Yazar "Buğday, Rezan" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 5 / 5
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe İkinci trimester amniyosentez olgularının değerlendirilmesi: Tersiyer bir merkezin 10 yıllık deneyimi(Perinatal Tıp Vakfı, 2021) Gündüz, Reyhan; Tunç, Senem Yaman; Buğday, Rezan; Oral, Diclehan; Tekeş, Selahaddin; Yalınkaya, AhmetAmaç: Kliniğimizdeki amniyosentez uygulanan olguların retrospektif analizini yapmak ve bu konudaki deneyimimizi paylaşarak literatüre katkı sunmaktır.Yöntem: Çalışmamıza ikinci trimesterde amniyosentez uygulanan 632 olgu dahil edildi. Olguların demografik özellikleri, gebelik haftaları, amniyosentez endikasyonları, işleme bağlı komplikasyonları, kültür başarısı, sitogenetik sonuçları, kromozom anomalisi saptanan olguların sonuçları ve endikasyonları değerlendirildi. Kromozom anomalisi, komlikasyonları, kültür başarısızlığı oranları ve en sık amniyosentez endikasyonları belirtildi. Kromozom anomalisi olan olguların sonuçları sayısal ve yapısal anomi olarak belirtildi.Bulgular: Çalışmamıza dahil edilen tüm olguların yaş ortalamaları 33.7±6.8 yıl, gebelik haftaları 17.5±1.0 hafta olarak tespit edildi. Amniyosentez sonucu kromozom anomalisi tespit edilen olgu oranı%22.4, kültür başarısızlığı oranı %2.1 ve komplikasyon oranı %0.5bulundu. En sık amniyosentez endikasyonları ve kromozom anomalisi tespit edilen olgularda amniyosentez endikasyonları aynı olupbunlar sırasıyla; kombine testin yüksek riskli olması, üçlü tarama testinin yüksek riskli olması ve ultrasonografide (USG) anomali olmasıdır. Kromozom anomalisi tespit etme oranı birden fazla endikasyonun birlikte görülüp amniyosentez uygulanan olgularda dahayüksek bulundu.Sonuç: Prenatal tanı için USG ve serum tarama testleri yaygınolarak kullanılmakla birlikte yüksek riskli hastalara kesin tanı içinamniyosentez gibi invazif testlere ihtiyaç vardır. Tarama testlerinde birden fazla kromozom anomalisi riski taşıyan olgularda, prenatal tanı için amniyosentezin daha önemli olduğu sonucuna varıldı.Öğe İkinci trimester amniyosentez olgularının değerlendirilmesi: Tersiyer bir merkezin10 yıllık deneyimi(2021) Gündüz, Reyhan; Oral, Diclehan; Tekeş, Selahaddin; Tunc, Senem Yaman; Yalınkaya, Ahmet; Buğday, RezanAmaç: Kliniğimizdeki amniyosentez uygulanan olguların retrospektif analizini yapmak ve bu konudaki deneyimimizi paylaşarak literatüre katkı sunmaktır.Yöntem: Çalışmamıza ikinci trimesterde amniyosentez uygulanan 632 olgu dahil edildi. Olguların demografik özellikleri, gebelik haftaları, amniyosentez endikasyonları, işleme bağlı komplikasyonları, kültür başarısı, sitogenetik sonuçları, kromozom anomalisi saptanan olguların sonuçları ve endikasyonları değerlendirildi. Kromozom anomalisi, komlikasyonları, kültür başarısızlığı oranları ve en sık amniyosentez endikasyonları belirtildi. Kromozom anomalisi olan olguların sonuçları sayısal ve yapısal anomi olarak belirtildi.Bulgular: Çalışmamıza dahil edilen tüm olguların yaş ortalamaları 33.7±6.8 yıl, gebelik haftaları 17.5±1.0 hafta olarak tespit edildi. Amniyosentez sonucu kromozom anomalisi tespit edilen olgu oranı%22.4, kültür başarısızlığı oranı %2.1 ve komplikasyon oranı %0.5bulundu. En sık amniyosentez endikasyonları ve kromozom anomalisi tespit edilen olgularda amniyosentez endikasyonları aynı olupbunlar sırasıyla; kombine testin yüksek riskli olması, üçlü tarama testinin yüksek riskli olması ve ultrasonografide (USG) anomali olmasıdır. Kromozom anomalisi tespit etme oranı birden fazla endikasyonun birlikte görülüp amniyosentez uygulanan olgularda dahayüksek bulundu.Sonuç: Prenatal tanı için USG ve serum tarama testleri yaygınolarak kullanılmakla birlikte yüksek riskli hastalara kesin tanı içinamniyosentez gibi invazif testlere ihtiyaç vardır. Tarama testlerinde birden fazla kromozom anomalisi riski taşıyan olgularda, prenatal tanı için amniyosentezin daha önemli olduğu sonucuna varıldı.Öğe Kliniğimizdeki konjenital anomali tiplerinin, dağılımının ve konjenital anomalili bebek doğuran gebelerin klinik ve demografik özelliklerinin retrospektif değerlendirilmesi: 5 yıllık tersiyer merkez deneyimi(Dicle Üniversitesi, Tıp Fakültesi, 2020) Buğday, Rezan; Tunç, Senem YamanAmaç: Bu çalışmadaki amacımız, Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum kliniğinde, terminasyonu veya doğumu gerçekleştirilen konjenital anomalili bebeğe sahip annelerin klinik ve demografik özelliklerini değerlendirmek, konjenital anomalili gebeliklerin insidansını, anomali tiplerini ve anomalilerin dağılımını değerlendirmektir. Ortaya çıkacak sonuçlara göre; perinatal mortalite ve morbiditenin azalmasına katkıda bulunmak, konjenital anomalilerden kaynaklanan ciddi sağlık giderlerini, ailenin ve sağlık personelinin yaşamak zorunda kalacağı psikolojik, etik, sosyal travmaları azaltmak ve fetal anomalilerin yönetim şekline katkı sağlamak amaçlanmıştır. Materyal-Metot: Bu çalışmaya Temmuz 2013 ile Temmuz 2018 tarihleri arasında ( 5 yıllık ) Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği'ne konjenital anomali tanısı ile yatırılan ve doğumu veya terminasyonu gerçekleştirilen hastalar ( n=834) dahil edildi. Hastaların yaş, gravida, parite, gebelik haftası, ultrasonografik bulguları, doğum şekli, doğumdaki gebelik haftası, konjenital anomali tipi gibi verileri hastane bilgi yönetim sistemi arşivi ve kliniğimizin doğum defterleri incelenerek elde edilmiştir. Gebelik haftası ? 20 veya ? 500 gram gebelikler abortus olarak kabul edilmiştir. Minör anomaliler ve bulgular (koroid pleksus kisti, hiperekojen bağırsak, kısa femur, hiperekojenik kardiak odak, hafif düzeyde renal piyelektazi gibi) çalışma dışı tutuldu. Maternal veya tıbbi nedenli terminasyonlar çalışma dışında bırakıldı. Minör anomali veya soft markırlar saptanan ancak, farklı nedenlerle termine edilen veya doğurtulan gebeler çalışma dışı bırakıldı. Herhangi bir anomali olmaksızın istemli abortus yapan gebeler çalışmaya dahil edilmedi. Arşiv veya hastane bilgi yönetim sisteminden bilgilerine ulaşılamayan veya eksik bilgi elde edilen hastalar çalışma dışı bırakıldı. Bulgular: Çalışmayı yaptığımız süre içerisinde toplam 834 fetal anomalili bebek doğurtulmuştur. Kliniğimizdeki konjenital anomali oranı % 6,12 olarak tespit edilmiştir. Fetal anomaliler sistem sıklıklarına göre değerlendirildiğinde; SSS anomalilerinin 426 (%51,1) hasta olduğu ve SSS anomalilerinin en sık görülen anomaliler olduğu, deri-lenfatik sistem anomalisi 96 (%11,5) , multipl anomaliler 87 (%10,4), kardiyak anomaliler 74 (%8,9), GÜS anomalisi 59 (%7,1), GİS anomalisi 34 (% 4,1), kas-iskelet sistemi anomalisi 17 (%2), kromozom anomalisi 10 (%1,2), göğüs anomalisi 9 (%1,1), kranio-fasyal anomali 3 (%0,4) ve diğer anomalileri olan 18 (%2,2) hasta olduğu tespit edildi. En sık anomalilerin; bir grup olarak NTD (n=199) anomalileri (%23,9) olduğu, tek başına hidrosefalinin (n=104, (%24,4)) ise en sık izole anomali olduğu tespit edildi. Konjenital anomalisi olan hastalarda, sezaryen ile doğum yapanların oranlarının daha fazla olduğu ve bunun istatistiksel açıdan anlamlı olduğu görülmüştür (p< 0,001). Akraba evliliği ve sigara kullanımı ile, sık görülen konjenital anomaliler arasında herhangi bir ilişki olmadığı tespit edildi. Çalışmamızda miadından önce doğum yapan annelerin bebeklerinde, SSS anomalileri, deri lenfatik sistem anomalileri ve multipl anomalilerin daha sık görüldüğü ve bu sıklığın istatistiksel olarak anlamlı olduğu tespit edildi. Dişi ya da ambigus genitale olan bebeklerde SSS anomalilerinin, erkek bebeklerden daha fazla görüldüğü ve bu farkın istatistiksel olarak anlamlı olduğu tespit edildi (p=0,037). Sonuç: Fetal anomalilerin daha erken prenatal tanısı ve yasalar çerçevesinde daha erken gebelik haftala¬rında isteğe bağlı sonlandırılabilme imkanı, gebelerin sağlıklı ve malformasyon taşımayan bebek doğurma beklentisini arttırmıştrır. Ayrıca erken terminasyonlarda, etik ve psikolojik kabul edilebilirliğin daha yüksek olduğu görülmüştür. Kültürlerde ve ülkelerin yasalarında farklılıklar olsa da; erken dönemde tespit, özellikle yaşamla bağdaşmayan ağır anomaliler hakkında aileye daha etkin bir danışmanlık hizmetinin verilmesi ve terminasyon seçeneğinin, perinatal mortalitenin ve morbiditenin azaltılmasına katkıda bulunacağını, sağlık giderlerini ve ailenin yaşamak zorunda kalacağı psikolojik ve sosyal travmaları azaltacağını düşünmekteyiz. Her toplumda, hatta her bölgede konjenital malformasyon dağılım ve sıklığının bilinmesi, etkili faktörlerin saptanıp koruyucu önlemler alınması, bebek ölümleri ve toplumda doğuştan engelli birey sayısının azaltılmasına yönelik, atılacak önemli adımlardan birisi olacaktır.Öğe MATERNAL AND NEONATAL OUTCOMES OF CESAREAN SECTION IN OBESE AND MORBID OBESE TERM PREGNANT WOMEN(Rojan GÜMÜŞ, 2022) Altın, Abdulbari; Gündüz, Reyhan; Fındık, Fatih Mehmet; Buğday, Rezan; Tunç, Senem Yaman; Gül, TalipObjectives: To compare preoperatively, intraoperatively and postoperatively the maternal and ne-onatal outcomes of normal-weight, obese and morbid obese pregnant women who delivered by cesarean section in our clinic. Methods: This study retrospectively included 151 singleton pregnancies delivered at ?37 weeks of gestation by cesarean section. Demographic, clinical and neonatal results of the patients were not-ed and compared between the groups. Results: Among the pregnant women included in this study, length of postoperative hospital stay and presence of chronic diseases were determined to be significantly higher in the morbid obese group compared with other groups (p<0.05). In the morbid obese group, the average infant birth weight and the number of infants monitored due to respiratory distress as a neonatal complication were determined to be significantly higher (p<0.05). The presence of pregnancy complications, particularly the presence of gestational diabetes mellitus and preeclampsia were found to be signif-icantly higher in the morbid obese group (p<0.05). Conclusions: We determined that the incidence of maternal and neonatal complications increases as the body mass index (BMI) increases. Therefore, it is evident that monitoring the BMI and pre-venting obesity would be effective in avoiding complications.Öğe PROSPECTIVE EVALUATION OF MEDIUM-TERM OUTCOMES OF PATIENTS UNDERGOING HYSTEROSCOPIC UTERINE SEPTUM RESECTION(Rojan GÜMÜŞ, 2021) Tekeş, Gülten Çirkin; Gündüz, Reyhan; Bozbay, Nizamettin; Buğday, Rezan; Ağaçayak, ElifObjectives: To retrospectively and prospectively investigate the pregnancy outcomes after hysteroscopy (H/S) for septum resection in patients detected to have a uterine septum after presenting with a history of recurrent pregnancy loss (RPL), diagnosis of secondary infertility or primary infertility. Methods: This study included 62 patients with infertility or a history of RPL who underwent hysteroscopic uterine septum resection. Patients who had uterine anomalies other than a uterine septum, such as submucous myoma, endometrial polyp were excluded. Those discharged home with a live infant after a uterine septum operation were compared based on certain variables, those who succeeded and those who failed were categorized into group 1 and group 2, respectively. The two groups were compared with regard to the total number of deliveries before and after the operation, total number of abortions, preterm and term deliveries, delivery methods, control hysterosalpingographies (HSG) and whether they were reoperated. Results: In our study, 25 (40%) patients were primary infertile, 37 (60%) had secondary infertility or a history of RPL. Hysteroscopic septum resection was performed under general anesthesia in 61 and spinal anesthesia in 1 of these patients. Of the patients who were postoperatively discharged home with a live infant, 8 (26.7%) were determined to be primary infertile and 22 (73.3%) to have secondary infertility or a history of RPL. The rate of discharge with a live infant was determined as 76.9% among patients who conceived. The success rate of Group 1 patients, who were secondary infertile or had history of RPL, was significantly higher compared to patients who were primary infertile. Conclusions: Hysteroscopic uterine septum resection is a method with an easy application and high effectiveness. The success of the operation is particularly higher in patients who have a history of RPL or are secondary infertile compared with patients who are primary infertile.