Yazar "Gezici, Ayten" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 8 / 8
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Böbreğin sıcak iskemi-reperfüzyon hasarından korunmasında verapamil, kaptopril ve GBE' nin etkilerinin karşılaştırılması(2000) Otçu, Selçuk; Öztürk, Hayrettin; Özer, Mehmet; Yücesan, Selçuk; Gezici, Ayten; Dokucu, Ali İhsanBöbrek nakillerinde sıcak iskemiye bağlı kaşarlanma önemli bir sakıncadır. Çalışmamızda değişik etki mekanizmalarına sahip, verapamil, kaptopril ve Ginkgo-Biloba Ekstratı (GBE), böbrekte sıcak iskemi-reperfüzyon hasarı sonrası ortaya çıkan olumsuz etkileri ortadan kaldırabilmeleri yönünden karşılaştırılmıştır. Bu amaçla Sprague-Dawley cinsi 50 adet sıçandan oluşan 5 grup oluşturuldu. Sham grubunda sadece sağ nefrektomi, diğer gruplarda ise sağ nefrektomiye ek olarak sol böbrekte 30 dk'lık iskemi sonrasında 60 dk. reperfüzyon uygulandı. Kalan dört gruptan üçünde iskemi öncesi verapamil, kaptopril veya GBE verilirken dördüncü grup da kontrol grubunu oluşturdu. Tüm sıçanların postoperatif 8. günde Tc-99m DMSA sintigrafisi çekildikten ve serum üre, kreatinin ölçümleri yapıldıktan sonra sol nefrektomi uygulandı ve böbrekler histopatolojik değerlendirmeye alındı. Üç tedavi grubunda saptanan ortalama serum üre ve kreatinin değerleri kontrol grubundan belirgin olarak düşük, radyoizotop tutulumları da belirgin olarak yüksek bulunmuştur. Tedavi grupları kendi aralarında karşılaştırıldıklarında ise GBE grubunda serum üre ve kreatinin düzeyleri diğerlerine göre farklı bulunmazken (p>0.05), böbreğin radyoizotop tutulumu belirgin olarak daha yüksektir ve gruplar arasında saptanan bu fark istatistiksel olarak da anlamlıdır (p<0.05). Histopatolojik olarak kontrol grubunda yaygın nekroz saptanırken, kaptopril, verapamil grubunda nekrozun daha az geliştiği, GBE grubunda glomerül ve distal tubullerin korunduğu gözlendi. Sonuç olarak çalışmamızda kullanılan her üç ajan da böbreğin sıcak iskemiden korunmasında etkili bulunmuştur. Bu koruyucu etkinin GBE ile daha belirgin olduğu gözlenmektedir.Öğe Deneysel travmatik diyafragma rüptürü sonrası gelişen kardiyo-respiratuvar etkileri üzerine nitrik oksit prekürsörü L-arginin'in etkisi(2002) Öztürk, Hayrettin; Kırbaş, Gökhan; Yücesan, Selçuk; Gezici, Ayten; Otçu, Selçuk; Dokucu, Ali İhsan; Kaya, SedatAmaç: Bu çalışmanın amacı deneysel diafragma rüptüründe kardiyo-respiratuar fonksiyonlar üzerine L-Argininin koruyucu etkilerini incelemektir. Yöntem: Çalışmada 40 adet Sprague-Dawley cinsi sıçan kullanıldı. Grup l; Sadece torakotomi yapıldı. Grup 11, IH ve IV'de sol torakotomi sonrası mide toraks içine çekildi ve insııflatör kullanılarak karın içi basıncı yükseltildi. Glll'de 45. dk'dan itibaren L-Arginine (L-Arg), G IV'de ise L-NAME verildi. Tüm gruplarda bazal, 30, 45 ve 60. dk'larda arteriyal kan basıncı, kalp atımı, arteriyal kan gazı (PaO2, PaCC>2, pH), akciğer sintigrafi çalışması ve histopatolojik inceleme yapıldı. Bulgular: GII sıçanlarda mide herniasyonu ve karın içi basıncının artırılmasından sonra GI ile karşılaştırılmasında PaO2, ve pH değerlerinde düşme ve PaCO^de yükselme saptandı. GIII sıçanlarda L-Arg infüzyonu sonrası 60. dk'da ölçülen kan gazı değerlerinin GU'deki değerlerle karışlaştırılmasında ise PaC>2, ve pH değerinde yükselme ve PaCO^de düşme saptandı. GIV sıçanlarda L-NAME infüzyonu sonrası ölçülen kan gazı değerlerinin GII ile karşılaştırılmasında değişiklik saptanmadı. Akciğer sintigrafisinde GII, GIII ve GIV de kontrol grubuna göre pulmoner aktivite tutulumunun azaldığı, GIII ile GII ve GlV'ün karşılaştırılmasında pulmoner aktivite tutulumunun belirgin arttığı saptandı. Sonuç: Çalışmamızda, sıçanlarda diafragma rüptürü sonrası akut dönemde organ herniasyonuna bağlı ortaya çıkan kardiyo-respiratuar bozukluklar üzerine NO prekürsörü L-Arginin iyileştirici yönde etkisinin olduğu gözlenmiştir.Öğe Effect of lymphedema on the recovery of fractures(Elsevier, 2007) Arslan, Hueseyin; Uludag, Abuzer; Kapukaya, Ahmet; Gezici, Ayten; Bekler, H. Ibrahim; Ketani, AydinBackground. Lymphedema delays the healing of any wound by negatively affecting its inflammatory period. Whether it affects bone healing in a similar negative manner is unknown. Therefore, we experimentally investigated the effect of lymphedema on fracture recovery. Methods. We used thirty 200- to 250-g Sprague-Dawley rats for the experiment. The rats were randomly divided into two groups of 15 rats each for the experimental lymphedema and control groups. Lymphedema development was confirmed by measuring the circumference and diameter of the extremities together with lymphoscintigraphy. Twenty days after the development of lymphedema, a fracture model was created in both groups in the right tibia with mid-diaphyseal osteotomy and fixing with an intramedullary Kirschner wire. After 6 weeks, all rats were sacrificed and the callus tissue that formed along the osteotomy was compared between groups with respect to radiographic, histological, and biomechanical characteristics. Results. The three-point bending test yielded an average stiffness value of 1227 N/mm (n = 6) in the control group and 284 N/mm (n = 7) in the experimental lymphedema group (P < 0.05). At the end of week 6, radiographic evaluation showed that solid knitting was obtained in the control group, whereas in the lymphedema group delayed or no knitting was observed. In the control group, histological investigation revealed normal callus morphology. Trabecular bone was normal and osteoblast and osteoclast activity was clearly evident. The bone was stained homogeneously with hematoxylin and eosin, and ossification was within normal limits. In the lymphedema group, however, the histological appearance was mostly that of scar tissue. In addition, osteoblast and osteoclast activity was much less visible or absent. Conclusions. Lymphedema negatively affected bone healing in rats. However, the mechanism of this negative effect and its occurrence in humans are still unknown. Further experimental and clinical studies are needed to support and extend our findings.Öğe THE EFFECT OF THE SELECTIVE CYCLOOXYGENASE II INHIBITOR PARECOXIB ON RENAL MORPHOLOGY AND FUNCTION IN ACUTE UNILATERAL URETERAL OBSTRUCTION(Carbone Editore, 2014) Tutus, Ali; Deliktas, Hasan; Gedik, Abdullah; Gezici, Ayten; Ozekinci, Selver; Sahin, HayrettinObjectives: This experimental study aimed to examine the efficacy of parecoxib in the treatment of kidney obstruction. The histopathological and seintigraphic effects of the selective cyclooxygenase 11 (cox-in inhibitor parecoxib on renal morphology and function were determined following surgically induced unilateral ureteral obstruction. Materials and methods: The study included 20 male Spragne-Dawley rats that were assigned to 2 groups of 10 each The rats underwent diethylenetriamine pentaacetic acid (DTPA) renal scintigraphy to calculate basal glomerular filtration rate (GFR) values at the beginning of the study. The left ureters in groups 1 and 2 were ligated distally. The rats in group 2 received parecoxib 5 mg-kg(-1)d(-1), for 21 d post surgery, whereas those in group.] received nothing. At the end of postoperative d 21 DTPA renal scintigraphy was repeated in all the rats before undergoing bilateral nephrectomy. All kidneys were evaluated histologically. Results: Histologically, there were no differences between the right kidneys in groups 1 and 2, whereas the occurrence of cortical congestion, glomerular congestion, interstitial inflamation + congestion, and interstitial fibrosis was significantly lower in the left kidneys in group 2 than in those in group I (cortical congestion: P = 0.005; glomerular congestion: P = 0.03; interstitial infomation + congestion: P = 0.01; interstitial fibrosis:,P = 0.005). Scintigraphically; left kidney and right kidney CFR values in group 2 were higher than those in group I; the difference was significant (left kidneys: P = 0.001; right kidneys: P = 0.009). Conclusion: Histopathologically and scintigraphically, kidney function was preserved at the highest level in group 2. Parecoxib treatment was effective in preserving renal function in the obstructed and non obstructed (contralateral) kidneys, and can be administered during the obstruction period until the time radical treatment of obstruction can be performed.Öğe Increased arterial PET/CT F-18-fluorodeoxyglucose uptake in obese and overweight patients(Elsevier, 2021) Tuzcu, Şadiye Altun; Çetin, F.A.; Pekkolay, Zafer; Gezici, Ayten; Tuzcu, Alpaslan KemalObjectives. – We aimed to investigate the association between BMI and early atherosclerotic activity in cancer patients. We also compared the inflammatory and macroscopic calcification processes of atherosclerosis in the aortic segments and large arteries by 18F-FDG PET/CT of between normal and high BMI patients. Methods. – We conducted a retrospective review of cancer patients presented to our institution within the period between February and May 2018. Patients were classified according to their BMI into two groups: normal BMI group and high BMI group. Data of average SUVmax and SUVmean for four segments of the aorta, common iliac arteries, and femoral arteries were estimated and compared between both groups. Moreover, the macroscopic calcification on CT images for each vascular section was also reported. Results. – Ninety-eight patients were classified into two groups: normal BMI group (n = 52; 53.1%), and high BMI group (n = 46; 46.9%). Average SUVmax was significantly higher in obese participants in all arterial segments (P < 0.05). However, the SUVmean was significantly higher in obese patients in only three arterial segments aortic arch, left femoral artery and descending thoracic aorta (P < 0.05).Moreover, the differences between the two study groups in terms of the frequency of macroscopic calcifications were not statistically significant for all vascular segments. BMI positively correlated with SUVmax and SUVmean of the vascular segments (r value from 0,219 to 0,575/p value between 0,023 and 0,0001). Conclusions. – Fluorine-18-FDG PET/CT imaging revealed that patients with high BMI have more accelerated atherosclerotic inflammatory process in their major vessels compared to their age-matched controls with normal BMI. Future studies should assess the associated between these findings and the cardiovascular events in the long term.Öğe Kranial pediküllü dorsal sıçan flebinde alfa tokoferolün distal flep nekrozuna etkisi: Deneysel çalışma(1999) Uzunlar, Ali Kemal; Yılmaz, Fahri; Gezici, Ayten; Yağmur, Yusuf; Arıncı, Atilla; Bulut, AhmetLiteratürde, güvenle hazırlanabilecek flep uzunluğunu artırmaya yönelik çeşitli farmakolojik ajanlarla yapılmış birçok çalışma vardır. Çalışmamız sıçanlarda kranial pediküllü random pattern bir flep modeli olan Mc Farlane flebi üzerinde yapıldı. Toplam 50 adet sıçan 25'i kontrol, 25'i de deney grubu olmak üzere iki eşit gruba ayrıldı. Kontrol grubundaki sıçanlara, plasebo amacıyla preoperatif 1. saatte ve postoperatif 1. günden itibaren izotonik NaCl subkütan olarak, deney grubundaki sıçanlara ise preoperatif 1. saatte alfa tokoferol intramüsküler olarak . verildi. Uygulamaya 10 gün süre ile devam edildi. Kontrol grubundaki fleplerde postoperatif 5. günde ortalama % 41.1, 10. günde % 49.16 oranında nekroz görülürken; E vitamini verilen grupta postoperatif 5. günde % 12.4, 10. günde ise % 15.44 oranında nekroz saptandı. Histopatolojik ve sintigrafik sonuçlar bu oranları destekler nitelikteydi. Sonuç olarak; E vitamininin antioksidan özelliği ile flep viabilitesini artırdığını gözlemledik.Öğe Küçük hücreli olmayan akciğer kanserlerinin tanısında teknesyum-99m tetrofosmin ve gallium-676 sitrat sintigrafisinin karşılaştırmalı olarak değerlendirilmesi(1998) Kekilli, Ersoy; Kara, Ahmet; Gezici, AytenTeknesyum-99m (Tc-99m) ile işaretlenen bileşiklerin tümör görüntülenmesinde ideal oldukları düşünülmektedir. Yeni bir ajan olan ve myokard kanlanmasını görüntülemede kullanılan Tc-99m tetrofosmin çeşitli tümör görüntülenmesinde de kullanılmaya başlanmıştır. Biz de bu çalışmada Tc-99m tetrofosmin ile yine bir tümör görüntüleme ajanı olan Gallium-67 (Ga-67) sitratın küçük hücreli olmayan akciğer kanserlerinde (NSCLC) tanısal önemlerini karşılaştırmalı olarak araştırmayı planladık. Primer akciğer kanseri tanısı konulmuş 15 hastanın torakal bölgelerinin Tc-99m tetrofosmin ve Ga-67 sitrat ile single photon emission tomography (SPECT) ve planar görüntüleri alındı. Bütün hastaların planar ve SPECT imajları vizüel olarak değerlendirildikten sonra kantitatif değerlendirme sadece planar imajlardan tümörlü ve karşı taraf sağlam akciğer alanlarında tutulan radioaktif maddenin birbirine oranlarının hesaplanması ile yapıldı. Vizuel analizde Tc-99m tetrofosmin ve Ga-67 sitrat planar görüntülemenin duyarlılığı %85 ve %93 olarak bulundu. SPECT görüntüleme için ise duyarlılık Tc-99m tetrofosmin için %93, Ga-67 sitrat için % 100 olarak değerlendirildi. Planar imajlardan elde edilen Tc-99m tetrofosmin ue Ga-67 sitrat imajlarında tümör/karşı taraf sağlam doku tarafından tutulan radioaktivitenin oranlarının istatistiksel değerlendirilmesi önemli bulundu. Sonuçta Tc-99m tetrofosminin NSCLC'nin değerlendirilmesinde duyarlı bir yöntem olmasına karşın Ga-67 sitrata bir alternatif oluşturmadığı kanaatine varıldı.Öğe Psöriasis vulgaris'li hastalarda tedavi öncesi ve sonrası deri kan akımı değişikliklerinin Xenon-133 ile değerlendirilmesi(1998) Şendur, Neslihan; Harman, Mehmet; Tuncer, M. Cudi; Gezici, Ayten; Kara, AhmetBu çalışmada psöriasis vulgarisli hastalarda tedavinin deri kan akımı üzerine olan etkisini araştırmayı amaçladık. Çalışmaya kortikosteroid tedavisi öncesi ve tedavi sonrası psöriasis vulgarisli 10 hasta ve 7 tane normal kontrol alındı. Hasta grubunda deri kan akımı ölçümü tedavi öncesi ve sonrası olmak üzere iki aşamada yapıldı. Xenon-133'ün intradermal verilmesini takiben 20 dakika süreyle psöriatik deri, simetrik lezyonsuz deri ve normal kontrol grubu deri görüntüleri toplandı. Psöriatik deri, simetrik lezyonsuz deri ve kontrol deriye ait Xenon-133' ün deriden kayboluşuna ait zaman aktivite eğrisi çizilerek deri kan akımı Kety-Schmidt metodu kullanılarak kantitatif olarak hesaplandı.Sonuçlar istatistiksel olarak analiz edildi. Tedavi öncesi lezyonlu deri kan akımı, lezyonsuz ve normal deri kan akımı değerlerine göre önemli derecede farklı bulundu (p<0.01 ve p<0.01). Lezyonsuz psöriatik deri ile normal deri değerleri karşılaştırıldığında ise aradaki farkın önemsiz olduğu görüldü (p>0.05). Klinik olarak iyileşme izlenen psöriatik derinin tedavi öncesi ve sonrası kan akımı değerleri karşılaştırıldığında aradaki farkın anlamlı olduğu görüldü (p<0.01). Psöriatik deri kan akımı değerleri lezyonsuz deri ve normal grup kan akımı değerleri ile karşılaştırıldığında aradaki fark anlamlı bulundu (p<0.01 ve p<0.01). Lezyonsuz simetrik deri ile normal grup deri kan akımı değerleri karşılaştırıldığında ise aralarındaki farkın önemsiz olduğu bulundu (p>0.05).