Yazar "Göral, Vedat" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 20 / 23
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Chronic tophaceus gout nephropathy with hipopotasemia (a case report)(Düzce Üniversitesi, 2007) Erdem, Özgür; Göral, Vedat; Kara, İsmail HamdiGout disease is a common reason for acute arthritis cases. It can appear in different clinical versions. Recurring acute arthritis attacks, formation of tophaceus around the joint and other connective tissue (especially seen at the first metatarsophalangeal joint and earlobe), uric acid stones and gout nephropathy are the most commonly encountered. Besides it has been seen in elder ages and on men with 95% rates, when it is identified on women, the 90% of them are post-menopausal women. As well as causing the renal disease, it has been told that the gout could contribute the development of the chronic renal failure. However, it has not done a certain distinction regarding the facts that the gout has expanded related to chronic renal failure and the nephropathy growth after the gout in literature works. In this case, the progress of nephropathy with hipopotasemia on a post-menopause woman who has got chronic tophaceus gout and chronic renal failure has been found important to be discussedÖğe Diyarbakır ilinde Helikobacter pilori antikor prevalansı(2006) Kaplan, Abdurrahman; Göral, Vedat; Danış, Ramazan; Özdal, Bülent; Şit, DedeGiriş ve amaç: Helikobakter pilori (Hp) infeksiyonu, dünyadaki en yaygın enfeksiyon olup, ülkemiz yapılan çalışmalara göre, Helikobakter pilori infeksiyon sıklığı açısından riskli ülkeler arasında yer almaktadır. Bu çalışmayı yapmaktaki amacımız, son 10 yılda özellikle bölgemizde Hp sıklığı açısından bir değişiklik olup olmadığını araştırmaktır. Gereç ve yöntem: Çalışmaya, 0-30 yaş arası 267 asemptomatik kişi alındı. Hp'ye karşı oluşmuş IgG anti-Hp antikorlar ELISA yöntemiyle ölçüldü. Bulgular: Çalışma grubunda Hp antikor sıklığı; 0-5 yaş arası % 22.6, 6-10 yaş arası % 28.6, 11-15 yaş arası % 40.8, 16-20 yaş arası % 50, 21-30 yaş arası % 60.4 olarak saptandı. 0-30 yaş grubunda ise Hp antikor sıklığı %46.4 idi. Erkek ve kadınlar arasında prevalans farkı saptanmadı. Sonuç: 10 yıl öncesine göre bölgemizde Hp seroprevalansı azalmıştır (p<0.5). Bu durum, son yıllarda Helikobakter pilori''yi ekarte etmek için yaygın olarak uygulanan çeşitli eradikasyon tedavilerine, bazı çevresel ve hijyen koşulları ile sosyoekonomik durumlarda iyileşmeye bağlı olabilir.Öğe Genç ratlarda iskemi-reperfüzyonun ince barsaktaki hasarı üzerine E vitaminin etkisi(1998) Deveci, Engin; Göral, Vedat; Canoruç, Fikri; Tacar, Orhan; Demirant, Ayda; Yılmaz, FahriIskemi-reperfüzyon üzerine antioksidan ajanların etkileri iyi bilinmektedir. Bu çalışmada hayvanlara 3 gün 300mg/kg E vitamini enjekte edildi. Üçüncü gün A.mesenterica superior atravmatik klemps ile iskemi için 30 dakika süre ile tutuldu ve sonra 45 dakika reperfüzyona maruz kaldı. Jejenum'dan alınan kesitler histolojik olarak incelendi ve iskemi-reperfüzyonun olumsuz etkileri ve aynı zamanda bu olumsuz etkiler üzerine E vitaminin koruyucu etkisi incelendi.Öğe Gluten enteropatisi sıklığı(2007) Kaplan, Abdurrahman; Göral, Vedat; Çelik, Murat; Yıldırım, Nurhan; Şit, DedeGiriş ve Amaç: Çölyak hastalığı tüm dünyada yaygın olarak görülen ve sebep oluğu siddetli enteropati glutensiz diyetle düzelebilen bir hastalıktır. Toplumdaki tarama çalışmalarında en yaygın yöntem, ilk adımda hasta serumunda antigliadin antikorlarını araştırmak, daha sonrasında ise anti endomisyum antikorların varlığını belirlemektir. Çalışmamızın amacı, bölgemizdeki çölyak hastalığı sıklığını tespit etmektir. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya yaşları 7 ile 14 arasında değişen 194 çocuk (104 kız, 90 erkek, ort. yaş 9.8 yıl) katıldı. IgA ve IgG tipinde antigliadin antikorları ELISA yöntemiyle, antigliadin antikoru pozitif olanlarda da anti endomisyum antikoru ise, Euroimmun titerplane technique (Medizinische Laboradiagnostika) yöntemiyle bakıldı. Bulgular: 43 öğrencinin antigliadin antikoru IgA?sı pozitif, 21 öğrencinin antigliadin antikoru IgG?si pozitif ve sadece bir öğrencinin anti endomisyum antikoru antikorları pozitif bulundu. Antigliadin antikorlarının hassasiyet ve özgüllüğü sırasıyla %100, %87, anti endomisyum antikoru hassasiyet ve özgüllüğü ise %100 olarak bulundu. Sonuç: Yöremizde çölyak hastalığı sıklığı %0.51 olup, dünyadaki oranlardan oldukça düşüktü. Bulgularımız ilerde yapılacak çölyak hastalığı taramalarında antikor tespitinin yararları- nı göstermiştir. Örnekleme sayımızda belirlediğimiz oranları, tüm popülasyona genelleyebilmek için yeterli olmadığı halde, bu tür bir çalışma, bölgede yapılacak diğer araştırmalara yol göstermesi açı-sından önem taşımaktadır.Öğe Hamileilk döneminde kadmiyum klorid verilen ratların yavrularının karaciğerinde meydana gelen histopatolojik değişikler(1998) Tacar, Orhan; Göral, Vedat; Canoruç, Fikri; Yaldız, Mehmet; Deveci, EnginBu çalışmada hamileliğin 17. sgününden itibaren 21. güne kadar 2 mg/lkg kadmiyum klorid Wistar albino ratlara I.V. olarak enjekte edildi. Kısa süreli kadmiyum verilmesinin neonatal dönemde rotların vücut ağırlıkları ve karaciğer histolojik yapısının etkisi incelendi. Vücut ağırlığında kadmiyum'un etkisine bağlı olarak bir azalma gözlenirken karaciğer yapısında hücresel dejenerasyon ve damarlarda belirgin bir konjesyon gözlendi. Sonuç olarak hamileliğin son döneminde verilen kadmiyum'un neonatal dönemde gelişimi etkilediği gözlenmiştir.Öğe Helicobacter pylori pozitif annelerin bebeklerinde helicobacter pylori enfeksiyonu riski ( vertikal geçiş )(1998) Dursun, Mehmet; Göral, Vedat; Canoruç, Fikri; Şimşek, Halis; Hasçelik, Gülşen; Yükselen, VahitHelicobacter pylori (H.pylori) midenin asit ortamında yaşamını devam ettirebilen nadir organizmalardan biridir. Başta duodenal ülser olmak üzere, peptik ülser, non-ülser dispepsi, mide kanseri ve MALT lenfoması ile yakın ilişkisi olduğuna ait birçok çalışma yapılmıştır. Bu çalışmadaki amacımız H.pylori-pozitif annelerin yeni doğan bebeklerinin enfeksiyon açısından risk altında olup olmadığını saptamaktır. Doğum amacı ile hastanemize başvuran 48 anne adayı ile yeni doğan çocukları çalışmaya dahil edildi. Doğumdan kısa süre sonra hem annelerden hem de bebeklerin umbilikal venlerinden kan örnekleri alındı. Annelerin kan örnekleri ELISA yöntemi ile arari-H.pylori IgG antikoru açısından araştırıldı. Anneleri anti-H.pylori IgG bakımından pozitif olan bebeklerin serumlarında anti-H.pylori IgG ve anti-H.pylori IgA çalışıldı. Anti-H.pylori IgG 48 annenin 36'sında (% 75.0) pozitif bulundu. Anti-H.pylori IgG pozitif 36 annenin bebeklerinin 32'sinde (% 89.0) anti-H.pylori IgG pozitif bulundu. Anti-H.pylori IgG pozitif 32 bebeğin 3'ünde (% 9.4) antii-H.pylori IgA pozitif saptandı (p<0.01). Sonuç olarak, H.pylori-pozitif annelerin bebeklerinde anti-H.pylori IgG pozitifliği, IgG'nin plasental geçişi nedeni ile bebeklerdeki H.pylori enfeksiyonunun göstergesi olamaz. Buna karşın bebeklerdeki anti-H.pylori IgA pozitifliği oldukça önemli olup, çalışmamızda bulunan değer istatistiksel olarak da anlamlı bulunmuştur (p<0.01). Çalışmamızda elde edilen sonuca göre, en azından vertikal geçiş ihtimalinin olabileceği söylenebilir.Öğe Helicobacter pylori'nin intestinal metaplazı, gastrik atrofi bcl-2 ile ilişkisi(2004) Göral, Vedat; Yılmaz, Fahri; Topal, DeryaAmaç: Gastrik kanserdeki olaylar dizisinin; kronik gastrit, atrofi, intestinal metaplazi, displazi ve karsinoma şeklinde olduğu kabul edilmektedir. Helicobacter pylori (Hp)’nin bu kronik olaylar zincirinin başında yer aldığı bilinmektedir. Bu nedenle; Hp’nin kronik inflamasyon, atrofi, aktivite derecesi, intestinal metaplazi ve bcl-2 ile ilişkisini araştırdık.Gereç ve Yöntemler: Çalışmaya alınan toplam hasta sayısı 52 olup; 35’i kadın (%67.3), 17’si erkek (%32.7) hastadan oluşmaktadır. Kadınların yaş ortalaması 44.5; erkeklerin yaş ortalaması ise 41.5 olarak tespit edildi. Tüm olgularda %53.8 oranında Hp saptandı ve tüm olgularda kronik inflamasyon bulundu. Olgularımızda displazi ve gastrik Ca saptanmadı. Hp saptanan hastalarda atrofi oranı %82.1; İM oranı %25; nötrofil aktivite oranı %89.3 bulundu. Hp (-) hastalarda atrofi oranı %37.5, İM oranı %8.3, nötrofil aktivite oranı %8.3 bulundu. Hp yoğunluğu ile kronik inflamasyon derecesi, atrofi derecesi ve aktivite derecesi arasında istatistiksel olarak anlamlı olmak üzere (+) korelasyon görüldü.Bulgular: Hp saptanan hastaların %7.1’inde bcl-2 (+) bulunurken, Hp (-) hastaların %4.1’inde bcl-2 (+) bulundu. Ancak, Hp (+) kronik atrofik gastritli 23 hastanın 2 (%8.7)’sinde bcl-2 (+) iken, Hp (-) kronik atrofik gastritli 9 hastanın 1’inde (%11.1) bcl-2 (+) bulundu. Yani Hp (-) kronik atrofik gastritte, Hp (+) kronik atrofik gastrite göre daha fazla bcl-2 (+)’liği görüldü. Hp (+) saptanan bcl-2 (+) 2 olguda da atrofi ve İM birlikteliği görüldü. Atrofide bcl-2 (+)’liği %9.3 iken; İM’de ise %22.2 bulundu. Sonuç olarak İM’de atrofiye göre oransal olarak daha fazla bcl-2 (+)’liği görüldü Bu verilere göre, oransal olarak bcl-2 (+)’liği Hp (+)’lerde daha fazla bulunmasına rağmen, istatistiki olarak anlamlı bulunamadı. Yine, bcl-2 (+)’liği ile atrofi arasında istatistiksel verilere göre anlamlı bir fark bulunamadı. Bu durum olgu sayısının fazla olmamasına bağlandı. İM ile bcl-2 arasında ise istatistiki olarak veriler anlamlı bulunmuş olup, aralarında (+) korelasyon saptanmıştır.Sonuç: Bu verilerden; Hp enfeksiyonunun kronik gastritle sonuçlandığını, atrofi, İM gelişiminde önemli bir rolü olduğunu ve Hp enfeksiyonunun nötrofil aktivasyonu ile anlamlı bir ilişkisi olduğunu saptadık. Hp yoğunluğu arttıkça kronik gastrit derecesi, aktivite derecesi ve atrofi derecesi arttırdığını gördük. Apoptozisi arttırdığı bilinen Hp’nin, direkt olarak değil de, indirekt olarak atrofi oluşumuna yol açarak antiapoptotik bir gen olan bcl-2 ekspresyonunu da arttırdığını tespit ettik. İM’de atrofiye göre daha fazla bcl-2 (+)’liği gördük. İstatistiksel oranların anlam kazanması ve gastrik kansere doğru ilerledikçe bcl-2 ekspresyonunun arttığını desteklemek için, displazik ve gastrik Ca’lı hastaları da kapsayacak şekilde, geniş olgu serili çalışmalara ihtiyaç vardır.Öğe Hepatosellüler karsinomada renkli Doppler ultrasonografinin tanıdaki değeri(1996) Bilici, Arslan; Mumbuç, Levent; Kemaneci, Aydın; Göral, VedatKaraciğer (KC) tümörlerinin renkli Doppler akım¬ları incelenerek, ayırıcı tanıda renkli Doppler ultraso¬nografinin yeri 'araştırıldı. Çalışmamızda, karaciğerde yer kaplayan 47 kitlede (22 hepatosellüler karsinoma, 15 hemanjioma, 4 metastatik karaciğer kanseri, 3 kara¬ciğer absesi, 3 karaciğer kisti) renkli Doppler akımı ve akım hızı araştırılarak bulunan sonuçlar Tanaka sınıf¬laması ile mukayese edildi. Yirmiiki hepatosellüler karsinoma (HSK)'lı, 3 karaciğer metastazı ve 3 heman-jiomalı vakada, renkli Doppler akımı saptandı. İki ka¬raciğer abseli, 3 karaciğer kistli ve 1 karaciğer metas-tazlı olguda, renkli Doppler akımı saptanmadı. Ortala¬ma maksimum kan akım hızı; HSK'da 80,7 cm/sn ola¬rak saptandı. Basket paterni (kitleyi sıkıca saran ve kit¬le damarlanma (kitle içinde damarlanma) 5 HSK vaka¬sında (%23) tespit edildi. Bu 2 bulgu sadece bu grubda görüldü. Üç hemanjioma vakasında spot paterni (kitle içinde noktasal görünüm) saptandı. Kan akımları 6 HSK'lı vakada daimi, 16 HSK'lı vakada pulsatil dalga şeklindeydi. Çalışmamızın sonuçlarına göre; HSK renkli Doppler ultrasonografide bazı karakteristik özelliklere sahiptir. Bu nedenle, renkli Doppler ultrasonografi hepatosel¬lüler karsinoma ile karaciğerde yer işgal eden diğer kit¬lelerin ayırıcı tanısında önemli rol oynamaktadır.Öğe Öğe Öğe Karaciğer sirozlu hastalarda portal kolopati bulguları(1999) Kızılay, Emine; Canoruç, Fikri; Aras, Nurcan; Yükselen, Vahit; Dursun, Mehmet; Göral, Vedat; Büyükbayram, HüseyinPortal hipertansiyon diffüz olarak gastrointestinal kanalı etkilemektedir. Portal kolopati, karaciğer sirozlu olgularda portal hipertansiyon sonucu gelişen yeni bir klinik antitedir. Ancak, karaciğer sirozlu hastalarda portal kolopati sıklığı ve özellikleri ile rektal varisler iyi çalışılmamıştır. Bu çalışmada, hemodinamik açıdan stabl olan ve kanama öyküsü olmayan 25 postnekrotik karaciğer sirozlu hastada, özefagoskopi, kolonoskopi ve renkli Doppler ultrasonografi yapılarak portal kolopati sıklığı, portal gastropati ve karaciğer hasarının derecesi ile ilişkisi araştırıldı, Çalışmamızda, karaciğer sirozlu olgularda özefagus varisleri % 96, konjestif gastropati % 20, anorektal varis ve hemoroid dışı konjestif kolopati lezyonları % 92 oranında tespit edildi. Portal kolopati lezyonları sıklıkla rektosigmoid bölge, inen kolon, anal kanal ve daha az oranda transvers kolonda idi. Özefagus varisi derecesi arttıkça konjestif kolopati görülme sıklığı artarken, anorektal varis ve hemoroid sıklığında artış görülmedi. Konjestif gastropati, özefagus varisleri ile anlamlı ilişki göstermezken, konjestif gastropatisi olan olguların hepsinde konjestif kolopati bulundu. Ancak bu lezyonlar ile Child skoru arasında anlamlılık görülmedi. Yapılacak çalışmaların, bu klinik antitenin yalnız sıklığının araştırılmasına yönelik değil, aynı zamanda patofizyolojisinin de incelenerek, bu lezyonların potansiyel kanama riskini azaltmak ve tedavi seçenekleri oluşturmak amacına yönelik olması gerektiği kanaatindeyiz.Öğe Kronik HCV'li hemodiyaliz hastalarında occult HBV infeksiyonu sıklığı(2005) Atmaca, Selahattin; Çelik, Murat; Özkul, Hamza; Şit, Dede; Göral, VedatGiriş ve amaç: Occult HBV infeksiyonu, HBsAg'nin tespit edilemediği HBV infeksiyonun varlığı ile tanımlanır. Kronik hepatitis C, HCC ve hemodiyaliz hastalarında, kriptojenik karaciğer hastalığı olanlarda, ilaç injeksiyon kullanıcıları ve HlV'lilerde, ayrıca sık kan transfüzyonu yapılanlar ve kan donörlerinde occult HBV infeksiyonunun prevalansının yüksek olduğu belirtilmektedir. Biz bu çalışmada, kronik HCV'li hemodiyaliz hastalarındaki occult HBV infeksiyonun prevalansını ve klinik etkilerini araştırmayı hedefledik. Gereç ve yöntem: HBsAg'si negatif, anti-HCV'si pozitif olan 50 kronik hemodiyaliz hastası çalışmaya alındı. Bu hastalar HCV-RNA PCR sonuçlarına göre HCV-RNA pozitif ve HCV-RNA negatif olarak iki gruba ayrıldı. Her iki hasta grubunda HBV-DNA duyarlı PCR yöntemi ile araştırıldı. Bulgular: HCV-RNA pozitif 22 hasta ve HCV-RNA negatif 28 hasta gruplarının hiçbirinde serumda PCR yöntemi ile HBV-DNA tespit edilemedi. Hastaların ortalama yaşları HCV-RNA pozitif grupta 47.2±17 ve HCV-RNA negatif grupta 39.6±15.6 idi. Sonuç: Bölgemizde, kronik HCV'li hemodiyaliz hastalarında occult HBV infeksiyonu prevalansı yüksek değildir. Çalışmamızdaki bu sonucu, bölgemizdeki HBsAg pozitiflik oram (%8-10) ile HBV mutantlarınm görülme sıklığının etkileşimini dikkate alarak değerlendirmek gerekir. Ayrıca, halen standardize edilmemiş HBV-DNA PCR yöntemlerinin sensitivite ve spesifitelerini de gözden geçirmenin ve buna göre ortak bir tanı yöntemi tanımlamanın gerekliliği ortaya çıkmaktadırÖğe Kronik hepatit-C virüsü enfeksiyonunda ekstrahepatik bulguların prevalansının değerlendirilmesi(2005) Göral, Vedat; Yılmaz, M. Emin; Kadiroğlu, Ali Kemal; Şit, Dede; Çelik, MuratAmaç: Kronik HCV enfeksiyonunun klinik ve biyolojik ekstrahepatik bulgularının prevalansını değerlendirmektir.Gereç ve Yöntemler: Kırk anti-HCV (+) hasta ve 40 HBsAg (+) hasta değerlendirildi. Anti-HCV (+) grupta 40 hastanın 35 (%87.5)’i kronik karaciğer parankim hastası ve 5 (%12.5)’i karaciğer sirozlu idi. HbsAg (+) grubunda ise 40 hastanın 33 (%82.5)’ü kronik karaciğer parankim hastası ve 7 (%17.5)’si karaciğer sirozlu idi. HCV ve HBV enfeksiyonları ELISA ve polimeraz zincir reaksiyonu (PCR)’yla teyit edildi. Biyokimyasal, hematolojik ve immünolojik testler hem anti-HCV (+) grubunda hem de HbsAg (+) grubunda çalışıldı. Hastalar romatolojik, dermatolojik, nörolojik ve psikiyatrik klinik bulgular yönünden değerlendirildi.Bulgular: Anti-HCV (+) grubunun yaş ortalaması 49.0 ± 15.7 yıl, ortalama hastalık süresi 38.1± 51.8 ay ve HbsAg (+) grubun yaş ortalaması 36.4 ± 13.2 yıl, ortalama hastalık süresi 35.3 ± 42.1 ay olarak saptandı. Anti-HCV (+) grubuna karşılık HbsAg (+) grubunda ekstrahepatik klinik bulguların dağılımı şu şekilde idi. %25 artralji ve %5 artritise karşılık %5 artralji (p= 0.031). %10 parestezi ve %12.5 periferik nöropatiye karşılık %5 parestezi (p= 0.041). %10 pruritus ve %5 liken planusa karşılık %5 pruritus (p= 0.045). %50 depresyon ve %2.5 anksiyeteye karşılık %7.5 depresyon (p= 0.000). %25 ANA (+), %2.5 ASMA (+) ve %7.5 oranında [ANA + ASMA + AMA] (+)’lığına karşılık %5 oranında ANA (+)’lığı saptandı (p= 0.006). Anti-HCV (+) grubu ile HbsAg (+) grubunda klinik durum ile yaş arasında sırasıyla (r= 0.429, p= 0.006, r= 0.461, p= 0.003), klinik durum ile hastalık süresi arasında sırasıyla (r= 0.516, p= 0.001, r= 0.517, p= 0.001) ve albumin ile Htc arasında sırasıyla (r= 0.561, p= 0.000, r= 0.649, p= 0.000) pozitif korelasyon gözlendi. Her 2 grupta tespit edilen her bir ekstrahepatik klinik bulgu için rölatif risk değeri hesaplandı. Sonuç: Romatolojik, nörolojik, psikiyatrik ve dermatolojik ekstrahepatik bulgular ile otoantikor pozitifliğini anti-HCV (+) grubunda daha sıklıkla saptadık. HCV kronik enfeksiyonu bu klinik dallardaki her bir bulguyu normal bireylere göre görülme sıklığını çeşitli oranlarda arttırdığı gözlendi.Öğe Malignant melanoma of the stomach presenting in a woman: A case report(2011) Göral, Vedat; Uçmak, Feyzullah; Yıldırım, Serdar; Barutçu, Sezgin; Leri, Serdar; Aslan, İlknur; Büyükbayram, HüseyinIntroduction. Malignant melanoma is reported to metastasize to all organs of the human body. Although it is common for it to metastasize to the gastrointestinal tract, a melanoma located primarily in the gastric mucosa is an uncommon tumor. Gastrointestinal metastases are rarely diagnosed before death with radiological and endoscopic techniques. Case presentation. In this case report the clinical course and treatment of a woman with melanoma of the stomach, without any other detectable primary lesion, is presented and discussed. A 55-year-old Turkish woman presented to our clinic with complaints of muscle pain and bone pain in the left side of her chest. During an upper gastrointestinal system endoscopy, dark cherry-colored, light elevated, round-shaped lesions were taken from her gastric fundus and from the first part of her duodenum. Biopsies from these samples were determined to be malignant melanoma by the pathologist. Conclusion: Metastatic malignant melanoma cases should be examined through endoscopy for gastrointestinal metastases.Öğe Nonülser dispepside Helikobakter pilori sıklığı ve eradikasyon tedavisine yanıt(2006) Göral, Vedat; Şit, Dede; Dönmez, Mehmet; Temiz, HakanGiriş ve amaç: Nonülser dispepsi etyolojisi net olarak bilinmeyen ve birçok faktörün neden olarak öne sürüldüğü bir hastalıktır. H. pilori de suçlanan faktörlerden biridir. Amacımız nonülser dispepsi ile H. pilori arasındaki ilişikiyi ve eradikasyona yanıtı araştırmaktır. Gereç ve yöntem: Bu çalışmada, 24’ü kadın 20’si erkek olmak üzere 44 nonülser dispepsi hastası (yaş ort. 34,36 ± 13,08) yer almıştır. Kontrol grubu olarak 15 kişilik asemptomatik vaka ( 6 bayan, 9 erkek, yaş ortalaması 32,06 ± 15,09) alınmıştır. Bulgular: Nonülser dispepsi tanılı çalışma hastalarda üreaz testi ile H. pilori varlığı % 56,8 saptanmıştır. Kontrol grubunda ise %20 saptanmıştır. Nonülser dispepsili hastaları ülser benzeri, dismotilite benzeri ve reflü benzeri alt gruplara ayırdığımızda, üreaz testi ile H. pilori pozitifliği, sırasıyla % 61,9, %50,0 ve %55,5 olarak tespit edilmiştir. Üreaz testi ile H. pilori pozitifliği saptanan 27 kişiye eradikasyon tedavisi başlanmıştır. İlaçlarını düzenli kullanarak tedavi bitiminden 6 hafta sonra kontrole gelen 11 hastaya üre nefes testi uygulanmıştır. Üre nefes testi ile 5 hastada (%45, 45) infeksiyonun eradike edildiği gösterildi. Bu 5 hastadan 3’ünde, ilk başvurudaki şikayetler devam etmekteydi. Eradikasyonun sağlanamadığı 6 hastada ilk başvurudaki şikayetleri devam ettiği saptandı. Eradikasyon tedavisi 11 vakadan 2’sinde (%18,1) yüz güldürücü sonuca ulaşmıştır. Sonuç: Nonülser dispepside H. pilori sıklığı kontrol grubuna göre yüksek bulunmuştur, ancak H. pilori eradikasyonu yararlı bulunmamıştır.Öğe Ogilvie's syndrome in a patient with multiple myeloma(2002) Parmaksız, Yusuf; Uyar, Aşur; Müftüoğlu, Ekrem; Göral, VedatOgilvie's sendromu, fizik muayene ve radyolojik olarak mekanik barsak obstrüksiyonunu düşündüren ancak obstrüksiyon yapan organik bir nedeninin bulunmadığı bir tablodur. Elektrolit imbalansı, sistemik infeksiyonlar, bazı ilaçlar,bazen de nörolojik hastalıklar bu duruma neden olur. Burada, multipl myelomalı bir vakada gelişen Ogilvie's sendromu rapor edilmektedir. Bu vakada şiddetli torakal ağrı, karında daimi ve artan distansiyon, barsak seslerinde kayıp mevcuttu. Ayakta direkt batın grafisinde ve ultrasonografide, özellikle sağ kolon ve transvers kolonda massif genişleme vardı. Hastaya nazogastrik aspirasyon yapıldı ve tüm analjezikler kesildi. Rektal tüp takıldı ve hastaya 9 gün süreyle prokinetik amaçla eritromisin verildi. Karında distansiyon, rektal tüp, nazogastrik aspirasyon ve multipl myeloma tedavisi ile azalmaya başladı. Ogilvie's sendromu, multipl myeloma'nın nadir bir komplikasyonudur. Literatürde sadece bir vakada multipl myelomada gelişen Ogilvie's sendromu mevcuttur. Bizim vakamız, multipl myelomada gelişen literatürdeki ikinci Ogilvie's sendromu vakasıdır.Öğe Polymerase chain reaction analizi ile entamoeba histolytica ve entamoeba dispar sıklığı ( epidemiyolojik çalışma )(1998) Göral, Vedat; Jetter, Alexander; Walderısh, Brigitte; Burchard, Gerd-Dieter; Ackers, John; Brıtten, DawnSon zamanlarda keşfedilen Entemoeba dispar (E.dispar) , Entemoeba histolytica'dan (E.histolytica) morfolojik olarak ayrılamayan, nonpatojen olan bir parazittir.Bu çalışmadaki E.histolitika/ E.dispar sıklığı köylerde yapıldı. Amip varlığı taze dışkıdan mikroskopik inceleme ile araştırıldı. Ayrıca "poly-merase chain reaction" (PCR) çalışması ve E.histolytica/ E.dispar'a karşı antikor varlığı için ELISA testi kullanıldı. E.histolytica /E.dispar sıklığı, dışkının mikroskopik incelenmesi ile A köyünde % 35, B köyünde % 28 bulundu. Ancak PCR sonuçlarına göre bu iki köyde E.histolytica bulunamazken, E.dispar sıklığı A köyünde % 21, B köyünde % 18 oranında bulundu.Antikor seviyeleri ile dışkıda E.histolytica / E.dispar sıklığı arasında korelasyon yoktu. Ancak, E.histolytica / E.dispar antijenlerine karşı antikor cevabı açısından önemli bir ilişki saptandı (p=0.001). Çalışma sonuçlarımıza göre, yöremizde E.histolytica sıklığı oldukça düşüktür. Seroloji, endemik bölgelerdeki asemptomatik kist taşıyanlarda E.histolytica ve E.dispar ayırımında yol gösterici değildir.Öğe Psödoksantoma Elastikum, hamile bir kadında tekrarlayan üst gastrointestinal kanama nedeni(Türk Gastroenteroloji Vakfı, 2007) Göral, Vedat; Demir, Doğan; Tüzün, Yekta; Keklikçi, Uğur; Büyübayram, Hüseyin; Bayan, Kadim; Uyar, AşurPsödoksantoma elastikum nadir görülen; herediter, deri, göz, kardiovasküler sistemi etkiliyen bir multisistem hastalığıdır. Olgumuz, 28 yaşında kadın hasta, üst gastrointestinal sistem kanaması şikayeti ile acil servise müracaat etti. Son 8 yılda on defadan fazla hematemezmelena şikayetleri ile gastroententeroloji kliniğinde takip edilmiş olan hasta, öyküsünde daha önceki gebeliğinde tekrar kanaması olduğunu ifade etmekteydi. Hastanın yapılan sistemik muayenesinde, gözde retina pigment epitelinde atrofi, fundusta angioid streaklar ve tipik peau d’orange bulgusu, OCT’de (optic coherans tomografi) retina sinir lifi tabakasında incelme, boyun derisinde bilateral, retiküler tarzda sarımsı renkli, düz papüler lezyonlar (plucked chicken appearance), fundusda kanama odaklarının olması ve böbreklerde nefrokalsinozis ile psödoksantoma elastikum tanısı aldı. Cilt biyopsisinde psödoksantoma elastikum saptandı. Psödoksantoma elastikum, nadir görülen ve genetik geçiş gösteren sistemik bir hastalıktır. Psödoksantoma elastikum olgularına erken tanı konması, sistemik komplikasyonlarını erken tanımak ve yaşayan diğer aile bireylerinin genetik danışma alması açısından önemlidir.Öğe Rare and new extraintestinal complication of ulcerative colitis: Nasal septal perforation(Wiley-Blackwell, 2012) Göral, Vedat[Abstract Not Available]Öğe The relation of Helicobacter pylori with intestinal metaplasia, gastric atrophy and BCL-2(2004) Kara, Hamdi; Topal, Derya; Yılmaz, Fahri; Göral, VedatAmaç: Gastrik kanserdeki olaylar dizisinin; kronik gastritis, atrofi, intestinal metaplazi, displazi ve karsinoma şeklinde olduğu kabul edilmektedir. Hp’nin bu kronik olaylar zincirinin başında yer aldığı bilinmektedir. Bu nedenle; Hp’nin kronik inflamasyon, atrofi, aktivite derecesi, intestinal metaplazi ve antiapoptotik bir gen olan bcl-2 ile ilişkisini araştırdık. Yöntem: Çalışmaya, endoskopilerinde antrum ağırlıklı kronik gastritis saptanan toplam 52 alındı. 35’i kadın (% 67.3), 17’si erkek (% 32.7) hastadan oluşup, kadınların yaş ortalaması 44.5; erkeklerin yaş ortalaması ise 41.5 olarak tespit edildi. Tüm vakalarda % 53.8 oranında Hp saptandı ve tüm vakalarda kronik inflamasyon bulundu. Hp yoğunluğu ile kronik inflamasyon derecesi, atrofi derecesi ve aktivite derecesi arasında istatistiksel olarak anlamlı olmak üzere (+) korelasyon görüldü. Bulgular: Hp saptanan hastaların % 7.1’inde bcl-2 (+) bulunurken, Hp (-) hastaların % 4.1’inde bcl-2 (+) bulundu. Ancak, Hp (+) kronik atrofik gastritisli 23 hastanın 2’sinde (% 8.7) bcl-2 (+) iken, Hp(-) kronik atrofik gastritisli 9 hastanın 1’inde (% 11.1) bcl-2 (+) bulundu. Yani Hp (-) kronik atrofik gastritisde, Hp (+) kronik atrofik gastritise göre daha fazla bcl-2 (+)’liği görüldü. Hp(+) saptanan bcl-2 (+) 2 vakada da atrofi ve İM birlikteliği görüldü. İM’de atrofiye göre oransal olarak daha fazla bcl-2 (+)’liği görüldü. Bu verilere göre, oransal olarak bcl-2 (+)’liği Hp (+)’lerde daha fazla bulunmasına rağmen, istatistiki olarak anlamlı bulunamadı. Yine, bcl-2 (+)’liği ile atrofi arasında istatiksel verilere göre anlamlı bir ilişki bulunamadı. Bu durum vaka sayısının fazla olmamasına bağlandı. İM ile bcl-2 arasında ise istatistiki olarak veriler anlamlı bulunmuş olup, aralarında (+) korelasyon saptanmıştır. Sonuç: Bu verilerden Hp infeksiyonunun kronik gastritis gelişiminden sonra atrofi, İM gelişiminde önemli bir rol oynadığı, nötrofil aktivasyonu ile anlamlı bir ilişkisi olduğu ve yine Hp yoğunluğu arttıkça kronik gastritis derecesi, aktivite derecesi ve atrofi derecesinin arttığı sonuçlarını çıkarabiliriz. Apoptozisi arttırdığı bilinen Hp’nin, direkt olarak değil de, indirekt olarak atrofi ve İM oluşumuna yol açarak antiapoptotik bir gen olan bcl-2 expresyonunu arttırdığını gördük. İM’de atrofiye göre daha fazla bcl-2 (+)’liği gördük. İstatistiksel oranların anlam kazanması ve gastrik kansere doğru ilerledikçe bcl-2 ekspresyonunun arttığını desteklemek için, displazik ve gastrik Ca’lı hastaları da kapsayacak şekilde geniş vaka serili çalışmalara ihtiyaç vardır.