Yazar "Özkan, Mustafa" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 20 / 23
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Antisosyal kişilik bozukluğunda el tercihi, el becerisi ve duygusal algılamanın lateralizasyonu(1997) Özkan, Mustafa; Sır, Aytekin; Ataoğlu, AhmetAmaç: Antisosyal Kişilik Bozukluğunda (AKB) el tercihinin, el dominansının ve duygusal algılama fonksiyonunun nasıl etkilendiğini araştırmaktır. Yöntem: Çalışma DSM-III-R'ye göre AKB tanı ölçütlerini karşılayan 45 mahkum ve 50 kontrol grubuyla yapıldı. El tercihini belirlemek için Edinburg Ölçeği, el becerisini belirlemek için Çivi Testi ve duyguların algılama özelliğini belirlemek için Mutlu-Üzüntülü Yüz Testi uygulandı. Bulgular: İki grubun el tercihleri arasında farklılık bulunmazken, el becerisi sonuçlarına göre karışık ellilikte (p<0.05), sağ ellilikte (p<0.05) ve Mutlu-Üzüntülü Yüz Testi sonuçlarına göre yarı yüz tercihi olmayanların oranlarında istatistiksel olarakfarklılık bulundu (p<0.001). Çalışma grubu şiddet davranışı gösteren ve göstermeyen olarak iki gruba ayrıldığında, şiddet davranışı gösteren AKB grubu kontrollere göre ayrıca anlamlı derecede daha azsolyarıyüz tercihi gösterdi (p<0.05). Tartışma: Bu sonuçlar AKB'de anormal serebral dominansı ve şiddet davranışı gösteren ve göstermeyen AKB'na göre değişen sağ hemisfer hipofonksiyonunu düşündürmektedir.Öğe Astımlı hastalarda mevsimsel duygudurum değişikliği, genelleşmiş ve obsesif anksiyetenin incelenmesi(2004) Tanrıkulu, A. Çetin; Dağlı, Eren Canan; Özkan, Mustafa; Özen, ŞakirAmaç: Astımlı hastalardakı mevsimsel duygudurum değişikliği, genelleşmiş ve obsesif anksiyete düzeylerini belirlemeyi amaçladık, yöntem: Çalışma Dicle Üniversitesi Hastanesi Göğüs Hastalıkları Bölümü'nde gerçekleştirildi. Çalışma grubu astımlı 50 erişkin hastadan, kontrol grubu ise kronik hastalığı ve şiddetli akut yakınması olmayan 50 erişkin kişiden oluştu. Katılımcılara Kişisel Bilgi Formu, Mevsimsel Gidiş Değerlendirme Formu (M6DF), Sürekli Kaygı Envanteri (SKE) ve Maudsley Obsesif Kompulsif Soru Listesi (MOKSL) uygulandı. Bulgular: Çalışma grubu 26 kadın, 24 erkek erişkinden oluştu. İki grup arasında MGOF"nün "mizaç" maddesi puanlarında fark saptandı (p-0.043). Nemli günler ve yüksek polenli günler hastaların günlük hayatında zorluk oluşturmaktaydı (sırasıyla p-0.007, p-0.028). SKE puan ortalaması çalışma grubunda daha yüksekti (p=0.038). MOKSL'nin alt ölçeklerinden sadece ruminasyon alt ölçeğinde istatistiksel farklılık saptandı (p=0.002). Mevsimsellik toplam puanı ve mizaç alt maddesi (p<0.001) ve SKE (p=0.005) puanları arasında da pozitif korelasyon saptandı. Çalışma grubunda ruminasyon alt ölçeği puanları ile SKE (p<0.001), mizaç (p=0.012), yüksek polenli günler'den rahatsızlık (p-0.034) ve mevsimsellik toplam puanı (p<0.001) arasında pozitif korelasyon saptandı. Ayrıca, 'en iyi hissetme' çalışma grubunda yaz aylarında, kontrol grubunda bahar aylarında daha sıktı, 'en kötü hissetme' yakınması çalışma grubunda ilkbahar, sonbahar, kış aylarında daha sık bildirilmiştir. Tartışma: Nemli ve yüksek polen düzeyi olan günler belirgin sıkıntı doğurmaktadır. Kış ve bahar ayları hastalara, kuru ve sıcak yaz ayları kontrol grubuna daha çok sıkıntı vermektedir. Astımlı hastaların anksiyetesi kontrol grubundan daha yüksektir, yaygın ve ruminatif özellikler göstermektedir. Ruminatif anksiyete de genellikle yüksek polenli havalarla ve mizaç kötüleşmesiyle yakından ilişkilidir.Öğe Bebek ve çocukluk döneminde beyinde miyelinizasyon ile ilgili değişikliklerin ADC haritaları kullanılarak değerlendirilmesi(Dicle Üniversitesi, Tıp Fakültesi, 2018) Özkan, Mustafa; Teke, MemikAmaç: Çalışmamızın amacı normal popülasyonda bebeklik ve çocukluk çağında beynin farklı bölgelerinde miyelinizasyonla ilişkili değişikliklerin rutin MRG incelemelerinde ADC değerleri ölçülerek değerlendirilmesidir. Materyal ve Metod: 3.0T cihaz ile beyin MRG incelemesi yapılan ve miyelinizasyonu ve maturasyonu konvansiyonel sekanslarda normal olarak yorumlanan yaşları 0-17 arasındaki 109 hasta değerlendirildi. Tüm incelemelerde T2 ağırlıklı görüntüler baz alınarak 30 farklı lokalizasyondan ADC haritaları iş istasyonunda değerlendirilerek ölçüm yapıldı. Bulgular: Normal populasyonda bebeklik ve çocukluk çağında miyelinizasyon süreci ve ADC değerleri arasında fonksiyonel bir ilişki bulunmaktadır. Yaş arttıkça ADC değerleri ilk 2 yaşta daha belirgin olmak üzere tüm lokalizasyonlarda azalmaktadır. Postnatal süreçte beyaz cevherde daha yüksek olan ADC değerleri beyaz cevher maturasyonu tamamlandıkça azalmakta ve kortikal gri cevherde daha yüksek hale gelmektedir. Talamus, kaudat nükleus ve santral sentrum semiovale dışında her iki hemisferde karşılıklı yapılarda anlamlı farklılık bulunmamıştır. Yapılan karşılaştırmada 0 ile 2 yaş grubu bireylerde cinsiyetler arası anlamlı farklılık bulunmamıştır Sonuç: Beyin MR incelemelerinde rutin pratikte sıklıkla kullanılan difüzyon ağırlıklı görüntüleme ve ADC haritaları ile her bir lokalizasyon için ADC değerleri kolayca elde edilebilmektedir. Böylelikle ADC değerleri ile miyelinizasyon süreci ilişkisi tüm beyinde ortaya konabilmekte ve beyinde multipl bölge için normatif değerler elde edilebilmektedir.Öğe Bedenselleştiren hastalarda yaygın bunaltı bozukluğu, depresyon ve bunaltılı depresyon(1998) Özkan, Mustafa; Ataoğlu, Ahmet; Özçetin, Adnan; Sır, AytekinBu çalışmada, bedenselleştiren 112 (55 erkek, 57 kadın) hastada yaygın bunaltı bozukluğu, depresyon ve ayrı bir bozukluk olarak önerilen bunaltılı depresyonun sıklığını, tanı kümelerine ve cinsiyete göre bedensel yakınına/ardaki farklılaşmayı araştırdık. Çalışmamızın sonuçları bedenselleştirmenin sıklıkla yaygın bunaltı bozukluğu, depresyon ve bunaltılı depresyonla beraber olduğunu destekledi. Bedensel yakınmalar yaygın bunaltı bozukluğunda, bunaltı11 depresyonda ve kadın hastalarda çok daha yaygındı. Gastrointestinal sistem yakınmaları genellikle yaygın bunaltı bozukluğu ile ilişkiliyken, ağrı yakınmaları daha sıklıkla bedenselleştirnıe ve depresyon ile birlikteydi.Öğe Bir güneydoğu kenti sokaklarında çalışan çocukların sosyo-demografik özellikleri(1998) Oto, Remzi; Özkan, Mustafa; Sır, Aytekin; Geter, Rojda; Ertem, MelikşahÇocukların çalıştırılması, eğitimden yoksun kalmalarına, bedensel ve ruhsal sorunlara ve olumsuz sosyal etkilere yol açan önemli bir sorundur. Bu çalışmada Diyarbakır sokaklarında çalışan çocukların sosyo-demografik özelliklerinin ortaya konması hedeflenmiştir. Bu amaçla 136 sokak çocuğuyla görüşülmüştür. Bunların ortalama yaşı 12.6 ± 1.7 olarak bulunmuştur. Çocukların çoğunluğunun kırsal kesim kökenli olduğu (%79.4), büyük kısmının hala eğitimine devam ettiği (%68.4), altıdan fazla kardeşleri olduğu (%67.6) ve erken yaşta çalışmaya başladıkları anlaşılmıştır. Çocukların sokaklarda çalışmasının toplumda onarılmayacak sonuçlar doğurabilecek, önemli bir sosyal yara olabileceği tartışılmıştır.Öğe Bir üniversite hastanesinde çalışan araştırma görevlilerinde iş memnuniyeti, anksiyete düzeyi ve ilişkili etmenler(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2008) Yaşan, Aziz; Eşsizoğlu, Altan; Yalçın, Murat; Özkan, MustafaÇalışmamızda Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde çalışan araştırma görevlilerinin iş memnuniyeti, bunu etkileyen etmenler ve iş memnuniyetinin bulunmamasının bazı psikolojik etkilerini araştırmayı amaçladık. Bu amaçla çalışmaya katılmayı kabul eden 140 araştırma görevlisine sosyodemografik veri formu, Minnesota iş doyum ölçeği, Beck Anksiyete Envanteri ve Durumluluk Sürekli Öfke ölçekleri teslim edilip bir gün sonra kapalı zarf içinde toplandı. Çalışmaya katılanların %35’inde iş memnuniyeti bulunmamaktaydı. İş memnuniyeti bulunmayanlarda istediği dalı kazanamamış olanlar ve sadece pratisyen hekim olarak çalışmak istemediği için uzmanlık eğitimi alanların oranı (%65.2), iş memnuniyeti bulunanlara (%34.8) göre anlamlı derecede daha yüksekti (x2 :11.046, p<0.01). İş memnuniyeti bulunmayanlarda, Beck Anksiyete puanları iş memnuniyeti bulunanlara göre anlamlı derecede daha yüksek bulundu. Sonuç olarak iş memnuniyetini belirleyen bazı etmenler bulunmaktadır. İş memnuniyeti ile ruh sağlığı birbiriyle ilişkilidir. Bu durum iş performansı üzerinde olumsuz etkilere neden olabileceğinden kişilerin iş memnuniyetini artırmak için çözüm yollarının bulunmasına gereksinim vardır.Öğe Çocukluk çağı cinsel istismar ve ensest olgularına çok yönlü bakış(Çukurova Üniversitesi, 2018) İbiloğlu, Aslıhan Okan; Atlı, Abdullah; Oto, Remzi; Özkan, MustafaAile içi şiddet deneyimi, çocuğun doğrudan bir mağdur ya da tanık olmasına bakılmaksızın fiziksel,zihinsel ve psikolojik olarak kalıcı zararlara yol açabilir. Standart bir tanımı olmamakla birlikte, genelolarak çocuklukta cinsel istismar ve ensestin eksik bildirildiği kabul edilmektedir. Cinsel istismarınçoğunluğu çocukluk çağında görülür, bununla beraber ensest en yaygın görülen biçimidir. Ensest,aile üyeleri ya da yakın akrabalar arasında cinsel bir faaliyet ya da saldırıdır ve çocuğun cinselistismarı olarak da tanımlanabilir. Diğer yandan, pedofilik bozukluk, ergenlik öncesi bir çocuğa, enaz 6 aylık bir süre boyunca, tekrarlayan, şiddetli cinsel dürtüler veya davranışlar içeren cinsel aktiviteolarak tanımlanmaktadır. Bu makalede, cinsel istismarın klinik, sosyal ve adli sonuçları araştırılmışve sosyal politikayı bilgilendirme ve zihinsel sağlık uygulamalarına rehberlik etme konusundaoldukça yardımcı olması amaçlanmıştır.Öğe The dexamethasone suppression test in depressive and non-depressive patients with fibromyalgia(1997) Ataoğlu, Safinaz; Sır, Aytekin; Saraç, Jale; Nas, Kemal; Özkan, Mustafa; Erdoğan, Ferda; Ataoğlu, AhmetIn most healthy individuals, dexamethasone suppresses adrenal cortisol production. However, in patients with depression, non-suppression frequently occurs. It is considered to be a hyperactivity of the limbichypothalamic pituitary-adrenal (LHPA) axis. To investigate a possible link between fibromyalgia and depression on the basis of response to dexamethasone suppression test (DST), we administered the DST to 20 fibromyalgia patients with depression, 26 nondepressive patients with fibromyalgia and 20 controls. In the fibromyalgia patients with depression. at the mean 16.00 hr, post dexamethasone plasma cortisol level was found significant (LSD: 0.655: p<0.05). (LSD: 0.657: p<0.05), compared to non-depressive patients with fibromyalgia and the controls. There was no significant difference between post dexamethasone plasma cortisol levels in the non-depressive patients with fibromyalgia and control group (LSD: 0.655: p>0.05). In the fibromyalgia patients with depression, seven subjects had a non-suppressed response to the DST, which was significant relative to other two groups (P<0.05). In the non-depressive fibromyalgia group, only one subject had a non-suppressed response to the DST. In the control group, all subjects showed a suppressed response to the DST, There were no significant differences in the supression rates between the non-depressive patients with fibromyalgia and control group (P>0.05). Our findings show that fibromyalgia may not be related to hyperactivity of the LHPA axis.Öğe Diyarbakır bölgesinde esrar ve eroin kullanıcılarının sosyo-demografik özellikleri(1998) Sır, Aytekin; Kan, Abdullah; Özkan, Mustafa; Bayram, YenerAmaç: Bu çalışmanın amacı Diyarbakır bölgesinde eroin ve esrar kullanıcılarının maddeyi kullanma bi-çimi ve sosyo-demografik özelliklerini saptamaktır. 'Yöntem: Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü'nde kayıtlı bulunan 115 esrar ve eroin kullanıcısıyla görüşül-müştür. Bulgular: Örneklemin ortalama yaşı 36,29+ 10,31'di (min= 16; max= 66). Bunların 83'ü (72%) evliydi. Çalışmaya alınanların tümü erkekti. Ortala-ma eğitim süresi 5,15±3,23 yıldı, 64'ünün (%55.7) öncelikli kullanım maddesi esrar, 51'inin (%44.3) ise eroindi. Ortalama başlangıç yaşı esrar kullanıcıları için 21,72±6,30 (min-9; max= 40) ve eroin kullanıcı-ları için 22,51 ±4,57 (min- 14; max=32) olarak bu-lunmuştur. İki grubun madde kullanımına başlama nedenleri, eğitim düzeyleri ve mesleki özellikleri fark-lıdır. Esrar sigaraya sarılarak içilirken, eroin bu böl-gede çoğunlukla buruna çekerek (%88,2) kullanıl-maktadır. Her iki grubun da yaklaşık %70'inin evli olduğu saptanmıştır. Sonuç: Diyarbakır Bölgesi'nde esrar kullanımının birinci, eroin kullanımının ise ikin-ci sırada yer aldığı görülmüştür. Esrar ve eroin kulla-nanlar arasında sosyo-demografik özellikler açısın-dan önemli farklılıklar bulunmaktadır.Öğe Diyarbakır kent merkezinde sigara içme durumu ve ilişkili bazı etkenler(2008) Gürgen, Faruk; Yaşan, Aziz; Oto, Remzi; Özkan, MustafaAmaç: Sigara içme ile 16 yaş altı travmatik yaşantı ve psikopatoloji arasındaki ilişki yeterince araştırılmamıştır. Bu çalışmada Diyarbakır kent merkezinde sigara içme ile 16 yaşından önceki travmatik yaşantılar ve psikiyatrik belirtiler arasındaki ilişkinin araştırılması amaçlanmıştır. Yöntem: Çalışma, Diyarbakır’ın 50 ayrı mahallesinde yaşayan 600 yetişkin ile evlerinde yüz yüze görüşme yoluyla, 2006 yılı Mart-Nisan aylarında gerçekleştirilmiştir. Kesitsel olarak planlanan bu çalışmada, sosyodemografik özellikleri ve sigara içme durumları, 16 yaşından önceki travma ve psikiyatrik belirtileri belirlemek için anketler uygulandı. Bulgular: Çalışmaya katılanlardan %50.9’u günde en az 1 sigara içiyordu. Bu oran erkeklerde %65.2, kadınlarda %36.7 idi. Sigara içmeyi ilk deneme ortalama yaşı 16.4±5.4’tür. Düzenli olarak sigara içtiğini belirtenler en yüksek oranda 25-34 yaş grubundadır. On altı yaşından önce travma yaşama oranı sigara içenlerde (%60.3) sigara içmeyenlere (%47.3) göre daha yüksek olarak bulundu. SCL-90-R’ye göre anksiyete, obsesyon, depresyon, psikoz, fobi ve toplam ortalama puanları sigara içenlerde içmeyenlere göre daha yüksekti. Tartışma: Araştırmamızda sigara içmeyle bazı sosyodemografik değişkenler, yaşanan travma ve psikiyatrik belirtiler arasında ilişki olduğunu bulduk.Öğe Diyarbakır’da özkıyım ve özkıyım girişimleri: Adli kayıtların incelenmesi(1999) Sır, Aytekin; Özen, Şakir; Altındağ, Abdurrahman; Özkan, Mustafa; Oto, RemziAmaç: Diyarbakır’da özkıyım ve özkıyım girişim hızlarını saptamak, bu kişilerin sosyo-demografik özelliklerini ve kullandıkları yöntemleri ortaya koymak amacıyla bu çalışmayı planladık.Yöntem: 1997 yılında Diyarbakır adliyesine sevk edilmiş özkıyım ve özkıyım girişimlerine ilişkin mahkeme dosyalarını inceledik. Dosyalardan yaş, cinsiyet, meslek ve kullandığı yöntem gibi özkıyımla ilişkili değişkenleri kaydettik.Bulgular: 134 dosyanın 26’sı özkıyım olgusu, geri kalanı ise özkıyım girişimlerine aittir. Bu sonuçlara göre özkıyım hızı 4,8/100000, özkıyım girişim hızı ise 19,8/100000’di. Özkıyım girişiminde bulunanların 86’sı (%79,6), özkıyım olgularının ise 17’si (%65,4) kadındı. Özkıyımda ve özkıyım girişiminde bulunanların yaş ortalamaları sırasıyla 27,77±15,37 ve 22,12±6,82 olarak bulundu. Gösterilen özkıyım nedenlerinde ilk sırayı ruhsal bozukluklar alırken (%46,1), özkıyım girişimlerinde ailesel sorunlar (%39,8) ön plandaydı. Özkıyım kurbanları tarafından en sık seçilen yöntem asıydı ve yüksek doz ilaç alımı özkıyım girişimcileri tarafından en sık kullanılan yöntemdi. Özkıyım girişimi ve özkıyımlar kadınlarda ve bekarlarda daha sıktı.Sonuç: Diyarbakır’da, özkıyım hızının yüksek oluşunun temel nedenlerinden birisinin göç hızındaki artış olabileceğini düşündük. Kadınlar arasında özkıyım ve özkıyım girişimlerinin yüksekliğinin ise, bu bölgede yaşayan kadınların içinde bulunduğu olumsuz sosyal konumla ilişkili olabileceğini düşündük.Öğe Evaluation of changes in myelination in the brain during infancy and childhood using ADC maps(Fatih BAŞAK, 2019) Özkan, Mustafa; Taşkent, İsmail; Teke, MemikAim: Myelinization has a critical role in achieving rapid synchronization between the neural system and high-grade cognitive functions. Because of this critical role, it is important to quantitatively determine the degree of myelination. Today, structural changes due to myelination can be evaluated quantitatively by diffusion magnetic resonance imaging (MRI) and apparent diffusion coefficient (ADC) measurements. The aim of this study was to evaluate myelination-related changes in different regions of the brain during infancy and childhood in the normal population by measuring ADC values in routine MRI examinations.Methods: In this cross-sectional study, 109 patients aged 0-17 years who underwent brain MRI examination with 3.0T device and whose myelination and maturation were interpreted as normal in conventional sequences were evaluated. In all examinations, ADC maps from 30 different locations were evaluated and measured in the workstation based on T2-weighted images.Results: There is a functional relationship between ADC values and the myelination process during infancy and childhood in the normal population. ADC values decrease in all localizations with increasing age, especially during the first 2 years. During the postnatal period, ADC values, which are higher in the white matter, decrease as maturation of white matter is completed and increase in the cortical gray matter. No significant difference was found between bilateral structures except the thalamus, caudate nucleus or centrum semiovale regions. There was no gender-dependent significant difference in the patients aged between zero and 2 years. Conclusion: ADC values for each localization can be easily obtained by diffusion weighted imaging and ADC maps, which are frequently used in routine MRI examinations. The relationship between ADC values and myelination process can be revealed in the whole brain and normative values can be obtained for multiple regions in the brain.Öğe Farklı dini inanışlardaki bireylerin ölüm kaygıları ile ruhsal belirtiler ve sosyo-demografik değişkenler arasındaki ilişkiler(2007) Özkan, Mustafa; Erdoğdu, M. YükselAmaç: Bu araştırmanın ana amacı; farkli inanışlardaki bireylerin ölüm kaygıları ile ruhsal belirtiler ve sosyo-demografık değişkenler arasındaki ilişkileri ortaya koymaktır.Yöntem: Araştırmanın örneklemi Müslüman, Yahudi ve Süryani dinine mensup 152'si erkek 88'si bayan toplam 240 kişiden oluşmaktadır. Örneklem grubundaki bireylerin ölüm kaygılarını ölçmek amacıyla Thorson-Powel ölüm kaygısı ölçeği, ruhsal belirtileri ölmek amacıyla da SCP-90 Ruhsal Tarama Envanteri Kullanılmıştır. Ayrıca araştırıcı tarafından örııeklem grubundaki bireylerin sosyo-demografık özelliklerinin tespiti için bir anket hazırlanmıştır. Bulgular: Araştırmadan elde edilen bulgulara göre ölüme yönelik en yoğun kaygı yaşayanlar sırayla Yezidi, Müslüman ve Süryani dinine mensup olan bireylerdir. Ölüm kaygısı ile ruhsal belirtiler arasında en yüksek ilişki, ölüm kaygısı ile kişiler arası duyarlılık arasındadır. Müslümanlarda daha çok paranoid kişilik, Yezidilerde obscsif düşünce, Süryanilcrde ise kişiler arası duyarlılık daha baskın gözlenmektedir. Eğitim düzeyinin artması, ölümü çok hatırlamak ve mezar ziyaretleri yapmak ölüm kaygısını artırmaktadır. Alt ve üst sosyo-ekonomik düzeyde olanlarda ölüm kaygılan daha yüksektir. Evli olanlar, bekarlara göre daha çok ölüm kaygısı yaşamaktadırlar.Tartışma: Ölüm kaygısı dinlere göre farklılık göstermektedir. Bu' durum her dinin dünyevi yaşantı ve dini pratik yükümlülükleri arasındaki farklılıklar ve özellikle de ölümden sonraki yaşantılar ile ilgili dini öğretilerdeki farklılıklarla açıklanabilir. Oliim kaygısının yüksek olması genel bir gerginliğe ve bazı ruhsal belirtilerde artışa da yol açmaktadır.Öğe İnfertilite tedavisi gören kadınlarda cinsel mitlere inanma düzeyi(ANP Yayıncılık, 2017) Ekmen, Betül Uyar; Özkan, Mustafa; Gül, TalipAmaç: İnfertilite, reproduktif ça?da olan bir çiftte herhangi bir do?um kontrol yöntemi kullanmaks?z?n, en azbir y?l düzenli cinsel ili?kiye ra?men gebeli?in olu?mamas?d?r. Cinsel mitler, ki?ilerin cinsel konularda do?ruoldu?unu dü?ündükleri abart?l?, yanl?? ve bilimsel de?eribulunmayan inan??lard?r. Cinsel bilgi ve e?itim eksikli?i;toplumun cinselli?e yakla??m?nda kat? tutum, tabular veyasaklarla birle?ti?inde birçok cinsel soruna ve cinsel i?levbozukluklar?na yol açabilmektedir. Çal??mam?z?n amac?infertilite tedavisi gören kad?nlarda cinsel mitlere inanmadüzeyini belirlemektir. Yöntem: Çal??mam?za 100 primerinfertil kad?n hasta ve 78 sa?l?kl? kad?n al?nm??t?r.Kat?l?mc?lara sosyodemografik veri formu, Arizona CinselYa?ant?lar Ölçe?i-Kad?n Formu ve Cinsel MitleriDe?erlendirme Formu uyguland?. Bulgular: Otuz cinselmitin 9'unda inanma düzeyi infertil kad?nlarda sa?l?kl?kontrollere k?yasla istatistiksel olarak anlaml? düzeydeyüksek bulundu. ?nfertil grupta cinsel mitlere inanmadüzeyini; k?rsal kesimde ya?ama, e?itim süresinin 10 y?ldan az olmas?, geni? aile yap?s?, görücü usulüyle evlenme, infertilite ve tedavi süresinin 6 y?ldan daha uzunolmas?n?n art?rd??? bulundu. Sonuç: ?nfertil kad?nlardacinsel mitlere inanma düzeyi kontrol grubundan yüksekti. Infertil kad?nlar içerisinde inanma düzeyini en çok etkileyen faktör e?itim düzeyiydi. Toplumumuzda ve infertilbireylerde yayg?n olan mitlerin sönmesi ve daha sa?l?kl?bir cinsel ya?am için, cinsel e?itimin bireylere uygunya?ta, do?ru kaynaklardan verilmesi gerekti?ini dü?ünmekteyizÖğe Negative effects of polygamy on family members in the province of Diyarbakir, Turkey(Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2018) İbiloğlu, Aslıhan Okan; Atlı, Abdullah; Özkan, MustafaPurpose: We aimed to here, determine whether the different sociodemographic and clinical variables of polygamous and monogamous marriages. Materials and Methods: 104 polygamous husbands with 56 monogamous husbands from Diyarbakir which located in southeastern region of Turkey, were face to face interviewed, by the researchers. Complaints of all participants were assessed through the SCL-90-R test. Results: Our findings show that about 75% of the husbands were pleased to in polygamous marriages. There was significantly differences between senior wives and junior wives’ ages, in polygamous marriage. Polygamous husbands' GSI subscore, in SCL-90-R, along with their psychoticism, hostility and phobic anxiety's sub-scores were significantly higher than scores of monogamous husbands. Conclusion: A growing number of studies show that, polygamous marriage is associated with depressive and anxiety disorders, somatization disorders and a loss of selfesteem. In addition to, having the responsibility of supporting “multiple women and children”, men can have different problems in a polygamous marriage. It should be noted that, polygamy is a complex phenomenon with deep cultural, social, economic, and political roots that has been associated with child’s, husband’s and wive’s mental health symptoms. Our results, polygamous marriages are associated with higher risk for psychiatric disorders among the all family members, regardless of their education, family socioeconomic profiles and household composition as well as these results highlighted important implications for clinical practices and future researches.Öğe ?nfertilite Tedavisi Gören Kad?nlarda Cinsel Mitlere ?nanma Düzeyi(2017) Özkan, Mustafa; Gül, Talip; Ekmen, Betül UyarAmaç: ?nfertilite, reproduktif ça?da olan bir çiftte herhangi bir do?um kontrol yöntemi kullanmaks?z?n, en azbir y?l düzenli cinsel ili?kiye ra?men gebeli?in olu?mamas?d?r. Cinsel mitler, ki?ilerin cinsel konularda do?ruoldu?unu dü?ündükleri abart?l?, yanl?? ve bilimsel de?eribulunmayan inan??lard?r. Cinsel bilgi ve e?itim eksikli?i;toplumun cinselli?e yakla??m?nda kat? tutum, tabular veyasaklarla birle?ti?inde birçok cinsel soruna ve cinsel i?levbozukluklar?na yol açabilmektedir. Çal??mam?z?n amac?infertilite tedavisi gören kad?nlarda cinsel mitlere inanmadüzeyini belirlemektir. Yöntem: Çal??mam?za 100 primerinfertil kad?n hasta ve 78 sa?l?kl? kad?n al?nm??t?r.Kat?l?mc?lara sosyodemografik veri formu, Arizona CinselYa?ant?lar Ölçe?i-Kad?n Formu ve Cinsel MitleriDe?erlendirme Formu uyguland?. Bulgular: Otuz cinselmitin 9'unda inanma düzeyi infertil kad?nlarda sa?l?kl?kontrollere k?yasla istatistiksel olarak anlaml? düzeydeyüksek bulundu. ?nfertil grupta cinsel mitlere inanmadüzeyini; k?rsal kesimde ya?ama, e?itim süresinin 10 y?ldan az olmas?, geni? aile yap?s?, görücü usulüyle evlenme, infertilite ve tedavi süresinin 6 y?ldan daha uzunolmas?n?n art?rd??? bulundu. Sonuç: ?nfertil kad?nlardacinsel mitlere inanma düzeyi kontrol grubundan yüksekti. Infertil kad?nlar içerisinde inanma düzeyini en çok etkileyen faktör e?itim düzeyiydi. Toplumumuzda ve infertilbireylerde yayg?n olan mitlerin sönmesi ve daha sa?l?kl?bir cinsel ya?am için, cinsel e?itimin bireylere uygunya?ta, do?ru kaynaklardan verilmesi gerekti?ini dü?ünmekteyizÖğe Öfke kontrolünde zorluk yaşayan bir grup üniversite öğrencisinde öfke tepkileri ve psikiyatrik tanıların cinsiyet açısından incelenmesi(Türkiye Sinir ve Ruh Sağlığı Derneği, 2010) Özen, Şakir; Bez, Yasin; Arı, Mustafa; Özkan, MustafaAmaç: Öfke kontrolünde zorluk yaşayan gençlerde birinci ve ikinci eksen tanılarının saptanması ve cinsiyete göre öfke tepkilerindeki farklılığın belirlenmesi amaçlandı. Yöntem: Çeşitli fakültelerden öfke kontrolünde zorluk yaşayan öğrenciler psikiyatri bölümüne davet edildi. Bölüme ilk gelen 50 erkek ve 50 kız öğrenciye SCID-I, SCID-II, Çok Boyutlu Öfke Ölçeği, Çocukluk Örselenme Yaşantıları Ölçeği, Sosyal Karşılaştırma Ölçeği (SKÖ), Boratav Depresyon Tarama Ölçeği ve Beck Umutsuzluk Ölçeği uygulandı. Bulgular: Eksen-I tanısı erkeklerde %60, kızlarda %74; eksen-II tanısı erkeklerde %28, kızlarda %36 oranında saptandı. Erkeklerde somatoform bozukluklar ve dürtü kontrol bozukluğu; kızlarda anksiyete bozukluğu ve duygudurum bozukluğu daha fazlaydı. Erkeklerin %10'una, kızların %36'sına depresyon tanısı kondu. "Ciddiye alınmama" kızların en belirgin öfkelenme sebebiydi. Her iki cinsiyette de, "intikam tepkileri" puanı ile en kuvvetli korelasyon annenin eğitim düzeyi arasında saptandı (kızlarda r=0.472, p=0.001; erkeklerde r=-0.396, p=0.006). Kızlarda eksen-I tanısı varlığını en iyi yordayan değişken "öfke belirtileri" toplam puanı, erkeklerde "öfkesine yönelik düşünceler" altölçeği puanıdır. Öte yandan kızlarda eksen-II tanısı varlığını en iyi yordayan değişken "kaygılı davranışlar" altölçeği puanı, erkeklerde "sigara kullanma" alışkanlığıdır. Sonuç: Öfke psikiyatrik bozuklukların önemli bir bileşenidir. Tepki tarzları ve temeldeki psikiyatrik bozukluklar cinsiyete göre farklılık göstermektedir.Öğe Panik bozukluğuna komorbid eksen-1 bozukluklarının oluşumunda travmatik yaşam olaylarının rolü(2005) Ertunç, Nermin; Özen, Şakir; Özkan, MustafaAmaç: Bu çalışmada, panik bozukluğuna (PB) komorbid eksen-1 bozukluklarının oluşumunda travmatik yaşam olaylarının rolünü araştırmayı amaçladık. Yöntem: Psikiyatri polikliniğinde PB tanısı konan 115 hasta (%61'i kadın) ardışık olarak çalışmaya alındı. Hastalara; DSM-IV'e Göre Yapılandırılmış Klinik Görüşme Çizelgesi, Panik Agorafobi Ölçeği (PAÖ), Yaşam Olayları Ölçeği (YOÖ), Kısa Fiziksel ve Seksüel Kötüye Kullanım Anketi (KKA), Disosiyatif Yaşantılar Ölçeği (DYÖ), Sürekli Kaygı Envanteri (SKE) ve Beck Depresyon Envanteri (BDE) uygulandı. Bulgular: Hastaların %33'ünde major depresif bozukluk olmak üzere toplam %69'unda eksen-1 komorbiditesi saptandı. Eksen-1 komorbiditesi olan hastalarda; olumsuz yaşam olayı sayısı daha fazlaydı (p=0.009), ancak KKA ve YOÖ puanlarında belirgin farklılık yoktu (p>0.05). Agorafobisi olan 59 hastanın KKA (p=0.024) ve PAÖ (p<0.001) ölçeği puanları daha yüksekti. Suisid düşüncesi olan 33 hastanın yaşı daha gençti (p=0.019); KKA puanları daha yüksekti (p<0.001), buna karşın PAÖ puanları farklı değildi (p>0.05). Sonuç: Psikiyatride, özgül bir travmanın özgül bir hastalığa yol açtığına dair kesin bir bilgi yoktur. Fakat, çeşitli travmatik olayların zaman içinde birikim oluşturması, kişinin direnç ve uyum mekanizmalarını zorlaması ve sonuçta kişinin biyopsikososyal özelliklerine göre psikiyatrik tabloların şekillenmesi söz konusudur. PB'na komorbid durumların oluşumunda yakın dönem yaşam olaylarının sıklığı rol oynamaktadır. Çocukluk-ergenlik çağı travmatik olayları komorbiditeden daha çok agorafobi ve suisid düşüncesiyle ilişkilidir.Öğe Paradoxical therapy in conversion disorder(1998) Sır, Aytekin; Özkan, Mustafa; Ataoğlu, AhmetParadoxical therapy consists of suggesting that the patient intentionally engages in the unwanted behaviour, such as performing complusive ritual or bringing on a conversion attack. In this study paradoxical intention (Pl) was used with to half of the patients with conversion disorders, while the other half were treated with diazepam in order to examine the efficiency of the PI versus diazepam in conversion disorder. Patients treated with PI appeared to have a greater improvement rate for anxiety scores (z=2.43, p<0.0015) and conversion symp-toms (t=2.27, p=0.034) than those treated with anxiolytics.Öğe A rare case of first attack psychosis and Wilson’s disease(2017) Özkan, Mustafa; Asoğlu, Mehmet; İbiloğlu, Aslıhan Okan; Atli, AbdullahWilson disease (WD) is an infrequent genetic disorder of copper metabolism (chromosome 13), with decreased transport of copper by hepatic lysosomes due to mutation in the Wilson disease protein (ATP7B) gene. Hence, accumulating copper is primarily affecting the liver, brain, cornea, and kidneys, after then leading to their symptomatic damages. During early ages, the patients are mostly presymptomatic. The worldwide prevalence was reported to be 1 in 30.000. Psychiatric symptoms are common with Wilson’s disease. Pychosis can be an initial manifestation and often leads to an inaccurate diagnosis. As is seen, clinical syndrome may be very complex. Therefore, detecting mental health disorders of secondary origin is very important for the mental health professionals. In conclusion, one must be aware of the possibility of an organic cause in patients who are admitted with psychiatric symptoms, for the first time. On the other hand, medical causes of psychiatric symptoms should always be considered. Here, we report on a case of psychotic disorder due to Wilson’s disease, presenting with psychotic symptoms and bizarre behaviour.