Yazar "Bülbül, İsrafil" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 4 / 4
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Bir terörist saldırı sonrasında travma sonrası stres bozukluğu gelişimini etkileyen risk faktörleri(Türkiye Sinir ve Ruh Sağlığı Derneği, 2009) Eşsizoğlu, Altan; Yaşan, Aziz; Bülbül, İsrafil; Önal, Suna; Yıldırım, Ejder Akgün; Aker, TamerAmaç: 03 Ocak 2008 günü Türkiye'nin Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde bulunan Diyarbakır'ın işlek bir caddesinde otomobil içerisine konulan patlayıcılarla terörist bir saldırı gerçekleşmiştir. Bu çalışmada meydana gelen bu patlamaya görsel ya da işitsel olarak tanık olan kişilerde patlamanın 1 ve 3 ay sonrasında Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) oranlarını ve TSSB gelişimi açısından risk faktörlerinin saptanması amaçlanmıştır. Yöntem: Çalışmaya, patlamanın meydana geldiği caddeye komşuluğu olan apartmanlarda yaşayanlar ve işyerlerinde çalışanların arasından patlamaya görsel ya da işitsel olarak tanık olan 216 kişi alınmıştır. Katılımcılara patlamadan sonraki 1. ve 3. aylarda sosyodemografik veri formu ve Travmatik Stres Belirti Ölçeği uygulanmıştır. Bulgular: Katılımcılar arasında 1. ay sonunda TSSB gelişme oranı %12.5, 3. ay sonunda TSSB gelişme oranı ise %9.6'dır. 1. ay sonunda TSSB gelişimi açısından psikiyatrik bozukluk öyküsünün bulunuyor olması ve patlama sırasında fiziksel yaralanmaya uğramak risk faktörleriyken, 3. ay sonunda, psikiyatrik bozukluk öyküsü bulunuyor olması risk faktörü olarak saptandı. Sonuç: Terörist saldırılara maruz kalanlarda yüksek oranda TSSB görülmektedir. Türkiye'de bu tür saldırılar sonrasında daha fazla çalışmanın yapılmasına ihtiyaç vardır. Bu çalışmalardan elde edilecek verilerin ışığında risk altındaki bireylere yönelik koruyucu ve tedavi edici ruh sağlığı hizmetleri planlanmalıdır.Öğe Depresyon hastalarında, nöbet geçirme süresi ve uygulanan elektriksel dozun, elektrokonvülsif tedaviye verilecek klinik yanıt hızı ile ilişkisi: Retrospektif bir çalışma(2009) Yıldırım, Hasan Ejder; Yaşan, Aziz; Bülbül, İsrafil; Akkoç, Hasan; Özkan, Musafa; Eşsizoğlu, AltanAmaç: Bu çalışmada, 01 Haziran 2006-01 Haziran 2008 tarihleri arasında, Dicle Üniversitesi Tıp FakültesiHastanesi Psikiyatri Kliniği’nde depresyon tanısıyla yatırılan ve elektrokonvülsif tedavi (EKT) uygulanan depresyon hastalarında, nöbet geçirilmesi için uygulanan elektriksel dozun ve geçirilen nöbet süresinin klinik yanıtınhızıyla ilişkisinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Yöntem: 01 Haziran 2006-01 Haziran 2008 tarihleri arasında kliniğimizde EKT uygulanan 48 hastanın sosyodemografik ve tanısal özellikleri retrospektif olarak incelenmiştir. Uygulanan elektriksel dozun ve geçirilen nöbet süresinin, EKT’ye verilen klinik yanıtın hızı üzerindeki etkisini saptamakamacı ile yeterli klinik yanıt alındığından kürü tamamlanan 21 depresyon hastasından elde edilen veriler ki-kareve Mann Whitney U testleri kullanılarak analiz edilmiştir. Bulgular: Çalışmamızda, yatırılarak tedavi edilen 533hastadan 87’sinin (%16.3) depresyon tanısı ile izlendiği, tüm hastaların 48’ine (%9.0) EKT uygulandığı, EKTuygulanan hastaların 32’sinin (%66.7) depresyon hastası olduğu, bu 32 hastadan 21’inde (%65.6) yeterli klinikyanıt alındığından uygulamanın tamamlandığı, kürü tamamlanan depresyon tanısı konmuş hastaların %57.1’ineintihar düşüncesi/girişimi bulunması nedeni ile EKT uygulandığı belirlenmiştir. Yeterli klinik yanıt alındığından kürütamamlanan depresyon hastalarında altı ve daha az sayıda EKT uygulamasının yeterli görüldüğü, bu hastalarınyedi ve daha çok sayıda EKT uygulanan hastalara göre nöbet oluşumu için daha düşük elektriksel doza gereksinme duydukları ve daha uzun nöbet geçirme süresine sahip oldukları belirlenmiştir. Sonuç: Çalışmamızın sonuç- ları, ilk EKT seansından itibaren nöbet geçirilmesi için uygulanan elektriksel doz düşüklüğünün ve geçirilen nöbetsüresinin uzunluğunun, depresyon hastalarının EKT uygulamasına daha hızlı klinik yanıt vereceklerinin göstergeleri olabileceğini düşündürmektedir. Ancak bu konuda daha fazla sayıda hastanın incelendiği, çok sayıdaçalışmaya gereksinme vardır.Öğe Kendini zehirleme yoluyla intihar girişimi nedeniyle bir üniversite hastanesine başvuranlarda algılanan sosyal destek, dini yönelim ve bağlanma özelliklerinin araştırılması(2015) Bülbül, İsrafilAmaç: Bu çalışmanın amacı kendini zehirleme yoluyla intihar girişiminde bulunan kişilerde algılanan sosyal destek, dini yönelim ve bağlanma biçimlerini araştırmaktır. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’ne başvuran kendini zehirleme yoluyla intihar girişiminde bulunan 60 hasta ve benzer sosyodemografik verilere sahip psikiyatrik öyküsü olmayan 60 sağlıklı birey alınmıştır. Tüm katılımcılara Sosyodemografik Veri Formu, Çok Boyutlu Algılanan Sosyal Destek Ölçeği, Dini Yönelim Ölçeği ve Erişkin Bağlanma Ölçeği uygulanmıştır. Bulgular: Hasta grubunda algılanan sosyal destek olarak aile ve arkadaş altölçek puanları kontrol grubuna göre anlamlı olarak daha düşüktü. Kontrol grubunda içsel ve dışsal-kişisel dini yönelim puanları hasta grubuna göre anlamlı olarak daha yüksek bulunmuştur. İntihar girişiminde bulunan kişilerde kararsız bağlanma biçimi kontrol grubunda ise güvenli bağlanma biçimi daha baskın tip olarak tespit edilmiştir. Sonuç: Algılanan aile ve arkadaş desteği, içsel dindarlık, dışsal-kişisel dindarlık ve güvenli bağlanma biçiminin kendini zehirleyerek intihar girişiminde bulunma açısından önemli faktörler olduğu görülmektedir. Anahtar Sözcükler: İntihar, Sosyal Destek, Dini Yönelim, Bağlanma BiçimiÖğe Psikotik özellikli bipolar bozukluğu olan bir hastada valproatın neden olduğu hipoaktif deliryum tabloları(Türkiye Sinir ve Ruh Sağlığı Derneği, 2010) Özen, Şakir; Bülbül, İsrafil; Soyuçok, EtemDeliryum hiperaktif, hipoaktif veya karışık bir klinik tabloda seyredebilir. Hipoaktif deliryumda uyuşukluk, şaşkınlık, apati, aşırı uykuya eğilim, mırıltılı konuşma, dikkat dağınıklığı, komutları anlama ve yerine getirme becerisinde yetersizlik gözlenir. Valproat, epilepsi ve bipolar bozukluk tedavisinde sık kullanılır. Ayrıca, alkol yoksunluğu deliryumunda ve ajite-agresif deliryumlarda tedavi için kullanılmaktadır. Buna karşın, valproatın deliryuma yol açan yan etkisinden söz eden sadece birkaç yayın vardır. Bu yazıda, 14 yıldır bipolar bozukluğu olan 46 yaşında bir kadın hasta sunuldu. Hastanın psikiyatri kliniğine son iki yatışında, psikotik özellikli manik epizod tanısı konarak valproat tedavisi başlanmıştı. Valproat tedavisinin ilk haftasında 2-3 gün süren 3 hipoaktif deliryum tablosu ortaya çıktı. Hastada; kusma, tükürük artışı, konfüzyon, uyku hali, konuşma ve motor hareketlerde yavaşlık belirgindi. Deliryum tablolarının ilk gününde serum valproat düzeyleri terapotik sınırlardaydı (sırasıyla; 98.4, 117.1, ve 65.6, μg/ml). Hastanın beyin magnetik rezonans görüntülemesi, tam kan sayımı, idrar incelemesi, elektrokardiyografisi, ALT, AST, albumin, bilurubin, BUN, kreatinin ve elektrolit değerleri normal bulundu. Laboratuvar hizmetlerindeki kısıtlılıklar nedeniyle hastanın serum amonyak düzeyine bakılamadı. Hastanın valproatı kesilip, destek tedavisine başlandı ve ilaç kesildikten sonraki 2-3 gün içinde bilinci tamamen açıldı. Sonuç olarak, valproat bazı hastalarda terapötik kan düzeylerinde çeşitli mekanizmalarla deliryuma yol açabilmektedir ve bu yan etkiye karşı dikkatli olunmalıdır.