Yazar "Çiğdem, Murat Kemal" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 9 / 9
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Anorektal malformasyonlu olgularda klinik deneyimimiz: 115 olgunun analizi(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2014) Okur, Mehmet Hanifi; Çiğdem, Murat Kemal; Önen, Abdurrahman; Otçu, SelçukAmaç: Bu çalışmada, anorektal malformasyonlu (ARM) hastalar ile ilgili deneyimlerimizi ve bunlarla beraber görülen anomalileri sunmayı amaçladık. Yöntemler: 2000-2006 tarihleri arasında kliniğimizde ARM nedeniyle takip ve tedavi edilen 115 olgu geriye dönük olarak değerlendirildi. Olgularda genel sistem muayenesi, perineal muayene, laboratuar, direk grafi, ultrasonografi, ekokardiyografi ve gereğinde işeme sistoüretrografisi yapılarak ARM tipi ve ek anomaliler araştırıldı. Olgular ARM çeşidi ve sistem patolojisine göre sınıflandırıldı. Bulgular: Olguların %40,8’i yüksek tip, %31,3’ü alçak tip, %17,3’ü intermedier tip, %9,5’i anteriyor yerleşimli ektopik anüs ve %0,86’sı kloakal malformasyon idi. Tüm olguların %48,6’sında ek anomaliye rastlandı. Ek anomali en sık yüksek tipte (%59,5) görüldü. Kolostomi yapılan 80 olgunun, 56’sına (%70) sağ transvers loop kolostomi, kalan 24 (%30) olguya ise yüksek sigmoid kolostomi yapıldı. Sağ transvers loop kolostomi yapılan olguların %17,8’sinde kolostomi prolapsusu saptandı. Sonuçlar: ARM’li hastaların ilk başvuru ve sonraki takibinde perine muayenesinin dikkatli yapılması ve ek anomali açısından detaylı tetkik edilmesi faydalıdır. Bu olgularda ekokardiyografi, ultrasonografi, distal kolostogram, tüm vücut grafisi ve bazı olgularda işeme sistoüretrografisi faydalıdır. Anorektal malformasyonlu tek seans planlanmayan hastalara yüksek ayrık sigmoid kolostomi uygulaması komplikasyonları azaltabilir.Öğe Çocuk cerrahisinde nozokomiyal infeksiyonların epidemiyolojisi ve kontrolü(2002) Önen, Abdurrahman; Otçu, Selçuk; Çiğdem, Murat Kemal; Dokucu, Ali İhsan; Öztürk, Hayrettin; Geyik, Mehmet FarukAmaç: Çocuk cerrahisinde görülen nazokomiyal infeksiyoıılar (NKİ)'m epidemiyolojisini ve kontrol yöntemlerini araştırmak. Yöntem: Çocuk cerrahisi kliniğinde Ocak 1997Aralık - 2000 tarihleri arasında yatırılıp tedavi edilen 2844 olgu geriye dönük olarak değerlendirildi. NKİ tanımlamasında "Centers for Disease Control and Prevention (CDC)" kriterleri kullanıldı. Bu çalışmada, kliniğimizde görülen NKI'lerin sıklığı, yaş ile ilgisi, İnfeksiyon türleri ve etkenleri, uygulanan invaziv girişimler ve risk faktörleri arasındaki ilişki araştırıldı. Aynı dönem içerisinde NKİ gelişmeyen ancak yaşları ve cinsiyetleri NKİ geçirenler ile uyumlu olan ve hastalık türleri NKİ geçirenler ile aynı olan 78 hasta kontrol grubu olarak alındı. Bu iki grup mortalite ve hastanede yatış süreleri açısından karşılaştırıldı. Bulgular: 78 olguda NKİ tespit edildi. NKİ sıklığı % 2.74 C/997''de % 4.99, 1998'de % 3.89, 1999'da % 1.33 ve 2000'de % l.44) idi. NKİ grubunda yaş ortalaması 28 ay, kontrol grubunda ise 26 ay idi. En sık gelişen NKİ türü cerrahi yara infeksiyonu ve üriner sistem infeksiyonu idi. NKİ gelişen hastalarda en sık eşlik eden predispozan faktörler; üretral kateterizasyon (% 10.26), travma (% 9.25) ve parenteral nütrisyon (% 8.70) idi. 'Hastanede kalış süresi NKİ grubunda 16 gün (428 gün) iken kontrol grubunda 9 gün (222 gün) idi. NKİ ve kontrol grupları arasında mortalité ve hastanede yatış süresi açısından anlamlı fark vardı (sırasıyla p<0.05, p<0.001). Sonuç: Çocuk cerrahisinde en sık görülen NKİ türü cerrahi yara infeksiyonu idi. NKI'li olgularda en sık görülen risk faktörleri üretral kateterizasyon, travma ve parenteral nütrisyon idi. NKİ morialitede, hospitalizasyon süresinde ve tedavi maliyetinde önemli artışa neden oldu. İnfeksiyon hastalıkları birimi ile sıkı iş birliği, cerrahi personelin eğitimi, el yıkama ve dezenfeksiyon, izolasyon, antibiyotik kullanımının kısıtlanması, invazif girişim ve kateterizasyonların endikasyon ve sürelerinin minimuma indirilmesi, risk faktörleri açısından yakın takip ve erken enterai beslenme ile kliniğimizde son iki yılda NKİ hızı belirgin düzeyde azaldı.Öğe Çocuklarda konjenital musküler tortikollis: Geç başvuran 12 olgunun analizi(2008) Duran, Hatun; Okur, Hanifi; Çiğdem, Murat Kemal; Öztürk, Hayrettin; Dokucu, Ali İhsan; Öztürk, Hülya; Önen, AndurrahmanAmaç: Bu çalışmadaki amacımız geç başvuran konjenital musküler tortikollis (KMT)’li hastalarımızın klinik, tanı ve tedavi özelliklerini analiz etmek ve literatür ile karşılaştırmaktır. Yöntem: Retrospektif olarak hastalarımız yaş, cinsiyet, klinik bulgular, yüzde ikincil biçim değişiklikleri, şişliğin yerleşimi, tanı yöntemleri, ek anomaliler, cerrahi girişimde karşılaşılan bulgular, sağaltım amacıyla uygulanan cerrahi girişimler açısından değerlendirildi.Bulgular: Hastalarımızın (5 erkek, 7 kız) yaş ortalaması 6,7 (1,5-12 yaş) yıl idi. Lezyonların çoğunluğu solda (%58) görüldü. Olgularımızın ikisi küçük yaş grubundaydı. İki olguda (%17) boyunda kitle palpe edilebildi. Olguların çoğunluğunda boyun hareketlerinde kısıtlılık (%83) en sık bulgu idi. Serimizdeki hastaların tümü cerrahi girişimle tedavi edildi ve ayrıca fizik-tedavi egzersizleri de uygulandı.Sonuç: Bu çalışmada, geç başvuran KMT’li çocuklarımızın çoğunluğunda cerrahi tedavi ve konservatif tedavi ile boyun hareketleri ve boyun eğriliğinde belirgin bir düzelme oldu.Öğe Çocuklarda travmatik pankreas psödokistlerine yaklaşım(2008) Sığa, Mesut; Önen, Abdurrahman; Otçu, Selçuk; Çiğdem, Murat KemalGiriş: Çocuklarda, genellikle travmalardan sonra oluşan, pankreas psödokistlerinde tedavi yaklaşımı halen tartışmalıdır. Bu çalışmada, kliniğimizde takip ve tedavi edilen travmatik pankreas psödokistli olgular sunularak tedavi yaklaşımları tartışıldı.Gereç ve Yöntem: 2003-2007 yılları arasında, travma sonrası pankreas psödokisti nedeniyle başvuran 9 olgu değerlendirildi. Tüm olgulara ultrasonografi, bilgisayarlı tomografi ve serum amilaz düzeyi tetkikleri yapıldı.Bulgular: Olguların 8’i erkek, 1’i kızdı. Yaş ortalamaları 9,2 idi (6-15 yaş). Olguların 4’ü bisiklet kazaları, 3’ü yüksekten düşme, 1’i darp ve 1’i araç dışı trafik kazası nedeniyle yaralanmıştı. Olguların tümünde karın ağrısı temel yakınmaydı. Kist boyutları 5 ile 17 cm arasında olup ortalama 10,3 cm’di. Psödokistin gelişme zamanı ortalama 17 gündü (9-30 gün). Olguların 4’ünde (% 44,4) travmadan sonraki iki hafta içinde psödokist geliştiği saptandı. Tüm olgularda serum amilaz düzeyi yüksek bulundu. Olguların tümü öncelikle konservatif olarak takip edildi. Konservatif tedavide, nazogastrik sonda takılması, total parenteral beslenme ve antibiyoterapi yapıldı. Olguların 3’ü (% 33) konservatif tedaviden fayda görürken 6 (% 66.6) olguda girişim gerekti. Dört olguya ultrasonografi eşliğinde perkütan drenaj, 1 olguya transgastrik kistogastrostomi ve 1 olguya da laparotomi ile kist drenajı yapıldı. Perkütan kist drenajı yapılan bir olguda septik şok gelişti ve tedaviyle sorunsuz iyileşti. Diğer bir olguda ise hiçbir yakınma olmamasına rağmen serum amilaz düzeyi uzun süre (8 ay) ısrarla yüksek seyretti. Hiçbir hasta kaybedilmedi.Sonuç: Çocuklarda travma sonrası pankreas psödokistleri erken dönemde de oluşabilir. Travma sonrası pankreas psödokisti gelişen tüm olgular öncelikle konservatif yaklaşımla izlenmeli, ancak mide çıkış obstrüksiyonuna neden olan ve/veya çapı 6 cm’den büyük olan kistlerde konservatif tedavinin başarı şansı düşük olduğundan girişim düşünülebilir.Öğe Çocuklardaki retrokaval üreterlerde hangi tedavi yaklaşımı?(2007) Çiğdem, Murat Kemal; Önen, Abdurrahman; Akay, Hatice; Okur, HanifiRetrokaval üreter, çocukluk yaş grubunda çok nadir görülen bir patolojidir. Bu çalışmada, nadir patolojili 2 retrokaval olgumuzun, tanı, tedavi seçenekleri ve takip sonuçlarını sunmaktayız. Olgularımızdan biri, ciddi hidronefroz ve belirgin şikayetler nedeniyle cerrahi olarak tedavi edildi. Diğer olgu ise, orta düzeyde hidronefroz varlığı ve belirgin şikayet olmaması nedeniyle konservatif olarak takip edildi. Retrokaval üreterli olgularda tedavi yaklaşımı, üreteropelvik bileşke darlığı olan hastalardakine benzer şekilde olabilir.Öğe Disfonksiyonel işemeli çocuklarda üriner biofeedback tedavisinin(2014) Okur, Mehmet Hanifi; Arslan, Mehmet Şerif; Aydoğdu, Bahattin; Arslan, Serkan; Zeytun, Hikmet; Basuguy, Erol; Önen, Abdurrahman; Uygun, İbrahim; Çiğdem, Murat Kemal; Otçu, SelçukÖzet: Giriş: İşeme disfonksiyonları (İD), çocuk üroloji polikliniklerindeki hastaların yaklaşık %40’ını oluşturan oldukça yaygın bir problemdir. Üroflometri tanı ve takipte kullanılabilen non invaziv bir testtir. Bu çalışmada, İD tedavisinde aktif pelvik taban kaslarının (PTK) gevşetilmesini amaçlayan biofeedback ve Kegel egzersizleri kombinasyon tedavisinin etkinliğini göstermeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: Bu retrospektif çalışma da elektromyografi (EMG)’li üroflometride ile işeme esnasında EMG’de PTK aktif olarak saptanan İD tanısı konan hastalar çalışmaya dahil edildi. İşeme paternleri stacatto, interrupted, plato ve normal olarak sınıflandırıldı. Biofeedback tedavisinde çocuklara gluteal ve karın kaslarını kullanmadan sadece sfinkter kontraksiyonu yapması öğretildi. Her seans 3 saniye kontraksiyon ve 10 sn gevşeme peryotları şeklinde 10 dakika uygulandı. Ayrıca kombine tedavi olarak Kegel egzersizleriyle aktif PTK gevşetilmesi öğretildi. Sonrasında evlerinde egzersizlere, günde 2 defa 10’ar dakika 3 sn sıkma 10 sn gevşeme seanslarına ebeveyn gözetiminde 6 ay boyunca devam edildi. Bulgular: Gündüz idrar kaçırması, ani işeme ihtiyacı, kaka yapmada zorluk, gece idrar kaçırması, tekrarlayan İYE, işeme esnasında ıkınma şikayetleriyle başvuran 150 hastadan EMG’li üroflometrilerinde aktif PTK tespit edilen 78 hasta İD tanısıyla çalışmaya dahil edildi. Olguların yaşları 6 ile 17 yıl arasında değişmekte olup, ortalama yaş 6,5 yıl idi. Olguların 31 (%39,7)’i erkek, 47 (%60,3)’si kız idi. Üroflometride 78 hastanın; 37 (%47,4) staccato, 24 (%30,7) normal, 12 (%15,3) plato ve 5 (%6,4)’inde interrupted işeme paternleri saptandı. 6 aylık tedavi sonrasında uykuda işeme şikayeti olan olguların %68,8’inde, urge inkontinanslıların %72,8’inde, tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonluların %81’inde, kabızlığı olanların %85’inde, vezikoüreteralreflüsü olanların %77’inde, rezidü idrar saptanan olguların %79’unda tam düzelme sağlandı. Sonuç: İD kliniğine kabızlık, üriner inkontinans, enürezis noktürna, tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonları eşlik edebilir. Dikkatli bir planlama ve düzenli kontrollerle 5 yaş ve üzeri çocuklarda uygulanacak biofeedback ve Kegel egzersizlerinin kombine tedavisi ile hastaların çoğunu bir kısmını tedavi edebiliriz.Öğe Nitrofen verilerek konjenital diafragma hernisi oluşturulan ratlarda prenatal hormonal tedavinin yeri(Dicle Üniversitesi, Tıp Fakültesi, 2000) Çiğdem, Murat Kemal; Dokucu, Ali İhsan; Otçu, SelçukCerrahi tedavi ve yoğun medikal tedavilere rağmen konjenital diafragma hernili yeni doğanlarda mortalite halen çok yüksek oranlardadır. Akciğer hipoplazisi daima bu patolojiye eşlik etmektedir. Bu deneysel çalışmada, anne ratlara nitrofen vermek suretiyle yavru ratlarda konjenital diafragma hernisi (KDH) oluşturulması ve prenatal dönemde anne ratlara uygulanan hormonal tedavinin KDH gelişmiş yavru ratlarm akciğerlerine olan etkilerini morfometrik, biyogenetik ve histopatolojik olarak incelemeyi amaçladık. Bu amaçla ratlar, kontrol, nitrofen ve nitrofen+TRH+betametazon olmak üzere 3 ayrı grupta değerlendirildi. Nitrofen grubu ile nitrofen+TRH+betametazon gruplarında elde edilen, akciğer ağırlıkları, akciğer ağırlığı/total vücut ağırlıkları oranlan ve DNA değerleri biribirleriyle karşılaştırıldı. Bu iki grup arasında istatistiki olarak anlamlı bir farklılık bulunamadı. Kontrol grubunda elde edilen sonuçlar diğer iki grupla karşılaştırıldığında, istatistiki olarak anlamlı derecede farklılık olduğu görüldü (pO.0001). Akciğerlerin histolojik değerlendirme sonuçlan, nitrofen ve nitrofen+TRH+betametazon gruplan arasında farklılık göstermeden hipoplazi bulgulan gösteriyordu. Bu sonuçlarla KDH gelişen ratlara uygulanan prenatal tedavinin, akciğer hipoplazisini iyileştirici yönde bir etkisinin olmadığı söylenebilir.Öğe Omfalosel olgularında ölüm nedenleri(2007) Önen, Abdurrahman; Çiğdem, Murat Kemal; Duran, Hatun; Otçu, SelçukAmaç: Karın ön duvarı defektleri içinde yer alan omfaloselin sıklığı 5000 canlı doğumda 1 olarak bildirilmiştir. Son yıllardaki ilerlemelere rağmen ölüm halen yüksektir. Bu çalışmada, kliniğimizde omfalosel nedeniyle ameliyat edilen olgularda, ölüm nedenleri araştırılmıştır.Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada, 1983-2006 yılları arasında kliniğimizde ameliyat edilen 61 omfalosel olgusu irdelenmiştir. Olguların, cinsiyetleri, doğum ağırlıkları, gestasyonel yaşları, defekt çapları, ameliyat şekilleri, eşlik eden ek anomaliler ve ölümler kaydedildi. Bulgular: Olguların ortalama ağırlığı 3060 gramdı (1300-4200 gram). Tüm olguların % 24’ünün gestasyonel yaşı 38 haftanın altındaydı. Olguların 49’una (% 80) primer onarım, 5’ine (% 8.1) silo yöntemiyle, 4’üne (% 6.5) yama kullanılarak, 3’ünde (% 5) ise sadece cilt kapatılarak sekonder fasya onarımı yapıldı. Olguların % 50’sinde ek bir doğumsal anomaliye rastlandı. En sık eşlik eden ek anomali malrotasyondu (% 30). Genel ölüm oranı, % 24.5’ti. Kaybedilen olguların % 53.3’ü ameliyattan sonraki ilk 24 saat içinde kaybedildi. En yüksek ölüm oranı silo yöntemiyle ameliyat edilen olgularda görülürken, sadece cilt kapatılarak sekonder fasya onarımı yapılan olguların hiçbiri kaybedilmedi. Sonuç: Omfalosel olgularında mutlak tedavi gerektiren ek anomali oranı yüksek olduğundan, tüm olgular ek anomali açısından dikkatlice değerlendirilmelidir. Özellikle silo yöntemiyle ameliyat edilen olgularda sepsis açısından ciddi takip ve tedavi gerekir. Yeterli karın boşluğunun gelişmediği olgularda, primer onarımın karın içi basıncı ciddi oranda yükselterek ölüm olasılığını arttırabileceği akılda tutulmalıdır; şüpheli olgularda sekonder fasya onarımı tercih edilmelidir.Öğe Sakrokoksigeal teratomlara yaklaşım(2007) Önen, Abdurrahman; Çiğdem, Murat Kemal; Otçu, Selçuk; Akay, Hatice; Okur, HanifiSakrokoksigeal teratom (SKT), yenidoğan döneminde en sık karşılaşılan solid tümördür. Bu çalışmada, 1983-2006 yılları arasında kliniğimizde ameliyat edilen 32 SKT’lu olgu geriye dönük olarak irdelenmiştir. Olguların, 13’ünde tanı yaşı 12 aylıktan büyüktü. Sadece 11 olgu yenidoğan döneminde başvurmuştu. Üç olgu, idrar yapamama ve 2 olgu gaita yapamama yakınması ile başvurmuşken, geriye kalan olgularda başvuru şikayeti sakral şişlikti. Patolojik tanı olarak, olguların 17’sinde matür teratom, 6’sında immatür teratom ve 9’unda ise, yolk sac tümörü saptandı. Bir aylıktan sonra başvuran olguların % 43’ünde malign tümör gözlendi. İzleme sırasında olguların 5’inde tümörün tekrar oluştuğu gözlendi. Tümör tekrarı görülen olgulardan 1’i immatür teratom geri kalanlar ise yolk sac tümörüydü. Ameliyat sonrası tümör tekrarının en erken 6. ayda, en geç 36. ayda görüldüğü saptandı. Iki olgu, ameliyat sırasında oluşan ciddi kanama nedeniyle kaybedildi. Dört olgu ise, kemoterapi sonrası metastazlar nedeniyle kaybedildi. Hastaların erken dönemde, mümkünse antenatal dönemde tanılarının konması ve yaşamın ilk günleri içinde, tümörün parçalanmadan tamamının koksiks ile birlikte çıkarılması morbidite ve mortaliteyi azaltmada çok önemlidir. Ameliyat edilen hastaların, tümör tekrarı açısından kan AFP düzeyleri ve sakral muayeneyle en az 3 yıl boyunca izlenmeleri uygundur.