbayram, Hüseyin; Fırat, Uğur; Keleş, Ayşe NurAmaç: Helikobakter pylori kronik aktif gastrit etiyolojisinde en sık ve en önemli faktör olup, peptik ülser, adenokarsinoma ve MALT Lenfoma gibi çeşitli hastalıklara da zemin hazırlayabilmektedir.Helikobakter pylori gastriti olgularında inflamatuar hücre profilinin ortaya konması Helikobakter pylorinin neden olabileceği hastalıkların patogenezine ışık tutabilmek için önemlidir. Bu çalışmada Helikobakter pylori gastritli olgulardaki inflamatuar hücre profili araştırıldı. Yöntem ve Gereçler: Çalışmaya 100 adet Helikobakter pylori pozitif kronik gastrit ve 20 adet Helikobakter pylori negatif gastrit vakası dahil edildi. Tüm guruplarda H&E ve giemsa boyaması yanında ayrıca immünohistokimyasal olarak CD3, CD4, CD5, CD8, CD10, CD20, CD68, CD79? ve CD138 boyamaları uygulandı ve detaylı inflamatuar hücre analizi yapıldı. Bulgular: İmmünohistokimyasal incelemede, Helikobacter pylori negatif ve pozitif olgular arasında CD3, CD20, CD68 ve CD79? pozitiflikleri açısından anlamlı bir farklılık saptanmadı. Helikobakter pylori miktarı arttıkça CD10 ile ve CD138 ile pozitif reaksiyon veren inflamatuar hücre sayısı anlamlı derecede artarken, CD4, CD5 ve CD8 pozitif olanların sayılarının ise anlamlı derecede azaldığı tesbit edildi. Ayrıca CD138 pozitif plazma hücreleri tüm olgularda en yüksek yoğunluktaki hücre tipiydi. Tartışma ve Sonuç: HP gastritlerinde HP'nin en yoğun olduğu grupta plazma hücrelerinin belirgin biçimde artması ve CD5 pozitif lenfositlerin azalmasının HP ilişkili mide hastalıklarının patogenezinde rol oynuyor olabileceği düşünülmüştürÖğe Investigation of IDO1 and TDO2 expression in breast tumors by immunohistochemistry and real-time polymerase chain reaction methods(Taylor & Francis Ltd, 2024) Yıldız, Gülden; Büyükbayram, Hüseyin ; Alabalık, Ulaş; Keleş, Ayşe NurAlthough diagnostic and therapeutic advances have been made in the treatment of breast cancer, the challenge of effectively controlling tumor progression persists. The objective of this study was to determine the relationship between IDO1 and TDO2 expression in breast cancer by immunohistochemistry and real-time polymerase chain reaction, hormone receptor status, Ki67 proliferation index, molecular classification, metastasis, and to investigate whether IDO1 and TDO2 expression can be used in combination with targeted therapy or as a marker to increase treatment efficacy in selected cases. The study included 74 cases of breast cancer and 14 cases of normal breast tissue as controls. All cases were analyzed for IDO1 and TDO2 by both immunohistochemistry and real-time polymerase chain reaction. The immunohistochemical analysis revealed that IDO1 immunoreactivity was significantly higher in tumor tissue compared to normal breast tissue. A statistically significant correlation was observed between IDO1 immunoreactivity and histologic subtypes. Furthermore, IDO1 gene expression was correlated with IDO1 immunoreactivity. TDO2 immune reactivity did not differ between tumor and non-tumor tissues and no correlation was found between histological subtypes. There was no correlation between TDO2 immunoreactivity and gene expression. The significant increase in IDO1 levels in tumor tissue and high positivity in age, HER2 positive and triple negative cases compared to other cases suggest that IDO1 inhibitors may be suitable for the target patient group in treatment selection.Öğe Malignant melanoma and atypical fibroxanthoma: An unusual collision tumour(University of the West Indies, 2023) Türkçü, Gül; Keleş, Ayşe Nur; Alabalık, Ulaş; Uçmak, Derya; Büyükbayram, HüseyinTwo different neoplasms in the same biopsy material, called collision tumour, were studied. These tumours are rarely seen in the skin. We report the case of a 79-year-old female with a collision tumour composed ofamelanotic malignant melanoma and atypical fibroxanthoma of the face. The histological and immunopathological features observed are discussed.Öğe Mardin bölgesinden verilerle servikal sitolojide rıa etkisine bir bakış(2013) Keleş, Ayşe Nur; Barış, Işık İkbalAmaç: En yaygın olarak kullanılan kontrasepsiyon yöntemlerinden biri olan rahim içi araçlar, bilindiği üzere genital florayı bozarak pelvik inflamatuvar hastalık riskini arttırmaktadır. Ayrıca lokal irritasyon etkisi ile hücrelerde reaktif değişikliklere neden olmaktadır. Çalışmamızda, rahim içi aracın enfeksiyöz ve reaktif sitolojik etkilerine Mardin bölgesinden elde ettiğimiz verilerle genel bir bakış yapmak amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda Patoloji bölümüne 2010-2011 döneminde gönderilen 300 rahim içi araç (+) ve 300 rahim içi araç (-) hastaya ait Pap smir lamı birlikte değerlendirilmiştir. Gruplar arasındaki genital enfeksiyon ve reaktif-displazik hücresel değişiklik sıklıkları literatür verileri ile birlikte istatistiksel olarak karşılaştırılmıştır. Bulgular: Rahim içi araç (+) hasta grubunda 2 (+) ve üzerinde inflamasyon yoğunluğu gösteren olguların oranı %66 olarak izlenmiştir. En sık enfeksiyon etkeni olarak, bakteriyel vajinozis (%26), candida (%12) ve trikomonas vajinalis (%8) kaydedilmiştir. Aktinomiçes ise %4 oranında izlenmiştir. Rahim içi araç (+) hastalarda, (-) olanlara göre ASC-US ve AGC görülme sıklıkları anlamlı olarak yüksek izlenmiştir (p=0,02, p<0,01). Ayrıca skuamöz metaplazi, tubal metaplazi, sitoplazmik balon vakuollü hücreler, HGSILi taklit eden izole hücreler gibi reaktif bulguların izlenme sıklığı rahim içi araç (-) gruba göre anlamlı oranda yüksek izlenmiştir. Rahim içi araç çıkartıldıktan sonra takip smirleri olan 61 olguda %75,4 (n=46) oranında bulgularda gerileme saptanmıştır. Sonuç: Rahim içi araç lokal irritatif ve inflamatuvar etkisi ile temel olarak glandüler hücrelerde belirgin reaktif ve rejeneratif değişikliklere neden olmaktadır. Yabancı cisim ortamı yaratarak genital florayı bozmakta ve genital enfeksiyon sıklığını belirgin ölçüde artırmaktadır. Kendi bölgemizden elde edilen sonuçlar da bu bulguları destekler yöndedir.Öğe Primer mesane yerleşimli koryokarsinom olgusu(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2015) Türkcü, Gül; Keleş, Ayşe Nur; Alabalık, Ulaş; Bozkurt, Yaşar; Büyükbayram, HüseyinKoryokarsinom sıklıkla kadınlarda uterusta ve overlerde, erkeklerde testiste gelişim gösteren kötü prognozlu bir tümördür. Primer mesane yerleşimli koryokarsinom ise oldukça nadir olarak görülmektedir. Solunum güçlüğü, öksürük, hematüri ve disüri şikayetleri ile hastaneye başvuran 28 yaşındaki erkek olgunun yapılan radyolojik incelemelerinde akciğerlerde metastaz ile uyumlu lezyonlar ve mesane ön duvarında lümen içine uzanım gösteren kitle tespit edildi. Olguya yapılan sistoskopik inceleme esnasında tümör dokusuna inkomplet transüretral rezeksiyon uygulandı. Tümör dokusunun histopatolojik incelemesinde polihedral iri mononükleer hücreler arasında sinsityotrofoblast ile uyumlu hücreler izlendi. Tümör dokusunda pansitokeratin, sitokeratin 7, yüksek molekül ağırlıklı sitokeratin, human plasental laktojen ve human koryonik gonadotropin ile boyanma izlenirken, epitelyal membran antijen, karsinoembriyonik antijen, CD30, p63 ve sitokeratin 20 ile boyanma görülmedi. Mevcut histopatolojik ve immünohistokimyasal bulgular koryokarsinom ile uyumlu olarak değerlendirildi. Olgunun nadir görülmesi, kötü prognozlu olup genellikle metastaz ile ölüme sebep olabilmesi ve yüksek dereceli ürotelyal karsinomların ayırıcı tanısında akılda bulundurulması gerekliliği nedeni ile literatür bilgileri eşliğinde sunulması amaçlanmıştırÖğe RADYOLOJİK VE PATOLOJİK TANISI KONAN SAFRA KESESİ FİBROMU: OLGU SUNUMU VE LİTERATÜR TARAMASI(2019) Keleş, Ayşe Nur; Türkçü, Gül; İbiloğlu, İbrahim; Alabalık, Ulaş; Çetin, AlpayFibromlar, vücudun herhangi bir yerinde özelliklede diz ve parmaklarda görülen, yavaş büyüyen, ağrısız ve sertkitlelerdir. Safra kesesi fibromusı nadir bir tümördür ve literatürde sadece birkaç adet olgu sunumu olarak yeralmaktadır. Biz burada ultrasonografi ve manyetik rezonans kolanjiyografide preoperatif olarak safra kesesipolibi tanısı konan 49 yaşında bir kadın hastayı sunmayı amaçladık. Kolesistektomi spesmeninin makroskopikincelemesinde kese hidropik görünümde olup kesitlerinde boyun kısmında polipoid bir kitle izlendi. Makrosko-bik olarak nodül, kollajenöz stromada oval yuvarlak şekilli hücrelerden oluşuyordu. Stromal hücreler Vimentinile pozitif immünreaktivite gösterdi; Desmin, S-100, SMA ve CD34 negatifti. Lezyonu safra kesesi fibromusıolarak teşhis ettik.Öğe Servikal adenoid bazal karsinom: Olgu sunumu(Modestum Publishing Ltd., 2014) Alabalık, Ulaş; Fırat, Uğur; Keleş, Ayşe Nur; Türkçü, Gül; Urakçı, Zuhat; Ağaçayak, ElifAdenoid bazal karsinom serviks kanserlerinin %1’den azını oluşturan nadir bir tümördür. Çoğunlukla postmenapozal kadınlarda görülür. Makroskopik olarak bu tümörler genellikle büyük boyutlara ulaşmazlar. Mikroskopik olarak adenoid bazal karsinomlar palizat yapıları ile çevrili adalar yapan, üniform, yuvarlak, bazaloid hücrelerden oluşur. İmmünohistokimyasal olarak CAM 5.2, CK7, EMA ve CEA eksprese ederler. Birimimize gönderilen TAH+BSO materyalinin değerlendirmesinde uterus arka duvarı yerleşimli, 4x3x2 cm boyutlarında endoservikal yüzeyi ülsere kitle saptandı. Kitleden hazırlanan kesitlerin mikroskopik incelemesinde, şiddetli displazinin eşlik ettiği yüzey epiteli altında bazaloid hücrelerden oluşan tümöral yapı izlendi. Tümörün genelde periferde palizatlanma gösteren yuvalanmalar ve adacıklar tarzında gelişim sergilediği gözlendi. Tümör hücreleri hafif-orta derecede pleomorfizm ve atipi ile karakterize olup mitotik indeks düşük saptandı. İmmünohistokimyasal çalışmada CEA ve CK7 pozitif, HMWCK, vimentin, CD34 ve HPV18 negatif boyandı. Adenoid bazal karsinom vakaları tipik olarak lokal rekürrens, metastaz ve ölüme yol açmayan çok iyi prognoza sahip tümörlerdir. Hastamız 48. ayını doldurmuş olup herhangi bir nüks ve metastaz izlenmemiştir.Öğe Servikovajinit ajanlarının epitelyal hücre değişiklikleri üzerine etkileri: Mardin bölgesi verilerinin literatür verileri ile karşılaştırılması(2012) Keleş, Ayşe Nur; Barış, Işık İkbal; Karakaya, Yeliz ArmanAmaç: Sosyoekonomik durumun oldukça düşük olduğu Mardin bölgesinden seçtiğimiz olgularla, servikovajinit etkenlerine bağlı gelişen reaktif değişikliklerin nasıl epitelyal displazi ile karışabilen yanıltıcı görünümler oluşturup, sitoloji pratiğinde ciddi bir sorun oluşturduğunu vurgulamak. Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda, servikal sitoloji incelemesinde spesifik bir etkene bağlı servisiti saptanan toplam 378 olgu, 100 kontrol olgusuyla birlikte değerlendirilmiştir. Hangi etkenin sıklıkla hücresel değişiklikler ve atipiye eşlik ettiği kaydedilmiştir. Olguların etkene spesifik tedavi sonrası alınan kontrol smirleri incelenmiştir. Epitelyal atipinin gerçek bir atipi mi yoksa mevcut servisit ajanına bağlı gelişen reaktif atipi mi olduğu sorusuna literatür bilgilerinin ışığında yanıt aranmıştır.Bulgular: İlk değerlendirmede en fazla reaktif değişiklik ve ASC-US (Önemi belirsiz atipik skuamöz hücreler) Candida grubunda izlenmiştir (%56,4, %59,5). Bakteriyel vajinozis ve Trichomonas vaginalis gruplarında ASC-US izlenme oranları yüksek bulunurken (%25,0, %9,5), kontrol grubunda bu oran %6,0 olarak izlenmiştir. Tedavi sonrası kontrol lamları incelendiğinde ilk değerlendirmede 50 olan Candida'lı ASC-US hasta sayısının11'e gerilediği gözlemlenmiştir. Yine bakteriyel vajinozis grubunda 21 hastadan 10 hastaya gerileme izlenirken, diğer gruplarda da tedavi sonrasında izlenen ASC-US ve reaktif epitelyal değişiklik oranlarında belirgin düşüklük izlenmiştir.Sonuç: Başta Candida ve bakteriyel vajinozis olmak üzere servikovajinit ajanları epitel hücrelerinde oluşturdukları abartılı reaktif etki ile patoloğu yanlış pozitif tanıya götürebilecek yanıltıcı görünümler oluşturmaktadırlar. Bu durum sitoloji pratiğinde ciddi bir sorun oluşturabilmektedir. Servikal sitolojik değerlendirmede epitel hücrelerindeki atipi kuşkusunda, zeminde mevcut servikovajinit ajanları yönünden uyanık olmak, olası bir yanlış pozitif tanı ve gereksiz endişenin önüne geçebilmek amacıyla gereklidir.TopAbstractIntroductionMethodsResultsDisscussionReferencesÖğe Solitary plexiform neurofibroma of the buccal region unassociated with neurofibromatosis type 1(2013) Bakır, Salih; Keleş, Ayşe Nur; Kırış, Vefa; Özbay, MusaNörofibrom, benign nöral bir tümördür. Bu tömürün pleksiform tipi, nadiren tek başına oral kavitede görülmektedir. Bu yazıda nörofibromatöz tip 1’in diğer bulguları veya aile öyküsü olmadan, bukkal bölgede izole olarak ortaya çıkan pleksiform nörofibrom izlenen 18 yaşında erkek bir olgu sunuldu.Öğe Tonsil lezyonlarına retrospektif bakış ve malign lezyonların dağılımdaki yeri(2014) Akdağ, Mehmet; Türkçü, Gül; Fırat, Uğur; İbiloğlu, İbrahim; Avcı, Yahya; Alabalık, Ulaş; Keleş, Ayşe NurAmaç: Bu çalışmamızda tüm tonsil lezyonları içinde malign lezyonların dağılımını ve bunun literatür ile uyumluluğunu araştırdık.Yöntemler: Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalında Ocak 2006-Eylül 2013 tarihleri arasında tonsillektomi ve tonsil biyopsi materyali değerlendirilen 1118 hastaya ait patoloji raporları ve preparatları geriye dönük olarak incelenmiş ve çalışmaya alınmıştır.Bulgular: 1118 hastanın 452'sinde (%40,43) kronik iltihap, 226'sında (%20,21) lenfoid hiperplazi, 411'inde (%36,76) kronik iltihap + lenfoid hiperplazi, 2'şer (%0,18) tanesinde kist ve skuamöz papilloma ve 25'inde (%2,24) malignite izlendi. Malignite görülen 25 vakanın 19'u (%76) B hücreli non-Hodgkin lenfoma, 4'ü (%16) yassı hücreli karsinoma, 1'er (%4) tanesi de plazmasitoma ve malign melanoma'ydı.Sonuç: Primer tonsil maligniteleri tüm insan malignitelerinin %2'sini oluşturur. İlk sırada yassı hücreli karsinomlar (%75), ikinci sırada lenfomalar yer alır. Çalışmamızda bunun aksine lenfomalar malignitelerin %76 gibi önemli bir kısmını oluştururken yassı hücreli karsinomlar tüm tonsil malignitelerinin ancak %16'lık kısmını meydana getirmiştir. Tonsiller tutulum gösteren lenfomaların büyük çoğunluğunu B hücreli non-Hodgkin lenfomalar, oluşturmaktadır. Tonsil lojunda en sık görülen lenfoma tipinin diffüz büyük B hücreli lenfomalar olduğu bildirilmektedir. Bizim çalışmamızda da buna uyumlu olarak, toplam 19 lenfoma vakamızdan 15'inin diffüz büyük B hücreli lenfoma olduğunu görülmektedir.