Yazar "Demir, Bülent" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 8 / 8
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Dış gebelikte tedavi yaklaşımlarımız(2001) Tarlan, Nurten; Gül, Talip; Demirkol, Talat; Demir, Bülent; Soysal, HamitAmaç: Kliniğimizde dış gebelik tanısıyla tedavi ettiğimiz olgularda tedavi yaklaşımlarımızın değerlendirilmesidir. Materyal ve Metod: 01.01.1997-30.06.2000 tarihleri arasında dış gebelik tanısı konularak tedavi edilen 65 olgu tedavi yaklaşımlarımız açısından retrospektif olarak değerlendrildi. Bulgular: 65 olgudan 32'ine (% 49) laparotomi, 25'ine (% 38) laparaskopi, 7'sine (% 11) laparoskopi + laparotomi uygulandı. 36 olguda rüpttir olmuş dış gebelik mevcuttu. 26 (% 41) olguya lineer salpingostomi, 20 (% 31) salpenjektomi, 11 (% 17) segmental rezeksiyon, bir tanesine kornual wedge rezeksiyon, 2 tanesine milking yöntemi, 4 tanesine yalnızca aspirasyon + hemostaz yapıldı. İki olguya 50 mgr/m İ.M tek doz metotrakset uygulandı. Olguların birinde tedavi başarılı olmadı ve laparotomi ile segmental rezeksiyon yapıldı. Beş olguya salpenjectomi ile beraber karşı tarafta tüp lagasyonu yapıldı. Sonuç: Dış gebeliklerin tedavisinde, fertiliteyi korumak amacıyla konservatif tedavi yaklaşımları tercih edilmelidir.Öğe Geç postpartum eklampsi: İki olgu sunumu(2006) Gül, Talip; Demir, BülentAMAÇ: Postpartum geç eklampsi tanısı konulan iki olgunun sunumu. OLGU: Preeklampsinin tüm klinik ve laboratuvar özelliklerini taşıyan, iki kadında, postpartum dördüncü ve yedinci günde konvülziyonlar görüldü ve bu vakalar gözden geçirildi. SONUÇ: Geç Postpartum eklampsinin, pospartum 48. saatten sonrada nadir olmayarak görülebileceğini ve labaratuar degerlerinde düzelme olsada, eklampsi krizinin ortaya çıkabileceğini vurgulamak.Öğe Kliniğimizdeki HELLP sendromlu olguların değerlendirilmesi(2016) Demir, Bülent; Yayla, MuratÇalışmamızda 1/1/2000 ile 31/12/2002 tarihleri arasında Dicle Üniversitesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalında doğum yapan ve hariçte doğum yapıp kliniğimize sevk edilen ve HELLP sendromu tanısı konan 81 gebe prospektif olarak incelendi. HELLP sendromu olan hastalar ile HELLP sendromu olmayan hipertansif hastalar demografik ve laboratuvar bulguları yönünden karşılaştırıldı. HELLP sendromunda perinatal mortalite, maternal morbidite ve mortalite sıklıkları tanımlandı. HELLP sendromu, başlangıç zamanına (prepartum-postpartum) ve Martin klasifikasyonuna göre karşılaştırıldı. Kliniğimizde gebelikte hipertansif hastalık %11.76, HELLP sendromu %1.86 oranında görülmektedir. Gebelikte hipertansif hastalıklar içinde HELLP sendromu %15.85 oranında görülmektedir. Hastaların ortalama yaşı 29.60±7.42, ortalama paritesi 3.45±3.39 ve %75'i multipar olarak bulunmuştur. Gebelik haftaları ortalama 31.69±5.71 olarak bulunmuştur. 81 HELLP sendromlu hastanın 35'inde eklampsi (%43.20), 29'unda ağır preeklampsi (%35.80), 10'unda ise hafif preeklampsi (%12.34) eşlik etmekte idi. HELLP sendromu %84 prepartum, %16 postpartum gelişirken aralarında laboratuvar ve klinik fark gözlenmedi. Martin sınıflaması erken gebelik haftalarında yüksek perinatal mortalitenin habercisi olurken laboratuvar verileri olarak yol gösterici olmadı. Olguların % 77.78'i canlı, % 22.22'si ölü doğum yaptı. Toplam perinatal mortalite % 32.09 idi. Perinatal mortalite içinde fetal mortalite %65 oranında bulundu. Neonatal mortalite %30.76 idi. Perinatal mortalitenin ana nedeni prematürite ve düşük doğum ağırlığıdır. HELLP sendromlu hastalarımızdaki maternal komplikasyonları incelediğimizde: DİC (%20.98), akut böbrek yetmezliği (%18.50), ablasyo plasenta (%6.17) ve serebral ödem (%4.92) bunlar arasında en sık görülenleridir. 54 HELLP sendromu gelişen hastalarımızda maternal mortalitemiz 81 hasta arasında 5 hastadır (%6.17). Bu bulgu HELLP olmayan hipertansiflerdekinden daha yüksektir. HELLP sendromu olan hastalarda, olmayanlara göre HELLP kriterlerinin yanı sıra böbrek fonksiyonlarının göstergesi olan üre, kreatinin değerleri ile doğum haftası, neonatal ağırlık ve perinatal mortalite istatistiksel yönden anlamlı olarak yüksek bulunmuştur. Sonuç olarak HELLP, sadece preeklampsi-eklampsi olan gruba göre daha erken gebelik haftalarında ortaya çıkan, annede hepato-renal ve hematolojik komplikasyonlara daha fazla neden olan, gerek fetus, gerekse anne açısından daha fazla risk taşıyan bir sendromdur. HELLP'in başlangıç zamanı hastalığın seyrini etkilememektedir. Martin sınıflaması özellikle perinatal prognozu önceden belirleyebilmektedir.Öğe Patau sendromu (trizomi 13): Otopsi olgusu(2005) Orhan, Diclehan; Kılınç, Nihat; Demir, Bülent; Yayla, MuratAmaç: Patau sendromu 12.000-29.000 canlı doğumda bir görülmektedir ve ileri anne yaşı ile risk artmaktadır. Olgu: 40 yaşındaki annenin yapılan uitrasonografisinde, hipoteiorizm, basık burun, holoprozensefali, yarık damak ve yarık dudak tespit edildi. Fetusun otopsi incelemesinde holoprozensefali, multikistik böbrek, yarık damak ve yarık dudak saptanmıştır.Öğe Preeklampside androjenler(Dicle Üniversitesi, Tıp Fakültesi, 2002) Demir, Bülent; Yalınkaya, AhmetAmaç: Preeklampsi tanısı konuları gebeler ile normotansif gebelerin serum androjen seviyelerini karşılaştırmak ve testosteronun preeklampsi ile ilişkisini değerlendirmektir. Çalışmanın yapıldığı yer: Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı, Diyarbakır. Materyal metod: Nisan 1999-Aralık 2001 tarihleri arasında kliniğimizde takip ve tedavi edilen, nullipar ve multipar 101 preeklamptik gebelerden grup I ve 90 normotansif gebelerden grup II oluşturularak, toplam 191 gebe üçüncü trimesterde prospektif olarak çalışma kapsamına alındı. Çoğul gebelikler ile mort fetusu olan gebeler çalışma dışı bırakıldı. Tüm olgularda total testosteron, serbest testosteron, estradiol, DHEAS, SHBG seviyelerine bakıldı. Elde edilen sonuçların istatistiksel analizi SPSS 9.0 bilgisayar programında yapıldı. Gruplarının hormon parametreleri arasındaki korelasyon analizlerinde Pearson korelasyon katsayıları kullanıldı. Bulgular: Grup l'de ortalama anne yaşı 29.1 ±7.6, ortalama BMI 28.1 ±5.1, ortalama gestasyonel yaş 36.4±3.1 olarak tespit edildi. Grup ll'de ortalama anne yaşı 29.7±5.7, ortalama BMI 28. 1± 4.1, ortalama gestasyonel yaş 37.2±2.8, olarak tespit edildi ve gruplar arasında istatiksel anlamlı fark bulunmadı (p>0,05). Ortalama total testosteron düzeyi grup l'de 1.50±1.60 ng/ml, grup ll'de 0.80±0.65 ng/ml olarak tespit edildi, gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulundu (p<0,05). Ortalama serbest testosteron düzeyi grup l'de 3.51 ±2.36 pg/ml, grup ll'de 1.77±1.06 pg/ml olarak tespit edildi, gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulundu (p<0,05). DHEAS, SHBG, Estradiol seviyeleri46 arasında anlamlı fark bulunamadı (p>0,05). Her iki grupta da bebeklerin cinsiyetleri arasındaki fark istatistiksel açıdan anlamlı bulunmadı (p>0,05). Tartışma: Preeklampsi maternal mortalite ve morbiditenin en önemli nedenlerindendir. Preeklampsinin patofizyolojisini aydınlatmak amacıyla çok sayıda çalışma yapılmasına rağmen, bu güne kadar kesin bir sonuca ulaşılamamıştır. Preeklampsi vasküler hiperaktivite ve hiperkoagulabilite ile karakterize olup, vasküler hiperaktivitenin anjiotensin II sensitivitesi ve eikosanoid seviyesindeki değişiklikler ile ilişkili olduğu gösterilmiştir. Hayvan deneylerinde norepinefrin ve araşidonik asite karşı damarların gösterdikleri vasopressor cevabın testosteron tedavisi ile arttığı gösterilmiştir. Androjenler in vitro prostasiklin üretimini azaltır ve eikosanoid üretimini arttırır ve bu da preeklampside görüldüğü gibi vasküler kontraksiyon ve koagülasyonu artıracak bir Tx/PG2 oranı ile sonuçlanır. Bunun yanında androjenler, direkt olarak trombosit agregasyonunun artışına neden olur, bu etki eikosanoid değişimi ile birleştiği zaman preeklampside gözlenen patofızyolojik değişimleri yansıtır. Bu çalışmada, plazma androjen düzeyi (total ve serbest testosteron) preeklamptik gebelerde normotansif gebelere oranla istatistiksel açıdan anlamlı düzeyde yüksek bulundu. Fetus cinsiyetinin androjen düzeyi üzerinde önemli rol oynamadığı tespit edildi. Sonuç: Çalışmamızda, potent bir androjen olan total testosteron ve free testosteron düzeylerinin kontrol grubuna göre daha yüksek bulunması, androjenlerin preeklampsinin patofizyolojisinde rol oynayabileceği görüşünü desteklemektedir. Bu konudaki çalışmaların çok sınırlı olması, daha çok çalışmalara ihtiyaç olduğu kanaatindeyiz.Öğe Preeklampside serum andojen düzeyleri(2006) Yalınkaya, Ahmet; Yayla, Murat; Demir, BülentAMAÇ: Preeklampsi tanısı koyulan gebeler ile normotansif gebelerin serum androjen seviyelerini karşılaştırmak, testosteronun preeklampsi ile ilişkisini değerlendirmektir.MATERYAL ve METOD: Kliniğimizde takip ve tedavi edilen, nullipar ve multipar 101 preeklamptik gebeden grup I ve 90 normotansif gebeden grup II oluşturularak, toplam 191 gebe üçüncü trimesterinde prospektif olarak çalışma kapsamına alındı. Çoğul gebelikler ile mort fetusu olan gebeler çalışma dışı bırakıldı. Doğan bebeklerin cinsiyeti kaydedildi. Tüm olgulardan venöz kan alınarak, total testosteron, serbest testosteron, estradiol, DHEAS, SHBG seviyelerine bakıldı. İstatistiksel analizlerde Chi-Square ve Student-T testleri kullanıldı. p< 0,05 anlamlı kabul edildi.BULGULAR: Grupların yaş ortalaması, ortalama gestasyonel yaşları ve ortalama gebelik sayıları benzer idi. Ortalama total testosteron düzeyi grup I'de 1.50±1.60 ng/ml, grup II'de 0.80±0.65 ng/ml, ortalama serbest testosteron düzeyi grup I'de 3.51±2.36 pg/ml, grup II'de 1.77±1.06 pg/ml olarak tespit edildi, gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulundu (p<0.05). DHEAS, SHBG, estradiol seviyeleri arasında anlamlı fark bulunamadı (p >0.05). Her iki grupta da bebeklerin cinsiyetleri arasındaki fark istatistiksel açıdan anlamlı bulunmadı (p>0.05).SONUÇ: Preeklamptik grupta total ve serbest testosteron düzeylerinin, aynı gebelik haftasındaki normotansif gebelerden daha yüksek bulunması, henüz etyopatogenezi net olarak anlaşılmamış preeklampsinin ortaya çıkmasında androjenlerin predispozan bir faktör olabilecegini düşündürmektedir. Fetus cinsiyetinin androjen düzeyi üzerinde önemli rol oynamadığı tespit edildi.Öğe Sağlık çalışanlarında premenstrüel sendrom insidansı ve etkileyen faktörlerin araştırılması(2006) Güven, Güvendağ Emine Seda; Algül, Yıldız Lale; Demir, BülentAMAÇ: Çalışan kadınlarda Premenstrüel Sendrom (PMS) insidansını saptamak. PMS’nin sosyodemografik özellikler, adet düzeni ve beslenme gibi faktörlerle ilişkisini irdelemek, çalışan kadınlarda PMS’nin iş verimliliği üzerindeki etkisini belirlemek ve bu sendromun yol açtığı iş ve zaman kayıpları ile gereksiz ilaç kullanımlarının azaltılmasına katkıda bulunmak. MATERYAL-METOD: Araştırma, Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde çalışan 19-49 yaş grubu, 254 kadında yürütülmüştür. Veriler kadınların çalıştıkları kliniklerde yüz yüze anket yöntemiyle toplanmıştır. BULGULAR: Kadınların % 20,1’inde PMS saptanmıştır. % 91,7 kadında ise premenstrüel dönemde az veya çok semptom olduğu bulunmuştur. En sık görülen semptomların başında, bel ağrısı, gerginlik-huzursuzluk, sinirlilik-öfke, karında şişkinlik ve memede hassasiyet gelmektedir. 30 yaş ve altında olanlarda, evlilerde, hemşirelerde, hiç çocuğu olmayan ve bir çocuğu olanlarda, agresifsaldırgan kişilik yapısına sahip olanlarda PMS daha sık görülmekle birlikte, istatistiksel olarak anlamlı bulunamadı. Yine çay, kahve ve kola içme, şekerli gıdaları yeme miktarı arttıkça PMS artıyor, egzersiz yapma oranı arttıkça PMS azalıyor gibi görünse de, istatistiksel olarak anlamlılık bulunamadı. Menarş yaşı, adet düzeni, adet sancısı olanlarda, ailesinde benzer şikayetler olanlarda ve içilen sigara miktarı arttıkça PMS anlamlı ölçüde yüksek bulundu. Premenstrüel semptomları olan kadınların % 70,3’ü, bu dönemde iş verimliliklerinin azaldığını ifade etmektedir. SONUÇ: Çalışan kadınlarda PMS oranı yüksektir. Bu durum tüm toplumu etkilemektedir. PMS insidansının azalması ve kadınların yaşam kalitesinin geliştirilmesi için, bu konuya daha fazla önem verilmeli ve gerekli önlemler alınmalıdır.Öğe Sezaryen sonrası gelişen nekrotizan fasiitis Olgu sunumu(2006) Gül, Talip; Kılınç, Nihal; Demir, BülentNekrotizan fasiitis nadir görülen fakat potansiyel olarak hayatı tehdit eden, şiddetli akut, hızla ilerleyen yumuşak dokunun bakteriyel enfeksiyonudur. Hastalık yüzeyel fasia ve sübkutan dokuların geniş nekrozu ve aşırı sistemik toksisite ile karakterizedir. Bu ölümcül enfeksiyonun tedavisi geniş spekturumlu antibiyotikler ve geniş cerrahi debritman ile yapılır. Sezaryen sonrası gelişen nekrotizan fasiitis olgusu, nadir görülmesi nedeniyle literatür bilgileri gözden geçirilerek sunulmuştur.