Yazar "Kaya, Cihan" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 3 / 3
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe A comparative study of conventional and liquid-based cervical cytology(Via Medica, 2016) Budak, Mehmet Sukru; Senturk, Mehmet B.; Kaya, Cihan; Akgol, Sedat; Bademkiran, Muhammed H.; Tahaoglu, Ali Emre; Yildirim, AyhanObjectives: The aim of our study is the comparison of the results of conventional smear (CC) technique and liquid-based cytology (LBC) technique used as cervical cancer screening methods. Material and methods: The results of 47954 patients submitted to smear screening in our gynecology clinic between January 2008 and December 2014 have been studied. The smear results have been divided into two groups CC and LBC according to the technique used. Results: When considering the distribution within CC group, the results were as follows: intraepithelial cell abnormalities 2,0% (n=619), insufficient sample for analysis 2,1% (n=660), Atypical squamous cells of undetermined significance (ASC-US) 1.8% (n=554), Low grade squamous intraepithelial lesion (LGSIL) 0.1% (n=35), High grade squamous intraepithelial lesion (HGSIL) 0.1% (n=16), Atypical squamous cells - cannot exclude HGSIL (ASC-H) 0.029% (n=9), Atypical glandular cells-not other wise specified (AGC-NOS) 0.012% (n=4), squamous carcinoma 0.003% (n=1). When considering the distribution in LBC group, the results were as follows: intraepithelial cell abnormalities2.1% (n=357), insufficient sample for analysis 0.9% (n=144), ASC-US 1.8% (n=296), LGSIL 0.2% (n=38), HGSIL 0.1% (n=8), ASC-H 0.1% (n=10), AGC-NOS 0.017% (n=3), squamous carcinoma 0.011% (n=2). Conclusions: Although the rates of epithelial cell abnormalities are similar for both tests, LSIL results are more frequently observed in LBC technique. In LBC technique, the number of insufficient sample for analysis is quite low compared to CC group and thus constitutes an advantage.Öğe İdarenin hizmet kusurundan kaynaklanan sorumluluğu(Dicle Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2020) Kaya, Cihan; Karaarslan, Mehmetİdarenin faaliyet alanının genişliği, çeşitliliği ve zenginliği ile orantılı olarak karşımıza çıkan idarenin hizmet kusurundan kaynaklanan sorumluluğu, hayatın akışı içerisinde güncelliğini güçlü bir şekilde korumaktadır. Devletler; hukuk devleti ve sosyal devlet olmanın bir gereği olarak kendi kusurlarından dolayı kişilerin zarar gördüğü durumlarda bu zararı hızlı ve etkili bir şekilde telafi etmelidir. Bu tez ise idarenin hizmet kusurundan kaynaklı sorumluluğunda, mevcut durumu doktrin, mevzuat ve içtihatlar çerçevesinde analiz edip diğer hukuk disiplinlerinden de faydalanarak farklı açılardan ele almakta ve hukukun genel ilkeleri çerçevesinde toplum ve birey refahı temelli bir anlayışla sonuçlama çabasındadır. Bunun yanında tezin konusu ile yakından ilgili ancak mevzuatta tanımı net olarak yapılmamış bazı kavramlar, farklı yazarların görüşleri ışığında ele alınmış ve tartışılmıştır. Diğer taraftan hizmet kusurundan kaynaklı sorumluluklarda Danıştay içtihatlarının öneminden dolayı sık sık içtihatlara atıf yapılmış, yer yer alıntılar yapılarak yargının konuya bakışı değerlendirilmiştir. Sonuç olarak; idarenin hizmetleri dolayısıyla oluşan zararlar dinamik bir konu olduğundan, güncel bilgi ve anlayışı yakalamak, eleştirmek son derece önemlidir. Bu tez, bu mantıkla yazılmış olup konuyu daha anlaşılır kılmak gayesi gütmektedir.Öğe KLİNİĞİMİZDE TANI ALAN PARSİYEL VE KOMPLET MOL HİDATİFORM OLGULARININ RETROSPEKTİF ANALİZİ(2016) Kanat, Mine Pektaş; Budak, Mehmet Şükrü; Kaya, Cihan; Şentürk, Mehmet Baki; Tunç, Senem Yaman; Akgöl, Sedat; Göklü, Mehmet RıfatAmaç: Hastanemizde son iki yılda tanı konulan mol hidatiform olgularını epidemiyolojik ve klinik bakımdan değerlendirmeyi amaçlamaktadır. Yöntemler: Bu çalışmada, 1 Ocak 2012 ve 1 Ocak 2014 tarihleri arasında hastanemizde gerçekleştirilen histopatolojik inceleme sonucu tanı konulan 87 mol hidatiform olgusu geriye dönük olarak incelenmiştir.Bulgular: Değerlendirilen 87 mol hidatiform olgusunun 52'sine (% 59.8) parsiyel mol ve 35'ine (% 40.2) komplet mol tanısı konuldu. Komplet mol olgularının ortalama serum beta-human koryonik gonadotropin (?-HCG) seviyeleri anlamlı olarak yüksekti (p=0.017). Mol hidatiform olgularına ait klinik ve patolojik tanıların birbiriyle ilişkili olmadığı belirlenmiştir (?2=4.490, p=0.213). Benzer biçimde, ultrasonografik ve patolojik tanılar da birbiriyle ilişkili değildi (?2 = 4.663, p=0.198). İncelenen olguların serum ?-HCG düzeyleriyle yaşı, graviditesi, paritesi ve abortus sayısı arasında anlamlı bir korelasyon bulunamadı. Sonuç: Ülkemizde mol hidatiform görülme sıklığı ile ilgili literatürdeki farklı çalışmalarda farklı veriler bulunmaktadır. Özellikle ileri yaş kadınlarda molar gebelik sıklığının azaltılma