Yazar "Gökalp, Deniz" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 11 / 11
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe An acromegalic patient with low Insulin-Like Growth Factor-1 levels: it may not be found to be elevated during diagnosis of acromegaly each time(2015) Bahceci, Mithat; Tuzcu, Alpaslan; Durmaz, Şenay Arıkan; Gökalp, Deniz; Ayağ, Hatice; Güzel, AslanAkromegali tanısı aşırı GH ve Insulin-Like Growth Factor-1 (IGF-1) sekresyonunun gösterilmesine dayanır. IGF-1 akromegalinin aktivasyonunun en güvenilir göstergesidir. Bununla birlikte plazma IGF-1 düzeylerinin değişikliklerinin yorumlanmasında bazı tuzaklar vardır. Biz kötü kontrollü tip 2 diabetes mellitus ve malnütrisyon ile ilişkili olarak düşük IGF-1 ve artmış GH düzeyleri olan bir akromegalili olguyu sunmayı amaçladık.Otuzsekiz yaşındaki kadın hasta hiperglisemi, halsizlik, öksürük, dispne, yüksek ateş yakınmaları yüzünden acil servise baş vurdu. On yıldır ellerinde ve ayaklarında büyüme olmasından yakınmaktaydı ve uzun zamandır kaşektikti. OGTT sırasında serum growth hormon düzeyleri yaş ve cinsiyete göre olan normal sınırlardan yüksek bulundu. Fakat IGF 1 and IGFBP-3 normal referans aralığından düşük ölçüldü. Hipofizin manyetik rezonans görüntülemesinde 3x2.5 cm çaplı bir pituiter makroadenom saptandı. Sonuç olarak, artmış IGF-1 düzeyleri akromegali tanı ve aktivitesinde çok önemlidir, ancak tip 2 diyabetli akromegalilerde IGF-1' in dikkatli yorumlanması gereklidirÖğe Alloksan İle oluşturulan deneysel diyabetin kardiyo-vasküler sistem üzerindeki akut etkilerinin ışık mikroskobik düzeyde incelenmesi(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2007) Bahçeci, Selen; Canoruç, Naime; Nergiz, Yusuf; Söker, Sevda; Gökalp, Deniz; Akbalık, Mehmet Erdem; Tutşi, YekbunDiyabetik kardiyomiyopati diyabetin en önemli komplikasyonlarından biridir. Diyabetin kalp ve aorta üzerindeki akut dönem etkileri yeteri kadar bilinmemektedir. Biz bu çalışmamızda diyabetin kardiyo-vasküler sistem üzerindeki akut etkilerini ışık mikroskobik düzeyde incelenmesini amaçladık. Çalışmamızda 20 adet Spraque-Dawley rat kullandık ve diyabet oluşturmak için 150 mg/kg alloksan intraperitoneal, kontrol grubuna ise 1ml SF, İP uyguladık. Yirmidört saat sonra sıçanların kuyruk veninden kan glikoz düzeyleri ölçüldü. Kan glikoz düzeyleri 250 mg/dl’den fazla olan sıçanlar diyabetik olarak kabul edildi ve 4 IU/d human insülinle tedavi edildiler. Yedi gün sonra ketamin anestezisi altında sakrifiye edildiler. Kalp ve aort dokusu % 10’luk nötral formalinde tesbit edildi. Kesitler parafine gömüldü, 5 µm kalınlığında seri kesitler alındı, Hematoksilen-Eozin ve Heidenhein’ın Azan modifikasyonu ile boyandı. Kontrol grubunun kalp kası hücrelerinde herhangi bir patolojiye rastlanmadı. Diabetik grupta; kalp kası hücrelerinde yer yer heterojen bir görünüm, bazı kalp kası hücrelerinde hidropik değişiklikler, perivasküler ve interstisiyel alanda minimal düzeyde fibrozis izlendi. Kontrol grubunda aort normal histolojik yapıda izlendi. Diyabetik grupta aortun tunika media tabakasında düz kas hücrelerinde belirgin anizostosiz, düz kas hücre çekirdeklerinde bir azalma gözlendi. Diabetes Mellitus’un erken dönemlerinde kalp kası ve aort kas hücrelerinde minimal düzeyde de olsa değeneratif değişikliğe ve fibrozise neden olduğu sonucuna varıldı.Öğe Alloksan ile oluşturulan deneysel diyanetin kardiyo-vasküler sistem üzerindeki akut etkilerinin ışık mikroskobik düzeyde incelenmesi(2007) Canoruç, Naime; Gökalp, Deniz; Tutşi, Yekbun; Söker, Sevda; Bahçeci, Selen; Akbalık, Mehmet Erdem; Nergiz, YusufDiyabetik kardiyomiyopati diyabetin en önemli komplikasyonlarından biridir. Diyabetin kalp ve aorta üzerindeki akut dönem etkileri yeteri kadar bilinmemektedir. Biz bu çalışmamızda diyabetin kardiyo-vasküler sistem üzerindeki akut etkilerini ışık mikroskobik düzeyde incelenmesini amaçladık. Çalışmamızda 20 adet Spraque-Dawley rat kullandık ve diyabet oluşturmak için 150 mg/kg alloksan intraperitoneal, kontrol grubuna ise 1ml SF, İP uyguladık. Yirmidört saat sonra sıçanların kuyruk veninden kan glikoz düzeyleri ölçüldü. Kan glikoz düzeyleri 250 mg/dl’den fazla olan sıçanlar diyabetik olarak kabul edildi ve 4 IU/d human insülinle tedavi edildiler. Yedi gün sonra ketamin anestezisi altında sakrifiye edildiler. Kalp ve aort dokusu % 10’luk nötral formalinde tesbit edildi. Kesitler parafine gömüldü, 5 µm kalınlığında seri kesitler alındı, Hematoksilen-Eozin ve Heidenhein’ın Azan modifikasyonu ile boyandı. Kontrol grubunun kalp kası hücrelerinde herhangi bir patolojiye rastlanmadı. Diabetik grupta; kalp kası hücrelerinde yer yer heterojen bir görünüm, bazı kalp kası hücrelerinde hidropik değişiklikler, perivasküler ve interstisiyel alanda minimal düzeyde fibrozis izlendi. Kontrol grubunda aort normal histolojik yapıda izlendi. Diyabetik grupta aortun tunika media tabakasında düz kas hücrelerinde belirgin anizostosiz, düz kas hücre çekirdeklerinde bir azalma gözlendi. Diabetes Mellitus’un erken dönemlerinde kalp kası ve aort kas hücrelerinde minimal düzeyde de olsa değeneratif değişikliğe ve fibrozise neden olduğu sonucuna varıldı.Öğe Assessment of thyroid function in children aged 1-13 years with beta-thalassemia major(Tehran University of Medical Sciences, 2011) Pirinççioğlu, Ayfer Gözü; Deniz, Turgay; Gökalp, Deniz; Beyazit, Nurcan; Haspolat, Yusuf Kenan; Söker, MuratObjective: Hypothyroidism usually appears in the second decade of life and is thought to be associated with iron overload in patients with thalassemia major. This study aimed to evaluate thyroid dysfunctions in patients with beta-thalassemia major and to see if they appear in the earlier period of life. Methods: Thyroid function and iron load status were evaluated in 90 children with a mean age of 7.17±3.78 years with beta-thalassemia major by measuring serum free thyroxin (FT4), serum free triiodothyronine (FT3), total thyroxin (T3), serum total triiodothyronine (T4), thyroid-stimulating hormone (TSH) and ferritin levels from serum of patients admitted to the Pediatric Department, Faculty of Medicine University of Dicle between March 2005 and July 2009. A control group formed from an age-sex matched healthy children with a mean age of 6.98±3.66 years was also included. A standard thyrotropin releasing hormone test was applied to 3 patients who had high TSH levels and were classified as subclinical primer hypothyroidism. The study was designed according to the Declaration of Helsinki and informed consent was obtained from the parents of all participants. Findings: All thyroid parameters in patients were in the normal ranges compared with the controls except three of them which had high TSH levels. Serum ferritin level (2703±1649 ng/mL) in patients was significantly higher than in controls (81.5±15.5 ng/mL). Conclusion: The work implies that hypothyroidism could be even seen in the first decade of life in patients with beta-thalassemia major in spite of improved hematological cares.Öğe Diyabetik hastalarda aspirin direnci sıklığı ve metabolik parametrelerle ilişkisi(2015) Gökalp, DenizGiriş: Kardiyovasküler hastalığın hem primer hem de sekonder önlenmesi için antitrombosit ajan olarak aspirin kullanımına karşın trombotik olayların tekrarlaması, “aspirin direnci” kavramını gündeme getirmiştir. Diyabetik hastalarda aspirinin antirombotik etkisine yeterli yanıt olmadığı, aspirin direncinin diyabetik hastalarda daha yüksek olduğunu belirten yayınlar mevcuttur. Bu çalışmanın amacı tip 1 ve tip 2 diyabetik hastalarda aspirin direnci prevalansını belirlemektir. Gereç ve yöntem: Bu çalışmaya son 7 gün düzenli aspirin kullanırken başvuran 158 Tip2 DM hastası (64 erkek, 94 kadın; ort. yaş 57±24) 164 sağlıklı kontrol grubu (78 erkek, 86 kadın; ort. yaş 55±19) ile karşılaştırıldı ve 30 Tip1 DM (16 erkek, 14 kadın; ort. yaş 22±9) tanısı almış diyabetik hastalar 41 sağlıklı kontrol grubu (21 erkek, 20 kadın; ort. yaş 23±7) çalışmaya alındı. Aspirin etkinliğini değerlendirmek için Platelet Function Analyzer (PFA)-100 cihazı kullanıldı. Col/Epi kartuşları ile ölçülen kapanma zamanının 165 saniyeden kısa olması ve col/ADP kapanma zamanının <114 saniye olması aspirin direnci olarak kabul edildi. Bulgular: 158 Tip 2 DM`li hastanin 72` sinde (% 45.6), 164 sağlıklı kontrol grubunun 47 sinde (% 28.6) aspirin direnci saptandı (p=0.001). Tip 2 DM’li hastalardan Koroner kalp hastalığı öyküsü bulunan 41 hastanın 21`inde (% 51.2) aspirin direnci saptandı. Aspirin direnci prevalansı Tip 1 DM`li hastalarda % 50 oranında bulundu ve 41 kişilik sağlıklı kontrol grubundan anlamlı olarak yüksekti (% 12.2) (p=0.001). aspirin direnci ile cinsiyet, sigara, HbA1c, hipertansiyon, aspirin dozu arasında ilişki yoktu. Tip 2 DM`li hastalarda aspirin direnci ile LDL-k arasında anlamlı ilişki bulunmaktaydı (p=0.020). Tartışma: Aspirin direnci hem Tip 1 hem de tip 2DM’li hastalarda kontrol grubuna göre daha sıktır. Dolayısyla, DM’de trombotik olayları önlemek için daha yüksek doz aspirin uygulanması veya klopidogrel gibi diğer antitrombosit ajanlarının kullanımını kapsayan tedavi seçenekleri göz önünde bulundurulmalıdır. Anahtar sözcükler: Tip 1 Diyabet, Tip 2 Diyabet, Aspirin resistansı.Öğe Hipofizer cüceliğe eşlik eden ektopik nörohipofiz: Olgu sunumu(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2008) Kılınç, İlhan; Gökalp, Deniz; Özmen, Cihan AkgülEktopik nörohipofiz, büyüme hormonu eksikliğine bağlı cüceliğe eşlik edebilen bir hipofiz bezi anomalisidir. Biz de hipofizer cüceliğe eşlik eden ektopik nörohipofizli olgumuzun klinik ve radyolojik bulguları ile sunduk. 21 yaşında erkek hasta başvuru şikayeti boy kısalığı idi. Hastanın prolaktin dışındaki tüm anterior hipofiz hormonları düşüktü. Kontrastlı hipofiz MR incelemede nörohipofizer parlak nokta ektopik olarak median eminens düzeyinde olup, hipofiz sapı izlenmedi. Sonuç olarak ektopik nörohipofiz pituiter cüceliğe eşlik edebilir. Bu olguların ek patolojilerin varlığı açısından kranial MR tetkiki ile görüntülenmeleri yararlı olabilir.Öğe Hyperthyroidism may be associated with hypoleptinemia in spite of insulin resistance(2015) Bahceci, Mithat; Tuzcu, Alpaslan; Karaahmetoğlu, Selma; Atay, Çiğdem; Gökalp, Deniz; Durmaz, Şenay ArıkanAmaç: Tiroid hormonlarının leptin üzerine etkisi tartışmalıdır. Biz hipertiroidili kadınlarda tedavi öncesi ve tedavi sonrası serum leptin düzeylerini değerlendirmeyi amaçladık. Gereç ve Yöntemler: Yeni tanı konulan 27 hipertiroidili kadın (yaş 35±10 yıl, vücut kitle indeksi (BMI) 26,21±5,44 kg/m²) ve yaş ve BMI'I benzer 30 sağlıklı kadın (yaş 36±10 yıl, BMI 25,48±6,97 kg/m²) çalışmaya alındı. BMI, vücut yağ kitlesi (FM) ve yağ yüzdesi (%F) belirlendi. Standart oral glukoz tolerans testi yapıldı ve insulin direncini belirlemek için glukozun eğri altında kalan alanı (AUCglu120) her kişi için hesaplandı. Serum leptin düzeyleri tedavi öncesi ve tedavi sonrası radioimmunoassay ile belirlendi. Bulgular: Hipertiroidili hastalarda serum leptin düzeyleri kontrol grubundan düşüktü (19,95±19,81 ve 35,90±22,73 ng/dl, p<0,01). Hipertiroidi grubunda hipertiroid koşullarda leptin düzeyleri de ötiroid durumdan daha düşüktü (19,95±19,81 ve 24,54±19,99 ng/dl, p=0,028). Hipertiroidi tedavisi ile serum leptin düzeyleri belirgin olarak artış gösterdi ve kontrol grubundan farksız hale geldi. Fakat antropometrik parametreler tedavi ile belirgin farklılık göstermedi. Hipertiroidili kadınlarda AUCglu120 değerleri kontrol grubundan yüksekti (165704±3276 ve 12567±2102 mg.dk/dl, p<0,001). Tedavi sonrasında hipertiroidili kadınlarda AUCglu120 değerleri azaldı ve kontrolden farksız hale geldi. Sonuçlar: Serum leptin düzeyleri hipertiroidili kadınlarda düşüktür ve hipertiroidinin tedavisi ile hipoleptinemi düzeltilebilir. Hipertiroidide düşük serum leptin düzeyleri vücut yağı ve BMI ile açıklanamaz. Daha da önemlisi hipertiroidide glukoz dağılımı bozulabilir ve serum leptin düzeylerinden bağımsız olarak ötiroidizm ile iyileşebilirÖğe İç hastalıkları polikliniğine başvuran asemptomatik kişilerde subklinik hipotiroidizm prevalansı ve subklinik hipotiroidili hastaların biyokimyasal, klinik ve antropometrik özellikleri(2004) Parmaksız, Yusuf; Bahceci, Mithat; Tuzcu, Alpaslan; Gökalp, DenizAmaç: Bölgemizdeki subklinik hipotiroidili hastaların prevalansını saptamak ve subklinik hipotiroidi saptanan hastaların antropometrik ölçümleri, lipid parametreleri ile sağlıklı populasyonun aynı parametreleri arasında fark olup olmadığını ortaya koymak. Materyal Metod: Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Hasta¬nesi genel dahiliye polikliniğine çeşitli sebeplerle başvuran yaşları 15 ile 78 arasında değişen 255 kişi çalışma kapsamına alındı. Hastaların boy, ağırlık,-BMI, tansiyon arteryel, nabız atım sayısı, bel ve kalça çevreleri saptandı. Açlık serum glikoz, total kolesterol, trigliserid, LDL-kolesterol, HDL-kolesterol, VLDL- kolesterol ve tiroid hormon düzeyleri (T4, T3, FT4, FT3, TSH) ölçüldü. Anti-tiroglobulin ve anti-tiroid peroksidaz antikorlarının pozitifliği immun fluorescans yöntemi ile belirlendi. Bu veriler sonucunda subklinik hipotiroidi prevalansı saptandı ayrıca subklinik hipotiroidi tanısı alan ve almayan hastaların parametereleri Mann-Whitney U testi ve Ki-kare testi ile karşılaştırıldı. Bulgular: Çalışma yapılan gruptaki subklinik hipotiroidi prevalansı % 5,1 olarak bulundu. TSH düzeyi subklinik hipotiroidili hastalarda anlamlı olarak yüksek bulundu (p < 0.0001). Subklinik hipotiroidili hastaların total T4 ve serbest T4 düzeyleri kontrol grubundan anlamlı olarak düşük saptandı (sırası ile p < 0.003, p < 0.03). Subklinik hipotiroidili hastalarda anti-TPO antikor pozitifliği anlamlı derecede yüksekti (p < 0.007). Subklinik hipotiroidi saptanan hastaların antropometrik ölçümleri, lipid parametreleri, kan basıncı ve nabız atım sayısı konrol grubundan istatistiksel olarak farklı bulunmadı. Sonuç olarak: 1-Hastaneye başvuran bireylerdeki Subklinik hipotiroidizm prevalansı % 5,1 civarındadır. 2-Subklinik, hipotiroidizm ile anti-TPO antikor pozitifliği arasında anlamlı bir, ilişki görülmüştür. Bu da subklinik hipotiroidizm gelişiminde otoimmunitenin önemini göstermektedir. 3-Subklinik.hipotiroidili hastalarda fiziksel, metapolik ve biyokimyasal değerler, normal kişilerden farklı değildir. Bu sebeple tiroid hormonu verilmesi zorunlu görülmemektedir.Öğe Obez ve obez olmayan bireylerde adiposit volümü ile insülin direnci arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi-adiposit volümü insülin direnci, adiponektin, rezistin, TNF-α, İL-6, hs-CRP düzeyleri ile ilişkili midir?(2017) Gökalp, Deniz; Bahçeci, MithatGiriş Yağ dokusunda bulunan adipositler metabolik olarak aktif hücreler olup, vücut enerjisinin düzenlenmesinde temel bir role sahiptir. Adipositlerden metabolizmayı etkileyen çok sayıda adipokin (leptin, adiponektin, rezistin, visfatin) ve proinflamatuvar sitokinler (TNFot, İL-6) üretilmektedir. Yağ dokusundan sitokin salmımını düzenleyen faktörler aynı zamanda hücre boyutları üzerinde etkili gibi görünmektedir ve yağ dokusundaki hücrelerin farklılığı obezite ve diyabet arasındaki olası ilişkiyi açıklayabilir. Biz bu çalışmayla adiposit volümü, adiponektin, rezistin, proinflamatuvar sitokinler, ve insulin direnci arasındaki ilişkiyi obez, non-diyabetik obez, diyabetik ve obez-diyabetik hastalarda araştırmayı amaçladık. Bireyler ve Yöntem Mart 2005-Eylül 2005 tarihleri arasında Genel cerrahi (76), Kadın doğum (24) kliniklerinde elektif operasyon planlanan 100 hasta çalışmaya alındı. Malignite ön tanılı, Tip 1 DM hastalar çalışmaya alınmadı. Çalışmaya alınan hastalar 4 gruba ayrıldı: 1. Normal grup (BMI < 25, Diyabet tanısı olmayan) 2. Obez nondiyabetik grup (BMI >25, Diyabet tanısı olmayan) 3. Nonobez diyabetik grup (BMI <25,Tip 2 DM) 4. Obez diyabetik grup (BMI >25,Tip 2 DM) Hastaların boy ve kiloları ölçülerek BMÎ hesaplandı. Hastaların kan basıncı ölçüldü. Tüm hastalardan 10-12 saatlik açlık sonrası operasyon öncesi kan örnekleri alındı. Alman kan örneklerinde Glukoz, insülin, c-peptid, trigliserit, VLDL-k, LDL-k, HDL-k, total kolesterol, TNFot, İL-6, rezistin, adiponektin, hs-CRP düzeylerine bakıldı. Hastalardan operasyon sırasında subkutan yağ dokusu örneği alınarak formaldehit içerisinde mikroskopik inceleme için histoloji laboratuvarına gönderildi. Alman yağ dokusu örnekleri elektron mikroskobik inceleme için Toluidin blue ile boyanarak Olympus BH-2 marka ışık mikroskobunda 10x100 büyütmede oküler mikrometreyle her preparattan 100 yağ hücresinin çaplarının aritmetik ortalamaları iv hesaplandı. Standart sapmaları alındı ve Goldrick's formülünden (rai [3(SD)2+d2)]/6) yağ volümleri hesaplandı. Sonuçlar Adiposit volümleri ile adipokinler, sitokinler ve hs-CRP arasında ilişkiye bakıldığında adiposit volümleri ile TNFa, IL6 ve HOMA-IR arasında pozitif korelasyon saptandı. Adiposit volümleri ile adiponektin arasında ise negatif korelasyon saptandı. Adiposit volümleri ile plazma total kolesterol (r=0.22, p=0.03) ve LDL-k (r=0.25, p=0.01) arasında pozitif korelasyon saptandı. Adiposit volümleri ile inflamasyon göstergelerinden TNF a (r=0.25 p=0.01), ÎL-6 (r=0.21,p=0.04) arasında pozitif korelasyon saptandı. Adiposit volümleriyle adiponektin düzeyleri arasında negatif korelasyon saptandı (r=0.25, p=0.01). Tartışma Bu durumda adiposit boyutlarının artmasıyla beraber inflamasyonda artış olabileceği düşünülebilir. Adiposit volümleri ile kolesterol, LDL-k arasındaki pozitif etkileşim ateroskloroz gelişiminde adiposit boyutlarının önemli olabileceğini dolayısıyla hipertrofik obeziteyle ateroskleroz arasındaki etkileşimi düşündürmektedir. Adiposit volümleri ile insülin direnci götergesi olan HOMA-IR arasında pozitif korelasyon vardır. Dolayısıyla hipertrofik obezite insülin direncinde önemli rol almakta gibi görünmektedir. Adiponektin düzeyleri plazma açlık glukozu, HOMA-IR ile negatif korelasyon göstermektedir. Dolayısıyla adiponektin insülin direnci ve diyabet gelişimi yönünden koruyucu bir role sahip olabilir. Anahtar Sözcükler: İnsulin direnci, Adipokinler, TNFa, Obezite, DMÖğe Tip 1 diyabetli hastalarda açlık, tokluk kan şekerleri ile HbA1c arasındaki ilişki(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2008) Akın, Davut; Çil, Timuçin; Tüzün, Yekta; Gökalp, Deniz; Danış, RamazanAçlık ve tokluk kan şekerleriyle HbA1c ilişkisi birçok çalışmada araştırılmıştır. Bu çalışmada tip 1 diyabetli hastalarda açlık kan şekeri (AKŞ), tokluk kan şekeri (TKŞ) ve HbA1c arasındaki ilişkiyi araştırdık. Polikliniğimize başvuran tip 1 diyabetli 86 hasta çalışmaya alındı. Hastaların AKŞ, TKŞ ve HbA1c düzeylerine bakıldı. Değişkenler arasında Pearson korelasyonu uygulandı. Hastaların yaş ortalaması 26,8±8,4 yıl ve diyabet süreleri 6,9±4,2 yıl hesaplandı. Hastaların AKŞ, TKŞ ve HbA1c ortalamaları sırasıyla 230±109 mg/dl, 299±123 mg/dl ve 9,8±2,8% bulundu. 13 hastanın (%15,1) HbA1c değeri %7 değerinin altındaydı. AKŞ ve TKŞ değerlerinin HbA1c ile korelasyonu sırasıyla r=0,26 (p<0,05) ve r=0,46 (p<0,01) bulundu. Korelasyon kadın hastalarda daha düşüktü. Tip 1 diyabetli hastalarda AKŞ, TKŞ değerlerinin HbA1c ile korelasyonu incelediğinde HbA1c ile korelasyon oranının TKŞ’ne göre AKŞ ile daha düşük olduğu görülmektedir. Bu nedenle TKŞ değerleri de tip 1 diyabetlilerde takipte kullanılmalıdır.Öğe Tip 2 diyabetik hastalarda hepatosteatoz görülme sıklığı(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2007) Gökalp, Deniz; Kılınç, İlhan; Akın, DavutHepatosteatoz diyabetli hastalar arasında sık olarak görülmektedir. Bu çalışmada Tip 2 diyabetik hastalarda ultrasonografiyle hepatosteatoz saptanma sıklığı ve buna etki eden metabolik faktörler araştırıldı. Yaşları 30-72 arasında olan 58 tip 2 diyabetes mellituslu hasta çalışmaya dahil edildi. Tüm olgularda radyoloji uzmanı tarafından ultrasonografi cihazı ile hepatosteatoz bakımından inceleme yapıldı. Hastaların yaş ortalaması 52,8 ± 11, diyabet tanı süreleri ortalaması 8,7 ± 5,7 yıl olarak tespit edildi. Hastaların % 60’ında (35 hasta) hepatosteatoz tespit edildi. Kadınlarda hepatosteatoz oranı %59 erkeklerde ise oran % 65 olarak hesaplandı. Hepatosteatoz olan ve olmayan hastalar karşılaştırıldığında diyabet süresi, hasta yaşı, trigliserid ve total kolesterol ortalamalarının hepatosteatozu olan hasta grubunda daha yüksek olduğu saptandı. Ancak fark istatistiksel olarak anlamlı değildi. Hepatosteatoz tip 2 DM’li hastalarda sık rastlanan bir hastalıktır. Diyabetik hastalarda hepatosteatoz açısından dikkatli olunmalıdır.